“Öyle alçak bir kapıdır ki açlık, geçilmesi zaruri oldu mu,
insan artık ne kadar büyükse,
o kadar çok eğilir.“[1]
(Victor Hugo)
„Açlık; Gözlerde fersiz bir ışık karanlığı, / Sarı benizlerde dolaşan izler / Mecalsiz kalan dizler gibi / Dolaştı tüm dünyayı… Açlık; Yalnızlığın ve kimsesizliğin / Zulme mahkûm yollarında / Acı bir feryadın tükenen sesiydi… Açlık; Kâh karşımıza kara Afrika olup çıktı,/ Kâh Afganistan’da savaş mağduru / Hindistan’da hint fakiri,/ Çöller durduramadı bu hızlı yürüyüşü / Kıtalar atladı,/ Umuda yolculuktu bu;/ Pastadan değil,kuru bir ekmekten / Payını istiyor,/ Ve insanlığın üzerine yürüyor. (…) Açlık; İnsanlığın alnına sürülmüş bir leke gibi / Nesilden-nesile geçecek bir mirâs gibi / Yok oluşun bir habercisi gibi,/ Boğazlarımıza sarılan bir ejder / Olup çıktı,duruyor,/ Ve son darbeyi vurmak için insanlığa / Dünyanın duvarlarını dövüyor. (…)“[2] „Sevgi Merdivenleri“ adlı şiir kitabında bu şekilde uzunca bir şiirle dünyada ki açlık sorununa dikkat çekmeye çalışıyor şair Ahmet TIĞLI.
Ahmet Tığlı’nın ve daha bir çok kişinin, kurum ve örgütlerin işaret ettiği dünyada ki açlık sorunu, insanlığın üzerine yürüyen ve hatta yanında yürüyen kara bir gölge adeta. Öyle ki, dünya nüfusunun yaklaşık üçte ikisi açlık çekmekte ve bu oran giderek artmaktadır. Dolayısıyla da beslenme, sağlık, yoksulluk gibi sorunları ele alırken varolan sistemle ilintilendirilmez ise sorun manupüle edilmiş olur. Bu, sistemin sözcülerinin yaptığı gibi sorunu yalnızca „iklim değişiklikleri“yle, „kuraklık“la ve „yetersiz üretim“le açıklamaya çalışmaktan başka bir şey olmaz. Ki, aynı zamanda sorunun özünden arındırılması olacaktır. Nüfus değişiminde önemli bir unsur olan ölümlerin nedenlerinden biri şüphesiz ki beslenme sorunudur, dolayısıyla da bu sorunu çok yönlü bir şekilde sorgulamak gerekmektedir.
„Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yıllık istihdam raporunda, dünyada yoksul işçi sayısı son yıllarda azalmakla birlikte, bugün 1,4 milyar işçinin günde 2 dolardan daha az kazandığı (…)“[3] bilgisini vermekteler. Bu durum işçiler özgünlüğünde böyleyken, genel olarak hesaplandığında ise, dünya nüfusunun yaklaşık yarısından fazlasının dengesiz ve yetersiz beslendiği ortaya çıkmakta. Yine uzmanlar „Besin maddeleri arzının miktarına ve niteliğine bağlı olarak iki tür açlık“ şeklinin olduğunu ifade etmektedirler. Bunu da „Aç kalma“, veya „yetersiz beslenme“, yada „yeterli miktarda yiyecek bulunmadığın da meydana gelmekte.“ Olduğunu söylemektedirler.
Konuya yoksulluğun, Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’e göre iki farklı tanımını aktararak girelim: „İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılayamama durumudur. Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlamak mümkündür. Dar anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade eder.“[4] Şüphesiz TÜİK’in yoksulluğa ilişkin yaptığı bu iki tanımlamayla sınırlı tutulamaz yoksulluk olgusu! Yoksulluk, bir çok farklı sözlükte farklı karşılıklar içeriyor. Benzer, ancak farklı ifade şekilleri de söz konusudur yoksulluğun.
„16 Ekim Dünya Gıda Günü“!!! „Açlıkla mücadele“! amacıyla 1945’te kurulan Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş yıldönümü aynı zamana denk geliyor. 1981 yılından bu yana da her yıl „kutlanmakta“!.. 1980 yılındaki FAO Genel Birleşiminde „Gıdanın insanların yaşamaya en iyi şekilde devam etmesi için mutlak gerekli ve vazgeçilmez gereksinim olduğu“ yönünde alınan kararla, 16 Ekim gününün dünya çapında kutlanması kararlaştırıl“mış. Özcesi, 16 Ekim Dünya Gıda Günü ve BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş serüveni böyle.
Dünyada açlığın pençesinde ölümle cebelleşen „açlık ordusu“nu yalnızca „16 Ekim“ tarihi geldiğinde „Dünya Gıda Günü“ vesilesiyle anımsamak, ve o yılın açlık ve ölüm bilançolarını açıklamak, tek başına açlığı ortadan kaldırmıyor/kaldır(a)mayacaktır da!.. Onun için, dünyada ki açlığın vahametine değinmek, eksik ve yetersiz de olsa bu açlığa, nedenlerine ve sonuçlarına değinmek için „16 Ekim Dünya Gıda Günü“nü beklemeyi doğru görmemek, ve, bu sorunun her gün gündeme getirilmesinin ise son derece yakıcı bir acili-yet arz ettiğini bilmek zorundayız!..
Konu başlığımızda oluşturmaya çalıştığımız denklemden de anlaşılacağı üzere, dünyada ki bütün kötülüklerin ve faciaların anası konumundadır emperyalist kapitalist sistem. Bu anlamıyla Kapitalizm, bir yandan inanılmaz bir zenginlik(!) diğer yanda ise ölümcül bir yoksulluk üretiyor. Bu sistemsel bütünlük içinde, alabildiğine bir varlık içinde yaşayan bir avuç azınlık söz konusuyken, sürdürülemez bir yoksulluk ve açlık içinde yaşamlarını yitiren milyonlarca insanı görmek için, ne teleskopa nede mikroskoba ihtiyacımız var. Çünkü bu gerçek ne çok uzağımızda nede çok yakınımızda, bu gerçek kendi içimizde ve birebir kendimiz bu gerçekle bir şekilde ilişkilenerek/ilişkilendirilerek yaşamaktayız! Ne yazık ki insanlık böylesi bir sistemde yaşamakta.
Bu sistemin birincil dereceden baston değnekliğini yapan ve Dünya Bankası’nın baş danışmanlarından biri olan, Lawrence Summers’ın, Dünya Bankası uzmanlarına göndermiş olduğu bir raporda bakın ne diyor?
„Şimdiye kadar hep az nüfuslu Afrika ülkelerinin kirlilik açısından bakir olduğunu düşündüm. Aramızda kalsın, ama artık Dünya Bankası’nın kirli sanayilerin az gelişmiş ülkelere kurulmasını teşvik etmesi gerekmiyor mu? Bu önerim, ekonomik kaygılara dayanıyor. Zehirli atıkların, çalışanlara az ücret ödenen ülkelere gönderilmesinin günahı yoktur. Bunu göze almalıyız. Estetik ve sağlık nedenleriyle daha temiz bir çevre isteme hakkı, gelirle doğru orantılıdır. Kirli sanayiler insanların prostat kanserine yakalanıncaya kadar yaşadıkları bir ülke için tehlike arz eder. Ancak, bu beş yaş altındaki ölüm oranlarının binde yirmiye ulaştığı bir ülkede fazla bir değişiklik yaratmaz. Şimdiye kadar ahlaki nedenler ve sosyal kaygılar yüzünden gündeme getirilemeyen bu gerçeklerin artık Dünya Bankası’nın her önerisinde göz önünde tutulması gerekir.“[5]
1991 yılında Lawrence Summers’ın Dünya Bankası uzmanlarına göndermiş olduğu raporda işte bu satırlar yer alıyordu! The Economist dergisinin deşifre ettiği bu rapor, emperyalist-kapitalist sistemin kirli ve gerçek yüzünü, insanlara ve yaşam haklarına karşı nasıl yaklaşıldığını ve en temel hak olan yaşama hakkının nasıl çiğnendiğini gözler önüne koyarken, neden olduğu sonuçları da ortaya sermekte ve kapitalistlerin dünya ve insanlık üzerinde ki azgın sömürü ve yağma politikalarını da açıkça ifade etmektedir.
Bundandır ki, “Mısır, Filipinler, Haiti gibi ülkeler 3 yılda ikiye katlanan gıda fiyatlarının yarattığı krizin yarattığı ayaklanmalarla sarsılırken Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick, bu durumun yoksul ülkelerde 100 milyon kişiyi daha da yoksullaştıracağına dikkat çekerek, “Geçmişten bildiğimiz gibi bu gibi sorunlar savaşlara neden olabiliyor. Dikkat etmeli“uyarısı yaparak devam ediyor; „(…) dibe vuracak gıda savaşları çıkabilecek.“[6] denerek de ‚aç insanların‘ iç savaşlarla iktidarlarını yıkabilecekleri uyarısında bulunması ise boşuna olmasa gerek!
Öyle ki, ürettikleri ve uyguladıkları politikaların ve, bağdaş kurup insanlığın kanının içine ekmek doğrayarak kaşıklayan kapitalistlerin daha fazla kar, daha fazla sömürü politikaları her 5 saniye içinde bir çocuğun açlıktan ölümüne neden oluyor! Bunu, bir dakikada 12 çocuğun ölümü, yılda ise yaklaşık 6 milyon çocuğun „açlık“ veya „kötü beslenme“ yüzünden yaşamını yitirdiğini istatistikler ifade ediyor! Yine, her gece 800 milyon insanın aç uyuduğu ve her gün 50 bin kişinin ise „önlenebilir nedenlerle“ açlık ve yoksulluktan öldüğü, dünya genelinde 1 milyarı aşkın insanın aç durumda olduğu ve yine dünya üzerinde yoksulluk sınırında yaşayanların sayısının ise neredeyse 3 milyar dolaylarında olduğunu ifade eden istatistiği verilerdir. Şunun bilinmesinde fayda var, bu istatistiği veriler bizim istatistiklerimiz değil! Birleşmiş Milletler (BM) ve ona bağlı Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Bankası gibi emperyalist-kapitalist sistemin kurumlarının istatistiği bilgileridir. Dolayısıyla da tüm bu verilerin kaçta kaçına güvenmek gerekiyor ona siz karar verin!.. Ayrıca bu istatistiği verilerin kaynaklarını yazımızda dipnot olarak düştük, ki okur bu kaynaklardan yani birincil elden bu istatistiği verilere ulaşabilsin…
Dünya halkları cephesinde durum daha yüksek karlar için sömürülmek, savaşlarda katledilmek ve açlıktan santim-santim ölüme gitmek iken, emperyalist-kapitalistler cephesinde durum nedir? Onlar cephesinde de durum pek „parlak“ olmasa gerek! Kendi ürünleri olan bu tablodan görüleceği gibi, dünya genelinde „açlık ordusu“ büyüyor! Ve bu ordu emperyalist-kapitalistlerin surlarını döven ve döve-döve aşındıran bir dalga, bir tusunamiye dönüşüyor adeta! „Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir!“ gerçekliği gibi, Emperyalist-kapitalistlerin kalelerini titreten açlık ordusunun tempolu vuruşları da kesintisiz, sürekli ve sistemli bir şekilde sürmektedir. Bu vuruşlar, yer kürede derin sallantılara ve fay hattını aşındıran şiddetli depremlere sebep olacaktır. Fay hattının derin oyuklarından volkan dağları önlenemez bir şekilde nehir gibi dünyaya akacaktır. Taşan volkanlarda ki lavların dünyada ki yanıcı maddeyi, yani açlık ordusunun kuruyan bedenlerini birer ateş toplarına çevireceği zamanın da çok uzak olmadığını gösteriyor!.. Uzak olmayan bu zaman dilimi, dünyanın ısısının dereceli ve şiddetli bir şekilde artacağını da göstermektedir. Keza, bu ısının ne kaleleri, nede surları tanımayacağı gerçekliğini, dünyanın „efendileri“ olanlarca da biliniyor. Ki, bu gerçeklik karşısında ki korkularındandır, silahlanmaya ayrılan astronomik rakamlarda ki hacim!
„Uluslararası Barış Enstitüsü (SIPRI), yayınladığı 2001 silahlanma raporunda yılda 722 milyar doların silahlanmaya harcandığını ve silahlanma yarışının gittikçe hız kazandığı“nı belirterek, „Dünyada insanlar açlık ve kıtlıktan dolayı can verirken, silahlanma için milyarlarca dolar para harcanıyor. Hazırlanan raporlara göre, silahlanma yarışının sadece geçen yılki bilançosu 772 milyar dolar. (…)Silahlanmaya harcanan miktarın, dünyadaki gayri safi iç üretimin yüzde 2.6’sını oluşturduğu“nu anlatılan rapora göre, „bu da kişi başına 137 dolar harcandığı anlamına geliyor.“[7] Şeklinde ifade edilen verilere, 2004 yılında BM’ye üye ülkelerin silahlanmaya yatırdıkları rakam ise 3 trilyon dolar! Bu uçuk rakamlar karşısında dünya gıda programına yaptıkları „bağışların“ miktarı ise sadece 219 milyon dolar şeklinde. Çeşitli kaynaklarca verilen bu veriler, aşırı beslenmenin önüne geçmek için zayıflama rejimlerine harcanan paranın ise açlıkla mücadelenin çok-çok üstünde olduğunu söylüyor. Yani neredeyse silahlanmaya harcanan tutara yakın olduğunu göstermektedir. Emperyalist-kapitalistler dünya’da olup bitenleri manupüle etmede ustalar. Dolayısıyla dünya genelinde açlık çeken milyarlarca insanı, aşırı beslenen insanların „vicdan“larından uzak tutmayı da son derece ustaca başarıyorlar, nasıl mı? Tabii ki yasama, yürütme ve yargı gibi organlarının dışında, IV.Kuvvetleri konumunda olan Basın-Yayın, Medya ile!..
„DW Türkçe“ 27 Mayıs 2004 tarihli yayınlamış olduğu aşağıda ki şu verilerde insanlığın içinde bulunduğu durumu ifade edecek türdendir. „Dünyanın en önemli sorunlarından biri açlık ve dünya üzerinde yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı neredeyse 3 milyara dayandı. Her geçen gün artan açlığa karşı, Dünya Bankası’nın Şangay’da başlayan konferansında çözüm yolları aranıyor… Dünya Bankası verilerine göre, yoksulluk sınırında yaşayanların sayısı 2 milyar 800 milyon kişi ve bu miktar neredeyse dünya nüfusunun yarısı. Bu kategoriye girenlerin günlük harcamaları iki doları bile bulmuyor. Dünya’da, 1 milyar 200 milyon insan ise günde 1 dolarla yaşamak zorunda.“[8]
***
„Hakkın Haksızlığa Dönüştüğü Yerde
Direniş Bir Sorumluluktur!“[9]
(Rosa Luxemburg)
Globalleşen kapitalizm ve onun dünya halklarına çıkardığı global faturalarından biri de hiç şüphesiz ki açlık, sömürü, savaş ve sürdürülemez düzeyde bir yoksulluktur. Hatırlanacağı üzere 2008 yılı, 40 ülkede birden başlayan “gıda krizi“ ve “açlığa karşı“ ayaklanmalara tanıklık etti. Açlık ve sefalet içinde yaşamak zorunda bırakılan insanlar ayaklanmalarla bu köhnemiş sistemi ve insanlığa reva gördüğü açlık, yoksulluk, savaş ve sömürüye baş kaldırdılar… Bunun üzerine Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) Haziran 2008 tarihinde Roma’da yüz’ü aşkın ülkenin temsil edildiği devlet başkanları ve bakanlar düzeyinde bir zirve toplantısı ile 40 ülkede ayaklanmaya yol açan gıda krizine sözde „çözüm“ aramışlardı. Esasen „çözüm“ dünyada 1 milyar’ı aşan sayıda insanın açlığına filan değildi, „çözüm“ açlıktan kaynaklı 40 ülkede birden ayaklanan „açlık ordusu“nun bu ayaklanmasına karşı alınabilecek önlemler, ayaklanmaların nabzını düşürüp bastırabilecek metotlardı!..
Bu savımızı doğrulayan açıklamayı bu zirvenin hemen ardından BM Gıda Hakkı Raportörü Jean Ziegler’in şu açıklaması yeterince doğrular nitelikte sanırız; „Dünyanın zenginliğinin tek elde toplanmasından“ küreselleşmeyi sorumlu tutan ve çokuluslu şirketleri bir tür „yapısal şiddetle“ suçlayan Ziegler, „Eşitsiz ve dehşet verici bir dünya yaratan ve giderek vahşileşen bir borsa simsarları, spekülatörler ve mali haydutlar çetesiyle karşı karşıyayız. Buna bir son vermeliyiz“ demiş ve eklemiş; „Böyle giderse, tıpkı Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, günün birinde aç insanların zalimlere karşı ayaklanacağını düşünüyorum!“[10] diyor ve ekliyor; „Küresel gıda fiyatları artışının Sessiz bir katliama yol açmakta olduğu“nu söyleyen Jean Ziegler’e diyeceğimiz şu ki, Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, insanların zalimlere karşı ayaklanacağı o gün çok uzak değil! Ama bu ayaklanmayı Ziegler’in ifade ettiği ve sıfatlandırdığı gibi „aç insanlar“ değil, dünya nüfusunun yaklaşık yarısını açlık sınırında bırakan, ve insanlığın alabildiğine kanını emen, insanlığı savaşlara, kitle katliamlarına, ve açlığa mahkum eden bu köhnemiş sistemin yıkılmasını ve insanın insanca yaşayabildiği bir sistemi isteyenler yapacaktır. Aksi halde bizde sayın Ziegler’in ifade ettiği gibi „aç insanlar“ baş kaldırır ve ayaklanır dersek, bu gerçeği ifade etmez. Aksi halde Afrika kıtasının bir bütününün baş kaldırıp ayaklanması gerekmektedir!..
Bu zirvenin bir başka çarpıcı yönü ise, bu defa da Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, „Açlık sorunuyla mücadelede hükümetlerin yeni politikalar üretmek durumunda oldukları“nı belirterek, „dünyanın daha fazla gıda üretimine ihtiyacı var. Talep artışı doğrultusunda, 2030’a dek gıda üretimini yüzde 50 oranında artırmak gerekiyor, aksi takdirde 1 milyar kişi açlıktan ölebilir!“ diyerek ekliyor, „2015’te dünya nüfusunun 7,2 milyarı bulacağı“nı belirten BM Genel Sekreteri, „kısa vadede hükümetleri gıda maddeleri ihracatında sınırlamaları kaldırmaya ve ithalat vergilerini asgariye indirmeye“ çağırdığını söylüyor ve devam ediyor; „Soruna kökten bir çözüm bulabilmek için, (dikkat edin „kökten bir çözüm“den bahsediyor.BN) yani şu anda 6 milyar olan ve 2050 yılına kadar 9 milyarı bulacak olan dünya nüfusunu besleyebilmek için üretimin iki katına çıkması gerekiyor.“ (!!!)
Kuşkusuz, nüfusa orantılı olarak üretimin arttırılması fiziksel bir zorunluluktur. Fakat bunun, tartışılan sorunun, açlık sorununun çözümüyle doğrudan ilgisi yoktur. Burada ki açıklamalardan da görüleceği üzere, küresel çaptaki açlığın temel kaynağını BM sekreteri „dünyanın daha fazla gıda üretimine ihtiyacı var“, „gıda üretimini yüzde 50 oranında artırmak gerekiyor“, „Soruna kökten bir çözüm bulabilmek için, yani şu anda 6 milyar olan ve 2050 yılına kadar 9 milyarı bulacak olan dünya nüfusunu besleyebilmek için üretimin iki katına çıkması gerekiyor.“, şeklinde ifadelendirerek, sanki açlığın kaynağı yeterince gıda üretiminin sağlanamamasından kaynaklı olduğu yansıtılarak sorunun esas yönü olan, gelir dağılımında ki ve tüketim oranında ki dengesiz ve eşit olmayan „dağılım“, „paylaşım“ ve „tüketim“ gerçekliğini ve keza en temel yaşam kaynakların uluslar arası tekellerin elinde tutulması gerçekliğini silikleştirmeye çalışıyor.
Gıda üretim miktarını değil iki katına, on katına da çıkartsalar Dünyada ki açlığın hacmi değişmeyecektir. Çünkü açlık, dünyada herkese yetecek kadar yiyecek olmadığından değil, herkes ona sahip olamadığı için yaşanıyor. Bu durumu 2008 yılında çıkarılan gıda üretim rakamları verileri ile, dünya ki açlık düzeyinin istatistik verilerinde ki rakamları karşılaştırdığımızda bunu daha açık bir şekilde görebiliyoruz. O halde, „Dünya gıda üretimi rekor düzeyde artarken, açların sayısının azalmayıp onun da rekor düzeyde artması, sistemin işleyişini de gösteriyor bize. Elbette burada bir soru daha gelecek akla; peki, rekor düzeyde artan gıda ürünleri, açların midesine gitmediğine göre nereye gidiyor? Elbette, dünyada 1 milyar insanı açlığa mahkum eden emperyalist sistemin „tüketim“ çarklarının ulusal gelir düzeyi yüksek müşterilerine…“ anlayışımızı somutladıktan sonra, yönümüzü bu defa da Worldwatch Enstitüsü’nün raporuna çevirelim. Rapora göre: „2000 yılında dünyanın en zengin insanları, en fakir insanlarından 25 kat daha fazla tüketmektedirler.“ Aradaki astronomik rakamı görebiliyor musunuz? Rapor, devamında şu bilgilere yer veriyor: „Dünya nüfusunun % 12’sini barındıran Kuzey Amerika ve Avrupalı emperyalist ülkeler, dünya genelinde yapılan toplam harcamaların % 60’ını yaparlarken, dünya nüfusunun 1/3’ünü barındıran Güney Asya ve Orta Afrika ülkeleri ise bu harcamaların sadece % 3,2’sine ortak olabilmiştir.“ Tabloda ki veriler bize sorunun hiçte „yeterince gıda üretiminin sağlanmaması“nı filan söylemiyor. Aksine, gıda üretiminde ki artışın dünya genelinde ki „açların“ azalmasına yol açmıyor, kapitalist-emperyalist ülkelerde ki tüketimi daha da arttırıyor!
Öyleyse burada son derece bilinçli ve sincisice yapılmak istenen, açlığın artık kemiğe dayandığı ve bu duruma karşıda başkaldıran milyonların bilincini bir şekilde manupile etme durumu söz konusudur. Bu yaklaşım ve açıklama yukarıda da altını çizdiğimiz gibi, yapılan zirvede dünya çapında ki açlığa bir „çözüm“ üretmekten çok, küresel çapta 40 ayrı ülkede başlayan ayaklanmalara karşı alınacak önlemler, bastırma taktikleri ve altını çizdiğimiz açıklamalarla manupilasyon paketlerini üretmekten başka bir öze sahip değildir!.. Keza, bundan sonra yapılacak bu yönlü ve isimsel olarak da „açlık“, „gıda zirvesi“ vb zirvelerinde bir „çözüm“ bulmak veya aramak derdiyle yapılmadığı/yapılmayacağı bilinmelidir. Egemenler yaptıkları bu zirvelere „40 ülkede çıkan ayaklanmayı bastırma, manupile etme, sindirme zirvesi“ isimlerini koyacak değiller ya! Bu tür zirvelerle amaçladıkları, dünyada varolan açlık sorunundan kendi sorumluluklarını gizleyebilmek, diğeri ise bu açlık sorununun kendi düzenleri için bir tehdit oluştur-oluşturmadığını tespit edip,buna yönelik önlemler almak.
Yine, Yoksul ülkelerin ve ekonomik geliri düşük olan ve dünya nüfusunun yaklaşık yarısından fazlasını oluşturan bir kesimin temel gıda maddesi olarak tükettiği makarna, pirinç ve bulgur’un ithalatının faturası ise, bu yıl yüzde 40 civarında artacağı belirtilmektedir. Düşünün ki, fiyat olarak %40 artacak bir ürünü alım gücü olmayan ve açlık sınırında sürdürülemez bir açlık içinde olan, sayısal olarak da bir milyarı aşkın insanın hali ne olacak? Kapitalistlerin „Açlığı önleme“ zirvelerinde çıkardıkları „çözüm paketleri“ bu olsa gerek, yani doğrudan açlıktan öldürmek!?.. Bir aktarımla devamla devam edelim; „Uluslararası Gıda ve Politika Gelişimi Enstitüsü’nün raporuna göre açlıktan ölümlerin en önemli nedeni kronikleşen yetersiz beslenme ve mutlak yoksulluk. Dünya Gıda Örgütü’nün raporuna göre ise yaklaşık 6.5 milyar nüfusa sahip dünyada 1 milyar insan açlık çekiyor. Yaklaşık 852 milyon ise sürekli açlık ile karşı karşıya, bu rakam geçen yıl 842 milyon idi. Yine aynı örgütün verilerine göre yaklaşık 5 milyar insan az gelişmiş ülkelerde, gelişmiş ülkelere göre daha kötü koşullara mahkum yaşıyor.“[11]!!!
Şu trajikomik duruma bir bakın ki, pişkince yapılan açıklamalardan birini de aynı zirve sonrası açıklama yapan Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick şu şekilde ifade ediyor; „Artan gıda fiyatları nedeniyle Afrika’da 30 milyon insan açlık tehlikesiyle karşı karşıya.“ Öyle ki, Afrika’da her gün insanların/özelde de çocukların açlıktan, temiz su ve yetersiz beslenme nedenlerinden ötürü öldüğü gerçekliğini „açlık tehlikesiyle karşı karşıya“ diyerek, sanki bugüne kadar Afrika kıtasında açlık yokmuş da, bugün „artan gıda fiyatları nedenlerinden“ ötürü olmayan bir açlık ortaya çıkacakmış izlenimi verilmeye çalışılmakta! Artık kendi görsel ve yazınsal medyalarının da yansıttığı bir gerçek olan ve sürdürülemez bir açlık içerisinde olan Afrika kıtasında, gün-be gün eriyen/ölen insanların gerçekliği adeta örtbas edilmeye çalışılmakta.
Yapılan bu zirvenin diğer bir mesajı ise, bir çok yazınsal ve görsel basında yansıtılan ve akşam gazetesinde de „Makarna ile doydular“ başlığı altında yer alan şu paragrafta yine insanlığın gözünü boyamak amaçlı verilen mesajlardan yalnızca birisidir; „2002 yılında Birleşmiş Milletler Gıda Zirvesi’nde yedikleri pahalı yemekler yüzünden ikiyüzlülükle suçlanan dünya liderleri, bu zirvede daha sade bir mönü tercih ettiler. Yeni mönüde ıstakoz ve kazın yerini makarna, mozarella peyniri ve ıspanak aldı. Liderlerin yemekte şarap olarak da Orvieto Classico Poggio Calvelli 2005 içtikleri ve sonrasında mısır tatlısı yedikleri belirtildi. Zirvenin son günü, yani yarınki mönüde ise courgette tart (makarna), peynirli risotto, sebzeli yahni, limonlu dondurma ve çilek sosu bulunuyor.“[12] Sanıyoruz ki bu paragrafın ardından fazla bir yoruma gerek yok!
***
„15 gün pirinç yemeyin,
bulgur alın fiyatlar düşer!“[13]
(R.Tayip Erdoğan)
„2008 yılı Dünya Açlık Raporu’na göre, yeryüzünde yaklaşık bir milyar kişi açlık çekiyor. Küresel kriz, yükselişe geçen gıda fiyatları ve küresel ısınma nedeniyle açlık sorunu büyüyor!“[14] Tayip Erdoğan’ın „teğet geçer“ dediği kriz bu, yine Türkiye halklarına pirinç ve bulgur yememelerini öğütleyen tayip, bu besin maddelerinin, İnsanların doğal ve temel besin maddeleri olduğundan haberdar olmaması mümkün mü? Yine BM araştırmalarının yer verdiği bir araştırmayı daha aktararak, tayip’in „teğet geçer“ dediği krizin BM açısından çekilen dikkatine yer verelim; “Birleşmiş Milletler’e göre, aç insanların sayısı bu yıl bir milyarı geçecek. Ortaya çıkan bu tabloda, küresel ekonomik kriz ve yüksek gıda fiyatları etkili… Karınlarını yeterli şekilde doyuramadan yaşam mücadelesi veren kesime 2007’de 75 milyon kişi, geçen yıl ise 40 milyon kişi eklendi. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, bu yıl (2009), dünyada açlık sorunuyla karşı karşıya kalanların sayısı bir milyarı geçecek.“[15]
Sonuç olarak açlığın Türkiye ayağını, yani lokal boyutunu geçerken, FAO’nun Türkiye’ye konuya dair çıkarmış olduğu istatistiği de aktarmakta fayda var. „FAO’nun istatistik tablolarına göre Türkiye’de (…) bölgesel gıda dağılımını gösteren verilerin eksik olduğunu söylüyor. Örgüt, ulusal ölçekte sosyal, ekonomik ve beslenme durumunu gösteren bir araştırmanın acilen yapılmasını ve buna uygun politikalar oluşturulmasını istiyor. Örgüt, Türkiye nüfusunun una dayalı beslendiğini söylüyor: „Ana enerji kaynağı ekmek (yüzde 44) ve diğer tahıllar (yüzde 58). En yaygın tüketilen süt ürünü yoğurt. Taze meyve ve sebze yıl boyunca bulunabiliyor ve tüketiliyor. Gıda tüketimiyle ilgili belirleyici parametreler gelir seviyesi ve bilgi eksikliği. Sorun gıda yokluğu değil; gıdanın eşitsiz dağılımı.“[16] şeklinde yer veriyor. Evet, şu son cümleler son derece önemli, „Sorun gıda yokluğu değil; gıdanın eşitsiz dağılımı.“ Bu kelimeler açlığın evrensel çaptaki gerçekliğini ifade etmektedir. Yine bu kelimeler istatistiği çıkaran FAO’da dahil olmak üzere, emperyalistlerin tüm sözcülerini ve teorik savlarını da boşa çıkarmakta ve yalanlamaktadır. Buna okur yazımız içerisinde tanıklık edecektir.
1 Dakika’da 12 Çocuk Ölüyor!..
İstatistiği verilerle herkesin malumu olan bir diğer acı gerçek ise, dünyada her yıl yaklaşık 6 milyon çocuğun „açlık“ veya „kötü beslenme“ yüzünden öldüğüdür. „Küresel yoksullukla mücadele amacıyla, bugün dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan uluslararası bir eyleme katılıyor.“ UNICEF’in yaptığı son araştırmaya göre, dünyada her gün 50 bin kişi yetersiz ve dengeli beslenememeden kaynaklanan bulaşıcı hastalıklardan ve önlenebilir nedenlerle ölmesini „kınamak amacıyla düzenlenen kampanyanın adı ‚Ayağa Kalk ve Konuş‘. Dünyada hala bir milyara yakın insan 1 Doların altında parayla yaşamak zorunda!“[17] Bu dudak ısırtan rakamı ve ölüme neden olan „açlık ve kötü beslenme“ gerekçesini kabul etmek mümkün mü? Çocuk ölümlerini ve istatistik verilerini Birleşmiş Milletler (BM) Özel Raportörü Jean Ziegler’in, BM genel kuruluna sunmuş olduğu dünyadaki açlık ile ilgili çarpıcı bilgileri içeren raporuna bakmak gerekiyor.
Jean Ziegler’in Raporuna göre dünyada, „bir dakikada beş yaşın altında 12 çocuk açlık yada kötü beslenme yüzünden ölüyor. Geçen yıl içinde dünyada 842 milyon insan sürekli ve ciddi şekilde az yada kötü beslenmek zorunda kaldı. Bu rakam bir önceki yıla oranla aç insan sayısının 2 milyon arttığını gösteriyor. Sadece son bir yılda değil, rapora göre aç veya kötü beslenen insan sayısı 1996’da yapılan Dünya Gıda Zirvesi’nden bu yana her yıl daha da artıyor. Raporda, annenin hamilelik dönemi ve bebeğin ilk yıllarındaki kötü beslenmenin ağır ve tedavi edilemez fiziksel ve zihinsel hastalıklara yol açtığı da bildirildi.“[18]
„2007 Dünya Nüfusu Veri Belgesi“ ismiyle Merkezi Washington’da olan Nüfus Referans Bürosu adlı araştırma kuruluşunun yayımladığı ve belgeye eşlik eden iki raporda, „ölen çocukların çoğunun düşük ve orta gelir düzeylerine sahip ülkelerde olduğu, yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde de kötü beslenmeden çocuk ölümlerine rastlandığı“ ifade edilmekte!.. Yine Jean Ziegler’in Raporuna göre „düşük ve orta gelirli ülkelerdeki çocukların yüzde 30 kadarının normal kilolarının altında olduğu, bu sorunun en ağır biçimde Güney Asya ve Sahra altı Afrika ülkelerinde yaşandığı“ kaydedilmiş. Hindistan’ın bazı eyaletlerinde ise çocukların yüzde 50’sinin normal kilonun altında olduğu ifade edilerek, „annenin hamilelik dönemi ve bebeğin ilk yıllarındaki kötü beslenmenin ağır ve tedavi edilemez fiziksel ve zihinsel hastalıklara yol açtığı“ da belirtilerek, Kuruluşun başkanı Bill Butz isimli kişi, „çocuk ölümlerinin birçoğunun etkili olduğu bilinen ve çoğu zaman da maliyeti az olan beslenme önlemleri ile önlenebileceği“ni açıklamış olsa da, bu ölümleri durduracak bir yaklaşımın olmadığı gibi, çok sayıda çocuğun bugün hala beslenmek için yeterli yiyecek bulamamasından dolayı ölmesi gerçekliği söz konusudur. Yayınlanan bir raporda, Irak’a uygulanan ambargonun sadece haziran ayında çoğu çocuk olmak üzere 9 bin 90 Iraklının ölümüne yol açtığı anlatılıyor. Ölenlerin 6 bininin 5 yaşından küçük çocuklar olduğunu ifade eden araştırma, ölüm nedenlerinin başında ishal ve diğer hastalıklar, kalp ve solunum sorunları ve yetersiz beslenmenin geldiğini belirtiyor. Irak ise, 11 yıllık ambargo yüzünden toplam 1 milyon 520 bin kişinin öldüğünü açıklamıştı.
%15’lik bir oranın dünyada ki toplam servetin yaklaşık %85’ini elinde tutuyor olduğu ve bu %15’lik kesimin sınırsız tüketime ve rekabete dayalı yaşantılarına uygun olarak şekillendirilen sistemin gerçekliği ortada iken, „açlığın üstesinden gelmeye çalışıyoruz“ şeklinde ki yalanlarla insanlık kandırılmaya çalışılıyor. Bu yanıltsama öyle boyutlu ki, tüm bu açlığın asıl ve gerçek kaynağı olan kapitalizmin, DTÖ, BM, Dünya Bankası, IMF, gibi global gasp ve baskı organizasyonlarının ve tabii ki yine „küresel kapitalizm“in zorunlu bir sonucu olduğu gerçeği saklanarak, aksine bu kokuşmuş köhne sistemin ve kapitalist kurumların „açlığın üstesinden gelebilmek“ için oldukça „yoğun“ „uğraş“ ve „çabalar“ içerisinde olmalarına karşın ne yazık ki hala „açlığın üstesinden gelinemedi“ği yalanlarıyla insanlık kandırılmaya çalışılmaktadır. Dünyadaki toplam servetin %80’ini elinde bulunduran %15’lik nüfusun çıkarları doğrultusunda kurgulanan sistem, çok doğal olarak da milyonları ise açlığa, hastalığa, köleliğe ve göçe itmekten başka bir şey vermeyecektir. Bunu şu alıntımızla daha da somut kılmaya çalışalım; „eğer dünya nüfusunu on kişiden ibaret sayarsak, bunlardan biri ortadaki zenginliğin yüzde 99’unu alırken, geri kalan 9 kişi geriye kalan yüzde 1’i paylaşıyor!“ 2000 yılı itibariyle dünya zenginliğinin yüzde yarısından fazlasını elinde bulunduran en tepedeki yüzde 2’lik grup, en az 1 milyon dolar sermayeye sahip olan kişilerden oluşuyor. Tüm dünyada sayıları 37 milyonu bulan bu en zengin kişilerin yarısı da ABD yada Japonya’da yaşıyor. Dünya malının yarısından fazlasına dünya nüfusunun yüzde biri sahip.“[19]
Dünyada ki açlığın sonlandırıl(ma)ması gerçeği sizce yeterince gıda ‚üretiminin olmayışından‘ mı? Yoksa gerçekten ‚paranın yokluğu‘ mu? Yada para, dünyada ki açlığı bir bütün olarak ortadan kaldırabilir mi? Bu sorulara yazımızın içinde cevap vermeye çalışacağız.
Ziegler’den aktarımlar yaparak yazımıza devam edelim. Ziegler BM için hazırladığı raporda bazı tespitler de bulunuyor ve şöyle diyor; „Açlığı tamamen ortadan kaldıracak kapasitede ve bugüne kadar olmadık kadar zengin bir dünyada yaşıyoruz. Açlığın nasıl yok edileceği bir sır değil. Bu konuda yeni teknolojilere ihtiyaç yok. Sadece zengini daha zengin yapan, yoksulu ise daha yoksullaştıran mevcut politikalara karşı bir siyasi iradeye ihtiyaç var.“ diyor.
Dünyada ki açlığa son vermek, temel sağlık sorunlarının en azından asgari düzeyde de olsa çözümünü sağlamak çok zor değil. Hele de tüm bu sorunlar parayla çözülebilecek olsa inanın hiç sorun değil. Neden? Birincisi, dünyada ki açlığın verilerini değerlendirdiğimizde açlık ve temel sağlık sorunlarının çözümü noktasında gerekli olan parasal hacim dünyadaki silahlanma harcamalarının %1’ine tekabül ediyor. Daha çarpıcı bir örnek verecek olursak, ABD’de şişmanlıktan kaynaklı sağlık giderlerinin 10’da 1’iyle karşılanabildiği uzmanlarca açıklanıyor. Düşünün ki bir taraftan alabilidiğine açlık ve sefalet var ve insanlar gıda maddesi bulamadığından dolayı ölüyor, diğer taraftan alabildiğince bol miktarda gıda maddesi var ve insanlar aşırı tüketimden dolayı şişmanlayarak çeşitli yollara baş vurup şişmanlıklarından kurtulmak zorunda kalıyor! Bu dağılım ve tüketim de ki eşitsizliğin sadece bir yönü. Diğer bir çarpıcı örnek ise, dünyada bir yılda parfüm ya da makyaj malzemelerine ve kedi-köpek mamalarına harcanan paranın 4’te 3’ü dünyadaki açlığın üstesinden gelmeye yetebilir olduğu uzmanlarca tespit edilmiş durumda… Anlaşılacağı üzere sorunun parayla çözülebileceği düşünülse dahi, ortada bir kemer sıkma politikasına gitme durumuna gerek kalmıyor. Fakat burda ki sorunun özü şu, açlığı engellemenin yolu açlığa itilen insanlara para yardımı yapmak mı? Burada ki temel sorun insanların yardıma muhtaç hale getirilmesidir. Yardıma muhtaç hale getirilmiş insanlara ‚yardım‘ yapmak, bu durumu bozmaz, aksine bu yardımlarla bağımlılık arttırılır. Kapitalizmin yaptığıda tamda budur. Yani sözde “yardımlar“ yerel ekonomileri küresel kapitalizme bağlama ya da entegre etme amacını taşıdıklarından, her zaman açlığı ve yoksulluğu besleyen unsurlar olmuşlardır. Dolayısıyla da bizlerin yaklaşımı Sorunun yardımlarla değil devrimlerle çözülebileceği yönünde olmak zorundadır. Emperyalist tekellerin dünya çapındaki hakimiyeti varolduğu müddetçe, açlık sorununun köklü bir şekilde çözümü de mümkün olmayacaktır!..
Silah sektöründe dönen paranın bir kısmının ya da parfüme-makyaja yada kedi-köpek mamalarına harcanan paranın açlık içerisinde bulunan kıtalara/bölgelere transfer edilmesi bir “çözüm“ olamaz! Neden? Kapitalizmin mantığında tüketimde yapılacak kısıtlamalarla böyle bir fon oluşturmanın gerçekliği yoktur. Bu kapitalizmin doğasına aykırıdır ve bu yüzden de imkansız olmasının yanı sıra, açlığın esas ve tek nedeni olan insanların yiyecek satın alacak para bulamaması değil, lokal üretimlerinin küresel politikalarla tahribi nedeniyle yaşayabilmek için satın alma gerçekliğidir. “Yani küresel kapitalist ekonomiye dahil olmak zorunda bırakılmalarıdır. Bu anlamda, dünyadaki açlığın bitirilmemesinin nedeni para yokluğu değil, paranın varlığıdır aslında!“[20] Ve para, her zaman açlığı ve yoksulluğu besleyen unsur olagelmiştir.
***
“Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen
olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek
devrimci bir eylemdir.“
(George Orwell)[21]
Dünya genelinde ki çocukların genel durumuna değinmişken, Türkiye Çocuk Vakfı tarafından hazırlanan ve Türkiye’de ki çocukların durumunu ifade eden araştırmayı da aktaralım; „Çocuk Vakfı, 1 Ekim Dünya Çocuk Günü nedeni ile ‚Türkiye’de Çocuk Gerçeği’ni yansıtan ve 10 başlıktan oluşan bir karne hazırladı. Çocuk Vakfı tarafından hazırlanan çalışmaya göre Türkiye çocuk sorunlarını erteleyen bir ülke görünümünde. Vakfın hazırladığı ‚karne’ye göre, Türkiye’nin çocuklar açısından durumu şöyle:
– Dört çocuktan biri yoksul
– Beş çocuktan biri çalışıyor
– Sokaktaki çocuklar konusunda en sorunlu iki il İstanbul ve Diyarbakır
– Son 5 yılda çocuk suçlarında artış oldu.
– Çocuk ihmali ve istismarı yaygınlaştı.
– Türkiye çocuk hakları öğretiminde en sorunlu ülkelerden biri.
– Çocuklara yönelik hak ihlalleri yaygınlaştı.
– Çocuk hakları uyum yasaları hazırlanamadı.
– Çocuk Koruma Kanunu çocuk adalet sisteminin gerçekleştirilmesi için yeterli değil.
– Bebek ve 5 yaş altı ölümleri hâlâ yüksek.
– Anne Çocuk Sağlığı Acil Eylem Programı etkin biçimde uygulanamadı.
– 0-18 yaş sağlık güvencesi sağlanamadı.
– Nitelikli eğitim başarılamadı.
– Üstün yetenekli çocukları eğitemeyen bir ülke.
– Okul Sağlığının İyileştirilmesi Projesi yaygınlaştırılamadı.
– Korunmaya muhtaç çocuk sayısı artıyor.
– Özürlüler Kanunu’nun kuşatıcılığına karşın verilen hizmet sınırlı.
– TBMM Çocukları Sokağa Düşüren Nedenlerle Sokak Çocuklarının Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu Raporu askıda kaldı.
– Türkiye, çocuk pornografisi konusunda riskli ülkeler arasında.
– Medyanın olumsuz etkilerinden çocuğu koruma sistemi geliştirilemedi.
– Türkiye’nin çocuk göstergeleri dünya ortalamasının altında.“[22]
***
Yazımızı sonlandırırken, evrensel çaptaki genel doğrulara, Türkiye özgünlüğünde ele alınan istatistiklerin aktarımlarında bulunarak katkı sunmak ve yazının içeriğini zengin kılmak amaçlı bu istatistikleri de kısa puntolar halinde aktaralım. TUİK 2004 Yoksulluk Çalışması Sonuçları; „Türkiye nüfusunun %1.29’u açlık sınırının altında!“ olduğunu gösteriyor.
„2004 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 1.29’u yani 909 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 25.6’sı yani 17 991 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kişi başı günlük harcaması satın alma gücü paritesine göre 1 Doların altında kalarak yaşamlarını sürdürenlerin oranı %0.02 yani yaklaşık 11 bin kişi olarak hesaplanmıştır.
2004 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 182 milyon TL, aylık yoksulluk sınırı ise 429 milyon TL’dir. (…) Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda yoksulluk oranı % 39.97 iken kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı % 16.57’dir.“[23]
Yine TUİK 2005 Yoksulluk Çalışması Sonuçlarına göre ise; „Türkiye’de yoksulluk oranı % 20.5’tir“ şeklinde ifade edilmektedir.
„2005 yılında Türkiye’de fertlerin yaklaşık % 0.87’si yani 623 bin kişi sadece gıda harcamalarını içeren açlık sınırının, % 20.5’i yani 14 681 bin kişi ise gıda ve gıda dışı harcamaları içeren yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Kişi başı günlük harcaması satınalma gücü paritesine göre 1 Doların altında kalarak yaşamlarını sürdürenlerin oranı %0.01 yani yaklaşık 10 bin kişi olarak hesaplanmıştır.
2005 yılında, 4 kişilik hanenin aylık açlık sınırı 190 YTL, aylık yoksulluk sınırı ise 487 YTL’dir. 2004 yılında % 1.29 olarak tahmin edilen açlık sınırının altında yaşayan fert oranı 2005 yılında % 0.87’ye, yoksul fert oranı da % 25.6’dan % 20.5’e düşmüştür.
Kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlarda yoksulluk oranı % 32.95 iken kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı % 12.83’tür.“[24]
***
„İstemek yetmez,
amacımıza ulaşmak için
şiddetle arzulamamız gerekir.“[25]
Sonuç Olarak; küresel ısınmadan tutalım da, Savaşlardan ve yoksulluktan en az payı olan insanlar, tüm bunların sonuçlarından ötürü en ağır bedelleri ödemek zorunda kalmaktalar! Elif Çağlı’nın Kapitalizmin Hal ve Gidişatı adlı makalesinde ifade ettiği gibi: „… ya kapitalizm insan soyunun mahvına neden olacak, yada örgütlü ve devrimci proletarya kapitalizmi dünyamızdan süpürerek insanlığı kurtaracak. Yakıcı sorunların olumlusundan çözümlenme olasılığı, bugün yaşanan olayların tozu dumanı ve kitlelerin örgütsüzlük koşullarının yarattığı karamsarlık nedeniyle henüz berrak biçimde algılanamıyor. Ancak, aslında tarih önümüze istenirse çözümü pekâlâ mümkün olan sorunları koymuş bulunuyor. Dünya işçi sınıfı, emperyalist-kapitalizmin insanlığı uçuruma sürükleyecek top-yekûn saldırısını püskürtecek tarihsel kudrete sahiptir. Bu muazzam potansiyel, dünyanın kaderini yoksul ve masum insan yığınlarının lehine değiştirmek üzere devrimci bilinç ve örgütlenmenin tılsımıyla fiili güce dönüşmeyi bekliyor.“[26] O halde şimdi, ‚biz bu dünyadan değiliz‘ diye haykırmanın ve başka bir dünya istemenin zamanı, nasıl bir dünya mı? Tabii ki Kara adamların kara ve kirli ellerini yıkayamadıkları bir ırmak olan, bir Dünya!..
[1] Victor Hugo
[2] Ahmet TIĞLI, „Sevgi Merdivenleri“ adlı kitabından
[3] Hürriyet, 7 Aralık 2004
[4] Milli Gazete / 01.09.2008 / tuik.gov.tr
[5] The Economist, 12 Aralık 1991.
[6] Milliyet Gazetesi, 15 Nisan 2008
[7] Özgür Politika, 14 Haziran 2002
[8] DW Türkçe/27 Mayıs 2004
[9] Rosa Luxemburg
[10] Aktaran; M.Emin Özcan: Küreselleşme küreyi bozuyor!
[11] Evrensel / 14 Ekim 2005
[12] Akşam Gazetesi, 4 Haziran 2008
[13] R.Tayip Erdoğan
[14] Nina Werkhäuser (Deutsche Welle / Berlin) 15 Ekim 2008
[15] www.gidabilimi.com / 1 Nisan 2009
[16] Bianet.org / 16 Ekim 2007
[17] bbc.co.uk / 17 Ekim 2007
[18] Aktaran; Tufan Kıymaz
[19] Sabah Gazetesi, 5 Aralık 2006
[20] Kapitalist Utanır mı? 20 Şubat 2005 / itusozluk
[21] George Orwell
[22] Özgür Gündem / 1 Ekim 2007
[23] TÜİK Haber Bülteni, 2004. Yoksulluk Çalışması Sonuçları. Sayı:27 / 14 Şubat 2006
[24] TÜİK Haber Bülteni, 2004. Yoksulluk Çalışması Sonuçları. Sayı:208 / 26 Aralık 2006
[25] Ovidivs
[26] Elif Çağlı / „Kapitalizmin Hal ve Gidişatı“
H.GÜRER, Mayıs 2009,Cenevre
| 10 – 06 – 2009|