Avrupa Parlamentosu seçimleri, imtiyazlıların, imtiyazlarının korunmasını istedikleri gerçeğini bir kez daha kanıtladı
7 Haziran 2009’da sona eren Avrupa Parlamentosu seçimleri, son derece düşük bir katılım oranıyla, AB elitlerinin emperyalist projeleri için aradıkları demokratik meşruiyetin daha da zorlaşacağını gösterdi. Genel olarak seçimlere katılım oranı yüzde 43 seviyesinde olsa da, özellikle işsizlik oranının yüksek olduğu yoksul bölgelerde bu oranın yüzde 20’lere kadar gerilemesi, Avrupa Parlamentosu’nun öncelikle kentli burjuva kesimler için bir anlam taşıdığına işaret ediyor. Küreselleşen kapitalizmin Avrupa’daki mağdurları, imtiyazlı bir coğrafyada yaşamakta olsalar da, AB projesinin elitlerin bir projesi olduğunun farkındalar.
Seçim sonuçlarını politik güçler açısından kabaca değerlendirdiğimizde şöylesi bir tablo ile karşılaşıyoruz: Muhafazakâr sağ partiler, AB’nin en güçlü politik formasyonu olma konumlarını koruyabildiler. Avrupa sosyaldemokrasisi ve – sadece adları sosyalist olan – sosyalist partiler, 2000 Lizbon Zirvesi’nden bu yana sürdürdükleri merkeze ait olma politikalarının faturasını ağır bir bedelle ödediler ve Avrupa genelinde şimdiye kadarki en düşük oy oranına sahipler. AB’nin merkez ülkelerinde, özellikle Almanya ve Fransa’da kent burjuvazisinin geniş desteğini liberaller ile ekoliberal Yeşiller elde ederken, bilhassa çeper ülkelerinde ırkçı, faşizan, milliyetçi-şoven partiler umulmadık destek elde edebildiler. Küresel kapitalizmin içerisine düştüğü derin kriz döneminde güçlenmesi beklenen radikal sol, sosyalist ve komünist partiler ise Avrupa genelinde oy kaybettiler.
375 milyon seçmenin yarıdan fazlasının seçmediği parlamentodaki resim ise şöyle: Avrupa Halk Partisi Fraksiyonu (muhafazakârlar): yüzde 35,7 yani 263 sandalye; Avrupa Parlamentosu Sosyaldemokrat Fraksiyonu: yüzde 22,1 yani 163 sandalye; Avrupa için Liberaller ve Demokratlar Birliği Fraksiyonu: yüzde 10,9 yani 80 sandalye; Yeşiller Fraksiyonu/Özgür Avrupaî Birlik: yüzde 7,1 yani 52 sandalye; Uluslar Avrupası Birliği Fraksiyonu: yüzde 4,8 yani 35 sandalye; Birleşmiş Avrupa Solları Konfederatif Fraksiyonu/Kuzeyin Yeşil Solu: yüzde 4,5 yani 33 sandalye; Bağımsızlık Fraksiyonu/Demokrasi: yüzde 2,6 yani 19 sandalye ve Britanya muhafazakârları veya İtalyan Demokratik Partisi gibi herhangi bir fraksiyona ait olmayanlar yüzde 12,4 yani 91 sandaye.
Aşırı sağ yükselişte
AB projesinin yoksul veya yoksulluğa düşme tehditi altında olan kesimler üzerinde yarattığı olumsuz etki, AB’nin bir çok üye ülkesinde aşırı sağa giden oya dönüşüyor. Örnek vermek gerekirse:
Macaristan: »Asıl sağcılar« olarak tercüme edilebilecek Jobbik Partisi, paramiliter yapılanmalarıyla ülkeyi »çingene kriminalitesinden« ve »yahudi boyunduruğundan« kurtarma (!) vaadiyle üç milletvekili çıkardı.
Romanya: Romanlara, hemcinsellere ve Macarlara karşı düşmanlık yapan ve »Büyük Romanya« hayali kuran Romania Mare üç milletvekili ile Avrupa Parlamentosu’nda.
Bulgaristan: Yahudileri »veba taşıyıcısı, tehlikeli ırk« olarak nitelendiren ve Romanlar ile hemcinselleri çalışma kamplarında toplamak isteyen Ataka Partisi iki milletvekili.
Avusturya: Bir trafik kazasında ölen ünlü sağ popülist Jörg Haider’in partisi olan FPÖ-Avusturya Özgürlükçü Partisi oy oranını ikiye katlayarak, yüzde 13 ile iki milletvekili çıkardı.
Danimarka: Ülkeyi »kriminel yabancılardan korumak için« sınır kontrollerini yeniden uygulamaya sokmak isteyen Danimarka Halk Partisi oy oranını ikiye katladı. AP’na iki milletvekili gönderiyor.
Britanya: Militan neonazi grupları ile sıkı ilişkiler içerisinde olan ve aşırı sağcı terör grubu Combat 18’i desteklediği iddia edilen Britanya Ulusal Partisi ilk kez iki milletvekiliyle temsil edilecek.
Fransa: Aşırı sağ arasında tek oy kaybeden parti Jean-Marie Le Pen’in Uıusal Cephe’si. Yüzde 6,4 ile eskiden yedi olan sandalye sayısı üçe düştü. Gözlemciler bunda Sarkozy’nin popülerliğinin rol oynadığını belirtiyorlar.
Hollanda: İslam düşmanlığı ile tanınan Geert Wilders’in Özgürlük Partisi seçimlerde yabancı düşmanlığını ve İslam karşıtlığını kullanarak, Hollanda’nın ikinci güçlü partisi haline geldi. AP’na dört milletvekili gönderiyor.
Belçika: Aşırı sağcı ve yabancı düşmanı Flaman Çıkarları partisi iki milletvekili çıkardı.
Finlandiya: Finlandiya’daki bütün partiler oy kaybederken, ırkçı Gerçek Finler partisi, yüzde 0,5 de olsa, oyunu artırmayı başaran tek parti. Bir milletvekili çıkardı.
Yunanistan: Bir kaç aşırı sağcı partinin birleşerek oluşturduğu Ari Ortodoks Tüm Hareketi yüzde 7,2 ile iki milletvekili çıkardı.
AB’nin merkez ülkelerinde aşırı sağcı ve neofaşist partilerin izafen başarısız olmalarının ardında, AB karşıtı duyguları olan seçmenlerin sandığa gitmemelerinin yattığını söylemek doğru olur. Bununla birlikte, özellikle Almanya ve Fransa’da bir tarafta muhafazakâr kesimlerin aşırı sağın hareket alanını daraltmasının, diğer tarafta da sosyaldemokrasi ve Yeşiller’in solundaki politik formasyonların, aşırı sağcıların yöneldiği kesimler üzerinde etkide bulunmasının bu başarısızlığa neden olduğu da söylenebilir.
Kriz,Avrupa Solu’na yaramadı
Daha önce 41 sandalyeye sahip olan Avrupa Solu, bundan itibaren 33 sandalye ile AB elitlerine karşı parlamenter mücadele verecek. Genel bir bakışla Avrupa Solu’nun zayıfladığı söylense de, ülkeler bazında elde edilen seçim sonuçları çok farklı.
Örneğin Kıbrıs’taki Emekçi Halkın İlerleme Partisi AKEL yüzde 34,9 oy oranıyla iki milletvekili çıkarabildi. Çek Cumhuriyeti’ndeki üçüncü güçlü parti olan Böhmen ve Maehren Komünist Partisi yüzde 14,5 ile dört milletvekili gönderebiliyor. Portekiz’de ise iki sol ittifakın başarılı olduğu söylenebilir: Yeşiller ile Portekiz Komünist Partisi’nin ittifakı yüzde 10,64 ile iki milletvekili çıkartırken, Sol Blok yüzde 10,67 ile üç milletvekili çıkarabildi. Yunanistan’da KKE-Komünist Partisi yüzde 7,85 ile iki milletvekili ve sol birlik SYRİZA yüzde 4,55 ile bir milletvekili çıkarabildi. İspanya’da Birleşik Sol yüzde 3,73 ile iki, İsveç’teki Sol Parti bir milletvekili çıkardılar. İrlanda’daki Sinn Fein yüzde 11,24 ile bir milletvekiline sahip oldu. Fransa’daki Sol Cephe yüzde 6,3 üç ile dört sandalye kazanırken, yüzde 7,5 oy alabilen Almanya DİE LİNKE partisi sekiz sandalye kazandı. Buna karşın İtalya’daki sol partiler, Rifondazione comunisti italiani (yüzde 3,2) ve Sinistra e liberta (yüzde 2,9) yüzde dört barajını geçemediler. Aynısı Luxemburg’daki Komünist Partisi (yüzde 1,44) ve Sol Partisi (yüzde 3,23) için de geçerli.
Solun istediği başarıyı elde edememesi açısından Almanya semptomatik bir örnek. Alman sosyaldemokrasisinin 1949’dan bu yana yapılan seçimlerde böylesine düşük oy (yüzde 20,8) almasına rağmen DİE LİNKE bundan faydalanamadı. Bununla birlikte küresel krizin de etkisiyle Almanya toplumunda AB’ne karşı olan hava da sol tarafından kullanılamadı. Öncelikle DİE LİNKE örneğinde Avrupa Solu’nun, Avrupa toplumları tarafından demokratik meşruiyeti sorgulanan, kamusal mülkiyetin özel mülkiyete devredilmesinin, kamu bütçelerinin zora düşmesinin, ücretler ve çalışma koşulları üzerindeki baskıların artmasının ve sosyal kazanımların birer birer yok edilmesinin ana sorumlusu olarak görülen Avrupa Birliği’ne sahip çıkar bir tavır içerisine girmesi, oy kaybetmesinin ana nedenlerinden birisidir denilebilir.
Seçmenler, asıl kararların başka merkezlerde alındığı biliyolar ve yaptırım gücü olmayan bir parlamentoyu yaşadıkları güncel sorunları çözebilecek bir güç gibi yansıtan sola güven duymadıklarını gösterdiler. Her ne kadar Almanya’da sol geçen seçimlere nazaran oyunu yüzde 1,4 artırmış olsa da, 2005 genel seçimlerine göre yüzde 1,2 ve Nisan ayındaki tahminlere göre yüzde 5 civarında oy kaybetmiş sayılmalıdır.
Solun, »Tekellerin Avrupa’sını« daha demokratik, daha sosyal, daha barışçıl ve daha eşitlikçi bir Avrupa haline dönüştürme vaadi kabul görmemektedir. Başta Almanya ve Fransa toplumları olmak üzere, Avrupa toplumları bir dünya gücü haline dönüşmüş olan ve ABD ile birlikte dünyanın zenginliklerini paylaşmaya hazırlanan AB’nin zenginliğini daha geniş dağıtmasını beklemektedirler. Sorun, dünyanın diğer bölgelerindeki yoksulluğun ve sömürünün aşılması olarak değil, imtiyazlı coğrafyadaki imtiyazların korunması olarak görülmektedir. Bu nedenle imtiyazları korumaya yönelik politika yapan muhafazakârlar ile çeper AB üyesi ülkelerde emperyalist politikalara karşıtlığın bir sembolü haline gelmiş olan AB karşıtlığını yabancı düşmanı, ırkçı ve islam karşıtı söyleme dönüştüren aşırı sağcılar oy kazanabilmektedirler.
Avrupa Solu »Avrupalı« olmaktan vazgeçmediği, yani imtiyazların imtiyazlılar lehine korunmasını değil, küresel barış ve adalet için imtiyazlardan gönüllü feragat edilmesi temelinde küresel sol politikalar geliştiremediği sürece, neoliberal ve militarist bir AB’ne karşı AB içerisinde kuşkusuz var olan karşıtlık ve direnç gücü, refah şovenizmine ve ırkçı, yabancı düşmanı, neofaşist »fare avcılarına« oy desteğine dönüşecektir. Böylesi bir gelişmeden faydalananlar ise, emperyalist bir AB imparatorluğu oluşturmak isteyen egemen güçler olacaktır. Kısacası Avrupa Solu »neyin ne olduğunu« söyleyemediği ve »insanın esirleştirilen, hor görülen, korkutulan bir varlık olmasına neden olan koşulları alaşağı etmek« için gereken basireti gösteremediği sürece, »Batı cephesinde değişen bir şey« olmayacaktır. Avrupa Parlamentosu seçimleri bu gerçeğin altını bir kez daha çizmiştir.
Berlin, 8 Haziran 2009, Murat Çakır
| 11 – 06 – 2009 |