Anasayfa , Köşe Yazıları , Direniş, HDP ve Gelecek / Metin Ayçiçek

Direniş, HDP ve Gelecek / Metin Ayçiçek

metin-aycicekTürkiye’nin bir savaşa yöneldiğini artık çıplak gözle de görebilmekteyiz. Buna bütün kurumlar ve örgütlülük düzlemlerinde hazırlıklı olmak gerekir. Bunun yolu, böylesi bir toplu saldırıya karşı toplu direniş için Halkların Direniş Cephesi’nin gecikmeden gerçekleştirilmesi olmalıdır.
Böylesi bir coğrafyada Kürt halkının en bilinçli kesimlerini bağrında toplayan HDP’nin yalpalamadan politika yapabilmesinin de çok zor olduğunun bilincindeyim. HDP doğru bir politik hattı sürdürmedeki başarısını büyük oranda gerçekleştirmiştir. Ama özellikle 1 Kasım seçimlerinde sergilenen hatalı politikalara yönelik eleştiriler ve önünde bekleyen tuzaklara ilişkin uyarılar, dostluk ilişkilerinin en değerli ilkesini oluşturmalıdır.
– Parlamento, sadece bu muhteşem direnişin sesini daha geniş alanlara duyurabilmek ve devletin teşhirini gerçekleştirmek için kullanılan bir araç olabilir. HDP’nin de temsil ettiği gelenek, Türkiye’deki gibi merkezi-burjuva meclislerle yönetilen uniter ulus-devletleri reddederek, demokratik özerklik üzerine oturmuş emek eksenli bir sistemi gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu iki sistem öz olarak birbiriyle örtüşmez, hatta biçimsel benzerlikleri bile yok denecek kadar azdır. Örneğin demokrasinin tabandan uygulanarak zenginleştirildiği demokratik “devlet”de, her türden merkezi irade sadece ‘moderatör” düzlemine itelenerek, karar mekanizmasının asli ögesi olan halkların iradesini merkeze alan bir anlayış söz konusudur. HDP’nin de böyle davranarak, tabanın temsilini ifade eden iç yapılanmaları (örneğin Parti Meclisi’nin iradesi yerine MYK ya da eşbaşkanlara kadar daralabilen yetki kullanımları) engellenmelidir.
– Sistem partilerinin çalışma anlayışları ve yöntemleri HDP pratiğinde kesinlikle reddedilmelidir. Örneğin, “oy kaygısı” elbette bir seçimde karşılaşılabilecek en doğal düşüncedir. Ama sadece “iktidara odaklanmış” sistem partisi için temel yöntem sayılan bu anlayışın onlarla aynı içerikle kullanılması, HDP için bir zehirdir. Çünkü öncelikle biliyoruz ki, HDP’nin de içinden doğduğu gelenek, kırk yıldır gerçekleştirdiği muhteşem başarıları parlamento içinden gerçekleştirmemiştir.
– İkincisi, oy kaygısıyla yapılan düzenlemeler “politik değerler” sistemini yerle bir eden “sistem” partilerinin pragmatist-makyavelist anlayışının ifadesidir. HDP ise, ulus-devletçilerin klasik “iktidar” anlayışını reddeden bir ideolojik geleneğin yasal alanda dostudur. HDP, altı çizilen “ortak ideallerin, ortak değerlerin” partisidir ve bunu amaçlayan hedefe, buna uygun araçlarla ilerlemelidir. Adayları oy potansiyelinden daha çok politik tutarlılığı; etik duruşu; ilkesel değerleri; üretme kapasitesi gibi faktörlere bakarak değerlendirmek gerekir.
– Üçüncüsü, siyaset biliminden de biliriz ki, “oy kaygısı”, fazla oy alabilecek kişinin aday listelerinde önlere çıkarılarak “kazanmayı” hedefleyen bir anlayıştır. Unutmamak gerekir ki böylesi bir anlayış doğru bile olsa, bu başarının ömrü (iyimserlikle söylersek) sadece dört yıldır. Üstelik “oy kaygısıyla” yapılan düzenlemeler, partinin elini her defasında daha fazla bağlar; kişiye ve ardındaki güce bağımlı hale getirir.
– Bence “parlamentoda çalışmak için mücadele” , elbette demokratik haklar kapsamında ele alınacak önemli bir mücadele alanıdır. Ama sokağı örgütleyememiş hiçbir hareket merkezi-devletin merkezi güçlerinin halklara yönelik terör uygulamasına göğüsleyemez. Bugün HDP’li siyasetçilere yönelik yapılan direnişlerin bütünü, unutmamak gerekir ki, kırk yıllık bir mücadele geleneğinin ağır bedeller ödeyerek ürettiği bir sonuçtur. HDP bu mirası Kuzey Kürdistan ya da Batı’nın bütün kentlerinde yasal zeminlere taşıyabilmelidir.
– Sokağın örgütlenmesi, sokağın direnişi olmadan mümkün değildir. 1 Kasım seçimlerinde Ankara Katliamı dahil, özellikle Batı kentlerinde direnişlerin örgütlenip gerçekleştirilememesi, bu konudaki en önemli zaafın sergilenmesi idi. Biz Ankara için yas tutarken, onlar Şırnak’ı, Diyarbakır’ı, Silvan’ı, Cizre’yi ve diğer yerleri IŞİD ile ortaklaşan eylemlerinden mahrum bırakmıyorlardı. HDP içerisinden liberal bir eğilimin ağırlığıyla gerçekleşen bu pasifize tutum, HDP’nin sokak tabanını ciddi hayal kırıklığına uğratmıştır. Oysa liberalizme teslim olmak yerine direniş alanında ve dik yürümek HDP vizyonu için çok daha önemli idi.
Batı’nın HDP’yi “uslu çocuk duygusuyla kabullenmesine yönelik” çalışmaları anlamak mümkündür. Ama bu tür bir çaba düşmanlıklarımızın üzerini örten bir biçimde somutlaşıyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Bizim sorunumuz bir siyasal parti olarak AKP değil, bütünüyle “devlet” ve onun temel karakteristiğini oluşturan “sömürgecilik” sorunudur. Biz AKP’ye yönelik politik karşıtlığımızı CHP’ye de yöneltemiyorsak, işte buradan itibaren liberal yaklaşımın devletle uzlaştığı zemine ayak basmış oluruz.