Home , Köşe Yazıları , Coğrafyam(Iz)In Hâli Hakkında[1]

Coğrafyam(Iz)In Hâli Hakkında[1]

SİBEL ÖZBUDUN | 24 – 05 – 2011 |

“En önemli mücadele

aracımız kişiliğimizdir.”[2]

Öncelikle belirteyim ki ben herhangi bir alanda “uzmanlaşmış” bir aktivist değilim.

– Üç nedenden dolayı: Öncelikle, ülkem, tıpkı pek çok Güney ülkesi gibi pek çok alanda kronik ve çapı giderek genişleyen haksızlıkların yaşandığı bir coğrafya. Hemen bunlardan birkaç tanesini anmak gerekirse, çalışan milyonların konumunda son yirmi yılda geri dönüşsüz gerilemeler yaşandı: hem ücretler hem de sosyal haklar açısından. Örneğin ülkemde formel olarak çalışan nüfusun yaklaşık üçte ikisi, yoksulluk sınırı altında bir gelirle geçinmek durumunda. Tüm emekçilerin yüzde 40’tan fazlasını oluşturan kayıtdışı çalışanlarda bu oran, tahmin edebileceğiniz üzere çok daha yüksek.– Öte yandan, işsizliğin, tarımdışı sektörlerde yüzde 15 dolaylarında seyrettiği, ilk kez iş arayan gençler arasında ise yüzde 22’lerde sabitlendiği düşünüldüğünde, bu oranın öngörülebilir bir gelecekte aşağı çekilemeyeceğini söylemek, kehanet olmayacaktır.

– Bilirsiniz; bir ülkede çalışanların gelirleri ve sosyal hakları gerileme eğilimine girmiş ise, yoksulluk yoğunlaşıp derinleşiyorsa, o ülkede servet yoğunlaşması yaşanıyor, demektir. Türkiye bu kuralın istisnası değil. 2011 yılı için “Dünyanın En Zenginleri”ni açıklayan Forbes dergisi, Türkiye’nin “Orta Doğu ve Afrika” bölgesinde en fazla dolar milyarderine sahip ülkesi olduğunu açıklıyor!

– Emek kesiminin durumu -özetle- böyle. Ama adaletsizlikler bundan ibaret değil. Ülkemde milyonlarca Kürt, anadillerinde eğitim hakkı başta olmak üzere, kendi kimlikleriyle kamusal alanda boy gösterme hakkından yoksun bir yaşam sürdürmeye mahkûm kılınmış durumda. Yakın zaman öncesine dek sivil halk üzerinde sürdürülen kırımın (1990’lı yıllarda yoğunlaşan “düşük yoğunluklu” iç savaş boyunca onbinlerce sivil Kürt faili meçhul cinayetlere kurban gitti, köyünden sürüldü, gözaltına alındı, işkence gördü…) sorumluları yargı önüne çıkartılmıyor.

– Ve kadınlar: Kadına yönelik şiddette son yıllarda yaşanan tırmanış, kadın öldürümleri, bu başlığa tüm sorunların ötesinde bir güncellik kazandırdı. Bugün, benim ülkemde, çalışmak istediği için, boşanmaya kalkıştığı için, yemeği zamanında hazır etmediği için, canı sevişmek istemediği için, fazla para harcadığı için, bir başkasıyla mesajlaştığı için, okula gitmek istediği için… günde ortalama üç kadın öldürülüyor. Kadın cinayetlerinde, son 9 yıldaki artış oranı: yüzde 1400!

– Düşünce ve ifade özgürlüğünün de pek parlak olduğu söylenemez. 4 Mayıs 2011 tarihi itibariyle, cezaevindeki 57 gazetecisiyle Türkiye, IPI’nin açıklamasına göre bir “dünya şampiyonu”dur.

– Günümüzde “Ilımlı bir İslâm ülkesi” olarak nitelenen ülkemde, din ve vicdan özgürlüğü açısından işlerin pek yolunda olduğunu söylemek mümkün değil. Milyonlarca Alevî, çocuklarını resmî Sünni doktrinin tahakkümü altındaki “zorunlu din dersleri”nden bağışık kılmak için yıllardır nafile bir uğraş sürdürürken, bir avuç gayrımüslim ise, failleri genellikle meçhul kalan “nefret suçları”nın tehdidi altında, düşük profilli bir yaşam sürdürmek zorunda. Seküler görüşlü kişiler ya da ateistler için ise, devletin resmî görevlileri ve “vigilante”ler elinde yaşamın giderek zorlaştığını eklemeliyim.

– “Ya çevre?” diye sorduğunuzu duyuyor gibiyim. Hayır, bu alanda da ne yazık ki ciddi ihlaller yaşanıyor. Türkiye’nin yöneticilerinin, Fukushima’nın ertesi günü ekranlar karşısında nükleer enerjide kararlılıklarının sürdüğünü ilan ettiklerini kaydetmek, yetecektir.

– Bu durumda, sizce bu sorunların hangi birinde “uzmanlaşmalı”? Üstelik de, ülkemin dönüşmekte olduğu “polis devleti”nde karşı çıkmaya cesaret edenlerin sayısı bu denli azken?

Tekrar edeyim, ben “uzman” bir aktivist değilim: ama yaşamı boyunca emekçilerle saf tutmuş bir sosyalist, özgürlük mücadelesindeki Kürtlerin dostu, bir kadın hakları savunucusu, dinsel azınlıklarla dayanışma içinde bir ateist, düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırsızlığını savunan bir insan hakları savunucusu, sermayenin doğa üzerindeki tahakküm ve sömürüsüne karşı çıkan bir çevreciyim…

– Bu konumumun ikinci bir nedeni de, son dönemlerde küresel ölçekli neo-liberal hegemonyanın “sivil toplum” söylemi karşısında duyduğum güvensizlik. Neo-liberalizmin muhalefeti de evcilleştirerek araçsallaştırdığını düşünüyorum. Aktivizmi spesifik uzmanlık alanları hâlinde bölmek, madunlar adına konuşmayı kendinde hak olarak gören “profesyonel muhalifler”i yaratıyor. Böylesi bir profesyonel “sivil toplumculuğun”, hele uluslarüstü sermayeyle çeşitli fonlar aracılığıyla malî ilişkilere girmesi, çokuluslu şirketlerin ya da uluslarüstü finans kurumlarının bu alana tahsis edilmiş fonlarına bağımlı hâle gelmesi, kendisine küresel bir “sürdürülebilirlik” alanı yaratması durumunda, projecilikle sınırlandırılmış bir vicdana dönüştüğünü, bunun ise, yeryüzünü sarıp sarmalayan eşitsizlikleri gidermek, hatta hafifletmek bir yana, katmerlendirdiği kanısındayım.

– Ve nihayet, yukarıda sıraladığım sorunların, farklı biçim ve tarzlarda, tüm yeryüzünde yaşandığını ve her birinin, yani emekçilerin haklarının müsaderesi, azınlık halkların ya da grupların özgürlüklerinin gaspı, kadınlar üzerinde yoğunlaşan sömürü ve şiddet, özgürlükler alanının giderek daralması ve bios üzerindeki yıkım pratiğinin nihaî tahlilde tüm yeryüzünü kapsayan tekil bir görüngü, küresel neo-liberalizm ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Bu bütünlük bilincidir ki, başka bir dünyanın yalnızca mümkün değil, aynı zamanda da zorunlu olduğunu düşünenlerin sürekli bir tarzda tikel ve yerel ile küresel arasında devinmesini –fikrî, kimi zaman da fiziksel olarak; şu an San Cristobal’den sesleniyoruz size, değil mi?- gerekli kılmakta: Bir yandan yeryüzü adaletsizliklerinin -işçilerin, köylülerin, azınlıkların, milliyetlerin, kadınların, gençlerin, çocukların, yoksulların yüzyüze olduğu adaletsizlik- birbirine eklemleniş tarzları, bir yandan da bu adaletsizliklerin kasıp kavurduğu coğrafyalar arasında devinme zorunluluğu…

– “Pekâlâ, sen kimsin?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben bir akademisyenim; bir sosyal antropolog. Neo-liberal kapitalizmin giderek sıklaşan her bir kriz fazında milyonların açlığa, yoksulluğa, temiz suya erişimsizliğe, tedavi edilebilir hastalıklar yüzünden ölüme, etnik ve dinsel boğazlaşmalara, biosun tahribatına mahkûm kılınması; kültürel çeşitliliğin politik baskıların ve nefret söyleminin yanı sıra, tektipleştirilmiş bir tüketimcilik koşullaması altında yok edilişi karşısında kaygı duyan bir antropolog. Öğrendiklerini, bildiklerini “emek ve yaşamdan yana” yeni bir dünyanın kuruluşu yolunda seferber etmeye istekli bir isyancı…

– Bulunduğum yerde durmanın birden fazla yolu olduğunu düşünüyorum. Umudu ve ısrarı sürdürmenin birden fazla yolu… Kişisel olarak, benim için en güdüleyici olanı, bu düşünceleri genç insanlarla paylaşmak ve onlardan öğrenmek. Sizlerle birlikte bu serüvene katılmamın bir nedeni, isteğin sevgili dostumuz Gustavo Esteva’dan gelmiş olması ise, diğeri de çeşitli uluslardan, yeryüzü adaletsizliklerini sorgulayan, dünyanın dezavantajlı bölgelerinin, ülkelerinin insanlarıyla tanışmaya, onlarla bilgi ve görüş paylaşmaya hazır ve istekli genç insanlarla birlikte olma vesilesi oluşturması. Onların ülkemin aynı kaygıları paylaşan gençleriyle iletişim ve dostluk kurmasını izlemeyeceğimi bilmek, beni şimdiden heyecanlandırıyor.

– Çünkü bugün neo-liberal kapitalizmin yeryüzünü içerisine sürüklediği sürdürülemezlik durumundan çıkmamızı sağlayacak tek gücün insan olduğunu düşünüyorum. Yeryüzünde yaşamın ve kültürün çeşitliliğine değer veren ve onun sürdürülmesi için mücadeleye hazır insanlar, hele ki gençler…

– Ülkemde tanık olma fırsatını bulacakları mücadele ve direnişlerin onların düşünsel derinliklerini ve eşitlikçi, adaletli, çeşitliliğe dayalı, dayanışmacı bir dünyaya olan gereksinim ve güvenlerini daha da arttıracağını düşünüyorum, ve bu düşünce beni de şimdiye dek yapageldiklerimi sürdürme konusunda motivasyonumu arttırıyor.

 

N O T L A R

[1] 10-15 Mayıs 2011 tarihleri arasında Meksika/San Cristobal de las Casas’da düzenlenen BG Fakülte ve Koordinatör Toplantısı çerçevesinde yer alan “Küresel Kriz, Sosyal Hareketler” başlıklı Uluslararası seminer programında (12 Mayıs 2011) yapılan sunum… Newroz, Yıl:5, No:173, 11 Mayıs 2011…

[2] Behice Boran.