Home , Köşe Yazıları , Cemaat-AKP kavgası Kürt sorununa yeni fırsatlar sunacak mı?

Cemaat-AKP kavgası Kürt sorununa yeni fırsatlar sunacak mı?

2231_fethullah-gulen-erdoganÖZGÜR GELECEK | 26 – 12 – 2013 | AKP ve Fetullah Gülen Cemaati arasındaki “kardeşlik hukuku” ya da “ittifakı” uzun süredir çatırdıyordu. Ancak 2013’ün sonlarında, önce dershanelerin kapatılması meselesiyle arkasından da “fişlemeler”in ifşa edilmesi ve son olarak 17 Aralık’ta kimi bakanların en yakın efradına, AKP’li belediye başkanına ve R.Tayyip Erdoğan’ın son dönemde gözdesi Halk Bank’a uzanan yolsuzluk operasyonuyla adeta “hukuk” ya da “ittifak” tuzla buz oldu.

Bu kapışma ya da savaş açığa çıktığından beri Cemaat’in uzlaşma rolündeki “papazı” diye bileceğimiz Hüseyin Gülerce 18 Aralık tarihli Zaman gazetesindeki köşesinde “artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” tespitiyle ipleri tamamen koparmıştır. Cemaatin “en sağduyulu ve ılımlı” kabul edilen isimlerinden birisinin bunu söylüyor olması gelinen nokta ve gidişat hakkında durumu kavramamızı kolaylaştırmaktadır.

Bu savaş ve kapışmanın kuşkusuz ulusal çaptaki iktidar kavgası kadar uluslararası bir boyutu da vardır. Özellikle rotasını ve yönünü kuruluşundan beri ve de bugünün muktedirleri açısından uygun tabirle kıblesini çevirdiği emperyalist güç odaklarına tabi kılmış devletin, içinde yaşanan bu denli büyük bir kavgada emperyalizmin dahli olmayacağını düşünmek en azgın “liberalin” dahi aklından geçiremeyeceği bir şeydir!

Kuşkusuz bu yaşanan gelişme, ülkenin siyasal iklimini ve tüm dengelerini etkileyecek mahiyettedir. Bunun yanında kimi toplumsal sorunları da etkileme özelliğine sahiptir. Bu kapışmanın henüz bu noktaya gelmeden önceki kimi “vur-kaç” sonra “uykuya yatır” mahiyetinde ortaya çıkan evelliyatına baktığımızda, özellikle bazı siyasal ve toplumsal sorunlar üzerinden ve onları etkileme düzeyi açısından meseleyi özgünleştirerek irdelemek önemlidir.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE TAKTİK SAVAŞLARI!

Cemaat ve AKP arasındaki ilk kriz bilindiği gibi 7 Şubat 2012’de PKK ile Oslo’da görüşme yapan devlet heyetindeki MİT mensuplarının ifadeye çağrılmasıyla başladı. Bu AKP cenahında yürütmeye bir çeşit yargı (siz Cemaat anlayın) darbesi olarak ifade edildi. Hedefin ise yürütülen “çözüm sürecini” darbelemek ve akamete uğratmak olduğu dillendirildi. Yani bu yaklaşımla şifreler çözülüyor, alınan pozisyonlar belirginleştiriliyordu! Ki bundan önce 2009 Nisan’ında başlayan ve binlerce kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan KCK operasyonları gerçekleşti. Bu operasyonları en fazla sahiplenen ve arkasında duran Cemaat’in yayın organları ve bilumum kurumları olmuştur. Bu veriler ve daha irili ufaklı bir dizi done toplandığında ortaya çıkan tablo belirginleşiyordu. Devlet içinde esas etkinliği olan iki güçten birisi olan AKP, Kürt meselesinde barışçıl ve uzlaşmacı bir tutumdan yana iken Cemaat savaş ve imhayla sorunu hal yoluna koymayı amaçlıyordu! Yani ilk kavga Kürt meselesi bağlamında kendini açık etti. Bu noktada yaşanan gelişmelerin Kürt meselesi ile ne kadar bağlantılı olduğu ve aynı zamanda Kürt meselesindeki çözüm sürecini nasıl etkileyeceği oldukça önemlidir.

Peki, gerçekten sorun Kürt meselesinde yaşanan stratejik düzeyde farklı iki çizginin bir kapışması mıydı, yoksa kan ve irin kokusu yayarak gerçekleşen her klik kavgasının bulunmaz cevheri olan Kürt meselesi üzerinden yürütülen bir iktidar ve güç savaşı mıydı? Yazımızda bu sorunun yanıtını arayacağız.

BARIŞÇIL ÇİZGİ Mİ? “GÜVENLİKÇİ” ÇİZGİ Mİ?

Bir defa AKP: barışçıl ve uzlaşmacı, CEMAAT: savaşçı, sabotajcı, çözüm süreci karşıtı… şeklindeki denklem esasen bir psikolojik savaş argümanıdır. Gerçekçi olmaktan uzaktır. Zira Kürt meselesi gerek AKP’nin gerekse de Cemaat’in dalga boyunu aşacak, tek başına bunların icazetine bağlanmayacak kadar derin ve büyüktür. Elbette “bu güç odaklarının meselede hiçbir etkisi yoktur, olamaz” diyecek kadar felsefi olarak idealizme batmış değiliz. Ancak anlatmak istediğimiz, Kürt meselesinin toplumsal ve siyasal gelişimi bugünkü tarihsel koşullarda büyük bir bölgesel mesele haline gelmiş olmasıdır.

Ortadoğu’da yaşanan ve yaşanacak gelişmeler ve muhtemel değişimler, Kürt meselesini ve tarihsel niteliğini görmezden gelen için başarısızlık lafının hafif kalacağı bir bozgun haliyle kaçınılmaz olarak karşı karşıya kalmasını getireceği açıktır. Gelişmeler ve gidişat bu denli büyük ve riskli iken Türk egemen sınıflarının sorunu bir klik çatışmasına kurban etmeyeceği açıktır. Ancak iktidar kavgasında tarafların retorik malzemesi olabilir. Yani “çözüm” süreci denen süreç, bir bütün olarak devletin tüm katmanları, odakları vs. ile ana güzergahı çizilmiş bir politik yönelimdir. Dönemsel uygulanan sertlik politikası da, yumuşama politikası da bu sürecin içinde olan ve kaçınılmaz bir durumdur.

Belli kliklerin, bulunduğu icra makamına göre uygulanan politikayı daha fazla sahiplenmesi ya da zamanlamalar veya belli dönemsel taktikler noktasında kapışmaları da yine böylesi süreçler açısından normaldir. Ancak esas yönelim ve eğilim devlet katında belirlenmiş ve hattı çizilmiştir.

Bu bağlamda devletin belli kliklerini barışçıl, belli kliklerini uzlaşma karşıtı olarak tasnif etmek hatalı olacaktır. Kadim bir devlet tutumudur; iktidar erkinden uzaklaşanın, iktidar erkine yakın olanın söylem düzeyinde karşıtında olması. Ancak yerler değiştiğinde tutumlarda değişmektedir. Kendi konumunu ve mevzilerini güçlendirmek için dönemsel taktik politikasının daha fazla zaman dilimine yayılmasını savunmak da bir o kadar normaldir. AKP ve Cemaat arasındaki esas farklılık budur. Yani uygulanacak taktik politikanın etkinliğine paralel kendi mevzisini daha güçlü tahkim etme kaygısıdır. Bu güçlerin taktik politikada ayrıştığı kesindir. Ancak bu, devlet politikası olan “çözüm” sürecinin tümüyle akamete uğratılması aymazlığına tarafları savurmayacaktır. Zira bunun sonucu ağır olacaktır. Bakan efradının alınması, dershanelerin kapatılması gibi sonuçların esamesinin okunmayacağı daha büyük sonuçlar doğuracaktır.

Gelinen nokta tarafların birbirlerinin altını oyacağı, pusuların bininin bir para olacağı, politikaların akamete uğratılmaya çalışılacağı bir sürece de ivme katacaktır. Kürt meselesi de bundan kuşkusuz etkilenecektir. İnişler çıkışlar daha fazla olacaktır. Ancak CHP ve MHP gibi devlet kliklerinin meselenin karşısında aldığı pozisyon kadar bir direnç söz konusu olabilecektir. Zira AKP’nin çözüm sürecine daha fazla odaklanıp, yoğunlaşmasına temel olacak bir süreçtir bu süreç.

Çünkü bu noktada olası bir yalpalama ya da başarısızlık onların tepe taklak yuvarlanmasını hızlandıracaktır. Kürt sorununda uzlaşmaya yaklaşan sonuçlar elde etmek onları daha kudretli hale getirecek en önemli etkendir. Bu iç dengeler açısından da böyle ama özellikle bölgesel politikalar açısından daha fazla geçerlidir. Ancak bu gelişmeleri Kürt hareketinin gözden kaçıracağını düşünmekte saflık olur. Kürt hareketine bu çatışmanın büyük avantajlar sağlayacağı açıktır. 7 Şubat süreci sonrası

nasıl Kürt hareketi ve önderliğiyle müzakereler yeni boyuta evrildiyse, bu süreçte AKP’nin el mahkum halinden dolayı daha fazla bu soruna odaklanmasını sağlayacaktır. Kürt meselesini belli oranda hal yoluna koymayı başarmak, AKP için ömrünün uzamasının ötesinde elinin daha fazla güçlenmesine de büyük katkı sunacaktır. Ki Cemil Bayık açık çağrı yaparak AKP’nin kendileriyle bir an önce süreci ilerletecek atımlar atmasının Cemaati sürklase edebileceğini vurgulamıştır. Sürecin Kürt meselesine bu anlamıyla bir katkı sunma potansiyeli mevcuttur.

Burada esas mesele elbette Kürt ulusal hareketinin bu çelişkiden nasıl faydalanacağıdır. Talep ve istemlerin çıtasının daha yukarı çekilmesinin olanakları vardır. Ancak buradan Kürt meselesinin temelden çözülmeyeceği ya da demokratik bir devlet çıkmayacağı açıktır. Ancak Kürt meselesinde daha ilerde demokratik-reformcu hakların elde edilmesi mümkün olabilir.