Anasayfa , Haberler , 'Bu toplumda genel affa kim itiraz edebilir'

'Bu toplumda genel affa kim itiraz edebilir'

sirri_sureyya_onderiSTANBUL | 09-01-2013 |BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Teke Tek’te İmralı görüşmelerinden Kürt sorununun çözümüne, anayasa çalışmalarından ana dilde eğitime kadar Fatih Altaylı’ya açıklamalarda bulundu.

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Teke Tek’te İmralı görüşmelerinden Kürt sorununun çözümüne, anayasa çalışmalarından ana dilde eğitime kadar Fatih Altaylı’ya açıklamalarda bulundu.

Önder’in açıklamalarından ara başlıklar şöyle:

Bu sürecin güvenliği nasıl sağlanır? Bütün doğu halkları duygularının denetiminde yaşar. Rasyonalite bazen olumlu anlamda bazen olumsuz anlamda bize uzak durur. İşin duygusu meselenin önüne geçer. Bu Kürtler için de Türkler için de böyle. Meseleye önce bu ruh halini, barışa olan özlemi, umudu, inancı baltalayacak ve bu ruh halini hırpalayacak söylemlerden ve davranışlardan uzak tutmaya özen göstererek işe başlayabiliriz, zorlama dili, hiyerarşi oluşturan dili. ‘Ben verdim, ben veririm’ bu sözler bu ruh halini hırpalayan şeyler. Son tahlilde bu işi belirleyici olan kendi iç diyalektiğidir.

SİLAHI BIRAKIP SÖZE ALAN AÇIN
Bu barıştan kimin zararı var, onlar bu süreci baltalayabilir. Süreç bir ekmeğe dönüştürülmüş. Mesela İran tüm bu olup bitenleri kendine karşı bir hazırlığın emareleri ve adımları sayabilir, sayıyor. Hakeza İsrail bugüne kadar Ortadoğu’da böyle bir tahterevalliyle yürüyordu. Artık ABD’de İsrail’in bu davranışından bıkmış olanlar yönetime geliyor. ABD, İngiltere, topyekün batı Ortadoğu üzerinde hesapları, beklentileri ve manipülasyonları olan dinamikler. İçeride de rahatsız olanlar var. Peki çare ne? Bu kadar tedirgin olan, süreci sabote edebilecek insanlar varken çare ne peki? Çok basit. Silahla, barış, silahla söz birbirinin karşıtıdır. Silahı devreden çekiyorsanız söze alan açacaksınız. Sözün söylenmesinin önündeki engelleri bertaraf edeceksiniz. Barış çok ciddi bir emek isteyen, mühendislik isteyen bir şey.

DÖVÜŞMEK KOLAY BARIŞMAK ZOR
Dövüşmek dünyanın en kolay işi. Bu kolaydır, ikimiz dövüşebiliriz ama ikimizin barışması zordur. Araya birilerinin girmesi lazımdır. Söze alan açmak çok önemli. Bir de halkların buna ikna edilmesi lazım. ‘Siz buna layıksınız, bundaki çıkarınız savaştan daha fazla’. Halkları buna ikna etmek lazım. Ölçülü bir dille, sabırla yapılmalı bu buyurgan bir tavırla yapılmamalı. Türkiye aslında biraz belli anlamda çok acul belli anlamda geç bir toprak. Türkiye soğuk savaş dönemini yeni bitirecek. Dünyada bitti bizde daha yeni bitiyor. Biz soğuk savaş dönemini bitiriyoruz. Bunu bir gün televizyonda söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Siyasetçinin söyleyeceğini MİT Müsteşarı söylüyor. Elimizde tılsımlı bir şey var: “Birlikte ne yapabiliriz?” Bu ülke hepimizin, bu topraklar hepimizin. Bugün Türkler açısından düşündüğümüzde, Kürtler, Kürt halkı, onun evlatları ve bizatihi kendisi büyük bir imkan içerir.

KÜRTLER KADINDA DEVRİM YAPTILAR
Türk’ün evladı meseleyle ilgili değil, Kürdün evladı meselenin tam içinde. Türkiye’nin modernleşme projesinde cumhuriyetin 80-90 yılda yapamadığını, kadın meselesinde, Kürtler bunu gerçekleştirdiler. Bunu da ‘mış’ gibi yapmıyorlar. Kadın meselesinde Kürtler’in yaptığı devrim bizim 80 yılda yapamadığımız bir şey. Kürt halkıyla hasım olmak yerine hısım olmayı, eşit akrabalığı seçersen bugün dünyanın yakalayamadığı paradigmada ortak iyiliğe doğru güç kazanmış oluruz.

BU SÜREÇ AÇLIK GREVİYLE AÇILDI
Açlık grevleri, bitirilme biçimleri üzerine bin türlü spekülasyon yapılıyor. Bu açlık grevleri Öcalan’ın üzerindeki tecridi kaldırılmak üzere yapıldı. Öcalan’ın mesaj göndermesi tecridin delinmesi anlamına geliyor. Bu süreç açlık greviyle birlikte açılmıştır. Bu işin tarihi yazılacaksa İmralı görüşmeleriyle değil, tecridin kalkmasına yönelik yürütülen tüm mücadele en pik noktaya ulaştı. Şu biraz dikkatlerden kaçtı. Dünyanın hiçbir yerinde bu kadar kitlesel bir açlık grevi görülmemiştir. Binlerce insan buna seferber olunca şu söylemi boşa çıkardılar “Biz bu KCK operasyonuyla siyasetçilerini alırsak, bunların belini kırarız” söylemi boşa çıktı. Bu yaklaşım fiilen boşa çıktı.

BDP AKTÖR OLSAYDI BUNLAR OLMAZDI
Diyarbakır’da 12 Eylül’den sonra tanklar ilk defa sokak başını tuttular. Biz Diyarbakır’ın Ofis semtindeydik. Orada tabak-çanak birbirine vurma, ışık söndürme eylemleri oldu. Polis önce bomba attı ama sonra çaresiz kaldı. Devletin de bir aklı var. Yeni bir sürecin başladığını söyleyebiliriz. Şu anda anladığım kadarıyla bunun şartları hazırlanmaya çalışılıyor. Bal, bal demekle ağız tadlanmıyor.

Her iki tarafta bugüne kadar ilk yürütülen aleni ya da alenileşen süreç Oslo’ydu. Baktığımız zaman bizim bir müzakere tarihimiz yok böyle bir hafızamız da yok. Bu ilk defa oluyor. BDP ısrarla aktif olarak devrede olmayı istemişti o süreçte. BDP aktör olsaydı o dönemlerde bu sıkıntılar yaşanmayacaktı.

ÖCALAN KİŞİSEL TALEPTE BULUNMADI
İmralı’ya görüşmeye giden arkadaşlarımız Öcalan’ın kendisine, sağlığına, oradaki koşullarına, gelecekteki şahsi taleplerine dair hiçbir kelime geçmediğini söylediler. Öcalan’ın derdi o değil. Bugün meseleyi bunlar üzerinden tartışmak meseleyi verimsiz bir alana götürmek olur. Görüşme koşullarının daha rahatlatılması, bu sürecin sağlığı için bunu talep etmemiz gerekiyor. Mesele yönetilebilir duruma geldiğinde elbette ki, bunlar düşünülecek.

ŞARK KURNAZLIĞINI TERK EDİLMELİ
Şehit yakınlarının açıklamasına gelirsek. Bu kadarcık umuda bu kadar yüksek bir değer biçmek. Biz ruh hali çok çabuk değişen bir halkız. Belki bunlar tartışılmayacak bile. Bu mesele bir şark kurnazlığı yerine bu kadar müşterek bir irade, yaygın bir irade çok zor bir araya gelir. Bunlar biraraya gelmişken bu meselenin kökten halli cihetine gitmek en doğru şey olur.

ÖCALAN’IN SÖZLERİ DOĞRU ÇIKTI
Asker, polis ve gerilla kaybına hayıflanmış. Öcalan’ın daha önce süreçte söylediği şeyler var ’30 yıl herkesi eskitir, kirletir’ demişti. O anlamda bu iradeyi boşa çıkarmamak ve özellikle kamusal gücü elinde bulunduran iktidarın meseleyi bir imkan olarak görmesi ve siyasilerin de bu idrakle meseleye yaklaşması lazım. ‘Kandil Öcalan’a racon kesiyor’ deniyor, bir iki ay önce ‘konuşmaktan aciz’ denmişti. Bunlara gerek yok.

DUYGULARLA BAŞLAMAK ÖNEMLİ
Bunlar niye dağa çıktılar? Kendi ifadesiyle pikniğe gitmediler. Rasyonel akıl bunlara bir dönüş gerekçesi vermek zorunda. ‘Dönüyoruz çünkü’ demelidirler. Biz buna seferber olmalıyız. Duygular bu işi başlatmakta önemli bir şey ama süreci duygularımızla yönetemeyiz. Ortada kaynayan kazan var, hakiki dertler var. Mesela ana dilde eğitim, statü. Bunları çözmek lazım. Anayasa çalışmalarındaki performans ‘ne kadar uzlaşma yaşadınız’ ölçüsüdür. Herkesin gözden kaçırdığı şey şu, ilk defa uzlaşamadığımız şeylerin ne olduğunu görme fırsatımız oldu. Orada bir müzakere yürüyor aslında.

GENEL AF GÜNDEME GELECEKTİR
Anadilde eğitimi o komisyona gelene kadar dert etmemiş siyasetçilerimiz vardı. Elbette düşünceler değişiyor. MHP’li vekiller ile BDP’li vekiller. CHP’li vekiller ile AKP’li vekiller bu ülkenin geleceğine dair kavramsal tartışmalar yürütüyorlar. Orada neler konuşulmuş, nereden nereye gelmiş, kim hangi konuda neyi esnetmiş bunlar ileride konuşulacak. Siyaset yargısallaştı, yargı siyasallaşmadı. Bu ülkede genel af gündeme gelecektir. Toplum zulüm dağıtma konusunda o kadar müsavi faydalandı ki. Bu toplumda genel affa kim itiraz edebilir.

BDP SÜREÇTE AKTİF ROL ALMALIDIR
Eğer siz kurumsal olarak muhatap almazsanız ve bu konuda yasal ve siyasal düzlemde bugüne kadar sadece itibarsızlaştırma dediğinizde BDP aklınıza gelirse bu süreç sağlıklı gitmez. Bu işin üç-dört belirleyeni vardır. BDP de bu anlamda yasal, siyasal bir muhataptır. BDP meşru olarak ve kimsenin itiraz etmeyeceği bir şekilde süreçte aktif bir inisiyatif almalı.

BU İŞİN DİLİNİ HAZIRLAMALIYIZ
BDP’nin yürüttüğü mücadele ve üstlendiği sorumluluklar, gerillanın gördüğü fonksiyon, Öcalan’ın çabası bu meselenin veçheleridir. Bu meseleyle seçilmeden önce de ilgilenen birisi olarak hala tam olarak kavrayabilmiş değilim. Herkes bilindik ezberine girerse bir arpa boyu yol alamayız. Barışın başka bir dili olmalı. Şehit annelerinin geliştirdiği gibi bir dil olmalı. Bu tüm yaşananlara sırt çevirmemiz anlamına gelmez. Herkes eteğindekini dökecek, bu safrayı atacağız. Hakikat komisyonları, adalet komisyonları ve helalleşme süreci başlatmadan bir şey yapamayız. Açıkçası benim de zihnen çok fazla bir hazırlığım yok. Hepimiz ‘bu işin dili nasıl olmalı’ya hazırlanmalıyız.

MÜZAKERE BAŞLIĞI OLMASI BİLE AYIP
Tarihin hiçbir döneminde Kürtler’in talepleri bu kadar minimize olmuş değil. İnsan Hakları Evrensel Beyannemesi’nin ilk iki üç maddesi var. Bunun önünde ne mani var. Hayır işini uzatırsan, şerre dönüşür. Bunun önünde bir mani yok. Zihnimizdeki ambargolardan, değişik kesimlerin savaşın sürmesinden yana çıkarlarının galabe çalmasından başka. Ana dilde eğitimin müzakere başlığı olması bile başlı başına bir ayıp.

KÜRT ZATEN KENDİ DİLİNİ BİLİYOR
Seçmeli dil iyi bir şey, olumlu bir adım. Fakat Türkler bu derslere gitmeliler. Bölgeye göndereceğin doktor, asker, öğretmen, mühendis Kürtçe öğrenmeliler. Bu kursları onlara mecbur tut, Kürt kendi dilini biliyor zaten. Asimilasyonun bitmesi için rüyasını gördüğü, ninnisini dinlediği dille eğitim yapılmalıdır.

ÖFKELİ BİR SONUÇ DOĞUYOR
Senin çocuğun doğuyor evinde Türkçe konuşuluyor. 6 yaşına geliyor okula gidiyor, öğretmen Türkçe bir şey söylüyor. Kürdün evladı doğuyor Kürtçe konuşuluyor, Kürtçe sövülüyor, okula gidince bilmediği bir dille karşılaşıyor. Burada içe kapanma, öfke gibi birçok sonuç doğuyor.

12 DİLLE DE EĞİTİM OLABİLİR
Talep olunca eğitim sistemi 2 dille de yapılır 12 dille de yapılır, neden olmasın? Diyarbakır’da bir vakıf kuruluyor. Kürt üniversitesi için çalışmalar yapılıyor. Akademisyenlerin olduğu bir sivil toplum girişimi. Toplantılarına katıldık. Bir profesör ‘Kürt çocukları kendi diliyle tıp okusalar, kırmızı etin kollestrol yapmadığını, tütünün sigaranın akciğere zararı olduğunu söyleseler fena mı olur?’

BİR YOLUNU MUHAKKAK BULURUZ
Bir Laz çocuğunun, bir Gürcü çocuğunun, bir Kürt çocuğunun, bir Ermeni’nin kendi dilinde eğitim görmesi beni niye rahatsız etsin? İş yeter ki, bu noktaya gelsin. Bu ülkenin karayolları da yoktu. 20 yıl önceki karayolu yapısı, uzunluğu, fiziki şartlarıyla bugünkü bir mi? Bu ülkenin telekominikasyon altyapısı fecaatti. Ben hatırlıyorum, telefon edeceğimiz yeri bağlattırırdık. İlkesel olarak buna karar verirsek her şey hallolur. Bir yolunu muhakkak buluruz. İmkan kapısı dediğimiz de bunlar.

VALİLER SEÇİMLE GELEBİLMELİ
Deniliyor ki, şu anda valinin seçimle gelmesi, temsiliyet sancılarını önemli ölçüde azaltır. Böyle olunca da oradaki dereye HES yapma fikrini Ankara’daki bürokrat kendiliğinden uyduramaz. O vali oranın kurdunu, kuşunu bilir. Bugün ortaanadolu bir facia. İç göçle boşaltılmış. Tarımın girdisi, ürünün fiyatını kat be kat aşar duruma gelmiş. Burada kendini kendisini yönetebilse bu durumda mı olur? Özerklik dediğiniz de budur işte.

TARTIŞMADAN KORKMAYACAĞIZ
Ufacık bir şey gördüğümüzde ‘ama’ demeyeceğiz. Tartışmaktan korkmayacağız. Dün bir devrim olmadı ki, gaspedilmiş bir hakkın iadesi oldu. İmralı görüşmesi dediğimiz budur. Gaspedilmiş hak iade edildi. Daha önce ne dediysek o oldu. Barış sürecinde dilimize dikkat edelim dediğimiz için bunu içimize atıyoruz. Bizim ısrarımız ve üslubumuz yeni bir Habur yaşanmasın diyedir. Bu süreç kesintiye uğrayınca bir sonrasına çok daha şiddetli döner.(Birgün)