Home , Köşe Yazıları , Asla Unutulmasın Diye “Refendum Hikâyesi”!

Asla Unutulmasın Diye “Refendum Hikâyesi”!

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER | 01 – 09 – 2010 |

“Körleştiğimizi sanmıyorum,

bence biz körüz.

Körüz, ama görebiliyoruz.

Görebilen, ama görmeyen körleriz.”[1]

“Anayasa Referandumu Paketi”nin oylanmasına az zaman kaldı. “Evet”/ “Hayır” orta oyunuyla dört yan toz duman. “Yetmez Ama Evet”cilerle “İstemesek de Hayır”cılar da işin cabası!

Bugünler, bugünlerde söylenenler, olanlar yazılmalı; unutulmasın, gelecek günlerde anımsansın diye kayıt altına alınmalı

Hem de “Evet” ile “Hayır”ın kayıkçı dövüşü gibi, “Yetmez Ama Evet”cilerle “İstemesek de Hayır”cıların vukuatlarıyla; “Boykot”a karşı dezenformasyona dayalı reel-politiker tutumlarıyla yazılmalı…

Aslı sorulursa bir yerde de Thomas More’un, “İnsan, iyiyi gerçekleştiremezse, kötüyü yumuşatmalıdır” önermesine, “Böyle düşünmek yerine, yeni bir ülke için harekete geçmeli, yaşamın pahasına da olsa değişim için çaba sarf etmelisin. Bu ise sadece karşıdan bakıp eleştirmekle gerçekleşmez. Önemli olan o ülkenin inşasında bir parçada olsa pay alabilmektir,”[2] yanıtındaki tutumun güçlendirilmesine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz;  çünkü bu giderek daha gerekli oluyor.

DURUMUN “VEHAMETİ”

Kayıkçı dövüşünün giderek sertleşt(irild)iği gidişatta durum kimilerine göre “vahim” olarak addedilse de, hiç kimsenin şüphesi olmasın, bu(nlar) “vaka-i adiye”dendir…

Yani “Ergenekoncu”lardan Rauf Denktaş’ın, Türkiye’deki siyasi tabloyu değerlendirirken, “Sanki iç savaş hazırlığı”; ya da “Ilımlı İslâm”cı Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın ise, referandumda “Hayır” çıkması durumunda Türkiye’de yeni bir anayasa yapılmasının güçleşebileceğini hatta ülkenin karmaşaya sürükleneceğini öne sürmesi; veya Zvi Bar’el’in, “AKP’yle orduyu karşı karşıya getiren mücadelede iki taraf da melek değil. Mücadelenin önemli bir safhası referandumda belli olacak. Erdoğan’ın önerdiği reformlar ülkeyi daha İslâmi bir devlete dönüştürmeyecek ama yeni bir çağın, yani Kemalizm yerine Erdoğanizm’in köşe taşını oluşturacak,”[3] belirlemeleri “öznel” siyasi mülahazalardır; aslolan, olanlarla yine ve bir kez daha “Evet” ve “Hayır”larla siyasal etkinlik alanı kontrol ederek, genişleten burjuva siyaset olacaktır.

Bu referandumdan, “Boykot”cular hariç, “Evet”ciler “Yetmez Ama Evet”cileri, “Hayır”cılar da “İstemesek de Hayır”cıları mücadele ve hegemonya alanlarına yedekleyerek çıkacaklardır! Esas tahribat da budur, buradadır!

İlginç bir örnek: Bir yanda Ertuğrul Özkök, “Liberal bir zulüm dönemi yaşıyoruz,” vurgusuyla ekliyor: “Demokrasinin geleceğini berbat görüyorum. Bence Türkiye’deki demokrasinin başındaki en büyük tehlike şu anda demokrasinin tarifini yapma yetkisini sadece kendinde gören insanların yarattığı zulüm ortamıdır. Türkiye’de liberal bir zulüm dönemi yaşıyoruz. Ergenekon davasında yapılan hataları eleştirdiğiniz anda Ergenekoncu, darbeci, postal yalayıcısı diye damgalanıyorsunuz”!

Kimileri buna “doğru” diyerek “askerî vesayet”i görmezden gelip, ona endeksleniyor!

Kimileri de, eski illegal TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı gibi, “Çözülüyor… Ülkemiz Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez tabandan gelen dinamiklerin direngen gücüyle Bonapartist ‘teamülleri’ yıkıyor. Adını koymaktan kaçınmayalım, ‘devrimsi’ bir durum yaşanıyor”; ya da eski ANAP’lı Hasan Celal Güzel gibi, “Türkiye’de bir ‘sessiz devrim’ gerçekleştirildi. 27 Mayıs’tan beri yarım yüzyıldır, Türk demokrasisini kıskacına almış bulunan ‘Militarist Vesayet Rejimi’ ortadan kaldırıldı. Referandum polemiklerinin patırtısı arasında önemi tam olarak anlaşılamayan son YAŞ toplantıları ve alınan kararlar, Türkiye’deki ‘mahcur demokrasi’ye son vererek bütün kurum ve kurallarıyla işleyen ‘Yeni Demokrasi Dönemi’ni başlattı,” zırvalarıyla herkesi AKP’nin cenahının vesayetine bağlamaya çağırıyor![4]

Bir zamanlar illegal TKP yöneticisiyken, kimilerini “devrimci durum var,” dedi diye partiden atan Nabi Yağcı’nın, (bir kelime oyunundan baka hiçbir anlamı olmayan) “devrimsi durum” tespiti ile Hasan Celal Güzel’in “sessiz devrim” saptaması aynı zihniyetin ürünüdür!

Burada atlanan, önemli olan sermayeden, sermaye vesayetinden tek kelime dahi edilmemesidir.

Oysa Türkiye’yi küresel kapitalizme bir kez daha neo-liberal standartlarda çivileyecek anayasa referandumu paketiyle, 12 Eylül Anayasası’nın hem otoriter zihniyeti hem de kapitalist mantığı, daha da tahkim edilirken; darbe anayasasının sermayeperver, despot ruhu; küreselleşmeye uygun düzenlemelerle makyajlanarak “yeni” diye sunulacaktır.

Bu da küreselleşmenin bugünkü aşamasında “demokrasi” kisvesine bürünmüş kapitalizm olarak pazarlanacak; “askerî vesayetin bittiği algısı” toplumda işlenirken; sermaye vesayeti aklanarak göklere çıkartılacaktır!

Asıl oyun ve durumun “vehameti” de budur, buradadır!

AKP MANİPÜLASYONU

Ortada bir Fransız atasözünün “Tout nouveau tout beau/ “Her yeni güzeldir,” ambalajında sunulan bir AKP manipülasyonu söz konusudur.

Öncelikle şunu belirtmek gerek: AKP, 12 Eylül’ün travmalarının bekçisidir. AKP, 12 Eylül ile hesaplaşmak şöyle dursun, aksine 12 Eylül’ü mantıksal sonuçlarına ulaştıran bir siyasi öznedir. Bu bağlamda AKP seyr-ü seferinde zincirin son halkası olarak görülebilecek “anayasa açılımı”nın da önceki açılımlardan köklü bir farkı yoktur. “Uzlaşmayı zorlamayan ve AKP’nin kendisine yönelik olası tehditleri önlemek amacıyla hazırlandığı izlenimi veren anayasa açılımı güvenilir olmaktan uzak bir yörünge izliyorken”;[5] “Açılım maceraları”ndan hareketle “12 Eylül referandumunun da, mevcut sorunların çözümünden ve demokrasiyi genişletmekten çok yıpranan AKP iktidarının tahkimine zemin hazırlayacağını söylemek mümkündür.”[6]

Biliniyor: AKP, başından beri, halka ve entelektüellere dönüp “Siz demokrasinin sınırlarının genişlemesini, Kürt sorununun çözülmesini, 12 Eylül kalıntılarının temizlenmesini, darbe korkusunun sona ermesini, AB üyelik sürecinin başarıyla sonuçlandırılmasını istiyorsunuz, ben de istiyorum,” dedi. Yerli ve yabancı iş çevrelerine de serbest piyasa, Avrupa Birliği reformları vaat etti. ABD’ye dönüp, “Bölgede demokratik görünüşlü bir Müslüman devlet istiyorsunuz, Araplara, İsrail’e kafa tutacak güçlü bir ülke istiyorsunuz, biz de aynen bunları istiyoruz,” dedi.

Bir süre işler gibi görünen bu yaklaşım, AKP’yi desteklemeyi kabul edenler, beklentilerine uymayan gelişmeler görmeye başlayınca, Arap dünyası lider aramadığını vurgulayınca, “açılımlar” kapanmaya başlayınca dağılmaya başladı.

AKP döneminde, Yahudi düşmanlığı açıkça dile getirildi (“Dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz”, “Öldürmeye gelince siz çok iyi bilirsiniz”, “Yahudiler parayı, bilgiyi çok iyi yönetirler…), kadın erkek eşitliğine inanılmadığı vurgulandı. Kürt sorunu, “açılımla” başladı, kitlesel tutuklamalarla devam ederek, “özel ordu” projesine, Manisa, İnegöl, Hatay “durumlarına” ulaştı. Darbeyi önleme söylemiyle, yüzlerce insan içeri alındı, ama temel hukuksal, insanî hakları da ayaklar altına… Telefon dinleme, kişinin mahremiyet hakları ihlâl edildi, muhalefete yönelik bir korku ortamı yaratıldı.[7] Emniyetin, yargının Fethullahçı kliğin eline geçtiği, bizzat emniyet yöneticileri tarafından dillendirilir oldu.[8] Tüm bunlar “demokratik dönüşümler” adı altında yaşandı!

Kökleri itibariyle “Yeşil Kuşak Anti-Komünizmi”ne endekslenmiş AKP’yi “demokrat” ya da “demokratikleştirici bir unsur” olarak görmek, kasıt değilse eğer, siyasal miyopluktur!

Bu noktada Hasan Kayım’ın, “Bir partiye mi, düzene mi muhalifsiniz?” sorusuyla birlikte; Oya Baydar’ın, ‘Hayır’da AKP Var’ başlıklı yazısındaki, “Doğrumuzu yanlışımızı, evet’imizi hayır’ımızı, cephemizi safımızı AKP’ye göre belirliyoruz. Sağıyla, soluyla, partisi, sendikası, işveren kuruluşu, meslek örgütü, STK’sıyla ve de hepimiz tek tek, birey olarak siyasi çizgimizi, tavrımızı, siyasi irade ve tercihlerimizi, daha da ötesi cepheleşmemizi, düşmanlaşmamızı, çatışkılarımızı AKP’ye yandaşlık veya AKP’ye karşıtlık üzerinden şekillendiriyoruz… Yeni anayasa istiyoruz diyenlerle beraberim ben… Anayasa referandumunda aklımı ve vicdanımı AKP fobisine ve ipoteğin kaptırmayacağım, ‘Yetmez Ama Evet’ diyeceğim ki kendimle tutarlı olayım, 12 Eylül Anayasası’nı aklamayayım,” görüşleriyle karşı karşıya kalırız…

Kayım ile Baydar’ın kelime oyunları, dolaylı AKP sakşakçılığından malûldür.

Lafı dolaştırmaya gerek yok: Siz, nasıl ve hangi “öznel” nedenden olursa olsun, AKP’nin tek başına ve kimseyi aldırmadan, Kürtleri kesin kez dışlayarak hazırladığı “AKP Patentli” bir 12 Eylül Anayasa’sının makyaj paketini, dolayısıyla da bu paket şahsında “Taraf olmayan bertaraf olur” tehdidini savuran Erdoğan’ın AKP’sini desteklemiş oluyorsunuz

Bu tevil’i kabil olmayan netlikte ortadadır!

Evet, biz bu partiye de (AKP), bu düzene de (kapitalizm), bu düzenin öteki partilerine de (CHP, MHP, BBP, DP vd’leri) karşıyız; bunları birbirinden ayırmadan da alayına isyan ediyoruz…

Ha; “Değişmek zorunda olan bir toplum, bu değişime öncülük edecek partiyi yaratır, AKP’yi kapatsanız başka bir parti değişimi gerçekleştirmek için çıkar… Sorunları aşmak ancak bu çürümüş, kirlenmiş sistemi değiştirmekle mümkün. Onun için de öncelik sistemin değişmesindedir. Önümüzdeki büyük soru, AKP’li olup olmadığınız değil, büyük soru ‘bu sistemden yana olup olmadığınız.’

Eğer sistemden yana ama AKP’ye karşıysanız, canınızın istediği gibi eleştirin AKP’yi ve bize bu rezil sistemin ‘nasıl değiştirilmesi’ gerektiğini anlatın, bu sistemi nasıl değiştireceğinizi anlatın, nasıl bir sistem istediğinizi anlatın,” diyen Ahmet Altan’ın AKP’nin “bu sisteme karşı” olduğu imasına gelince soralım: Kastettiğiniz hangi sistemdir?

Siz kapitalizmin özel bir örgütlenmesine karşı (hadi buna “Ergenekon” diyelim!), yine kapitalizmin bir başka özel örgütlenmesini (buna da neo-liberal “Hocacılık” diyelim!) savunuyorsanız; bu sizin demokrat olduğunuzu, sebep ve sonuçlarıyla 12 Eylül’e karşı çıktığınızı değil; sadece AKP’li olduğunuzu gösterir… Hepsi o kadar!

Yok eğer bu konuda yine Muhammed Nureddin gibi, “Türkiye’de referanduma ‘hayır’ (isterseniz ‘boykot’ deyin-b.n.) kampanyasını yürütenler reformların özüyle ilgilenmiyor. Tek istekleri genel seçim öncesi AKP’yi zayıflatmak. Oysa referanduma sunulacak reformlar devlet içinde devletçikleri ortadan kaldıracak,”[9] itirazını dillendirecek olursanız; “Ergenekon”u kaldırmaya uğraşanların, onun yerine “kendi cemaatleri”ni ikame ettikleri er geç görülecektir! Kaldı ki, AKP gibi bir düzen partisinin de “zayılaması”na hayıflanmamak, bu konuda kaygılanmamakta yarar var.

Hayır; kimse bir “Sazan” (“Sezen” mi deseydik acaba?) gibi Erdoğan’ın AKP’nin grup toplantısında, 12 Eylül’de idam edilenlerin mektuplarını okuyup ağlamasına, referandumda CHP, MHP ve BDP tabanından da “Evet” oyu isterken, “12 Eylül ile biz hesaplaşacağız,” yalanı ile AKP İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu’nun, “Türkiye kendi çocukları olan Deniz Gezmiş’e, Ahmet Kaya’ya, Nâzım Hikmet’e yapıldığı gibi haksızlık etti” vurgusuna inanmamalıdır; inanamaz da!

AKP, “Yapacağım” dediği bir alay şeyi 7 yılı aşkın iktidarında yapabilirdi ve yapmadı; üstüne üstlük bu yetmezmiş gibi “engelledi” de..

Örnek: “TBMM tatile girerken, TSK İç Hizmet Yasası’nın 35. maddesinin kaldırılmasına ilişkin tartışmalar da rafa kalktı. BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın bu içerikteki yasa önerisi 2 yılı aşkın süredir TBMM Milli Savunma Komisyonu’nda bekliyordu.”

Örnek: “Kamuda toplu görüşmeyi sürdüren Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, anayasa değişmeden toplu sözleşmenin olamayacağını vurgulayıp, ‘Hem ‘hayır’ deyip hem toplu sözleşme istemek çelişkidir’ dedi.”

Örnek: “Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Anakent Belediye Meclisi “tartışma yaratacak” kararlara imza atarak, Belediye tarafından dağıtılan gıda yardımının alanını genişletip, Şereflikoçhisar’dan Nallıhan’a kadar tüm ilçelerde 12 Eylül’e kadar gıda yardımı paketi dağıtacağını açıkladı.”

Örnek çok; ama Tek-el’cilerin başına ge(tiri)lenleri anımsamanız dahi yeter de artar!

NE OYLANACAK?

12 Eylül 2010 tarihindeki referandum paketi ile ne oylanacak?

İsmet Berkan’ın ifadesiyle, “Sahiden 12 Eylül’ü mü oylayacağız?” Elbette hayır, alâkâsı yok!

Bunu AKP şakşakçısı Cengiz Çandar da, “12 Eylül referandumunun önemi, 12 Eylül 1980 ile hesaplaşmaktan ziyade, ondan daha da önemlisi Türkiye’nin önünü ‘hukuk yolu’ ile açabilmekten kaynaklanıyor. Ülkenin en büyük kozu olan ‘hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi’ için ‘Evet’ten başka yol var mı?” diye itiraf ediyor.

Referandumla “hukuk yolu açılacak”mış; af edersiniz, hangi hukuk yolunun açılacağından söz eder misiniz biraz?

Şurası; Sungur Savran’ın da “12 Eylül çok baskı yaptı, işkenceye, idama, düpedüz adam öldürmeye başvurdu, tamam geride cendere gibi bir rejim bıraktı da, neden? Bu soruya cevap vermeden 12 Eylül’ün reddinin, bırakın mümkün olmasını, tartışılmasına dahi başlanamaz,” saptamasında işaret ettiği gibi, “Neden…” yanıtlanması “olmazsa olmaz” olandır…

Kimsenin şüphesi olmasın, 12 Eylül darbesinin topluma bir deli gömleği olarak giydirdiği siyasi-hukuki rejimin anatomisi, referandumdan sonra da sıhhat ve afiyette olacak…

“Neden…”in yani “kapitalizmin raison d’état”sının gerektirdiği üzere…

“12 Eylül’ün ne olduğunu anlamak için önce AKP’yi anlamak gerekir! ‘Ama artık bu kadarı da fazla’ diyenler çıkabilir: Geçmişe bakarak bugünü anlamak yerine bugüne bakarak geçmişi anlamak olsa olsa saçmalık değil mi? Bu sorunun yanıtını Marx’ın Grundrisse’deki meşhur cümlesinde bulmak mümkün: ‘İnsan anatomisi, maymun anatomisini anlamak için bir anahtar niteliği taşır. Daha yüksek bir gelişimin alt hayvan türlerindeki nüveleri, ancak üst evrim kademesi bilindiği zaman anlaşılabilir’.

Bu formüle dayanarak denebilir ki, 12 Eylül’ün ‘özünü’ ancak onun birçok yönden üst aşaması olan AKP ile birlikte okuyarak kavrayabiliriz: Örneğin 24 Ocak 1980 piyasacılığını idrak etmek ancak AKP’nin zirveye ulaştırdığı yıkıcı neo-liberal reformlara bakmakla mümkündür. Darbe sonrasındaki meşhur ‘hep işçiler güldü, biraz da biz gülelim’ sözleri ancak bugün AKP’nin sermayeyi kahkahaya boğmasıyla anlam kazanabilir.

Turgut Özal’ın emek düşmanlığı, popülizmi ve din temelli vizyonu ancak Tayyip Erdoğan’ın bunları bir üst kademeye taşıması incelenerek gerçekten kavranabilir. Darbe ile birlikte resmî devlet ideolojisi yapılan Türk-İslâm sentezi, ancak bu eğitimden geçmiş kadroların bugün devleti yönetmesi ile anlaşılabilir. Ve son olarak, 12 Eylül’ün yürütme organını yasama ve yargıya göre görülmemiş biçimde kuvvetlendirmesi, ancak AKP’nin 30 sene sonra yine bir 12 Eylül’de tüm bu organları kendisine bağlama girişimine bakınca berraklaşır.

Birçok sol grubun referandum paketinin 12 Eylül’ün ‘özünü’ koruduğunu ısrarla iddia etmesi bu bağlamda tesadüf değil. Zira AKP, 12 Eylül ile hesaplaşmak şöyle dursun, aksine 12 Eylül’ü mantıksal sonuçlarına ulaştıran bir siyasi öznedir.”[10]

Bunlar “sarih” değil mi?

Ancak buna karşın, yine de Oral Çalışlar, “Referandum çalışanların aleyhine mi?” derse; o zaman da yanıtı Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın’a bırakırız:

“Yasaklar ve otoriter hükümlerle dolu 12 Eylül Anayasası’nı aşabilmek için toplumun birçok kesimi yıllardır mücadele yürütüyor, talepler geliştiriyor. Ancak referanduma sunulan Anayasa değişiklikleri özellikle işçi haklarını yok sayan içeriği açısından bu hedefi karşılamaktan çok uzak görünüyor.”

HATIRLAMAK ÖZGÜRLEŞTİRİR!

Bozuk saatinde günde iki kez doğruyu gösterdiği gibi, “Bu ülkede “demokrasiyi savunan” zevatın siciline, vicdan karnesine bakmak lazım,” derken Ertuğrul Özkök de bir doğruyu dillendiriyor…

Hatırlamak gerek, çünkü hatırlamak özgürleştirir!

Mesela Oral Çalışlar’ın, Bülent Arınç’ın zapt u raptı altındaki TRT’de, hem de oğlu ile program yapabildiğini unutmayın sakın…

Sonra Fethullah Gülen’in, Nurcu kökenli cemaat lideri, Erzurumlu Mehmet Kırkıncı gibi Nurcu kökenli birçok isimin 12 Eylül cuntacılarıyla doğrudan ya da dolaylı iyi ilişkiler geliştirdiğini de unutmayın sakın…

Çünkü hatırlamak özgürleştirir!

Ayrıca “Kimin kağnısı gıcırdarsa oraya gitmeyi görev bilen münevver numunesi” (!?) Nazlı Ilıcak’ın da bir zamanlar, “Memnuniyetle ifade edebiliriz ki demokrasinin nasıl işlerlik kazanacağı hususunda, yıllardır bizim yazdıklarımızla Evren’in beyanları arasında tam bir mutabakat vardır,” diyerek faşizm ile demokrasiyi eşitlediğini (ve o günlerde radikal sosyalistlerin 12 Eylül’e ve yasalarına karşı hayatları pahasına mücadele ettiğini) unutmayın sakın…

Bilmek ve unutmamak çok önemlidir; şimdilerde Nazlı Ilıcak misali ekran-ekran dolaşıp “demokrasi savaşçısı” kesilenlerin şecerelerini araştırın, gerçeği göreceksiniz!

Örneğin “darbe karşıtı” imaj çizmeye çalışan Fethullah Gülen gibi… O da 12 Eylül 1980 darbesini sevinçle karşılayanlardandı.

Şimdilerde referandumda “Evet” oyu çağrısı yapan Gülen, “Ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” sözlerini unutmuş görünüyor.

12 Eylül’ün de bir kötülük olduğunu söyleyen Gülen, “Fakat o darbeyi gerçekleştiren ve kötülük yapan bir insanın da iyi yanları olabilir; Evren Din ve Ahlâk derslerini mecburi hâle getirmişti. Bu nedenle, “Bunu gönlünden gelerek samimiyetle yaptıysa, Allah onu affeder demiştim,” dedi.

İşte şimdi  “O paket içinde milletimizin istikbali için çok önemli maddeler var; bu itibarla da değişiklik paketi bu yönüyle desteklenmeli ve ‘evet’ oyları böyle bir niyetle verilmelidir. İmkan olsa mezardakileri bile kaldırarak referandumda ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım. Ben zannediyorum kalkarlar da…” diyen Gülen’in 12 Eylül’ü öven açıklamaları:

“- Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (…) bir de anadan doğma asker-millet vardır. O, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür. Aşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (…) onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük… Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam!

– Düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (…) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arzediyoruz.

– Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.

– Anarşistler ve teröristleri devletin asker ve polisine bildirmeyenler Allah katında sorumludur… Bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır ne millet!

Ülkeyi komünizm tehlikesinden kurtardığı, din derslerini mecburi hâle getirdiği ve milli tarihe sahip çıktığı için 12 Eylülcüleri destekledik…”[11]

“Yetmez Ama Evet”ciler, bu kadarı yeter mi?

Kim, niye, nasıl 12 Eylül’e ve anayasasına karşı çıkıyormuş; neyin referandumuymuş?!

Ha geçerken bir kez daha hatırlatalım: “Sabah gazetesine konuşan Kenan Evren, Yavuz Donat’a, ‘12 Eylül Anayasası’nda değişiklik yapılmasına karşı olmadığı’nı söylüyor.

Diyor ki; ‘Anayasa mukaddes kitap mı? Günün şartları neyi gerektiriyorsa o yapılır, anayasalar da değiştirilir.’

Yine diyor ki; ‘O dönemin şartları böyle bir anayasa gerektiriyordu. Dönem değişir, şartlar değişir, Anayasa da günün şartlarına göre yenilenir. Bizim yaptığımız Anayasa, Allah’ın emri mi?’

‘Vaktiyle yaptığım konuşmalara bir baksınlar. Hepsi unutuldu. Ben dedim ki; gün gelecek, bu anayasa değişecek’…”

“REFERANDUM PAKETİ”NİN ŞECERESİ

Evren’e dahi bunları dedirten “referandum paketi”nin şeceresine ilişkin ilk denilebilecek şey şudur: “Demokratik bir anayasa böyle yapılamaz…

Anayasalar toplum sözleşmeleridir. Toplumun tüm kesimlerini sürece katan; farklı kesimlerin çıkar, hedef ve özlemlerini gözeten en geniş uzlaşmayla hazırlanmaları ve değiştirilmeleri gerekir…

Haklar ve özgürlükler istismar konusu yapılıyor…

Hak ve özgürlükler alanında öngörülen değişikliklerin birçoğu büyük yeniliklermiş gibi sunulmakta, oysa yeni bir şey getirmemektedir. Bu anlamda hak ve özgürlüklerin istismar edildiği söylenebilir…

12 Eylül’ün ruhu ve mantığı korunuyor…”[12]

Birbiriyle alâkâsı olmayan maddeleri aynı pakete doldurarak halka dayatmak demokrasi değil sadece aldatmacadır. Ayrıca demokratik katılımı “Evet” ve “Hayır” arasındaki tercihe indirgeyen bu anayasa değişikliği ve halk oylaması sürecinin siyasetin ezilenlerin demokrasi mücadelesine ne kadar katkısı olacağı da şüphelidir.

Evet 12 Eylül anlayışının devamı mahiyetindeki “anayasa değişiklik paketi” hazırlanışı ve sunuluşu itibarıyla bizatihi anti demokratiktir. AKP’nin “kendin pişir, kendin ye” anlayışıyla paketlediği dayatmacılığın, toptancı usulün anti demokratikliği “sır” değildir…

Pakette temel sorunlara çözüm içeren herhangi bir madde yoktur. Ne halkın kamusal haklarına, ne Kürt sorununun demokratik çözümüne, ne Alevi yurttaşların eşit hak taleplerine, ne anti demokratik seçim ve Siyasal Partiler Yasası’nın değiştirilmesine dönük herhangi bir madde yoktur. Kamu çalışanlarına grev hakkı, siyaset yapma hakkı yoktur.

Bu neden(ler)le de “paket” AKP iktidarının politik hesaplarının bir ürünüdür. Örneğin anti-demokratik sistemi meşrulaştırma ve güçlendirmeyi gözetmektedir.

“Askerî vesayetten kurtulacağız!” yutturmacasıyla takdim edilen “paket”, AKP’nin de ne olduğunun, sahtekârlığının vesikasıyken; 12 Eylül rejimiyle hesaplaşılacağı koskoca bir yalandır. Aksine 12 Eylül hukuk(suzluğ)uyla hesaplaş(a)mayan bir “paket”tir, “makyaj”dır söz konusu olan…

Liberal maruzatlara karşın referandumdaki illüzyona dikkat edilmesi kilit önemdedir; örneğin Mithat Sancar’ın, ‘12 Eylül’le Hesaplaşmak’ başlıklı yazısındaki maruzatlarda olduğu gibi: “Bu paket, 12 Eylül’le hesaplaşmayı zorlaştırmıyor, kolaylaştırıyor. AKP’nin hesaplaşma söylemini öne çıkarması da, sol çevrelerin 30 yıldır takipçisi oldukları hesaplaşma taleplerinin geniş bir tabana, bilhassa şimdiye kadar bu taleplere kayıtsız kalmış muhafazakâr kitleye ulaşmasını, böylece daha güçlü bir meşruiyet kazanmasını sağlayacaktır. Bundan sonrası, esas olarak 12 Eylül’le gerçekten hesaplaşmak isteyen çevrelerin mücadele yeteneğine ve ikna gücüne kalıyor,” diyor yazar…

Bu iddialar gerçek mi, gerçek olabilir mi? Elbette mümkün değil!

Birincisi her değişim, hayra alâmet olacak diye bir kural yok. Örneğin “12 Eylül’den bu yana, anayasa yaklaşık 20 kez değiştirildi. Anayasa’da yapılan değişiklikler 12 Eylül Anayasası’nı ortadan kaldırmaya hizmet etseydi, bu amaç çoktan gerçekleşmiş olurdu. Demek ki, bölük pörçük değişikliklerle 12 Anayasası ortadan kalkmıyor,” diyen Rıza Türmen’in işaret ettiği gibi…

İkinci de daha derinlerdeki bir mesele: Referandum, radikal sosyalizmin iradesini yitirdiğini ve azla yetineceğini varsayanlara, hâlâ söyleyecek sözümüzün ve yapacak işimizin olduğunu göstermek için bir zemindir. Sandığa gitmemek aynı zamanda AKP’nin, değerleri ya çalarak ya satın alarak hiçleştirme politikasına karşı irade geliştirmektir. Radikal sosyalizme ait değerlerin, hiçbir burjuva ağza yakışmadığını, dolayısıyla sahipsiz olmadığını göstermektir.

Radikal sosyalistler, bu türden sandık oyunlarını ve ona atfedilen önemin abartılmasını geçmişte de reddederken, aynı zamanda mücadele hattında bir sapma olarak mahkûm etmiştir.

Ayrıca radikal sosyalistliği AKP karşıtlığına indirgeyen “ulusal sol”cu sosyal-demokratlaşma eğiliminin de reddedilmesi müthiş önemlidir; coğrafyamızda uzun süredir bir toplumsal hipnoz ve radikal sosyalist değerleri köreltme harekâtı uygulandığı anımsanmalıdır.

Radikal sosyalist değerlerin ve dinamiklerin topyekûn tasfiyesi sürecine eşitlenen bu tehlikeli gidişat, halkın çıkarınaymış gibi gösterilmekteyken, halkın kendi eliyle ipini çekmesini amaçlayan tuzaklar dizisi de, AKP eliyle, devletin ve emperyalizmin imkânları eşliğinde devreye sokulmaktadır.

O hâlde 12 Eylül Anayasası’na mahkûm ve taraf olmadığımız gibi, AKP’nin “anayasa referandumu paketi”ne mahkûm ve taraf olmayacağız!

Olmayacağız çünkü yalana teslim olmak yanlısı değiliz: “Siyasal ve toplumsal kutuplaşmaya çözüm olacak yeni Anayasa için evet demek, daha anlamlı ve etkili olacaktır,” diyen E. Fuat Keyman’ın manipülasyonu üzere!

Çünkü oylanan “yeni bir Anayasa” değil, 12 Eylül 1980’den beri, yaklaşık 20 kez değiştirilen eski(meyen) tekelci kapitalizmin12 Eylül Anayasası’dır!

“DEMOKRASİ”YE KENAR NOTU

Nâzım Hikmet gibi, “Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine./ Bu davet bizim” diyenlerden olarak AKP’nin “anayasa referandumu paketi”ne mahkûm ve taraf olmayacağız! Hem de Murat Belge’nin, “Sosyalistlerimizin birçoğu, demokrasiyi, bir ‘burjuva icadı’ olduğu gerekçesiyle küçümsediler,” yollu tahrifatına maruz kalmak pahasına…

Çünkü J. S. Mc Celland’ın, “Eğer Batı siyasi düşüncesi diye bir şey varsa, bunun köklü bir anti-demokratizmle malûl olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur,” saptamasının stratejik öneminin bilincindeyiz…

Sormadan geçmeyelim: Şimdilerde “demokrasi”, “demokratikleşme”, “insan hakları”, vb. gibi kavramlar daha sıkça kullanılır oldu.

Verili süreç(ler) ve eğilim(ler) nazar-ı itibare alındığında coğrafyamız, gerçekten de “demokratikleşme”nin, “insan hakları”nın, “özgürlüklerin gerçekleşmesi” güzergâhında mı yol alıyor; yoksa alışılmış “olağan” biçimiyle yani her zaman olduğu gibi bu tür kavramlar ve söylemler, insanların bilincini manipüle etmenin, ideolojik bulanıklık yaratmanın, velhasıl seyirciyi oyalamanın araçları mıdır?

“Demokrasi” kavramı çok kullanıyor ama ekseri yanına bir de “piyasa ekonomisi” sözcükleri ekleniyor ve Piyasa ekonomisi ile liberal demokrasi deniyor. Birincisi, liberal demokrasi diye bir şey mümkün müdür; ikincisi, bu iki kavramın yan yana gelmesi uygun mudur?

Ya da sermayenin önünün açılması, demokrasinin de derinleşmesi, gerçekleşmesi anlamına gelir mi?

Veya ekonomik liberalizmle (siyasî) demokrasi arasında bir tamamlayıcılık ilişkisi var mıdır?

Sonra küreselleşme denilen süreç, demokrasi ve insan haklarının gerçekleşmesinin koşullarını mı yaratıyor, yoksa her türlü demokrasinin ve insan haklarının temelini aşındırıyor mu?

Demokrasi ve “demokratikleşme” kavramlarından hangisini kullanmak daha uygundur?

Fikret Başkaya bu soru(n)ları ortaya atarken[13] “demokrasi” kavramına da önemli kenar notları düşüyor…

Şimdi “demokratikleşme” diye diye AKP kuyrukçuluğuna soyunan neo-liberallere soruyoruz: Hangi demokrasiden söz ediyorsunuz!

Siz “yanıtınızı” düşünürken hızla sıralayayım:

i) Fikret Başkaya’dan, “Burjuva liberalizminin ‘özgürlüğü’ demek, burjuvazinin sınırsız sömürme ve zenginleşme özgürlüğü demekti…”[14]

ii) Herbert Spencer’den, “Geçmişte liberalizmin işlevi, kralın iktidarına bir sınır getirmekti. Liberalizmin gelecekteki işlevi de parlamentoların iktidarını sınırlamak olacaktır…”

iii) Karl Marx’ın, ‘Fransa’da İç Savaş’ından, “Burjuva düzeninin uygarlık ve adaleti, bu düzenin köleleri ne zaman efendilerine karşı başkaldırsa, kendi korkunç yüzlerini açıkça gösterirler. O zaman bu uygarlık ve bu adalet, maskesiz yabanıllık ve yasasız öç alma olarak, ereklerini açığı vurur. Sahiplenici ve üretici arasındaki sınıf savaşımındaki her yeni bunalım, bu gerçeği daha açık bir biçimde ortaya çıkarır…”

Buraya kadar izaha gayret ettiklerimize karşın hâlâ Ahmet İnsel, “Referandum 12 Eylül rejimini sonlandırmanın kapısını açacak”; Doğan Tarkan da, “… ‘Evet’ kazanırsa darbeciler, ulusalcılar, ırkçılar, 12 Eylül yandaşları bir darbe daha yiyecektir. Ve özgürlükçü bir anayasa için mücadele başlayacaktır,” diyebiliyorlar ise, onlara yakın arkadaşları Osman Kavala’nın, “12 Eylül’le hesaplaşmak için 12 Eylül’ün gelmesini bekleyen arkadaşlarıma sabır ve temenni diliyorum,” sözlerini anımsatırız. Umarız bu yeter!

“EVET”İN (YETSE DE, YETMESE DE) “NEDEN”İ…

Kayıtsız-koşulsuz “Evet” ya da “Yetmez”lisi, hangisi olursa olsun, 12 Eylül’ün dayattığı anayasanın “değiştirilmekte olduğu” yalanını güçlendirir…

Bu sadece bizim kanımız değil; “AKP konusunda şüpheler taşıyan ama evet oyu verme eğiliminde olanlar, böyle bir halk oylamasından güç alacak siyasal-toplumsal dinamiğin AKP’yi de 12 Eylül rejiminden çıkış yolunda daha kararlı adımlar atmaya zorlayabileceğini öngörüyor,” diyen Ahmet İnsel’in de beklentisi…

Bu beklenti, nafile olsa da, yalana yapışanlar yok değil!

Örneğin bir “dönek(bile sayılmayan)” Hadi Uluengin, “Siyaset bir pragmatizm sanatıdır. Aslında bakarsanız da gerçekçiliğin ta kendisidir. Dobra dobra ifade ettiğim gibi, 12 Eylül’de gerçekleşecek Anayasa değişikliği referandumunda ben göğsümü gere gere e-v-e-t oyu kullanacağım,” diyerek “Evet”in ne türde olursa olsun edilgen bir pragmatizm (faydacılık) beklentisinden malûl olduğunu itiraf ediyor…

‘Anadolu Ateşi’ Genel Sanat Yönetmeni (eski Gündem muhabiri!) Mustafa Erdoğan da, “Faşist anayasa değişiyor, ben buna ‘Evet’ derim,” derken -ki “değişiyor” tümcesinin altını çizmeliyiz-, kendi dışındaki bir “değişime” yaslanma pragmatizmini ifade ediyor…

Yanılgı burada!

Tıpkı, Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi Engin Şahin’in, “Halka, özgürlüklerini genişleten bir pakete ‘Hayır (ya da Boykot-b.n) de!’ nasıl denir?” sorusundaki üzere…

Siz hangi özgürlükte ve ne adına bahsediyorsunuz acaba?

Mesela MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Cihad Vardan’ın, “12 Eylül’de gerçekleşecek referandumda evet diyeceğiz. Böylece, 130 milyar dolara kadar ulaşan ihracat rakamlarını görmüş Türk özel sektörünün önü daha da açılacaktır. Bu sebeple, anayasal değişikliği paketi, iş dünyasına da doğrudan ve kısa vadede avantajlar getirecektir,” diyen yani 12 Eylül 1980’de TÜSİAD’lı Halit Narin’inin, bugün 12 Eylül 2010’da da MÜSİAD’lı Ömer Cihad Vardan’ının çöplendiği aynı kabın özgürlüğünden mi?

“Özgürlük” sözünü kirletmeyin; “özgürlük” sözünün (yalan değilse!) her ağza yakışmayacağını unutmayın!

İşte buna örnek vereceğimiz birkaç gazete haberi:

i) “12 Eylül’de referanduma sunulacak anayasa değişikliği paketine, Türkiye’nin manevi dinamiklerinden destek gelmeye devam ediyor. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kırkıncı hocaefendilerin ardından, ‘Üstad’ın bir diğer talebesi Abdullah Yeğin (86) de ‘evet’ diyeceğini açıkladı. Yeğin, ülkenin kanun devleti olması için oyunu bu yönde kullanacağını söylüyor…”

ii) “İş dünyasının referandum konusunda sesi gür çıkmaya başladı. TUSKON’un (Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu) sandıkta ‘evet’ oyu kullanacaklarını açıklamasının ardından 12 Ağustos 2010’da 350 bin üyeli İTO (İstanbul Ticaret Odası) da ‘evet’ diyeceğini duyurdu. 13 Ağustos 2010’da MÜSİAD Başkanı (Müstakil İşadamları ve Sanayiciler Derneği) Ömer Cihad Vardan’dan destek sözü geldi. Vardan, iş dünyasına çok büyük avantajlar getireceğini belirttiği anayasa değişikliği paketine ‘evet’ diyeceklerini söyledi…”

iii) “Yönetmen Sinan Çetin, referandumda ‘evet’ oyu kullanacak. Çünkü bunun darbelere son vereceğine inanıyor. Anayasa paketine ‘Hayır’ demek için hiçbir gerekçe olmadığı düşüncesinde. Çetin, çevresindeki ‘hayır’ demeyi düşünen aydınların hiçbirinden gerekçeleri konusunda tatmin edici cevap alamamış. “Bu korkunç bir ideolojik cehennemdir.” diyor…”

Bu tutumlarda şaşırtıcı olan hiçbir şey yok; sadece MESOP’un “Yetmez Ama Evet”i dışında![15]

Kim ne derse desin veya nasıl “gerekçe”lendirilirse “gerekçe”lendirsin; “Yetmez Ama Evet” diyenlerin bir kısmı aslında düpedüz coşkulu “Evetçi”; bu da “sır” değil!

Kaldı ki, sözcük oyunlarından yarar ummak da dürüst bir tutum değil!

Sorarız: Referandumdaki seçenekler arasında “Yetmez Ama evet” diye bir seçenek de var mı? Yok değil mi? “Evet” ya da “Hayır” var; önüne ne eklerseniz ekleyin ya “Evet” ya da “Hayır” dersiniz!

Kimsenin inkâr edemeyeceği gibi, referandumda ya “Evet” veya “Hayır” oyu kullanılıyor. “Yetmez Ama Evet” ya da “AKP’ye Hayır, Referanduma Evet” diyen bir üçüncü bir oy türü yok. Oylamada “Şartlı Evet”, “Şartlı Hayır” diye bir seçenek bulunmuyor… (Eğer “varsa”, AKP-BBP ve CHP-MHP bunların sayısını not etsin ve “Vatandaşlarımın şu kadarı bana şartlı oy vermişler” desin bari…)

“EVET”ÇİLERİN ÇARPITMASI VE LİBERAL HEZEYAN(LAR)

“Evet”in (yetse de, yetmese de) “siyasal zayıf”lığı, kaçınılmaz olarak da çarpıtma/ ve zorlamaları devreye sokuyor.

Örneğin “Aralarında oyuncu Lale Mansur ile Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı Osman Can’ın da bulunduğu ‘Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Platformu’ üyeleri Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ı ziyaret ederek, referandum da ‘evet’ oyu vereceklerini söyledi…

Osman Can, kendisinin kabule ‘Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Platformu’ destekleyicisi olarak katıldığına işaret etti…” haberine yansıyan yalan…

‘Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Platformu’ üyelerinin Erdoğan’ı ziyaret etmesi ve “referandum da ‘evet’ oyu vermesi”nden söz etmesi mümkün değil; bu yalan!

Bu yalana alet olan “Yetmez Ama Evet”ci Lale Mansur ile Osman Can’ın tutumu siyaseten çirkin…

Benzer bir konuda, ‘Taraf’çı Rasim Ozan Kütahyalı’nın tutumuna ilişkin olarak, bakın Sırrı Süreyya Önder da ne diyor:

“Bu referandum paketine katılarak meşruluk kazandırmam söz konusu olamaz. Egemenler arasındaki bir dalaşmaya ‘evet’ oyu vererek taraf olmam mümkün değil. BDP’nin ortaya koyduğu iradeyle dayanışma hâlindeyim, kolektif sosyalist iradeden ayrı davranmayacağım…

Şunu açıkça söylemek istiyorum: Bir kere, ben bu referandumun tasarlanış ve sunuluşuna esastan itiraz ediyorum. Yedi yıllık AKP iktidarında halkın karşısına bir ‘anayasa değişikliği’ imkânıyla ilk defa (ve tek defa) çıkılıp da, ülkenin temel meselelerinin hepsine teğet geçilmesini ve ‘halktan bir kez daha icazet alma’ görüntüsü yaratılan bu evet/hayır ikilemi mantığını reddediyorum…

Yöntemsel olarak bu platforma çekilen, egemenler arasındaki bir dalaşmaya ‘evet’ oyu vererek taraf olmam mümkün değildir.

Türkiye’nin emekçileri ve yoksullarının temel sorunları bu anayasa paketi içinde yoktur.”

“Dünya solunun bir parçası olarak önümüze koyabileceğimiz tek ‘yeni’ hedef ‘Yenildik, arıyoruz’ olabilir. Kibirden vazgeçerek, büyük bir tevazuyla işe başlama vakti,”[16] kaydı düşülmüş liberal hezeyan(lar), gün geliyor; çirkinliği, zırva dedikoduların haneğine indirgiyor(lar)!

Alın size “İşte O Aydınlar ==>>” başlığı ve “Oğuzhan K” müstear adıyla “internetteki tartışma grupları”na düşen bir (noktasına, virgülüne dokunulmadan) seviyesizlik örneği:

“Oğuzhan K.

“EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ, DEMOKRATİK YENİ BİR ANAYASA İSTİYORUZ REFERANDUMA KATILMIYORUZ” demişler, haha çok hoş :))))) – Oğuzhan K.

HER BOKA ÜÇÜNCÜ YOL BİLDİRİSİ adı altında bir dernek kurulsun. Hiç böyle sıkıntı yapıp imza toplamaya gerenk yok 🙂

– Mazhar Osman kesinlikle – phradrel

mazhar, çok tuttum derneğin adını! – hafif abi

şimdiye kadar yazdıklarıyla, çizdikleriyle utandırmayan birçok insan imzalamış, güzel olmuş, ellere kollara sağlık. – c. felix

bunlar cennet cehennem yanında üçüncü bir yer olması için de dua ederler şimdi. – marakes

baya aydınlattılar bizi saolsunlar :)))) – marakes

MAKSİMALİZM APOLİTİKLİĞİ solun yeni modası bu. BİZİ UTANDIRMAYIN DA AMAN HİÇBİR ŞEY YAPMASANIZ DA OLUR erkhngwtklh nkl4tnjş5ymj35şkl63u7kl – Mazhar Osman marakes

sana bir tek ampul yeter aydınlık için. boşver sen takılma bunlara… sorgusuz sualsiz teslimiyet stayla mü’min marakes :)) – fettah

iyi ki duydunuz şu maksimalizm lafzını 🙂 içinde haluk gerger, temel demirer, sibel özbudun, kürkçü gibi hiçbirşey yapmayan insanlar var, iyi dedin mazhar. öyle konuşan tipler bunlar falan filan… – c. Felix”[17]

Düzeye bakar mısınız? “Hiçbirşey yapmayan insanlar var, iyi dedin mazhar. öyle konuşan tipler bunlar falan filan…”

Haluk Gerger’i, Temel Demirer’i, Sibel Özbudun’u, Ertuğrul Kürkçü’yü, ne yapıp yapmadığı ve ödemekten geri durmadıklarıyla, dost düşman herkes bilir..

Ya siz kimsiniz, sanal dünyada astığı astık, kestiği kestik zat-ı muhteremler; siz kimsiniz ve liberal hezeyan(lar)ınız niye…

Sanal dünyanızdaki ekran ve klavyelerinizin karşısında canınızı sıkan, acıtan bir şey mi var yoksa?

POST-MODERN LİBERALİZM: “YETMEZ AMA…”

Post-modern liberalizm: “Yetmez Ama…”cılarının “solu sol yapan değerler”den söz etmeleri şaibelidir, zevahiri kurtarmak için “dostlar alışverişte görsün” muhabbetidir…

Örneğin Ufuk Uras, “Solu sol yapan değerler”den söz ederken “…‘Hayır’ demek, solu inkâr etmek olur” deyip, “Hayır’da hayırsızlık var…” tekerlemelerine “ısrar”la sarılırken; “Boykot”ta (ve “Yetmez Ama…” konusunda) susuyor!

Ancak Aziz Çelik, ‘Ufuk Uras’a Açık Mektup’ başlıklı yazısında bu suskunluğu yerle yeksan ederek, şunların ifade etmekten geri durmuyor:

Sevgili Ufuk… Meclis’te Anayasa oylamaları sırasında CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ile 5 Mayıs 2010’da CNNTürk’te 5N1K programında yaptığın tartışmada aynen şunları söylemiştin: “Bir algılama problemi mi var. Hâkimler ve savcılarla ilgili maddeye ‘hayır’ diyeceğim. Bütününe ‘hayır’ diyeceğimi söylüyorum. Bir algılama problemi varsa kahvaltıda biraz daha protein reçel falan almak lazım. Deminden beri bütününe ‘hayır’ diyeceğimi söylüyorum…”[18]

6 Mayıs 2010 tarihli Milliyet’te de bu konuşma aşağı yukarı aynı şekilde yer aldı: “Uras: Algılama problemi varsa kahvaltıda biraz daha reçel protein almak lazım. Paketin bütününe hayır diyeceğimi açıkladım. Hâlâ bu yorumlar yapılıyor. Bir ilkokul çocuğu bile anlar. Yani bunu anlamak için CHP’li olmamak mı gerekiyor. Çok hızlı konuştum galiba tane tane konuşacağım. Bu pakete hayır diyeceğim. Bütününe hayır diyeceğim.”[19]

Burada da bütününe ‘hayır’ diyeceğini söylüyorsun. Sahi, benim de bir algılama problemim mi var?”[20]

Önce “Hayır”, sonra “Hayır’da hayırsızlık var…” tekerlemesi ve suskunluk…

Ancak bu suskunluğu ‘Star’ın, “Modern dansın öncü ismi” diye sunduğu Zeynep Tanbay, “AKP’ye oy vermedim ama yaptığı doğru işleri hep destekledim. O yüzden oyum ‘evet’… Darbecilerin tedirgin olmasını istiyorum… Mutlaka evet… Boykotu boykot ediyorum… Ben BDP üyesiyim ve partime çok kırgınım. Boykot etmelerini boykot ediyorum… Bu vesayete son oylaması… Sistem AKP ile rayına oturuyor,”[21] diye bozuyor!

Tekrarlamak pahasına dikkat:

“Ben BDP üyesiyim… Partime çok kırgınım… Boykot etmelerini boykot ediyorum…

AKP’ye oy vermedim ama yaptığı doğru işleri hep destekledim. O yüzden oyum evet…

Darbecilerin tedirgin olmasını istiyorum… Mutlaka evet…

Bu vesayete son oylaması… Sistem AKP ile rayına oturuyor…” diyor “modern dansın öncü ismi” diye sunulan (ve “Dans edemeyeceğim devrim sizin olsun” diyen Emma Goldman’ın da kemiklerini sızlatan!) Zeynep Tanbay (Uras)…

Oysa “modern danscı”nın anlayamadığı, anlamak istemediği AKP’nin, referandumu ile YÖK gibi bir Anayasa Mahkemesi yaratmak isteğini makyajlayarak, “demokratikleşme” diye sunmasıdır!

Bu konudaki “Sazan”lıklarıyla, AKP’nin referandumuna “Yetmez koşulu”yla da olsa, “Evet” demeyi tercih ederek, siyasal iktidarın rüzgârına kapılanlar, akıl tutulmasının post modern numuneleridir!

Hatta Oral Çalışlar’ın, “Bu değişiklik paketi, belki bir sıçrama olarak tanımlanmayı hak etse de, elbette ki yeterli değil… Kalıcı izler bırakacak önemde olan bu dönemeci, tek bir siyasi partiye muhalefet çerçevesiyle sınırlı şekilde okumak, en hafif ifadeyle ‘vizyon yoksunluğu’dur,” deyişindeki gibi…

Ne “kalıcı izi”, ne “sıçrama”sı…

“Referandum kampanyası için oluşturduğumuz ‘Yetmez Ama Evet!’ kampanyasının gazete ilanlarıyla duyurulmasının ardından, bazılarının kimyasında belirgin bir bozulma yaşanmaya başladı,” diyen DSİP’li Şenol Karakaş’a; “TRT’ye çıkarılmakla taltif ve ‘Yeni Şafak’ta Ali Bayramoğlu[22] ile eski illegal/ Sovyetik TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu (yani Nabi Yağcı)[23] tarafından vaftiz edilen Doğan Tarkan, “Gerçekten yetmiyor” dese de şunları ekleyerek arka çıkıyor: “… ‘Evet’ kazanırsa bizim hesap sorma mücadelemiz kolaylaşacak. Daha rahat özgürlük isteyeceğiz.” “Bu Anayasa paketi ile bütün darbe anayasaları ve 12 Eylül Anayasası ağır bir darbe alacak. Çünkü temel kurumları değişiyor, çünkü darbecileri, işkencecileri, katilleri koruyan geçici 15. madde kalkıyor. Askerî vesayet kırılıyor.”

Ufuk Uras’dan Zeynep Tanbay’a, Oral Çalışlar’dan Doğan Tarkan’a post-modern liberallerin AKP’nin Anayasa Paketine kefil olduğunu unutmayın; asla unutturmayın!

“Yetmez”cilere “Hayır”; çünkü onlar “Jı hırçkê du eyar dernayê/ Bir ayıdan iki post çıkmaz,” diyen bir Kürt Atasözü’ndeki gerçeği kavrayamayarak, burjuva düzenin bir kanadını temsil eden AKP’nin kuyruğuna takılanlardır…

Altını çizdiklerimiz konusunda “Şu kadarını herkes teslim edecektir: AKP, Türkiye’nin geleneksel devlet iktidarına ve onun karanlık bagajına karşı uzun yıllardır verilen demokrasi mücadelesini hegemonize etti. Yani bu mücadele alanının belli başlı aktörlerini kendi hareketine eklemlemeyi başardı,” diyen Reyhan Dereli’nin saptamalarını kim “es” geçebilir?

AKP’nin 1970’lerin Milliyetçi Cephesi’nin 2010 versiyonu unutmadan; onların peşine takılmanın da pek muteber olmadığını hatırlatmak gerekir. Kaldı ki AKP, “Yetmez Ama Evet” çıtasının bu kadar düşürüleceğini bilseydi sekiz yıl beklemezdi galiba…

Unutulmasın “Evet” diyenlerin ateşli kanadını, AKP’li siyasetçi (doğal olarak) ve bir kısmı ülkücülükten/ İslâmcılıktan kırpılıp liberal yapılan yazar kesimi oluştururken; Mümtaz’er Türköne’den Başbakan Erdoğan’a, Bülent Arınç’a, Abdülkadir Aksu’ya, Cemil Çiçek’e uzanan yelpazenin “yurttaş özgürleşsin diye çırpınıyor” olması mümkün mü? (Aksu ve Çiçek’in 1980’lerden bugüne “devlet”in has mutemetleri olduğu da anımsanırsa!)

“HAYIR”CILAR…

Atilla Özsever’in, “Emperyalizme ‘Evet’ itirafı”ndaki “ulusalcılık”tan malûl olan “Hayır” tutumunun, radikal sosyalistler açısından savunulabilir hiçbir yanı yoktur.

Örneğin “yeni Halide Edip” rolü kesen Banu Avar’ın, “Neden mi ‘Hayır’?”ında “Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP, referandumu boykot’ görüntüsü altında ‘evet’ propagandası yapmaktadır. AKP, hergün şehit cenazesi kalkarken terör örgütüyle aynı safta yer almamak için BDP’ye ‘boykot’ cenahını uygun görmüştür. BİZ işte tüm bu rezilliğe HAYIR diyoruz!” diyen sıradan komedisine ne denilebilir veya nasıl bu safta yan yana durulabilir ki?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, referandumda “Hayır” gerekçesini, sivil diktatörlüklerin hızla arttığı vurgusu ve Türkiye’de oluşturulan korku toplumundan otoriterleşmeye gidiş olduğuna dikkat çekmesi; “Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül’de referanduma sunulacak Anayasa değişikliği paketinin 12 Eylül’le hesaplaşma anlamına geldiği söyleminin gerçek gündemi olmadığını öne sürmesi,” açıklayıcı bir tutum değildir…

“Hayır” demek yetmez! “Hayır”ın karşısında neyi savunduğunu “Ama”sız, “Fakat”sızca açıklamalıdır Kılıçdaroğlu…

Ancak açıklamıyor; kampanyasını AKP karşıtlığı, ulusalcılık, devleti kurtarma ve “İran deneyi” söylenceleriyle taçlandırıyor…

Mesela Yakup Kepenek, “Türkiye solcuları, İran solcularının yaptığı Humeyni rejimiyle işbirliği örneğinde olduğu gibi, en önce kendilerini yok edecek bir yanlışa düşmeyecek kadar deney ve birikim sahibidir,” derken; Güney Dinç de, “Hukuk devletini korumak için AKP’nin anayasa paketine ‘Hayır’ demek zorundayız,” diye ekliyor…

Hangi “Hukuk Devletini Korumak”tan söz ediyorsunuz; hani “avukatı olduğunuz Ergenekon”un hukuk(suzluğ)u mu sözünü ettiğiniz!

“Hayır”cılar bunları bir ayıklasa ne kadar iyi olur değil mi?

Ve tabii, bir soru daha: “Hayır” oyu vereceğini bir bildiriyle kamuoyuna duyuran sosyalist parti ve örgütler – bugün CHP’nin başında Kemal Kılıçdaroğlu değil de, Deniz Baykal olsaydı, acaba aynı yürek ferahlığıyla davranabilirler miydi?

Ve sorunun tercümesi: Sosyalist solun “Hayır”ında, “Kılıçdaroğlu faktörü”nün payı nedir?

Gel de “dağa taşa Karaoğlan yazan” sosyalist gençlerin de gayretleriyle 1970’lerde iktidara geçen Bülent Ecevit’in, başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz, “İlk işimiz sırtımızdaki keneden kurtulmak olacak” deyişini anımsama…

EVET + HAYIR = KAPİTALİZMİN SELAMETİ

Sözü daha fazla uzatmaya ne hacet; bu referandumda “Evet + Hayır = Kapitalizmin Selameti” demektir!

Çünkü “Türk siyasetçileri sonunda uzlaştı! Demokratik çözüm konusunda uzlaşamadılar ama, bakın ‘otoriter siyaset ve savaş’ zemininde nasıl kolayca buluştular. Demokratik çözümde uzlaşamadılar, çünkü hiçbir taraf, aslında demokrasiye inanmıyordu. Sorunları demokrasi ile aşmaya çalışmıyorlardı, demokrasi adı altında ‘bu işi bitirmeye’ inanıyorlardı. Bu işe şekilden değil, esastan girmeleri gerektiğini hiç anlamadılar, hatırlatmak isteyenleri susturmaya çalışmak demokrasiden ne anladıklarının en güzel ifadesiydi,” diyen Nuray Mert’in ifade ettiği eksende, Kürtsüz, emekçisiz bir referandum oyununun sergilendiği Türkiye’deki “paket” oylaması, 12 Eylül anayasası ve onun arkasındaki oligarşik rejimin Ordu merkezli egemen güçlerinin mevcut statükoyu korumak amacıyla “Hayır” cephesinde dizildikleri; “Evet” cephesinde ise, AKP’nin önünde durduğu bir cephede, devleti kendi çıkarları zemininde dönüştürmek isteyen küresel ve yerel sermaye güçlerinin ve gerici güçlerin dizildiği bir kamplaşma yarattı.

Her iki kamp da, Kürt halkını inkâr ve mevcut sömürgeci statükoyu koruma politikasını askerî şiddet yoluyla sürdürme, başta işçi sınıfı olmak üzere bütün halk güçlerini daha da yoksullaştıracak ve işsizliği kalıcılaştıracak kapitalizmin selametini gözeten neo-liberal politikaları sürdürme konusunda ortaklaşıyorlar…

Bu da kapitalizme onayın tabanını, “Evet”ten “Hayır”a uzanan yelpazede genişletiyor!

NEDEN BOYKOT? VEYA GEREKÇESİ!

“Neden boykot? Veya gerekçesi ne” mi?

“Ehvenişere tav olarak dünya değiştirilemez,” vurgusunun altını çizerek, “Boykot” deyip, haykırıyor Yıldırım Türker: “Kendisini bastırmaya, susturmaya, gözünü korkutmaya, zapt etmeye çalışanın karşısında direnenin tarafı… Kaybedecek fazla şeyi olmayanın tarafı… Omuzlarının üstüne kat kat bir inşaat kurulmuş olanın, alt katta oturanın tarafı”dır!

“Niçin” mi? Boykot devrimci bir seçenektir; eşitlik-özgürlük ve adalet için!

Boykot devrimci Marksist bir tavırdır; “Evet” de değildir, “Hayır” da, boykot devrimci bir tutumdur; çünkü itirazdır, rettir!

Çünkü emek ve özgürlük cephesinin geleceği “Evet”/ “Hayır” ikilemine sıkıştırılamaz. Radikal sosyalistlerden beklenen, düzeni seçenek olmaktan çıkarmaktır!

“Evet”/ “Hayır” tahtıravellisi sisteme hizmet eden bir “Kurt Kapanı”dır. Kapitalist egemenliğin iki yanlışından birini seçmek zorunda değiliz!

Referandum sürecinde devrimcilere düşen görev; gösterileni değil, saklananı açığa çıkarmaktır. Ufkumuzu sahte ikilemlere sıkışmayacak kadar geniş ve dik tutmalıyız.

“Evet” ile “Hayır”ın sınırlarına mahkûm olmayarak hayallerimizi umutlarımızı özgür bırakalım. Çünkü geleceğe dair tasavvurlarımızı böylesi sınırlar içine hapsetmek zorunda değiliz.

Hiç kuşku yok; i) Her ikisi de emeğe karşı sermaye bloklarının çıkarlarını ve iktidar mekanizmalarını düzenleme belgesi olmaktan öteye geçemeyen; ii) Her ikisi de halka göre devlet değil, kendi devlet anlayışına göre halk tarif etmeye kalkışan; iii) Her ikisi de özünde halk kitlelerinin kendi haklarına sahip çıkmasını engelleme temelinde düzenlenen oyunda Ertuğrul Kürkçü’nün net ifadesiyle, “Anayasanız da, ‘değişikliği’ de sizin olsun!” demek gerek…

Şu çok net: hâlen yürürlükte olan 1982 darbe Anayasa’sı, defalarca değişikliğe uğramış olsa da darbeci ruhunu muhafaza etmeye devam etmektedir.

Buna “Evet” de, “Hayır” da demeniz darbe Anayasası açısından köklü bir değişikliğe denk düşmez.

Sadece egemen bloğun ikiye bölündüğünü sergiler ki, bunu politik öngörü ve sezişe sahip herkes görmektedir.

Söz konusu kamplaşmanın bir kanadını “ılımlı İslâm” diğer kanadını ise “Ergenekon” oluştururken; mevcut referandum paketinin tarafları, bu iki güç arasında devam etmekte olan rekabettin kamplarıdır. Bu rekabette hangi taraf baskın gelirse gelsin her iki durumda da sosyalistler ve emekçiler ile yoksul halk yığınları her hâlükârda kaybeden olacaktır.

Böylesi bir durumda sosyalistler, emekçiler ve Kürtler kendilerine “yeni bir yol” açmalıdır. Bu yüzden de “Ilımlı İslâma da, Ergenekona da Hayır… Alayına isyan” deyip kendi taleplerini “Boykot”la dillendirmelidir.

Görülmesi gerek: Egemen sınıf olarak örgütlenmiş burjuvazi ve onun siyasal plandaki temsilcilerin iç tepişmelerinden “çözüm” değil; olsa olsa, çözüm imkânının koşulları çıkar; o da bunu oligarşik yapının içindeki yarılmalara taraf olmadan, derinleştirmek şartıyla

Bunu unutan “mürekkep yalamış münevver”ler, vatandaşlardan “Evet”/ “Hayır” oyu kullanmalarını istiyorlar…

Onların “Anayasa Değişiklik Paketi”ne ilişkin muhtelif rivayetlere göre: i) “Anayasa değişiklik paketine Hayır! demek lazım. Yoksa AKP’yi onaylamış olursunuz! Evet, demek AKP’nin dümensuyuna girmek demektir!” ii) “AKP değişimin tek partisi olarak gözükmemeli… Evet, deyip sollamak lazım! Veya ‘Yetmez Ama bu kadarından bile Allah razı olsun… Evet, diyelim! Hayır, demek statükoya onay vermektir, darbeciliktir!”

Ancak kazın ayağı böyle değil!

Sormadan geçmeyelim: “Yetmez Ama”cılar, AKP paketinin 12 Eylül Anayasası’nın özünü ne kadar değiştirip değiştiremediğine kafa yordular mı?

“Sivil”likten söz etmek yetmez, bunun ötesine geçip, önündeki engelleri kaldırmak gerek… Anayasa tartışması bir hak ve özgürlükler tartışması olması yanında, doğası gereği bir rejim tartışmasıdır kuşkusuz…

Kaldı ki AKP vesayet rejimini tasfiye etmenin değil, vesayetin müdahale araçlarını ele geçirmenin uğraşı içindeyken; 12 Eylül Anayasası’nın ötesine berisine yapılacak müdahalelerle darbe anayasasına demokratik bir öz kazandırılamaz.

AKP’nin tadilat paketi 12 Eylül ile hesaplaşmıyor, tersine 12 Eylül’den, 12 Eylül’ün ruhundan, zihniyetinden hizalanıyor.

Kaldı ki AKP paketi, 12 Eylül Anayasası’nın otoriter ve antidemokratik içeriği muhafaza edilerek hazırlandı. Dar anlamda referandumda tadilat paketi oylanacak olsa bile geniş anlamda oylanan 12 Eylül Anayasası olacaktır.

Zira sonuç itibarıyla oylanan 82 Anayasası’nın değişiklikleridir. Referandumdan, değişiklikleri “Evet” almış bir Anayasa’nın bir bütün olarak meşruiyeti de kuvvetlenecektir. Dolayısıyla mevcut Anayasa kalıcılaşacak, parça başı değişiklikler dışında köklü bir reform imkânını iyice azaltacaktır.

Tam da bu noktada Ahmet İnsel, “Ne kadar ince eleyip sık dokusak da, değişiklik paketinin hiçbir maddesinin bugün yürürlükte olanı demokrasi açısından daha geri bir noktaya götürdüğünü söylemek mümkün değil,” dese de AKP’nin “demokrat olduğu”, “demokrasinin önünü açtığı, açacağı” varsayımının topluiğne kadar  karşılığı yoktur, olamaz da!

Belirtmeden geçmeyelim: “AKP değişimin partisi” derken akıl sağlığınız yerinde mi?

AKP, bal gibi kapitalist statükonun partisidir; AKP, kapitalizmin âli menfaatlerini kollayıp korumakla yükümlüdür; sekiz senedir de bunu kanıtlamakla mükelleftir…

Bunlara “Evet, Evet!” diyorsanız; “Yetmez Ama…” bunun neresinde…

İrfan Cüre’nin haklı olarak, “… ‘İki kere hayır’ eşittir boykot” dediği koordinatlarda; “Boykot tutumunu utangaç Evetçilik olarak yorumlamak, en başta anayasa referandumuna ilişkin tutumu düzen içi dalaşmanın ifadesi olan ‘Evet-hayır’dan ibaret görmek ve ‘hayır’ı da tartışmasız tek doğru tutum olarak varsaymaktır. Oysa tam tersine ilk bakışta birbirine oldukça uzak bir tutum gibi görünen ‘Evet-hayır’ tutumları sorunun özü itibariyle birbirine en yakın iki tutumdur.”[24]

Konuya ilişkin olarak “Boykot Kimliktir” (17 Ağustos 2010) yazısında şunları diyor Mihrac Ural: “Evet dediğimizde onaylanacak anayasa paketi, gerçekte darbecilerin 82 anayasasının temel parametreleriyle oluşmuş bir anayasayı onaylamak anlamına gelecektir…

Hayır dediğimizde ise farklı bir yerde olmayacağız. Bu tavrın ilk adımdaki sonucu, 12 Eylül anayasasının yürürlükte kalmasına Evet demektir. Hayır diyenlerin bu referandumda bilinen ya da oylanmaya sunulan bir alternatifleri yoktur.

Bu referandumda iki ayrı anayasa önerisi yok. Verilecek oy Evet olsa da, Hayır olsa da sistemin ortaya koyduğu sınırlara kabul oy verilmiş olacaktır…

Bu yanıyla Evet demek AKP’ye kan taşımaktır. Hayır demek de CHP ve MHP’ye kan taşımaktır; tarihlerinin hiçbir döneminde demokratik hiçbir anayasaya eğilim göstermemiş milliyetçi-ulusalcı güçlerin yörüngesinde olmaktır…

Evet ya da Hayır tutumuyla sayı olabilirsiniz. Boykot ise kimlik kazandırır.”

Ancak bu gerçeğe karşın hükümeti de, muhalefeti de, biraraya gelip bizi sonu olmayan bir oyunun içine çekmeye çalışıyor. Her ikisi de, ölümü gösterip sıtmaya razı olmamızı istiyor.

“Evet”çiler, “Hayır derseniz Ergenekoncu, darbeci olursunuz. 12 Eylül Anayasası’nı, zulmünü savunur duruma düşersiniz,” diyerek AKP statükosunu; 12 Eylül Anayasası’nın yeni biçimini “çare”ymiş gibi yutturmaya çalışıyor.

“Hayır”cılar ise, “Aman Evet demeyin Fettullah’ın politikalarını destekler duruma düşersiniz, AKP düzeninin payandası olursunuz,” diyerek, bizleri yamalı bohçaya dönen 12 Eylül Anayasası’nın mevcut hâline sahip çıkmaya çağırıyor.

Yani emekçiler, emek düşmanlarının hegemonya mücadelelerine alet edilmek isteniyor.

Bizden, egemenlerin kayıkçı dövüşüne alet olmamamızı, “eski-yeni 12 Eylülcüler’in anayasaları”ndan yana olmamızı istiyorlar…

Bu mümkün mü? Elbette değil!

Kaldı ki 12 Eylül 2010’da yapılacak referandumla, 12 Eylül Anayasası yeniden yapılandırılmaya çalışılarak, ömrü uzatılmaya çalışılmaktadır.

Erdoğan’ın söylediği gibi, “Bu anayasa bu kadar değişir” ifadesi, aslında yapılanlardan ziyade yapılmayan ve yapılamayan değişiklikler ile gündeme gelen anayasa oylaması sürecinin sonuçsuz kalacağının net göstergesi olmuştur.

Bu bağlamda “Vesayet rejiminde gedik açabilecek kısmı değişiklikleri – iyileştirmeleri kapsayan bir referandum”dan söz eden neo-liberal savrulmanın, zekâ düzeyinden sorunu yoksa, niyeti bozuktur; tıpkı CHP/MHP önderliğindeki, “anti-AKP”ci tutuma endekslenmek gibi…

Ve nihayet “Referandum, yaklaşan seçimlerin bir provası niteliğini taşıyor. Bu seçimde işçileri, emekçileri ve ezilenleri burjuvazinin iki kanadından bağımsızlaştıracaktır”![25]

Önemi de buradadır!

BOYKOTA “İTİRAZ(LAR)”

Boykota “itiraz(lar)”a gelince, bunların çoğu boykotun yanlışlığına değil, kafa sayısı hesaplarına uymadığı noktasında…

Mesela bu konuda Gençay Gürsoy, “Evet ve hayır dışında kalan, BDP ve ona yakın duran sol siyasi çevrelerin benimsediği ‘boykot’, iktidarın ve muhalefetin her türlü siyasi basiretten uzak bir tutumla sürdürdüğü dışlayıcılığa karşı, en anlaşılabilir ama sonuç alıcı ataklıktan yoksun bir siyasi pozisyonu temsil ediyor,” derken; İsmet Berkan da ekliyor: “Benim aklım ermeye başladıktan sonra tanık olduğum ilk seçim boykotu, yanlış hatırlamıyorsam 1979 ara seçiminde sol grupların, özellikle de Dev-Yol ve Dev-Sol’un seçim boykotuydu.”

Ancak bu kategori dışında boykot konusunda “histeriler” geçirenler de yok değil; “Yanlış zamanda haklı talepler ileri sürmek, muhtemel bir müzakere ve diyalog sürecini imkânsız hâle getirebilir… 12 Eylül’de ‘evet’le birlikte Türkiye’nin zaptedeceği ‘yeni demokratik mevzi’, Kürt sorununun, Kürtlerin razı olmayacağı ‘kelepir çözümü’nün ötesinde arayışları mümkün kılacak bir ‘siyasi iklim’ oluşturacağı için önümüz açılacak. Türkiye’nin yakın geleceğine ilişkin ‘büyük fotoğraf’ı görebilmek için evet!” diyen Cengiz Çandar gibi…

Kürtlere “sabır” tavsiye eden Çandar’a, Yalçın Yusufoğlu da şu yerince yanıtı veriyor:

“Referandumu niçin boykot ediyorsunuz?’ diye soranlar, AKP’ye dönüp ‘açılıma ne oldu, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, KCK tutukluları ne zaman serbest bırakılacak’ diye sordular mı? Sormadılar.

Başbakan Dersim’i CHP’nin bombaladığını söylemiş. Başbakan doğru söylüyor, 1937’de öyle olmuştu; ne var ki, kendisi 2010’da Sakarya’da bu konuşmayı yaptığı sırada, Tunceli 4. Tugay Komutanlığı’ndan kalkan Kobra ve Skorski tipi helikopterler Zel Dağı, Kutu Deresi ve Dokuz Kayalıklar mıntıkasını bombalıyordu. Tunceli’nin Wenk ve Halbori mıntıkasına dün (15 Ağustos 2010-b.n) yapılan bombardıman sonucu ise çıkan yangın hâlâ sürüyordu. ANF haberine göre, Temmuz’dan 10 Ağustos’a kadar bombardımanlar nedeniyle 61 alanda yangın çıkmıştır.

Sol adına ‘Evet’ diyen arkadaşlar, ‘Evet’ kampanyasına ayırdıkları zamanlarının ve yazılarının onda birini özerklik konusuna eğilmeye niçin ayırmıyorlar? Hiç değilse bu konunun siyaset gündemine getirilerek tartışılması, lehte, aleyhte, hakkında konuşulması için neden gayret gözetmiyorlar? Demokratikleşmeye müdahil olmak böyle midir? (…)

‘Uslu çocuk ol’, ‘AKP’nin yaptıkları sana da yarar’, ‘bekle sabret, hele şu vesayet rejimi bitsin, gerisi kolay, AKP demokrasiyi sol destekle getirecek, sen de destekle’den başka ne söyleniyor?”[26]

Neo-liberallerin bu konuda söyleyecek sözü olmalı!

Öte yanda ise, “boykot tavrı” bir “teorisisizm” sorunu gibi paketlemeye kalkarak, “… ‘Sosyalist’ grupların referandumu ‘matematiksel olarak’ etkilemeleri pek mümkün değilse de… Solda teori önemlidir. Çoğu zaman dogmatik, kalıpçı biçimde düşünce hayatımıza yansısa da, teorik tartışmalar sol tarihimizin önemli unsurlarından birisidir.

Bu konuda karakteristik bir örnek vermek gerekirse… Bizim ‘teyp Silo’ diye bir arkadaşımız vardı. Lenin’in, Marx’ın kitaplarından kitabın sayfasını vererek alıntı yapar, karşı taraftakileri ‘mat’ etmeyi başarırdı. Karşı sol grupların taraftarlarını bu şekilde ikna etmek mümkün olabilirdi. ‘Teyp Silo’ olağanüstü hafızasıyla sosyalistler arası tartışmanın efsanevi popüler figürlerinden birisi hâline gelmişti. Teorinin bir şov unsuru olarak kullanılması belki sempatik olabilir, ama ‘teori şovu’nun toplumsal çözüm açısından yetersiz olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur,” demesine gelince; Oral Çalışlar bize, bu tür işportacı ucuzluğuyla ahkâm kesmesin; ayıp oluyor…

O da biliyor ki, boykot bağımsız-devrimci bir politika, duruşuyla da “Evet”in de, “Hayır”ın da üzerinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanıyor…

Meselenin “Teyp Silo” metaforunu çoktan aştığı ufukta Oral Çalışlar gibi, tüm neo-liberallerin ve de “Hayır”cıların rahatsızlığı buradan kaynaklanıyor; yani bağımsız-devrimci politikayı kendilerine endeksleyerek likide edememelerinden…

Bakın bu konuda Oral Çalışlar ile ayrı yerde olsa da, “Boykot iki defa evet anlamına gelecektir. Boykot bir küskünlük ifadesi olarak kaldığı, sisteme alternatif bir tutumu aktif olarak gündeme getirmediği takdirde pasif bir eylem olarak bir anlamda egemen sınıfların politik arenada etkinliklerini sürdürmelerine yardımcı olur… Bu imkândan yararlanarak yığınlara gerçek demokratik dönüşümlerin neler olduğu ‘hayır’ vesilesiyle anlatılabilir,” diyen Sosyalist Parti MYK Üyesi Mahir Sayın’ın ifade ettiklerinin mantık(sızlığ)ı nasıl da birbirleriyle örtüşüyor…

KÜRTLER ÜZERİNE HESAP(LAR)

Referandumda herkesin Kürtler üzerine hesap(lar)ı söz konusu; ama en çok da AKP ile “Têr nake! Lê disa Erê…/ “Yetmez! Ama Evet…”” diyenler!

Mesela “Evet”çilerden birisi, Süleyman Seyfi Öğün, “Referandumdan evet çıkarsa kavga yatışacak. Hayır çıkarsa kavga büyüyecek. Devlet daha sertleşecek. BDP ve PKK hayırları güçlendiriyor. Bununla yüzleşmek zorunda kalacaklar,” diyor…

Radikal sosyalistlerden başkaldıran Kürtlere kadar uzanan alternatife devlet (başında kim olursa olsun!) hep sert (ya da olması gerektiği gibi) olmuştur… Bunun ötesindeki soru(n) ise post-modern liberaller ile beyaz Kürtlere aittir… Ancak ne yazıktır ki, post-modern liberallerden beyaz Kürtlere uzanan yelpazenin çözümünden devrimciler sorumlu değildir; onların buna taraf olması da beklenmemelidir!

Evet, Diyarbakır’da Sivil Dayanışma Platformu’nu oluşturan 495 sivil toplum örgütü, Şanlıurfa’da ise 49 sivil toplum örgütü 12 Eylül 2010 günü yapılacak referandumda Anayasa değişiklik paketine “evet” oyu kullanacaklarını açıklayabilir; Diyarbakır’da 14 sivil toplum örgütü 12 Eylül günü yapılacak referandumda, aldıkları ortak kararla evet diyeceklerini açıkladı. Ortak kararı açıklayan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, Anayasa değişikliklerini yeterli bulmadıklarını ancak evet diyeceklerini söyleyebilir; bunun üzerine de Murat Yetkin, “14 kuruluşun sözcülüğünü yapan Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) Başkanı Galip Ensarioğlu ve arkadaşlarının çıkışıyla görüldüğü üzere artık Diyarbakır’da PKK’nın yönlendirmesini reddeden sivil ve bağımsız sesler yükselmeye başladı. Önemli olan bu…” diyebilir!

Ancak bunlar esasa müteallik şeyler değildir; neo-liberallerin hesapları yanlıştır; bu hesap Diyarbakır’dan dönecektir…

Hem de “12 Eylül referandumunun, silahların sustuğu bir ortamda gerçekleşmesi, Kürt halkının serbestlik içinde ‘evet’ kullanmasına imkân verecek.

BDP, ‘boykot’ kararından resmen dönmese bile, ‘boykot’ için tüm güçlerini seferber etmediği ve ‘halkın kararına saygılı davranacağını’ açıkladığı takdirde, Türkiye’nin kendi yararına olacak ‘demokratik gelişmesi’nin önünü açacak,” diyen Cengiz Çandar’ın “ham hayalleri”ne inat!

Bırakın, Oral Çalışlar da, “Asker, Kürt sorununun müzakere yoluyla, diyalog yoluyla, siyaset yoluyla çözülmesinin önündeki en büyük engel olmanın yanısıra, sorunun en büyük yaratıcılarından biri olma özelliğine de sahip. Askerî hegemonyanın gücünü kaybetmesi, Kürt sorununun çözümünün zorunlu koşulu,” diyerek “Kürt Sorunu”nun T. “C” sisteminden kaynaklandığı gerçeğini gölgelesin; ya da Ahmet Altan, “Taraf’ta BDP’ye yer vermeyeceğiz,” desin; bu yalan, şantaj ve dayatmalar hiçbir şeyi değiştiremeyecek…

Evet, kimi “pazarlık” iddiaları[27] ve “soldan eleştiriler”e[28] karşın, “Evet”ten “Yetmez Ama”sına, “Hayır”dan “İstemesek de”sine dek herkes, farklı ve etkili bir duruşa denk düştüğü için boykota, boykotçulara düşmandır! (malum ya “İnsan cahil olduğu şeyin düşmanıdır,” der Hz. Ali…)

Boykotçular değerinizi bilin, öneminizi fark edin!

BDP’NİN TUTUMU

Yine de vurgulamak gerek; BDP’nin tutumu gel-gitli; onlar buna, “Politikanın gereği deseler,” de; bunu “Onaylamak” mümkün değil!

Örneğin BDP kanadından “referandumu boykota devam” mesajları gelmeye devam ederken Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Genel Başkanı Ahmet Türk, “Hükümet ciddi hamle yaparsa her şey değişebilir” dedi.

“BDP’nin boykot kararına ilişkin bazı basın yayın organlarında çıkan, ‘Boykot kararı yumuşatılabilir haberlerinin gerçeği yansıtmadığını belirten BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, söylentiler için ‘Kara propaganda,’ diyen” BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da 20 Ağustos 2010 akşamı miting için gittiği Şırnak Cizre’de, “Yıllardır özgürlük mücadelesi yürüten bir halk olarak, 12 Eylül’de tarih yazacağız. Bizi yok sayanları, bizler de 12 Eylül’de onları yok sayarak referandumu boykot edeceğiz,” diye seslenirken; alanda “İnadına boykot inadına demokrasi”, “Anaların gözyaşı dinmedi Erdoğan, kadınlar seni boykot edecek,” sloganları atıldı.

BDP’nin bu noktadaki tutumuna ilişkin olarak eski Diyarbakır Barosu Başkanı Sezgin Tanrıkulu, BDP’nin referandumda “sandığa gitmeme” kararını doğru bulmadığını ancak hükümetin de “evet” potansiyeli yüksek olan bir yerde sandık protestosunun aleyhine olacağından korktuğunu söylerken; İsmail Beşikçi Hocamızın, “BDP pakete destek vermeliydi” vurgulu, “BDP’nin bu konudaki tutumunu olumsuz buluyorum… Kürtler referanduma destek vermelidir,”[29] söz ve tutumunu onaylamamız mümkün değildir!

“SONUÇ YERİNE”

Diyeceklerimizi, şimdiye dek dile getirdiklerimizi bir kez daha vurgulayarak, şimdilik “sonluyor”; bu kayıt altına almanın, tartışmanın çok önemli olduğunun altın ı bir kez daha çiziyoruz.

– AKP’nin “sahte” Anayasa değişikliği paketi, bu partinin “hükümet” olmadan “iktidar” olmaya yönelen bir hamlesinden ibarettir. “Çocukları istismardan koruma”, “gazilere, yaşlılara ayrıcalık”, “seyahat özgürlüğü”, “kamu çalışanlarına (grevsiz) toplu sözleşme hakkı” gibi göz boyayıcı maddelerin örtemediği, yargı kurumunu denetim altına alma gayretidir: ve bu, tüm alanları merkezin tekeline veren 12 Eylül mantığının devamıdır!

– Bu “paket”, Türkiye’de emekçileri, işçileri, Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri, yoksulları… Kısacası sistemin tüm “mağdur ve madûnlarını” AKP’nin kuyruğuna takma telaşındaki “(neo-)liberal aydınlar”ın öne sürdüğü “vesayet sisteminden kurtulma”, “özgürleşme” perspektifleriyle uzak-yakın ilişkisi yoktur. Tam tersine, başka bir “vesayet”i, “sermayenin (neo-liberal) vesayeti”ni devreye sokacak düzenlemelerin önünü açmaktadır.

– “Hayır” ise, mevcut statükoda en ufak değişiklik girişiminde ortalığı ayağa kaldıran CHP/MHP bloğunun 12 Eylül rejiminin “aziz hatırası”na kayıtsız-koşulsuz bağlılığının takipçisi olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır…

– “Evet” ile (zıt ikizi) “Hayır”, çatlamış egemen bloğun birbiriyle kıyasıya mücadele içindeki iki fraksiyonunun önümüze sunduğu, ve her biri kendisini restore etmeyi hedefleyen iki seçenek(sizlik)tir:  Bu iki seçeneği elinin tersiyle iten, ve bu coğrafyada emekçiler, işçiler, Kürtler, Aleviler, kadınlar, gençler, yoksullar, kısacası sistemin tüm “mağdur ve madûnları” için gerçek bir “Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” düzeninin Anayasası’nı mücadeleleriyle yazmaya talip devrimci seçenek, önümüzde durmaktadır. Boykot, TÜSİAD/MÜSİAD eliyle “statükocu/(neo)liberal”, “laikçi/(ılımlı) İslâmcı”,  “garnizon/cemaat”, “askerî vesayet/polis devleti” ikilemlerine kilitlenmiş açmazı bir tekmede kırıp çıkma tavrıdır!

Şu hâlde;

i) Biz(ler)e “Evet”/ “Hayır”ı layık gören politika(sızlık)lar, Erich Kaestner’in, “Politika Dışındakileri Kutlama” dizelerindeki açmazın sözcüleri, taşıyıcılarıdır:

“Ne çıktı, ne de çıkar sesiniz/ Diledikleri gibi yapsınlar, dersiniz./ Olur mu devletin işine karışmak?/ Siz oturun, bekleyin o kadar!/ Sanki bir dişçidir başucunuzda kader/ Sizin ödeviniz de ağzınızı açmak…”[30]

ii) Şimdi buna itiraz ederek, Kemal Özer’in şiirindeki umutla silahlanma zamanıdır: “Bir sabah ayağa kalktık/ aynı anda, birbirimizden habersiz;/ gözlerimiz yoksul ve kocaman./ birlikte çarpıyordu artık/ aynı saçağın altında yüreklerimiz./ Yürüdük yaşamı savunmak için/ bir yanda umut, bir yanda düşman…”

iii) Evet, gün birleşerek bağımsız-devrimci çizgide ilerleme günüdür; Attila Jozsef’in ‘Kalabalık’ dizelerindeki üzere: “İş ve ekmek…/ Dalgalar gibi art arda/ Yürüyor kalabalık, haykırarak/ Yumruklarından taşlar fışkırıyor/ Kaya parçaları ve kafanıza/ Yediğiniz bir darbeden sonra/ Kendinize gelirken/ Gördüğünüz kıvılcımlar./ Kalabalık…”

iv) Nihayet birgün, “Güneştir benim Cumhuriyetim./ Canavarların suratına,/ sıkılmış bir yumruktur benim Cumhuriyetim!/ Benim Cumhuriyetim parmaklıklar arasında/ parlayan o küçük, karlı gök karesidir…/ Umudun mayasıdır/ Yıkılmaz anıtıdır zorlu aklın/ ve tan vaktidir/ yoksulların, ezilmişlerin, aşağılanmışların,” diyebilmek için Andre Laude’nin dizelerindeki üzere…

25 Ağustos 2010 16:31:35, Ankara.

N O T L A R

[1] José Saramago.

[2] Thomas More, Sokrates’ten Aşık Veysel’e İnsan, Toplum ve Yönetim Üstüne Denemeler, Işılay Narin-Onur Ünlü-Sedenay Akgün-Senem Özçalcı, Umuttepe Yay., 2010.

[3] Zvi Bar’el, “Kemalizm Yerine Erdoğanizm”, Ha’aretz, 1 Ağustos 2010.

[4] “Tıpkı ‘resmî vesayet yoktur’ zihniyeti gibi ‘sivil vesayet yoktur’ zihniyetinin de tedavisi kolay değildir.” (Aziz Çelik, “Sivil Vesayet mi, Paranoya mı?”, Radikal İki, 22 Ağustos 2010, s.6.)

[5] Hakan Mıhçı, “Ölü Doğmuş Proje Demeti Olarak Açılımlar ve Referandum”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 2010, s.2.

[6] Hakan Mıhçı, “Ölü Doğmuş Açılımlar ve Referandum”, Radikal İki, 8 Ağustos 2010, s.6.

[7] Ergin Yıldızoğlu, “Hegemonya, ‘Yumuşak Güç’, Takıyye”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2010, s.4.

[8] Bkz: Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar. Dün Devlet, Bugün Cemaat, Angora Yay., 2010.

[9] Muhammed Nureddin, “Referandumda AKP Değil, İlerleme Oylanacak”, Haliç, 14 Ağustos 2010.

[10] Efe Peker, “AKP’nin 12 Eylül’ü”, Radikal İki, 8 Ağustos 2010, s.1-8.

[11] “Sahibinin Sesinden ‘Evet’ Desteği Geldi”, Birgün, 2 Ağustos 2010, http://www.birgun. net/actuel_ index.php? news_code= 1280749877&day=02&month=08&year=2010

[12] Burak Çelik, “2010 Anayasa Değişikliği: Bir Bilanço Denemesi”, Birgün, 14 Ağustos 2010, s.11.

[13] Fikret Başkaya, “Demokrasiyi Nasıl Bilirsiniz?”, Çığırından Çıkmış Bir Dünya, Özgür Üniversite Kitaplığı.

[14] Fikret Başkaya, “Demokrasi: Bir Kavrama Dair Yanılsama ve Gerçek”, Özgür Üniversite Forumu, No:9, Ekim-Aralık, 1999, s.28.

[15] “MESOP Yürütme Kurulu, 12 Eylül günü yapılacak kısmi anayasa değişikliği referandumuna ilişkin tavrını belirledi. MESOP’un konuya ilişkin açıklamasında, “Biz Kürdistanlı komünistler, değişiklik paketini ‘demokrasi ve özgürlükler paketi’ olarak algılamıyoruz. Ancak, bu değişiklik paketi, ırkçı Kemalist rejimde küçük bir gedik açacağından ve demokratik bir anayasa için halkları, emekçi sınıfları, devrimci güçleri dinamize edeceğinden, referandumda oyumuzun renginin ‘evet’ olması gerektiğine inanıyoruz. Halkımıza çağrımız bu doğrultudadır” denildi.” (Newroz, Yıl:4, No:140, 29 Temmuz 2010, s.3.)

[16] Ömer Faruk-Murat Özgünay, “Haklı Kalmak mı, Güçlü Olmak mı?”, Radikal, 20 Temmuz 2010, s.17.

[17] “İşte O Aydınlar ==>> – Oğuzhan K. – FriendFeed”, http://friendfeed.com/ohankay/212d3efc/iste-o-aydnlar?embed=1

[18] Konuşmanın görüntüleri DailyMotion’da aşağıdaki linkte yer alıyor: http://dai.ly/bwvEkd

[19] http://www.milliyet.com.tr/-akp-kuyrukcusu-elestirisi-kizdirdi/siyaset/haberdetay/06.05.2010/1234303/default.htm

[20] Aziz Çelik, “Ufuk Uras’a Açık Mektup”, 16 Ağustos 2010, (turnusol.biz): www.sendika.org

[21] Fadime Özkan, “Darbeciler Allah’tan Değil Milletten Bulacak”, Star Gazetesi, 26 Temmuz 2010.

[22] “DSİP küçük bir siyasi parti ve referanduma ‘evet’ diyen iki sol partiden birisi. Diğer ‘evetçi’ sol parti ise EDP (Eşitlik ve Demokrasi Partisi). EDP’nin Genel Başkanı Ziya Halis, yaptığı bir açıklamayla ‘evet’ oyu davetini gerekçeleriyle açıklaması basında epey yankı buldu…

Ve söylediklerinin tümünü toparlayan Türk solu adına umut veren şu tespiti yaparak bitiriyor sözlerini EDP’nin Genel Başkan Yardımcısı: ‘Türk solunda önemli bir değişim var. Kendi içine konuşan solun dışında, Türkiye’ye konuşmak isteyen solcular var. Biz böyle bir yarılmanın üzerine oturuyoruz. Bunu temsil ediyoruz…’ Sol adına umutlu olunacak bir durum bu… Dileyelim bu yarılma derinleşsin…” (Ali Bayramoğlu, “Sol’da Farklı Duruş ve Yeni Bir Çıkış…”, Yeni Şafak, 23 Temmuz 2010, http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=23.07.2010&y=AliBayramoglu)

[23] “Ne iyi ki, solda içimizi ferahlatan EDP, DSİP gibi örnekler var. Ne iyi ki, referandumda ‘evet’ için kolları sıvamış pek çok solcu ve pek çok sivil toplum inisiyatifi var.” (Nabi Yağcı, “Neler Oluyor”, Taraf Gazetesi, 7 Ağustos 2010.)

[24] “… ‘Hayırcı’ Solcuların Mazeretlerine Yanıtlar”, Kızıl Bayrak, No:2010/32, 13 Ağustos 2010, s.4.

[25] Sungur Savran, “İşçi Hareketine Ne Yapmalı?”, Radikal İki, 15 Ağustos 2010, s.5.

[26] Yalçın Yusufoğlu, “Evet / Hayır / İkisine de Hayır”, Sesonline, 16 Ağustos 2010, 2010.

[27] Murat Yetkin, “Öcalan’ın Referandum-Ateşkes Pazarlığı”ndan söz edip, “Pazarlık ve talepler”in (Murat Yetkin, “Öcalan’ın Referandum-Ateşkes Pazarlığı”, Radikal, 16 Ağustos 2010, s.11.) altını çizerken; “1) Etnik vatandaşlık tanımı olmayan yeni anayasa 2) PKK operasyonlarının durması 3) ‘KCK’dan tutuklularının serbest kalması 4) Düşük seçim barajı 5) Siyasi çözüm için müzakere koşuluyla… BDP, referandumu boykot etme kararını, ‘hükümetin kendi ortaya koydukları koşulları kabul etmesi durumunda yeniden değerlendirebileceklerini açıkladı.” (Yurdagül Şimşek, “BDP ‘Evet’ Pazarlığı İçin Beş Şart Öne Sürdü”, Radikal, 19 Ağustos 2010, s.11.)

[28] “Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephesi de anayasal hayaller peşinde sürükleniyor… Kürt hareketinin sınırları cephenin de sınırlarını çiziyor…” (“Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephesi de Anayasal Hayaller Peşinde Sürükleniyor”, Kızıl Bayrak, No:2010/31, 6 Ağustos 2010, s.5.)

[29] İsmail Beşikçi, “Referandumda ‘Hayır’ Kürtlere Kaybettirir”, Taraf, 7 Ağustos 2010, s.9.

[30] Erich Kaestner, “Politika Dışındakileri Kutlama”, çev: Behçet Necatigil.