TÜRKİYE | 01 – 09 – 2010 | “Res tantum valet,
quantum vendi potest!”[*]
Yeni adlî yılın açılışının eşiğinde, Anayasa değişikliğine ilişkin referandum, Adalet Bakanlığı-HSYK kapışması, Ergenekon duruşmaları, tutuklanıp salıverilmeleri bir “tahterevalli” oyununa dönüşen “darbe zanlısı” TSK mensuplarının durumu vb. “krizler”in depremiyle sarsılan Türk hukuk sisteminde kimsenin fark etmediği bir yara, kanamaya devam ediyor; ve üstüne üstlük de açıldıkça açılarak.
Oysa bu yara, belki yukarıda sayılan “büyük kıyametler”den çok daha güncel, çok daha can yakıcı biz, bu ülkenin ayrıcalıksız, sıradan yurttaşları için.
İnsan hakları savunucusu avukatlar hakkında yapay suçlamalarla birbiri peşi sıra açılan davalar, doğrudan, hak ihlâllerinin sürekli hedefini oluşturan biz sosyalistler, militan işçiler, Kürtler, muhalif aydınlar, ana-akım dışı gazeteciler, insan hakları savunucuları, vicdanî redciler, Çokuluslu şirketlerin çıkarlarına taş koyan çevre eylemcileri…nin savunma hakkını hedef tahtasına yerleştiriyor, onları savunmasız bırakmayı hedefliyor, çünkü.
Avukat Levent Kanat’ın bu konudaki kuramsal çerçeveyi çizen makalesinde net bir biçimde açıklıyor: [**] AİHM kararlarının da zorlamasıyla siyasal nitelikli soruşturma ve yargılamaların tüm aşamalarında avukat bulundurulması ve avukat yardımından faydalanılmasının hukuki güvenceye bağlandığı yakın zaman öncesine dek, kolluk kuvvetleri, yargı sürecinin doğrudan müdahili, savcısı, hatta yargıcı konumundaydı. Soruşturma ve yargının tüm aşamalarında avukattan yararlanma hakkı, biz “ayrıcalıksız muhalifler” açısından bir yaşam ve temel haklar sigortası işlevi görmektedir.
Ve bu, kolluk kuvvetlerine “kâtiplik”, “noterlik” yapmayı reddeden bir avuç onurlu avukat sayesinde mümkün olmuştur: Onlar; yani her başımız sıkıştığında yanıbaşımızda bulduğumuz, vicdanlarını cüzdana tahvil etmemiş, haksızlıklara boyun eğmeyen, her zaman ezilenlerin, sömürülenlerin yanında saf tutmayı görev bilen, baskılara, tehditlere pabuç bırakmayan, mesleğin yüz akları…
Şimdi Filiz Kalaycı, Hasan Anlar, Halil İbrahim Vargün, Murat Vargün, Selçuk Kozağaçlı, Şiar Rişvanoğlu, Taylan Tanay kişiliğinde “onlar” sindirilmeye çalışılıyor. İsteniyor ki, savunma mesleği, yargı sürecinin geri kalan unsurları gibi güvenlik güçlerinin kestiği cezaya sessiz sedasız uzatsın müvekkilinin boynunu. Düzenin tornasına boylu boyunca uzanmayı reddeden muhaliflerin, başkaldıranların, itiraz edenlerin “te’dip ve terbiye” edilmesi mekanizmasının bir dişlisi olsun… “Hak-hukuk” denildiğinde ensesi kalınların iş takipçiliğinden başka bir şey düşmesin aklına…
FİLİZ KALAYCI,
HASAN ANLAR, HALİL İBRAHİM VARGÜN, MURAT VARGÜN: |
İHD üyesi dört avukat, “PKK üyeliği”, “örgüte yardım ve yataklık” suçlamalarıyla, 9 Kasım 2009’dan beri yargılanıyorlar. Avukatlar aleyhine gösterilen deliller, kimi sanıkların polis baskısıyla alınan (ve sonradan mahkeme huzurunda yalan olduğunu beyan ettikleri) ifadeler, kaynağı belirsiz ihbar e-postaları, yasadışı dinleme kayıtları, avukatların katıldıkları hak ihlâllerini protesto eylemleri vb.’nden oluşmakta. Avukatların bir sonraki duruşmalarının tarihi: 23 Eylül 2010, Perşembe. Duruşma yeri: Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi… |
SELÇUK KOZAĞAÇLI: | Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı hakkında, dernek adına düzenlenen bir basın toplantısında, 19 Aralık 2000 tarihinde gerçekleştirilen ve tüyler ürpertici bir istihzayla “Hayata Dönüş” adı verilen operasyon sırasında Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan (şimdiki HSYK üyesi) Ali Suat Ertosun’un “Devlet Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmesini eleştirmesinin ardından, 9 Şubat 2010 tarihinde, “Cumhurbaşkanlığı makamına ve kamu görevlisine hakaret” iddiası ile TCK 125. maddeden kamu davası açıldı. Kozağaçlı’nın bir sonraki duruşması, 4 Ekim 2010’da, Ankara 9. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapılacak. |
ŞİAR RIŞVANOĞLU: | Gerçek Gazetesi ve Devrimci Marksizm Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve yazarı, Adana Barosu avukatlarından, insan hakları savunucusu Şiar Rişvanoğlu hakkında Haziran 2010’da “özel görevli” cumhuriyet savcılığınca üç soruşturma birden açıldı. Soruşturmaların konusunu, Rişvanoğlu’nun 1-3 Mayıs 2010 tarihlerinde Roj TV’de katıldığı programlarda yaptığı konuşmalar, 21 Şubat tarihinde Diyarbakır’da BDP’nin I. Kongresinde yaptığı konuşma ve Adana’da bir portakal bahçesinde ağaca asılı olarak bulunan Azadiya Welat gazetesi dağıtımcısı Metin Alataş’ın şüpheli ölümü üzerine okuduğu ortak basın açıklaması oluşturuyor. Rışvanoğlu, 2009 yılı yerel seçimlerinde, DTP çatısı altında oluşturulan ittifakın Adana Büyükşehir Belediyesi başkan adayıydı… Rışvanoğlu’nun duruşması, 16 Eylül 2010 tarihinde Adana Özel Görevli 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak. |
TAYLAN TANAY: | ÇHD İstanbul Şube Başkanı Avukat Taylan Tanay, Ertuğrul Kürkçü ile birlikte kaleme aldığı ve 31 Temmuz 2009 tarihinde Bianet’te yayınlanan “Ali Suat Ertosun’un Yeri HSYK Koltuğu Değil Sanık Sandalyesidir” başlıklı yazısı nedeniyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyesi ve eski Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürü Ertosun’un şikayetiyle, 15 bin TL tazminat istemiyle yargılanıyor. Tanay ile Kürkçü’nün ilk duruşması, 2 Kasım 2010 tarihinde, Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yapılacak. |
* * *
“Onurumuz ömrümüzden uzun olmalıdır” der, Adnan Yücel… Onların onurları uzun, upuzun oldu hep. Onlar, bizi hiç yalnız bırakmadı…
İmzaya açtığımız bu metinde[***],“suç”larının, bizim vicdanımızın sesi olduğunu, duruşmalarında yanlarında olacağımızı kamuoyuna duyururuz…
ANKARA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ GİRİŞİMİ
[*] “Bir şeyin değeri, birinin ona ödediği bedel kadardır”
[**] Levent Kanat, “Savunma Yargı Kıskacında”
[***] İmza için: http://gercek-inatcidir.blogspot.com/
Levent KANAT, Avukat
Cihan Sokak No: 12 / 15 Sıhhiye ANKARA
Tel: 0 (312) 231 68 03, 231 04 53
E-mail : leventkanat@gmail.com
Ankara,16 Ağustos 2010
SAVUNMA YARGI KISKACINDA
İşleyiş açısından çağdaş ceza hukuku sistemlerinin en önemli özelliği; soruşturma ve yargılama süreçlerinin tüm aşamalarında, soruşturulan veya yargılananın mutlaka hukukçu/savunman yardımından yararlandırılmasının yasal bir zorunluluk oluşudur. Karar süreci tek başına hâkime bırakılmamakla kadı hukukundan ayrılmakta, sadece hâkime ve savcıya bırakılmamakla da kamu düzenini/devlet menfaatini koruma kaygısı insanın değerini koruma kaygısının önüne çıkarılmaması amaçlanmakta. Bu yüzdendir ki ceza yargılamasında hâkim ve savcı kadar savunma makamı da yaşamsal değerdedir. Hâkimin yaptığı iş önemlidir, savcının yaptığı iş de önemlidir ama avukatın yaptığı iş sadece kıymetli değil aynı zamanda kutsaldır. Savunma makamının olmadığı veya etkisiz kılınmaya çalışıldığı durumların yaratacağı sonuçların vehameti nedeniyle kutsaldır, insanın, varlıklar dünyasındaki kıymeti, biricikliği nedeni ile sahip olduğu değerinin hukuk normları karşısında korunması için kutsaldır.
Sıkıyönetim, Devlet Güvenlik, Özel Yetkili Ağır Ceza gibi isimlerle tanımlanan dönemsel mahkemelerdeki siyasal nitelikli davaların hazırlık süreçlerinde, emniyet sorgu, savcılık sorgu ve hâkimlik sorgu süreçlerinde insanlar, yıllarca savunman/avukat yardımından yoksun bırakıldılar. Yargılama sonuçlarında verilen kararlar, çoğu zaman, emniyet, savcılık ve hâkimlik sorgu süreçlerinde avukat/savunman yardımı olmadan alınan ifadelere dayandırıldı. İnsanlar, savunman olmadan, hukuki yardım alamadan alınan veya kendileri ile bir şekilde ilişkilendirilen ifadeler (işkence, aldatma, v.b.şekillerde alınan) nedeni ile idam cezasına, müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Hâlbuki ceza yargılaması hukukunda, karara dayanak alınacak/alınabilecek delillerin hukuk kurallarına uygun elde edilmiş olması asıldır. Bundan dolayıdır ki hukuka, kanuna uygun elde edilmemiş deliller soruşturma, yargılama ve karar süreçlerinde dikkate alınmaz/alınmamalıdır.
Her tür ceza davasında olduğu gibi siyasal nitelikli davalarda da yasal mevzuat gereği savcılık makamınca yürütülmesi gereken hazırlık soruşturması uygulamada, yaygın bir biçimde bilerek ve isteyerek kolluk kuvvetlerinin insiyatifine bırakılmakta, savcılık, sorgu/ifade alma sürecini kolluk kuvvetlerinin hazırladığı dosya üzerinden takip etmeyi alışkanlık hâline getirmekte, soracakları soruları bile kolluk kuvvetlerinin hazırladığı sorulardan sormak da bir beis görmemektedir. Hâkimlik ise, ifade almayı, emniyet ve savcılık sorgu süreçlerinin kabul edilip edilmemesi üzerine kurmakla yetinmektedir. Bu durum bu şekliyle uzun yıllar, bu süreçlerin hepsinde avukat olmadan yürümüştür. Yani kolluk kuvvetleri, savcılık ve hâkimlik üçlüsü sürecin kağıt üzerindeki özneleri iken savcılık ve hâkimliğin bilerek ve isteyerek sorgu ve ifadesini üzerine kurdukları dosyayı hazırlayan, hukukçu olmayan kolluk kuvvetleri sürecin asli özneleri olmuştur. Siyasal nitelikli davalarda işleyen sürece hukuki usul görüntüsü verilmesine rağmen sorunun asli olarak hukuki görülmediği, terör sorunu, devletin bekası/ güvenliği sorunu olarak v.b. şekillerde görüldüğü ve bu işin asli olarak güvenlik kuvvetlerinin işi olduğu düşünülmüş ve sürecin asli öznelerinin kolluk kuvvetleri olduğu zımnen kabul edilmiştir.
İşkenceye dayalı alınmış veya kolluk kuvvetleri tarafından hazırlanıp imzalatılmış/imzalanmak zorunda bırakılmış ifadelere, atf-ı cürüm mahiyetindeki itirafçı ifadelerine dayalı saldırıların mağduru olmuş insanlar ancak dava aşamasında savunman/avukat yardımından faydalanabilmişlerdir. Fakat, çoğu zaman, hazırlık soruşturmasındaki belirtilen hukuka aykırı usullerle kurulan sürecin dosyası, sonraki yargılama süreci bir usuli yerine getirme ihtiyacından öte algılanmayıp, karara esas alınmıştır.
Uzun yıllara dayanan ve belirtilen şekilde işleyen bu sürecin bir gelenek oluşturması da kaçınılmaz olmuştur. Kısa bir süre önce özellikle AİHM kararlarının zorlaması sonucu, siyasal nitelikli soruşturma ve yargılamaların tüm aşamalarında savunman/avukat bulundurulması ve savunman/avukat yardımından faydalanılmasını hukuki güvenceye bağlayan yepyeni bir yasal süreç başlamıştır. Yeni yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu, avukat olmadan alınan ifadelerin karara dayanak alınamayacağını kanuni güvenceye kavuşturmuştur. Bu yasal düzenleme sonrasında, en azından normsal boyutu ile artık tüm aşamalarda savunman/avukat yardımı alınabiliyor. Yeni yasal düzenleme ile avukat yardımı olmadan alınan ifade, karara dayanak olamadığı gibi bazı durumlarda isteğe bağlı olmadan avukat bulundurma zorunluluğu dahi var.
Uygulamada, yıllardır oluşmuş bir gelenek ve bu geleneğe göre şekillenmiş bu sistemin, bu sistemin aktörlerinin yeni sürece alışmakta, uymakta sorun yaşadığını, bu düzenlemeleri ve gereklerini içselleştirmekte hayli zorlandıklarını görmekteyiz. Aktörler, eski sistemin devamı için direnmişlerdir/direnmektedirler. Görünürde yeni sisteme, yeni kanuni düzenlemeye uygun ama fiilen eski sistemi devam ettiren, kendilerinin hâlen asli özne olduğu, hazırlık aşamasının dosyasının hazırlayıcısı, savcı ve hâkimin de soracağı soruların belirleyicisi, istenen cevapları içeren bir sorgu tutanağını, kendilerinin bu iktidarını, gücünü kabullenip, sarsmaya, deşifre etmeye yeltenmeyen bir savunman/avukat istenmektedir. Sırf kanuni düzenlemenin gereğini yerine getirmiş olmak için.
Bu olumsuz süreçlerin öznesi olmak istemeyen, görevlerini yapmak isteyen, hukukçu kimliklerinin insan olma kimliklerinden ayrı olmadığını düşünüp buna göre eyleyen avukatlar, yıllardır hukuksuzluk, kanunsuzluk içeren bu sürecin piyonu olmak istememişlerdir. İşleyen sürecin hukuksal bir öznesi olan ama hukukçu olmayan kolluk kuvvetlerinin, savcı ve hâkimlerin bilgisi veya sezgisi dahilinde birlikte inşa ettikleri hukuksuz, kanunsuz süreci kendi istedikleri doğrultuda hareket eden avukatlar ile tamamlamak, devam ettirmek istemektedirler. İddia ve karar makamı ile birlikte tamamlanan sürecin, yıllardır eksik olan savunma makamı ayağını, yasal zorunluluk gereği sistemlerini, geleneklerini bozmadan tamamlamaya çalışmaktadırlar. Fakat avukatların hepsi olmasa da hukukçu kimliklerini, insan haklarından, hukuk devletinden ve insanlıklarından ayrı tasarlamayan, özellikle siyasal nitelikli davalarda görev yapan avukatlar, yıllardır devam eden bu hukuksuz sistemin istenen sessiz üyesi olmaktan öte, bu sistemin hukuksuzluğunu deşifre etmeyi, hukukçu ve insan olduklarını her an hatırlayarak görevlerini layıkı ile yapmayı esas alarak sistemin dayattığı hukuksuzluklara karşı durmuşlardır/durmaktadırlar. Sivil olan vatandaşlarla doğrudan bağı olan savunmanlar, bu önemli değişikliklerin normsal ve fiili düzeyde yaşama geçmesinin hep aktif öznesi olmuşlardır. İşte Türkiye mahkemelerindeki siyasal nitelikli davalar ile bu yasal değişiklikler, uzun yıllardır savunma makamı olmadan oluşturulmuş sistemi sarsmaya başladı. Bu güne kadar her şey avukat olmadan yürütülmüştü. Sorgu avukatsız, savunma avukatsız alınmıştı. Yeni işleyişe alışmak zordu! Yıllara dayalı sistemlerini bozmadan, avukat varmış gibi devam ettirmek isteyenler, avukatların sadece hazırlanan ifade tutanaklarını imzalamalarını, emniyet görevlisi tarafından alınan sorgu sürecinin sadece izleyicisi olmasını istediler/istemektedirler. İşte buna direnen, hukuksuzluğu kabul etmeyen, insanların hukuki haklarının savunmanlığını üstlenen avukatlar bunu reddettiler. Hukuksuzluğa alet olmadılar, hukuksuz süreçlerin piyonu olmak istemediler, hukuk kılıfı giydirilmeye çalışılan hukuksuzlukları deşifre ettiler. Bu onurlu duruşlar, eski sistemin devamını zora sokunca bilinen yöntemler devreye girmekte gecikmedi.
Son dönemlerde artan, siyasal nitelikli davalarda görev yapan avukatlara yönelik gözaltı, soruşturma, tutuklama, dava ve ceza içeren kararlardaki artışı bu bağlamın dışında düşünmek mümkün değil. Yapılan iletişim tespitleri, doğrudan takipler, oluşturulan sahte delillerle savunma kıskaç altına alınmak istenmektedir. Amaçlanan, siyasal nitelikli davalardaki hukuksuz sürecin devamını sağlamaktır, hukuksuzluğa seyirci kalan avukatlar ile eski sistemi devam ettirme isteğidir. Yeni bir adli yıl başlarken, yargı kıskacına alınmaya çalışılan avukatlara yönelik bu hukuksuz saldırıların, hukuk devleti olma amacına ve demokratik bir ülke olma istemine doğrudan saldırı olduğunu düşünüyoruz.