Anasayfa , Köşe Yazıları , Ana dilde eğitim

Ana dilde eğitim

halukHALUK GERGER |04-06-2013 |Bireylerin, özellikle çocukların, öğrenme yetilerinde, zihinsel gelişimlerinde, psikolojik sağlıklarında, potansiyellerini kullanmada ve daha pek çok alanda ilerlemelerinde, ana dilde eğitimin kritik rolünü artık herkes kabul ediyor. Bu konuda yapılmış sayısız araştırma ve yazılmış tonlarca bilimsel eser kuşkuya yer bırakmıyor. Dolayısıyla da, ana dilde eğitim hakkı, temel insan haklarından kabul ediliyor.
Elbette dil, özünde toplumsal bir olgu. Dolayısıyla halkların yaşamında da stratejik bir role sahip. Alman düşünür Wittgenstein şöyle der: “dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır…” İşte bu gözlem, aynı zamanda, dilin, birey-toplum ilişki ve etkilileşimindeki stratejik konumunu da anlatır.
Dilin, Kürtler bakımından stratejik önemi, ender görülen özellikler içeriyor ve dolayısıyla da özel anlam taşıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Kürtleri tecrit içinde boğmak için pek çok yol denedi.
Bunlardan biri de, daha çok genelkurmay eski başkanlarından Fevzi Çakmak’la anılan Kürdistan’ı yolsuz ve okulsuz (geri) bırakmak politikasıydı. Bu, asimilasyondan ziyade, bir sessiz toplu kıyım projesiydi…
Bir coğrafyayı kültürüyle, kurumlarıyla, insanı insan, halkı halk yapan özellikleriyle cehennem ateşlerinde kavurmak, diri diri gömmek stratejisiydi…
Kuşkusuz, bir halka karşı teammüden girişilen bu hoyrat saldırganlık büyük zararlar verdi Kürtlere… Kültürde çoraklaşma yarattı, kurumların oluşmasını engelledi, bir genel gerilemenin başlıca amili oldu.
Ne var ki, bu strateji hayati bir noktada da geri tepti, beklenenin tam aksi sonuçlar doğurdu. İletişim, eğitim, ulaşım imkanlarından yoksun bırakılanların ana dilleri, yeni Kürtçe, bir bakıma, bu saldırının tasallutundan da kurtulmuş oldu. Egemenlik sistemi açısından, asimilasyonun temel araçlarından bir olan Türkçe, sistemin koyduğu engellerle belirli bölgelere nüfuz edemedi.
Daha da önemlisi, ana dil sayesinde en olumsuz koşullarda, milli bilinç (Kürtlük bilinci), bir biçimde varlığını sürdürdü. Kürtlük, bu açıdan bakıldığında, Kürtçe sayesinde ayakta kalabildi…
Tecrit siyaseti, bir yönden, asimilasyon aracı olarak Türkçeyi dışarda tutan ve Kürtçeyi egemenlerin koyduğu zırhlarla koruyan bir işlev gördü…
Bir zamanlar tecritte boğulmak istenen okulsuz-yolsuz geri bırakılmış Kürdistan’da Kürtlük bilinci Kürtçeyle yaşam buldu…
Çeşitli Kürt isyanlarının toplumsal tabanının, Kürtçenin, dolayısıyla da Kürtlüğün ayakta kaldığı “kuş uçmaz kervan geçmez” bırakılmış ve fakat böylece tasalluttan “korunmuş” coğrafyadan doğduğunu düşünürsek, meseleyi daha iyi anlarız. Kürt tarihçileri, toplumbilimcileri, dilbilimcileri ve siyasetçileri daha iyi anlatır bu denklemi…
Şimdilerdeyse, durum çok farklı…
Şimdi okulla, yolla, televizyonla, tüm devşirme yetiştirme araçlarıyla Kürdün dili kesilmek isteniyor, ana dil yasağıyla susturulması amaçlanıyor…
Sadece susturulması değil…
Asimilasyon araçlarının müthiş geliştiği ve her yana nüfuz ettiği günümüzde, artık dili korumak mümkün değil… Elbette Kürtlük bilinci günümüzde sadece Kürtçeye bağlı değil; onu ayakta tutan, yeniden üreten başka faktörler var ama onsuz kötürüm ve hatta pamuk ipliğine bağlı kalacağı kesin…
Ana dilde eğitim bunun için vazgeçilmez bir zorunluluk…
Bu da bizi gündemin ana formülüne götürüyor: Statü+Özyönetim…
Statü ve Özyönetim…
Dil ve onun günümüz koşullarında başlıca koruma aracı olan ana dilde eğitim, bu aynı madalyonun iki yüzü olan formülasyonun hem gürbüz çocuğu olacak, hem de onu büyütüp geleceğe hazırlayacak anası…
Ana dilde eğitim üzerinde titizlikle durmak gerek…