Home , Köşe Yazıları , AKP oynuyor mu?

AKP oynuyor mu?

metin aycicekMETİN AYÇİÇEK|25-05-2013 | Kamuoyunun gözü önünde her şey. Sürecin bütününün zaman tanıklarıyız hepimiz. Öylesine yoğun yaşanıyor ki atılan adımlar, bundan sonrası için hiç kimsenin valla benim bütün bunlardan haberim yoktu diyebileceği bir bilgi boşluğu kalmadı artık. Üstelik bu işlem devletin resmi ya da gayri resmi, açık ve gizli, zoraki ya da gönüllü sansür ortamlarında, yani toplumun haber alma özgürlüğünün tırpanlandığı koşullarda gerçekleşmektedir. Merkez medyanın sürdürmeye çalıştığı sansür ya da gündem değiştirme çabalarına rağmen, Kürt cephesinin, sürecin başarısı için kendinden beklenenleri büyük bir hızla gerçekleştirmekte olduğunu görüyoruz.

Yaşamı zaferlerle dolu muhteşem bir gerilla gücü, sürece desteğini dillendiren bir andı içer gibi, kendi topraklarının yani Kürdistan’ın bir başka alanına taşındı. Barış ve demokrasi bilincini ve çözüme ilişkin katılımı yaygınlaştırmak için sözünü ettiği dört büyük konferansı örgütledi. Kürt cephesinde kendine güven duygusu öylesine büyük ki, programlananın takılacağı hiçbir „köstek” olmadan, her şey bir saat düzenliliği içinde yürüyor.
Ama görünen odur ki AKP-Devleti bugüne kadar atması gereken adımların hiçbirini atmadı. Örneğin niyetini gösteren sembolik bir davranış olarak „polise taş atmak” gerekçesiyle damlara tıkılan çocukların ve KCK tutuklularının serbest bırakılması, süreci daha başından çok daha olumlu etkilerdi. Olmadı. Ceylan’ın katillerinin sergilenip mahkum edilmesi, bir ölümün arkasından istenen bir intikam istemi olarak değil, halklar üzerinde doğacak barışı kutsayan bir tören gibi algılanabilirdi. Olmadı. Devletin gerçekleştirdiği terörizm ve terörist saldırılar derhal durdurulabilirdi. Olmadı. Düşmanlık algısını, ötekileştirmeyi bertaraf edebilecek sembolik ama somut adımlar atılabilirdi. Olmadı.
Çünkü AKP bırakın tabanını bir yana, Meclis grubunda bile artık bir bütünlüğe sahip değildir. Çekilme için meclis kararı almaya yönelememesinin nedeni de budur.
***
AKP, „silahların teslimi” olarak tanımlamaya çalıştığı „barış” sürecinin başarısının BDP ve MHP’yi bitirebilecek, CHP’yi ise budayacak bir başarı olacağına inanıyordu. Ama saygınlığı olan bir araştırma kurumu olan KONDA’nın yaptığı araştırmalar bunun tersini göstermekte idi. Bu araştırmada, son bir yıla bakarak söyleyecek olursak BDP oylarının yüzde 8.5 noktasına ulaştığı ve yüzde 10’u zorlayan bir tırmanışı sürdürdüğünü gösteriyor. Daha yakın bir tarihte bile „barajı aşamaz” diye değerlendirilen MHP ise, son anketlerde yüzde 14 civarına oturdu. CHP’nin biraz da olsa oy kaybettiği, AKP’nin ise kritik bir dalgalanma aşamasına girdiğini ve yönelişin negatif olduğunu görüyoruz.
Belli ki AKP sürecin bu aşamasında siyasal partilerin tabanlarında gerçekleşebilecek oy hareketliliğini çok yakından izlemektedir. Sürecin Aşil Topuğu olarak burayı görmek mümkün. AKP, sürecin başarısına endekslenmiş olan önümüzdeki seçimlerde kendi tabanındaki muhtemel dalgalanmaları hesaba katarak seçmen (mürid) atağına geçecektir. Böylesine milliyetçi ve İslamcı bir tabanda bu atak iki alana da taviz vermeden olamaz: „Barış ve çözüm süreci” derken Kürt halkının başından eksik edilmeyen bombardıman uçakları, öte yanda alkollü içki yasağı gibi İslam’ı hoşnut tutmaya yarayacak  muhafazakar girişimler; öte yandan da her ikisine yönelik nizami olmayan girişimleri perdeleyebilmek ya da gerçeği karartmak için merkez medya eliyle uygulanan sansürlü yaşam dayatması… İşte AKP Devleti’nin kendi gerçeği.
***
Gerek Avrupa Konferansı hazırlık toplantısında gerekse günlük yaşam alanlarından kaynaklanan bir duygu rahatsız ediyor beni ve paylaşmak istiyorum.
Sürecin başından itibaren barış ve demokrasinin ittifakları, demokratik yaşama ilişkin istemlerini Kürt Özgürlük Hareketi’ne yöneltmeye başladı. Sürece ilişkin tartışmalarında sıklıkla tekrarlanan „PKK şöyle yapmalıdır; PKK bunu da istemelidir” türünden istemler ya da „PKK şöyle yapmamalıdır; böyle yapmamalıdır” türünden eleştiriler, bir yandan eleştiri ve taleplerde ortaklaşma bakımından büyük bir değere sahipken, öte yandan bir bilinç kaymasına da yol açabilecek boyutlara tırmanmıştır. Sürece katılan her özel ya da tüzel kişilik, kendini sürecin salt „destekçisi” olarak değil, öznesi olarak tanımlamalıdır. Süreç içerisindeki misyonunu ve bu misyona bağlı olarak gerçekleştirilmesi gereken görevlerini böyle saptamalı, tanımlamalı, örgütlemeli ve eyleme dönüştürmelidir. Eylemlilik içinde birlikte yaşam modellerinin üretilmesi de önümüzdeki tek yaşamsal görevdir.
***
Güney Kürdistan’ın özgür dağlarını ziyaretimde bana mihmandarlık yapan gerilla Heron’lardan kurtulmak için yapılması gereken şeyi anlatıyordu. Anladığımı göstermek için konuşmayı teyit etmek istedim: „Evet hewal, yani Heron gelince bir ağacın altına çökerek kendimizi kurtarabiliriz” dedim. Yüzü birden sertleşti, ciddileşti, mütevazi konumunu hiç terk etmeden beni düzeltti: „Hayır hewal. Öyle değil! Kendini kurtarmak için değil. Manga’yı kurtarmak için, arkadaşlarını kurtarmak için buna mecbursun!”
Birlikte mücadeleyi bir ahlak anlayışı haline getirmeden kurtuluşun olamayacağını hep söyler dururuz ya, demek ki sorun sadece söylemek değil, bu anlayışı bir ahlak felsefesi haline dönüştürüp, içselleştirebilmekmiş.