Home , Köşe Yazıları , 2010: Kitlesel Ama Ruhunu Arayan 1 Mayıs

2010: Kitlesel Ama Ruhunu Arayan 1 Mayıs

VOLKAN YARAŞIR | 06 – 05 – 2010 | 1 Mayıs Başkaldırıdır – 2010 1 Mayıs’ı, 70’li yılları andıran bir şekilde, 100 binlerce kişinin katılımıyla Taksim’de kutlandı. Taksim, başta devrimci güçlerin ve işçi sınıfının ileri unsurlarının inatçı, kararlı ve militan mücadeleleri sonucu kazanıldı. Bu uğurda ağır bedeller ödendi. Taksim asla “demokratik bir lütuf”, bir tolerans, “tabuların yıkılması” ve “yasakların” kalkması değil, yüreklerin siper edilmesiyle, devrimci kararlılığın ve ruhun ayağa kalkışıyla, uslanmayan ve terbiye edilmeyen militanlıkla “fethedildi”. Mehmet Akif Dalcı’nın çatışırken elindeki taş, Gülay Beceren’in slogan atarken soluğunu kesen mermi, 1977’de Jale Yeşilnil’in panzer altında kalmış yüreğiydi Taksim’i kitleler açan, kitlelerle Taksim’i kucaklaştıran.

3 koldan Taksim’e giren göstericiler Türkiye Tarihi’nin en kitlesel 1 Mayıs’larından birini kutladı. Bu başlı başına moral verici bir tabloydu. Alan, kendine yakışanla, yani kitlelerle ve sloganlarla yeniden kimlik kazandı. Bir zamanlar devlet gücünün simgesi olan, daha sonra tüketim kültürü ve terörüyle birlikte anılan Taksim, şimdi gerçek sahiplerine kitlelerle, ruhuna ise sloganlarla yeniden kavuştu. Unutulmasın kentler gibi, meydanlar da soluk alıp verir, kendine göre hayatları devam eder.

KRİZLE BİRİKEN ÖFKE

1 Mayıs kapitalist krizle biriken muazzam öfkenin dışa vurumu oldu. Kapitalist kriz sarsıcı sonuçlar yarattı. İşçi sınıfı sermayenin açık ve şiddetli saldırılarına maruz kaldı. Özellikle işsizlik yıkıcı etkilere yol açtı. Yaklaşık 1.5 yıllık zamanda 1.5 milyona yakın kişi işsiz kaldı. Devlet resmi açıklamalarında bu sayıyı 870 bin olarak gösterdi.

İşçi sınıfı kapitalist krize karşı kendi otonomisinden hareketle hemen yanıt üretti. İşgal, direniş ve grevlerle model eylemler geliştirdi. Sinter, Brisa, Tezcan gibi fabrika işgal eylemleriyle sermayeyi sarstı. Aynı dönemde işçi sınıfı mücadele içerisinde model kimlikler yaratarak, azmini, kararlılığını ve dava insanı olmanın pratiklerini gerçekleştirdi. Emine Aslan, Saliha Gümüş, Gülistan Kobatan bu sürecin ortaya çıkardığı model kimliklerdi.

Tekel direnişi bu birikimlerle şekillendi. Direniş, hem kapitalist krize, hem de neo-liberal karşı devrim saldırısına net bir karşı duruş oldu. Bir anlamda yaşanan pratiklerin billurlaşmış haliydi. İşgal, direniş ve grevlerin bir üst düzeye sıçramasıydı. Tekel direnişi sınıf hareketinde bir kırılmayı işaretledi. Nasıl ki model eylemler Tekel’le nitelik kazandıysa, model kimlikler de bu eylemle kolektif kimliğe dönüştü.

Tekel direnişi sendikal bürokrasinin ablukasını kıramasa da sınıf hareketinde bir moment oldu. Sınıfın nesnel ve öznel şekillenişinin önünü açtı. Geniş işçi yığınlarına moral ve güç verdi. Muktedir olma yetisi kazandırdı.

Tekel direnişi bir düzeyde misyonunu gerçekleştirdi.1 Nisan eylemi ise Tekel ruhunun işçi havzalarına taşınması için önemli bir pratik olabilirdi. Tekel’le başlayan işçi hareketindeki yükseliş, 1 Nisan’da alanlara taşınabilirdi. Böylece Tekel direnişi, 1 Nisan, 1 Mayıs ve 26 Mayıs diyalektiği örülebilirdi.

Ne yazık ki 1 Nisan başarısız ve etkisiz bir eylem oldu. Hatta 1 Nisan’ın başarısızlığının 1 Mayıs’a yansıyabileceği düşünüldü. Fakat kapitalist krizin ve neo-liberal yıkım politikalarının sonuçlarının (açlık, sefalet, işsizlik ve geleceksizliğin) tahmin edilenden çok daha sarsıcı olduğu ve kitlelerde öfke ve arayışı tetiklediği 1 Mayıs’la bir kez daha ortaya çıktı. Ayrıca 1 Mayıs’ın ücretli tatil günü ilan edilmesi, Taksim meydanının 1 Mayıs gösterilerine açılması 100 binlerin Taksim’e akmasına yol açtı. 1 Nisan’da kopan diyalektik, 1 Mayıs’ta yeni bir diyalektiğin kurulmasını beraberinde getirdi. Tekel direnişinde özgüven ve moral kazanan işçi sınıfı 1 Mayıs’ta kolektif gücünün farkına vardı. Bununla birlikte sınıf bilincinin yapıtaşı olan tarih bilinciyle donandı. Geçmişine sahip çıkarak, geleceğe uzanabileceğini hissetti. Tekel’in mücadele ruhu 1 Mayıs’ta geniş yığınlara taşındı. Böylece sınıf mücadelesi açısından yakın dönemindeki en önemli tarihsel eşiklerinden biri daha gerçekleşti. Ayrıca 2010 1 Mayıs’ı işçilerle devrimci grupların ve Kürt hareketinin kaynaşmasına sahne oldu. Kürt hareketi pankartlarında ve sloganlarında bir yandan sosyalizm vurgusu yapması, öte yandan Kürt sorununu ile işçi sınıfı mücadelesi arasında bağı kurması dikkat çekti.

Şimdi diyalektiğin öbür ayağı olan 26 Mayıs genel eylemini örme zamanıdır. Şimdi görev, 1 Mayıs’la sınıfın kazandığı muazzam moral gücünü 26 Mayıs’a taşıma zamanıdır. Sendikal bürokrasinin her düzeydeki blokajını kırarak, 26 Mayıs’ı 1 Mayıs’a çevirmektir. Genel eylemi genel greve dönüştürmektir. Artık sınıf içinde bunun zemini ve ruh hali vardır. Görev işçi kentlerinde, havzalarda, fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde bu çalışmayı yoğunlaştırmaktır. 1 Mayıs’ın 26 Mayıs’a taşınması sınıf hareketinde ciddi bir sıçramanın önünü açabilir. 26 Mayıs’ın genel eyleme dönüştürülmesi, sermayenin 2010 yılında sürdüreceği topyekun saldırıya karşı sınıfın gerçek bir ayağa kalkışı olabilir. Bu potansiyelin varlığı 1 Mayıs’ta ortaya çıkmıştır. Gerçekten 26 Mayıs genel eylem ve genel grev günü olabilir. Böylesi bir gelişme sınıfın hızla siyasallaşmasının önünü açacaktır. Sınıfın bağımsız ve siyasal bir güç olarak şekillenmesine olağanüstü katkılarda bulunacaktır. Kriz koşullarının bu noktada inanılmaz olanaklar sunduğu unutulmamalıdır.

Bugün her işçi havzasında, her fabrikada ve atölyede sınıfsal kin ve öfke birikmektedir. Sorun bu öfke ve kinin açığa çıkartılması ve doğru bir mecraya akıtılmasıdır. Bugün Yatağan’da, Esenyurt’ta, Akardan’da ve birçok işyerindeki  yaşanan direnişlerin ateş topuna çevrilmesi bizlerin çalışmasına bağlıdır. Şimdi görev 1 Mayıs’taki başarıyı bu direnişlere taşımak ve 26 Mayıs’ı işyeri işyeri, fabrika fabrika örmektir. Bugün sendikal bürokrasi 26 Mayıs için hemen hemen hiçbir şey yapmamasına rağmen, her fabrikada, her işyerinde işçiler öfke ve arayış içindedir. Bir kıvılcım, ufak bir hamle, bu kolektif  ruh halini harekete geçirebilir. 1 Mayıs ve Tekel direnişi sınıf hareketinin yaratıcı zenginliğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Bu zenginliğe inanmak ve bu zenginliğe güvenmek gerekir.

1 MAYIS’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

1 Mayıs bu olanakların önünü açsa da, aynı zamanda önümüzdeki dönemde sınıf hareketinde yaşanabilecek bir dizi negatif gelişmeye ışık tuttu.

2010 1 Mayıs’ı sağ ve sol liberal çevrelerce “bir dönemin kapanışı”, “yeni bir sürecin başlangıcı” gibi ifadelerle tanımlandı. Nasıl ki 1977 1 Mayıs katliamı 12 Eylül’e giden süreci açtıysa, 2010 1 Mayıs’ının da 12 Eylül atmosferinden çıkışın göstergesi olarak değerlendirildi. Böylece hem 1 Mayıs’ın içeriği boşaltılmaya, hem de AKP’ya açık ya da örtük destek verildi. Taksim, AKP’nin bir “demokratikleşme atağı” olarak gösterilmeye çalışıldı.

AKP’nin ve uluslararası sermayenin sınıfa yönelik topyekun saldırısı, yani sistematik güvencesizleştirme, esnekleştirme, sınıfın tarihsel kazanımlarının gaspı gizlenmeye çalışıldı. Kısaca işçi sınıfını boyunduruk altına alan ve onu köleleştiren Çin çalışma rejimi yok sayıldı. Taksim’in açılması fazlasıyla abartılarak, 1 Mayıs’ın içi boş bir ritüele dönüştürülmesi hedeflendi. Sınıfsal antagonizmanın perdelenmesi yönünde son derece yoğun dezenformasyon yapıldı.

Önümüzdeki dönemde bu doğrultuda birçok adımın atılması beklenmelidir. Sınıfta bilinç kırılmalarına ve akıl tutulmalarına yol açan bu operasyonlara karşı sınıf kimliğinin ve bilincinin açığa çıkartılması yakıcı önem taşıyacaktır. Ayrıca sınıfsal antagonizmanın altı her yerde ve her zaman çizilmelidir.

İçine girilen süreçte işçi sınıfının sermaye klikleri arasındaki çatışmaya ortak edilmesi ya da meyil göstermesi doğrultusunda bir dizi düzenleme gündeme getirilebilir. Sınıfın ideolojik olarak yaşadığı kirlilik (milliyetçi, ulusalcı, muhafazakar eğilimlerin yaygınlığı) böylesi bir yönelime girmesini kolaylaştırabilir. 1 Mayıs bu anlamıyla da önemli veriler sundu. Bazı eğilimler salt AKP karşıtlığı üzerinden kendini tanımladı, bazıları ise ulusalcı ve milliyetçi vurgularla alana girdi. Bunu slogan ve pankartlarıyla gösterdi. Ayrıca sendikal bürokrasinin yaklaşımları da benzer şekildeydi.

1 Mayıs’ın hem sınıfsal içeriğinin deforme olmasına, hem de enternasyonal niteliğinin kaybedilmesine yol açabilecek bu gelişmeler hafife alınmamalıdır. İşçi sınıfının ontolojisini bozan böyle gelişmelere karşı sistematik bir ideolojik mücadele yürütülmeli, sınıfın enternasyonal kimliği açığa çıkarılmalıdır. Bu da sınıf bilincine ve kimliğine yönelik çalışmaların yoğunlaştırılmasının önemini ortaya koymaktadır.

Yeni süreçte sendikal bürokrasinin sınıf hareketinin bağımsız gelişmesini engellemek doğrultusunda fiilen devlet ve hükümet desteğiyle devrede olacağı 1 Mayıs pratiğiyle bir kez daha açığa çıktı. 1 Mayıs 2010 sendikal bürokrasi tarafından denetlenmeye ve kontrol altında tutulmaya çalışıldı.

Daha önce Tekel pratiğinde benzer şeyler yaşanmıştı. Sendikal bürokrasi direnişi başından sonuna engellemeye ve sığlaştırmaya çalıştı. Tekel işçileri bu blokajı kırarak direnişlerini gerçekleştirdi. 1 Mayıs’ta yine Tekel işçilerinin tavrı önem taşıdı. Önümüzdeki süreçte sendikal bürokrasinin sınıfın bağımsız mücadelesini kırmak ve manipüle etmek anlamında misyon yüklenmesi olasıdır.

Sınıfın kolektif iradesi ve gücünü devreye sokacak taban örgütlenmeleri işçi sınıfının hızla şekillenmesine yola açacağı gibi sendikal bürokrasiye karşı yürütülecek mücadelede vazgeçilmez bir araçtır.

Bunun yanı sıra yazılı ve görsel medya, 1 Mayıs’ı sınıfın terbiye edildiği gün olarak göstermeye çalıştı. Bazı katılımcıların 1 Mayıs’ı içi boş bir şenlik havasına çevirme uğraşısı da bu amaca hizmet etti. 1 Mayıs’ın sınıfsal özü göz ardı edildi. Sendikal bürokrasi de bu yönde değişik “katkılarda” bulundu.

1 Mayıs’ın sınıfın bir başkaldırı ve isyan günü olduğu unutturulmaya çalışıldı. Hatta 1 Mayıs ve simgeleri metalaştırıldı.

Buna benzer yaklaşımların önümüzdeki dönemde de süreceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Türkiye kapitalizminin içine girdiği transformasyon süreci emeğin ehlileştirilmesinin üzerinde şekillenmektedir. Bu anlamıyla sınıfsal antagonizmanın perdelenmesi yönünde yoğun bir çaba gösterileceği aşikardır.

1 Mayıs’ın en karakteristik özelliği ehlileştirilememesidir. 1 Mayıs sınıfsal antagonizmanın çıplak bir dışavurumudur.

Son olarak 2010 1 Mayıs’ı, Türkiye’deki 1 Mayıs gösterilerinde en kitlesellerinden biriydi. Evet, kitleseldi ama bu ruhunu arayan bir kitlesellikti.

Tek başına, şekilsiz ve ruhunu kaybetmiş kitlesellikler hızla manipüle olmaya, dağılmaya mahkumdur. Sorun kitlesellikle 1 Mayıs’ın isyan ve başkaldırı ruhunu kaynaştırmaktır. 1 Mayıs geleneğinin de özünün bu olduğu unutulmamalıdır. Kitlesellik kadar radikal ve militan ruhun 1 Mayıs’ın karakterini oluşturduğu bilinmelidir. Bu aynı zamanda sınıf mücadelesinin seyrinin dışavurumudur. Biz bu ruhu 1887’de idam edilen ABD’li işçiler Spies, Parsons, Engel ve Fisher’den alıyoruz. Sınıf tarihine Kara Cuma diye geçen o idam gününden alıyoruz. 1977’de katledilen 36 emekçi, 1989’da vurulan Mehmet Akif Dalcı ve 1996’da Kadıköy’de öldürülen 3 emekçi bize yürümemiz gereken yolu gösteriyor. Ve onlar bizi her 1 Mayıs’ta alanlarda kucaklıyor. 1 Mayıs alanları fabrikalara giden yolu, yani izlememiz gereken yolu gösteriyor. Yolumuz işçi sınıfının yoludur.