Home , Köşe Yazıları , ROBOSKÎ: TAAMMÜDEN DEVLET KATLİAMI!

ROBOSKÎ: TAAMMÜDEN DEVLET KATLİAMI!

temel-100x100TEMEL DEMİRER | 17-01-2014 | “Herkesin bir gideni vardır, İçinden bir türlü uğurlayamadığı…”[1] Veysi Altay’ın yönettiği ‘Faîlî Dewlet’ adlı belgesel, Cizre’de 90’lı yıllarda devlet eliyle işlenmiş cinayetleri anlatır ki, Roboskî de bu “realite”den bağışık değildir…

Şüphesiz: Roboskî, taammüden devlet katliamıdır; faili bellidir; devlettir…

Evet, Roboskî’nin faili A. Kadir’in, “Bir Diktatörün Son Konuşması”ndaki (1945.) dizeleriyle, “Ben saltanat,/ ben emir,/ ben işçinin, köylünün katili,/ ben günde bir övün yemek,/ ben yaşamamak,/ konuşmamak,/ düşünmemek./ Ben ölüm,/ ben açlık,/ ben zindan./ /… sokaklarda korku ben./ Hürriyetin bileğinde zincir ben,” diye betimlediği zihniyettir…

Bunun böyle olduğundan kimsenin şüphesi yok elbet; ancak buna karşın, Roboskî suskunluğa ve belirsizlik labirentlerine “havale” edilmiştir.

A. Hicri İzgören’in, “Gece apansız iner Roboskî’nin koyaklarına… Dörtnal bir kısrak gibi, karanlıklar boyu yol alır zaman… Yüreklere acının sesi tırmanır? Zaman kırık bir keman gibi. Şimdi ne söylesem karanlığa yazılır. Bir sayfası daha kanar, saçlarını biraz daha ağartır tarih. Telörgüler girdabında yine bir mahşer, yanar esmer eti toprağın. Bütün sınır taşlarına dünyanın; terli bir alın, bir resim ve bir damla sıcakkan düşer,” satırlarıyla betimlediği sarsıcı gerçek, yani Roboskî hâli, tam da Murathan Mungan’ın, “Biliyorum bütün sözler yavan, bütün sözcüklerin içi boşaltılmış, bütün anlamlar kullanılmış, bütün anlar uçucu; kelimeye dökülen her duygu, kendiliğinden soğuk bir klişe oluveriyor; hiç bir sözcük duygularıma da yüreğime de yetmiyor,” diye tarif ettiğiyken; “Cezasız kalan her cinayet tüm insanların yaşamının güvenliğinden bir şeyler götürür,” diye haykırmaktadır Daniel Webster…
SORU(N)LAR

Nisan 2012’de Roboskî’den kalkıp 20 saatlik bir yolculukla Meclis’e gelen Felek Encü’nün, “Acaba vicdanları rahat mı? Yönetenlere sesleniyorum, ey insanlık nerede kaldın!” haykırışı eşliğinde Roboskî (Ortasu) köyünde TSK’ya ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu katledilen 34 yurttaşla ilgili soruşturmaya ilişkin yanıtlaması istemiyle, BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan aracılığı ile soru önergesi veren Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde tutuklu Şırnak BDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız şu soruları yöneltiyordu:

“* Bölgede İHA ya da farklı araçların görüntüleri istendi mi?

* Kamu görevlisi olan yetkililerin ifadesine başvuruldu mu?

* Sağ kurtulan kişilerin ifadelerine başvuruldu mu?

* Karakol yetkililerinin ifadelerine başvuruldu mu?

* Operasyona hükümet yetkilileri onay vermiş midir?”

Yine Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan Şırnak Milletvekili Selma Irmak da, BDP Grup Başkanvekili İdris Baluken aracılığıyla İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na yazılı soru önergesi verip, sordu:

“* F-16’ların bombardımanı ile katledilen 34 sivil yurttaşın failleri neden hâlâ bilinmemektedir?

* Soruşturmanın sonuçlanmasının zamana yayılması ve örtbas edilmesi ile ilgili bir talimatınız oldu mu?

* Katliam soruşturmasının bu hâliyle, ‘Ankara’nın derin dehlizlerinde’ kaybolmadığını iddia edebilir misiniz?

* Geçimlerini kaçakçılıkla sağlayan 34 sivil yurttaşın katledilmesinde F-16 savaş uçaklarında görev yapan, operasyon kararı veren ve bombalamayı gerçekleştiren kişiler hakkında soruşturma açılmış mıdır?

* Bu kişilerin soruşturma aşamasında ifadelerine başvurulmuş mudur? Başvurulmuşsa, ifadeler nelerdir?

* İnsanın katledilmesine göz yuman, soruşturmaları geciktirerek unutturmaya çalışan politikaları devlet politikası olarak mı belirlediniz?”

Friedrich Nietzsche’nin, “Bize acı vermeye devam eden, yalnızca o kalır bellekte,” uyarısı eşliğinde soru(n)lar tüm netliğiyle ortada ve karşımızdayken; “Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız/ Karşıyaka köyleri, obalarıyla/ Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,/ Komşuyuz yaka yakaya/ Birbirine karışır tavuklarımız/ Bilmezlikten değil,/ Fıkaralıktan/ Pasaporta ısınmamış içimiz/ Budur katlimize sebep suçumuz,/ Gayrı eşkıyaya çıkar adımız/ Kaçakçıya/ Soyguncuya/ Hayına” dizelerindeki sömürgeci(lik) gerçeğiyle malûldür Roboskî… 

Roboskî Katliamı’nda kardeşi Nadir Alma’yı kaybeden Hikmet Alma’nın, “Yüzyıldır biz bu sınırı suni olarak kabul ettik ve sürekli gidip geldik. 28 Aralık 2011 gecesi katliam gerçekleştikten sonra da biz bu faaliyetimizi durdurmadık hâlen devam ediyor,” sözleri devletin (sömürgeci) sınırlarıyla tarihsel gerçeğin nasıl da örtüşmediğini anlatır bize…

“Uludere’de katliamını ‘Amerikalıların kullandığı Heron’lar yaptı’ğı”[2] tarzı spekülasyonlara “feda edilmemesi” gereken Roboskî’de, “ABD parmağı var,”[3] elbet Murat Karayılan’ın işaret ettiği gibi…

Ancak Mahmut Alınak’ın ifadesiyle, “Roboskî katliamının faili Genelkurmay”dır; ve “Karayılan’ın, Uludere’nin bir ABD operasyonu olduğu”ndan söz etmesi (hükümetiyle, Genelkurmayı’yla) sömürgeci devlet gerçeğini asla gölgelememelidir…

Şurası kesin: Fail, “raison d’etat”sından vazgeçmesi mümkün olmayan sömürgeci/ işgalci devlettir…

“RAİSON D’ETAT”SINDAN VAZGEÇMEYEN TUTUM

Roboskî köylülerinin açıklama taleplerine, “Kaza” yanıtı veren devlet aslında sömürgeciliğin “raison d’etat”sının gereğini yerine getiriyor.

Hatırlayın: TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, 6 Şubat 2012’de Uludere’ye gittiğinde, köylülere başsağlığı dileyen AKP’li üst komisyon başkanı Ayhan Sefer Üstün aynen şunları demişti:

“50 yıl önceki bir olay bile aydınlatılıyorken 50 gün önce olan bu olay da ortaya çıkarılacak, aydınlanacaktır: Bu olay karanlıkta kalmayacak…”

Ancak işler Üstün’ün dediği gibi olmadı. Başbakan Erdoğan, önce Üstün’e “ayar” çekip hükümeti bu konuda eleştirenlere verip veriştirirken; Başbağlar örneğini verdi…

Bu arada Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da “ivedi” tamamlanmak üzere soruşturma başlattı ama şimdiye kadar soruşturmada bir ilerleme sağlanamadı!

Görünen odur ki Roboskî Katliamı’yla ilgili kimse hesap vermeyecek. Çünkü ancak 15 ay sonra hazırlanan Uludere Alt Komisyonu Raporu’nda, “kasıt yok” denildi ve katiller aklandı; delil elde edilemediği ileri sürülerek, katliamcıların sırtı sıvazlandı…

Raporda hem hükümet hem de TSK aklanırken, olay bir “sınır güvenliği” zaafiyetine indirgendi. Raporda şu iddialara yer verildi: “34 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan olay, yıllardır var olan sınır güvenliği sorununu görünür kılmıştır… Sınır güvenliğinin yeterince sağlanamaması ve bu sebeple sınır hattından kolaylıkla geçiş yapılabilmesi, kaçakçılarla birlikte, örgüt mensuplarına da rahat hareket etme imkânı sağlamaktadır. Alınan tüm önlemlere rağmen örgütün Irak’ın kuzeyinden eleman ve patlayıcı madde aktarımı devam ettiği sürece, örgütün şiddeti tırmandırma girişimleri devam edecektir. Örgüt mensuplarının sınır geçişlerinde kendilerine kaçakçı süsü vermeleri ve kaçakçıların arasına karışarak ülkemize sızıp eylemlerde bulunması da kaçakçılıkla mücadelenin hem önemini hem de güçlüğünü ortaya koymaktadır.”

Ayrıca TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Uludere Alt Komisyonu Başkanı İhsan Şener, “Bu, masumane bir güvenlik operasyonu ya da bir yanlışlık olmuş olabilir, bunu bilemeyiz. Burasının terör ve PKK’nın geçiş bölgesi olması, orada ülke güvenliği ile ilgili olan insanların üst seviyede uyarılması, böyle çok acele, çok çabuk hareket etmelerine ve istenmeyen sonuçlara sebep olmuş olabilir. Ölen insanlar tabii ki masumdur ama bir de güvenlik boyutuyla değerlendirdiğimizde, o dengenin iyi kurulması lazım,” derken; Uludere’nin üstünden yıllar geçti, tek bir sorumlu bulunamadı.

34 insan yarım saat içinde paramparça olurken kıyıma ilişkin soruşturma kaplumbağa hızıyla bile ilerlemiyor. “2011/1019” numaralı dosyayla soruşturmayı başlatan Uludere Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kayıtlarına olay yeri “28 Aralık 2011 tarihinde Uludere ilçesi ile Irak ülkesi sınır hattında bulunan Kuraniş mevkii” olarak geçmişti.

Dosyaya yalnızca görgü tanıklarının ifadesi yansırken tek bir askeri ya da sivil yetkilinin ifadesine bile başvurmayan savcılığın olay yerini inceleme yöntemi de tartışmalara neden olmuştu. Çünkü olay yeri incelemesini iki savcı “kuşbakışı” yapmıştı!

Burada Roboskî Katliamı’nın üzerine TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde oluşturulan Uludere Alt Komisyonu hakkında bir parantez açalım: Komisyon kısa sürede toplanamaz hâle geldi.

CHP’li komisyon üyeleri, “Başka bir iradenin devreye girdiğini düşünüyoruz” derlerken; Heron görüntülerini izleyen Alt Komisyon’un muhalefet milletvekilleri görüntülere göre sınırı geçen kişilerin PKK militanı değil kaçakçı olduğunun net olarak görüldüğünü söylerken, iktidar milletvekilleri bu görüşü desteklemedi.

İçişleri’nden gelen belgelere göre operasyon talebi 23’cü Sınır Jandarma Tümen Komutanlığı’ndan gelmedi, ayrıca kaçakçılık konusunda tecrübeli olan yerel birliklerin düşüncesine başvurulsaydı bombalama yapılmayabilirdi. MİT ise istihbarat bilgisini kendisinin vermediğini bildirdi.

Özetle Uludere olayında hükümet ve Genelkurmay’ı “sorumluluktan” kurtarma peşindeki AKP’nin marifetleriyle kadükleşen Komisyonun hiçbir fonksiyonu kalmadı gibi…

Elbette iş bununla da sınırlı kalmadı; katliamın birinci yılında İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin’in, “Provokasyonlara zemin hazırlamayın. Gelmek isteyenlerin sokulmadığı haberleri alıyoruz. İnsanların bu acıya, taziyeye ortak olmasına engel olmayın,” uyarısı eşliğinde devlet terörü her alanda yoğunlaştırıldı; işte birkaç örnek:

i) Roboskî köyünde, yakınlarını kaybeden aileler katliamın 500’üncü günü nedeniyle katliamın gerçekleştirildiği Federal Kürdistan Bölgesi sınırındaki 15 numaralı sınır taşına karanfiller bırakmıştı. Yapılan etkinlik sırasında aileler ile askerler arasında gerginlik yaşanırken, saatler süren gerginliğin ardından aileler köye geri dönmüştü. Ancak adalet isteyip çocuklarının faillerinin ortaya çıkarılmasını isteyen aileler hakkında sınır ihlâli yaptıkları gerekçesiyle Uludere Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.[4]

Sonra Roboskîli aileler, Diyarbakır Özel Yetkili Savcısı tarafından ifade vermeye çağırıldı. Ailelere ikinci kez sınır ihlâlinden ceza kesildi. 32 aileye Pasaport Kanunu’na muhalefetten 3’er bin lira ceza verilirken aralarında biri 11 yaşında çocukların da bulunduğu 120’yi aşkın kişinin ifadesi alındı.[5]

ii) Daha sonra da Roboskî’deki katliamdan sağ kurtulan 4 kişiye ‘pasaport kanuna muhalefetten’ 8 bin TL ceza kesildi. Daha önce Kuzey Irak bölgesine katırlar ile gece giden Ortasu ve Gülyazı köylüleri bombalama olayından sonra sınırı gün ışığında geçmeye başladı. Güvenlik güçleri 15-20 katırla Haftanin’e geçen köylülerin kaçakçılık yapmaya devam ettiği haberlerinin gazete ve televizyonlarda yer alması üzerine harekete geçti. Gülyazı Jandarma Komutanlığı, sınırda kaçakçılık yaptığı belirlenen ve Roboskî bombardımanından sağ kurtulan Servet Encü ile İdris Encü, Şeymus Encü ve Haydar Örek’i karakola çağırdı. Şahıslar hakkında yasal işlem yapan jandarma “5682 Pasaport Kanunu’na muhalefet” suçundan 2’şer bin TL para cezası verdi. Cezanın kabahat yeri olarak ise 34 kişinin öldüğü 15 No’lu sınır taşı gösterildi.[6]

iii) Roboskî olayında kardeşini kaybeden Veli Encü, ölenler için mezarlıkta yaptığı basın açıklaması nedeniyle “yukarıdan geldiği” ileri sürülen telefon talimatı üzerine işten atıldı. Şırnak’ın Uludere ilçesi Roboskî köyünde ücretli öğretmenlik yapan Veli Encü’nün, iki kez “yukarıdan geldiği” ileri sürülen telefon talimatı üzerine görevine son verildi.[7]

YALANLAR, YALANCILAR 

A. Çehov’un, “Yalan kadar insanı alçaltan bir şey yoktur”; Henry Saint John’un, “Doğru sınırlar içerisinde devinir, yalanın alanı ise sınırsızdır”; bir Afrika Atasözü’nün, “Yalan çiçek açar ama meyve vermez,” sözleriyle betimledikleri yalan(lar), yalancı burjuva politikasının aslî malzemesidir.

Roboskî’de bunun böyle olduğu bir kez daha kanıtlandı.

Hatırlayın: Başbakan Erdoğan’ın Şırnak Şerafettin Elçi Havaalanı’nın açılışında Uludereli ailelerle görüşmesinin “ayarlanması”(!?) için sürecinde yoğun bir trafik yaşandı. Görüşme için Şırnak Valiliği’nin hazırladığı davetli listesi, Adalet Bakanı Ergin’in devreye girmesiyle değişti. Ergin, önce Başbakan Erdoğan’ı, ardından da BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı arayarak olaylarda yaşamını yitiren 34 kişinin yakınlarının davet edilmesini sağladı.[8]

Demirtaş’ın yaptığı kesinlikle doğru değildir!

“Neden” mi? Yalçın Yusufoğlu’nun ifadesiyle “Tayyip Erdoğan 26 Temmuz Cuma günü Şırnak Havalimanının açılış törenine gitti. Orada nutkunu irşad etti. Akşamleyin de iftarını yaptı, sonra da Ankara’ya döndü.

Aynı gün gündüz saatlerinde Sendika.org.da[9] yayınlanan şu haberi okuyalım:

‘Başbakanı Erdoğan’la iftarda bir araya geleceği ileri sürülen Roboskîli aileler, 26 Temmuz 2013’ün öğlen saatlerinde söz konusu iddiayı yalanladı. Katliamda kardeşi ile birlikte 10 akrabasını kaybeden Veli Encü, ‘Başbakan ile aynı sofraya oturmalarının mümkün olmadığını’ söyledi…

Ne var ki birkaç saat sonra BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın araya girmesi sonucu Roboskîli aileler Başbakan Erdoğan’la görüşmeyi kabul etti.

T24’te yer alan ve Ferhat Encü tarafından twitter üzerinden paylaşılan habere göre ise, Tunceli’de bulunan BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Uludereli ailelerin Başbakan Recep Erdoğan’ın iftarına katılmaları konusunda kendileriyle görüştüğünü ve ailelerin iftara katılacağını açıkladı.

Demirtaş, daha önce iftara katılmayacağını açıklayan ailelerle BDP olarak bizzat görüştüklerini belirterek, ‘Bizim ricamızı kırmadılar. Aileler bu akşam iftara katılıp, yaşanan olaylarla ilgili sorunlarını anlatacaklar’ dedi.

Oysa Demirtaş ‘Vur emrini Başbakan verdi’ demişti.

Demirtaş’ın bu şaşırtıcı ‘ikna’ hamlesi akla Roboskî katliamı ile ilgili olarak 28 Aralık 2012’de sarf ettiği sözleri getirdi. Şunları söylemişti:

‘Açık konuşalım bu katliamın emrini Erdoğan verdiği için üstüne gitmiyorlar. Bu kadar nettir. Eğer sorumluluğu olmasaydı, birkaç kişiyi şimdiye kadar harcardı. 34 defa müebbet ağırlaştırılmış hapis cezalık bir suç işlemiştir. O gece buradaki askeri yetkililer, burada sınırdan geçişin siviller tarafından yapılmasını iletmesine rağmen Malatya ve Diyarbakır’daki hava taktik üssünden uçakların kalkması emrini hava kuvvetleri komutanı bizzat Başbakan’ı arayıp onay alarak vermiştir. ‘Burada geçenler sivillerdir’ denilmesine rağmen. Bu da kayıtlarında vardır devletin. Ama Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan bu sınır ötesi operasyon emrini bizzat kendileri vermiştir. Çünkü aralarında bir üst düzey PKK’li olduğunu düşünüyorlar.

Süreç denilen bu mu?

Dikkat ediniz: Encü ailesi anılan iftar yemeğine gitmeyeceklerini açıkladıkları haberini veren Fırat Haber Ajansı’dır. Yani haber uydurma değil, öz kaynaklardan alınmadır, sahihtir.

BDP Genel Başkanı ikna etmişmiş, rica etmişmiş. Aile ileri gelenlerinin o ricayı ‘emir telakki edeceğini anlamak hiç de zor değil.

Bakınız, siyasette her türlü ilkesizliği, faydacılığı, oportünizmi anlarız. Tasvip etmeyiz, ama anlarız. Siyasetin doğası budur, burjuvaziyle aşık atarsan o siyasetin labirentlerinde sen de öyle durumlara düşebilirsin. Körle yatarsan, şaşı kalkmaktan kurtulamazsın

Ama Roboskî’de on yakını öldürülmüş aileleri parti emriyle Erdoğan’ın masasına oturtmak siyasi değil, gayri insani bir davranış olmuştur.

Neymiş? Erdoğan onların iftar sofrasına gelmelerini istemişmiş. Tabi isteyecek, çünkü hesabını vermediği ve asla veremeyeceği olay Roboskî katliamındaki birinci derece sorumluluğudur.

Siz şimdi o ailelerden altı kişiyi Erdoğan’ın masasına oturttunuz. Yetmedi iftar sonrasında hava limanındaki salonda görüştürttünüz. BDP Genel Başkanı’nın Pazar günkü İstanbul İl Kongresinde söylediği ‘aileler görüşmeden memnun kaldılar’ demesi de inandırıcı olamaz.

O aileler kendi canlarını kaybetmişlerdir ve siz onların acılarına tuz basarak ‘git onunla iftar et’ dediniz. O acılardan zerre kadar nasiplenmediniz mi? İnsanların acılarıyla politika adına bu kadar oynayamazsınız.

‘Efendim, biz barış için öyle yaptık, başka acılar olmasın, başka analar, babalar, kardeşler ağlamasın, diye onları gönderdik’ de diyemezsiniz. O aileleri Erdoğan’ın yanına göndermeseydiniz, süreç tıkanır mıydı?

Belirtildiğine göre, fikir Âkiller denilen çoğu Erdoğancı’nın Dolmabahçe’de yaptıkları son toplantıda Güneydoğu ekibi Başbakanlarına böyle bir tavsiyede (ricada) bulunmuş. Demek ki, bölgede Roboskî olayı onlara ne kadar söylenmiş ki, Kürt halkının bilincinde ne kadar yer etmiş ki, başbakanlarına ‘gidin o köylülerle barışın’ demişler.

O da ne yapmış: Roboskî’ye gideceğine, o köylülerden altısını ayağına çağırmış.

BDP yöneticilerinin bu yaptığı Erdoğan’ı bağışlatmaktır, Erdoğan suçunu bildiği için, böyle bir fırsatı yaratmış, bunda da BDP’yi kullanmıştır.

Bu olay Kürt tarafının ‘Süreç’e olan yaklaşımında şu anki edilgen ve boynu eğik psikolojiyi göstermektedir.

Tekrar etmek isterim: Politikada bu tür tutumlar takınabilirsiniz, doğruluğu veya yanlışlığı zaman içinde ortaya çıkar. Ama insanların acılarını politikanıza alet edemezsiniz. Bu yapılan Erdoğan’ı bağışlatmaktır. Onun konuyla ilgili en büyük isteği yerine getirilmiş olmaktadır.

Bakın Demirtaş’ın ricasıyla Erdoğan’ın masasına oturtulan Ferhat Encü, 28 Haziran 2013’te T-24’te yayınlanan mülakatında ne demiş:

‘Katliamdan iki gün sonra Başbakan’ın yaptığı açıklama, aslında katliama bundan sonraki süreçte nasıl bakacaklarını ortaya koyuyordu. ‘Genelkurmayıma göstermiş oldukları hassasiyetlerinden dolayı teşekkür ederim…’ diyordu. Bu teşekkür, Roboskî katliamı ile ilgili tutumlarını açıkça ifşa ediyordu.

Sonraki süreçlerde de bu tutumu devam ettirdiler. Dönemin İçişleri Bakanı, ölen insanlarımıza hakaretler yağdırarak ‘Ölmeseydiler yargılanacaklardı…’ sözleri ile vicdanları yaraladı.

Biz bir açıklama, bir özür beklerken Başbakan’ın altı ay sonra söylediği ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ sözleri, zaten acılarımızı ne denli küçümsediklerini ve ölülerimize bile saygı duymadıklarını çok net anlatıyordu. Onlar öldürdükleri insanları, kardeşlerimizi çoktan terörist ilan etmişlerdi. Yani onlara göre ölenler zaten ‘terörist ya da kaçakçılar’dı ve üstünde durulmayacak kadar değersizdiler.”[10]

Ailelerle buluşan Erdoğan, “Talimatı kim verdi?” sorusunu “Ben vermedim” diye cevaplarken; “Sizlerin bilmediği farklı şeyler var. Faillerin bulunması konusunda gerekenleri yapacağız. Belki vur emrini benim verdiğimi düşünüyorsunuz. Başbakan bunun emrini verdi diye düşünüyorsunuz ama vur emrini ben vermedim,” diye ekledi.

Erkan Encü’nün annesi Emek Encü, Erdoğan ile görüşmeyi, “Oğlumun 13 yaşında öldüğünü anlattığımda Başbakan’ın gözleri doldu” diye anlatırken; Erdoğan da aileleri, “Evet dedim. İnşallah öyle olur. Ancak Genelkurmay ‘Bir bir kazadır’ diyor. Ben kral değilim, çözemem. Benim askerlerim de öldü,” diye yanıtını verdi.

Uludere’de katledilen Adem Ant’ın babası Reşit Ant da, Başbakan ile yaptığı görüşmeyi, “Bizim sabretmemizi istedi,” diye anlattı!

Evet, evet “Faillerin bulunması için sabır istedi. Hem de katliamdan tam 580 gün sonra!”

Katliamda ölen 18 yaşındaki Adem Nart’ın ablası Narin Ant, “Başbakan faillerin yargılanacağına dair biz ailelere söz verdi,” dese de; “Uludere’deki hava operasyonunun hedefinde, PKK’nın üst düzey yöneticilerinden ‘Bahoz Erdal’ kod adlı Fehman Hüseyin’in bulunduğu ve operasyonun bu nedenle, ‘bilgi sızması’ ihtimaline karşı yerel komutanlıklardan dahi gizlendiği, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in de ‘operasyonun sona ermesinin ardından’ bilgilendirildikleri öne sürülüyor,” hâlâ!

Başbakan Erdoğan’ın Uludereli ailelerle yaptığı görüşmeye ilişkin Başbakanlık’tan gelen açıklamada, “Sayın Başbakanımız son derece samimi bir ortamda gerçekleşen bu görüşme sırasında aileleri dinlemiş ve Uludere olayıyla ilgili kamuoyunca bilinen görüşlerini tekrar etmiştir,” ifadelerine yer verilirken;[11] Goethe’nin, “Kimse bizi aldatamaz, biz ancak kendi kendimizi aldatırız,” uyarısının altını çizerek sormak istiyorum:

Meydanlarda gururla “Gezi için polise emri ben verdim!” diyen Başbakan’a: 

Peki Başbakan “Roboskî emrini kim verdi?”

Biz her gün bıkıp usanmadan aynı soruyu soruyoruz: “Kardeşlerimizi öldürme emrini kim verdi?”

Yalanlar ve yalancılardan söz ederken Zehra Çiğdem Özcan ile H. Selda Aksoy’un yaşamsal saptamalarını da anımsatmadan geçmeyelim:

Zehra Çiğdem Özcan diyor ki: “Bir devlet düşünün ki, halkının üstüne ateş açıyor hem de ‘hiçbir haklı ve hukuksal gerekçesi olmadan’ diye söze başlamanın hiçbir gereği yok. Çünkü hiçbir yararı yok. Çünkü devletin insanları öldürmesine şaşırmak, hayretler içinde kalmak epeyce bir safdillik artık. Roboskî’de devlet, insanların üstüne bomba yağdırdığında da kimse şaşırmadı. Ama duyulan öfke karşılığını bulamayınca ve öfkenin muhatabına karşı el kol bağlı kalınca ortada o öfkeye iliştirilmiş bir de koskoca umutsuzluk kaldı. Devletin faili olduğu her tekil ya da toplu cinayetin/ katliamın üstüne bir yenisi daha eklendi ve çaresizliğin ağırlığını arttırmaktan başka hiçbir şey olmadı. Roboskî tıpkı diğerleri gibi, açık bir yara olarak orada, orta yerde duruyor. Roboskîli ailelere kesilen para cezaları, verilen yetkisizlik kararları da o yaranın üstüne atılan tuz biber”![12]

H. Selda Aksoy Özcan diyor ki: “11 Aralık 2011’in son gününde 34 Kürt gencini Roboskî’de savaş uçaklarıyla bombalayan Türk devletine karşı tepkiler en had safhaya çıkmış durumdayken ‘barış süreci’ adı verilen ve… devam ettiği iddia edilen süreçle beraber, olay yine birdenbire sanki önemini kaybetmiş ve bu cinayetler de tıpkı Paris katliamı gibi unutulmaya terkedilmiştir. Roboskî’li aileler en son BDP’nin aracı olmasıyla R. T. Erdoğan ile iftar sofralarına oturmaya mecbur bırakılmış ve bunun neticesinde Erdoğan her zamanki demogojilerini sıralayarak, bırakın sorumluluk almayı ve sorumluları cezalandırmayı, olay Papua Yeni Gine’de veya Mars’da olmuş gibi dışardan sorumlu arama çabalarına girişmişti. Roboskîli aileler ise hâlâ cezalar almaya, evlatlarını yitirenler gözaltına alınmaya, para cezalarına maruz kalmaya devam etmekte”![13]

Tamamlıyorum: Uludere dosyasına görevsizlik kararı veren savcılık, “34 kişinin özensizlik nedeniyle öldüğünü” vurgulayıp sorumlu olarak 8 komutanlığı işaret etti etmesine de; “Genelkurmay Başkanlığı, istihbarat bilgileri ile görüntülerin grubun terörist olduğu değerlendirmesini desteklediğini savundu,”[14] Önder Yılmaz’ın işaret ettiği üzere…

CHP’li TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Levent Gök, Uludere olayının AKP ve Genelkurmay tarafından bilinçli olarak “karartıldığını” belirtip, “Genelkurmay ve iktidar, ölen sivil yurttaşların arasında PKK’lilerin de bulunduğu izlenimini verecek delil üretme peşindedir” derken; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da “Uludere’de 34 kişinin birilerinin talimatıyla bilerek ve isteyerek öldürüldüğünü” belirterek ekledi: “Bombalama emrini kim verdi?”

 “GERÇEK”

Yalan ve yalancılara rağmen gerçek, “Bombalama emrini kim verdi?” sorusuna mündemiçtir!

Hayır “Gerçek bekleyebilir, o buna alışkındır,” diyen Douglas Jerrold veya Luigi Pirandello’nun, “Herkesin doğrusu kendine,” saptamasındaki üzere düşünüp/ davranamayız!

Unutulmamalıdır ki Yussof Murad’ın, “Yaşanan hakikât, öğrenilen hakikâtten uzaktır” notunu düştüğü koordinatlarda “Neyi bildiğimiz ya da neyi bilmediğimizden çok daha önemlisi, neyi bilmek istemediğimizdir,” Eric Hoffer’in belirttiği üzere…

Evet gerçek: TBMM İnsan Hakları Komisyonu ve Uludere Alt Komisyonu üyesi, Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün, “… “Vur” emri yetkisi başbakan’daydı”[15] saptamasındaki üzeredir ve ‘Gerçek’ gazetesinin belirttiği gibi, “Roboskî bir Sri Lanka testidir.”[16]

“Herkes biliyor ama adı ‘kaçak’…” vurgusuyla, “Kaçakçılar, yaptıkları işi tüm yetkililerin bildiğini, gittikleri güzergâhta askerler tarafından izlendiklerini, ‘Heron’ların tepelerinde dolaştığını, kimin PKK’lı kimin köy halkından olduğunun net şekilde ortada olduğunu bildiğini” söyleyen Namık Durukan Kuzey Irak (Güney Kürdistan) sınırından yapılan kaçakçılığın tartışıldığına dikkat çekerken, kaçak ticaretin en önemli aktörleri olan çocukların anlattıkları yürek yakıyor.

Sınır köylerinde doğan Roboskî’li çocuklar, daha okula başlamadan hayatı kaçak yollarında öğreniyor. Kaçağa giden çocukların yaşları 8 ila 16 arasında değişiyor. Ateş çemberinde oturan ve yaşları 8 ila 14 arasında olan çocukların hemen hepsi kaçağa gidiyor.

Çocuklara, babalarının ne iş yaptıklarını soruyorum, kimi “korucu” diyor; ama istisnasız hepsinin babası da kaçağa gidiyor. Çocuklar ise okula başlamadan önce babasıyla, ağabeyiyle veya yakın akrabası ile mutlaka kaçağa gidip gelmiş…

Çocuklar, “Olaydan sonra da kaçağa gidiyor musunuz” sorusuna, “Gidiyoruz ama, bu kez daha tedbirli, korkarak” yanıt veriyor. Gece, gündüz hâlâ gitmeye devam ediyorlarmış.

“Bir gidiş-gelişten kaç para kazanıyorsun?” sorusuna, “Duruma göre değişiyor. Kendi katırınla gittiğin zaman daha iyi para kazanıyorsun, yok katırın yoksa bir seferden yaklaşık 50 ila 100 TL gelir elde ediyoruz. Ayda dört-beş kez gittiğimiz oluyor,” yanıtını veriyorlarken; T.“C”de Uludere Raporu yalanlara sımsıkı sarılıyor…

Uludere raporuna muhalefet şerhi koyan CHP’nin, Meclis Komisyonu’nun Uludere raporuna koyduğu muhalefet şerhinde olayın bugüne değin aydınlatılmamasının nedeni, “devletin bütün üst kademesinin kader birliği içerisinde olması” açıklandı. ASELSAN raporunun tahrif edilerek öldürülen köylüler içinde terörist vardı algısı yaratılmak istendiği vurgulanan raporda, bu kapsamda bir operasyondan Erdoğan’ın haberinin olmamasının mümkün olmadığı belirtildi.

62 sayfadan oluşan muhalefet şerhinde şu tespitler yer aldı:

“* Olayın sorumlu mevkileri ve kişileri işaret edilmemiştir. Ölen yurttaşların içinde teröristlerin de olabileceği algısı yaratılmak istenmiştir. Olayın ‘terör bölgesi’nde geçtiği vurgulanarak olağan bir vaka görülmesine yönelik çaba içerisinde olunmuştur.

* ASELSAN’ın raporu tahrif edilip montajlanarak başka şahısların da bombalama sırasında olay yerinde olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır. Bu kişiler köyden çocukların yardımına giden köy halkıdır.

* İnsansız Hava Aracı görüntülerinin kim tarafından değerlendirildiği, hedef tayinine kimin karar verdiği, hangi istihbarat bilgisinin bu kararın alınmasına etkili olduğu ve vur emrini kimin verdiği soruları yanıtsız kalmıştır.

* Uludere olayıyla ilgili gazeteciler baskı görmüştür. Emre Uslu’nun şahsi bilgileri servis edilmiş, Mehmet Baransu MİT tarafından takip edilmiş, Ali Akel ise çalıştığı gazeteden uzaklaştırılmıştır.

* Uludere’nin sırrı Fehman Hüseyin isminde gizlidir. PKK’nin silahlı grubunun komutanı olan Hüseyin’in ele geçirilmesi önemli bir siyasi kazanç olacaktır. Fehman Hüseyin’in kaçakçıları kullanarak Türkiye’ye gireceği istihbaratı üzerine harekât yapılmıştır. Fehman Hüseyin’in kaçakçı grubun içinde sivil vatandaşlarla birlikte olabileceği bilgisine karşın bu risk alınmıştır.

* Sınır ötesi harekât yetkisi TBMM tarafından hükümete verilmiştir. Böylesine yüksek askeri ve siyasi kazanç sağlayacak bir operasyonun Başbakan’ın bilgisi ve muvafakatı dahilinde, Hava Kuvvetleri’ne emir verme yetkisine sahip Genelkurmay Başkanı’nca verilen emirle gerçekleştiği tartışmasızdır.

* Uludere olayında devletin bütün üst kademesi kader birliği içerisindedir. Uludere olayının bugüne değin aydınlatılmamasının tek sebebi budur.

* Devletin özür dilemesi gerekmekte olup bu konuda geç kalınmıştır.

* Olayın sorumluları Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay 2. Başkanı, Genelkurmay Hareket Merkezi Başkanı, Jandarma Sınır Tümen Komutanı’dır. Siyasi sorumluluk Başbakan Erdoğan’ındır”!

 

ROBOSKÎ HÂLİ

Psikiyatr Murat Yalçın’ın, “Neredeyse tüm köy halkında travmatik stres bozukluğu belirtileri var,” diye betimlediği Roboskî hâlinin öteki yüzüne ilişkin Ertuğrul Kürkçü’nün yorumu da şöyledir:

“… ‘Roboskî katliamı alt komisyonu’nun AKP’li çoğunluğu, Roboskî’nin (Uludere) yoksul ve yaralı Kürtlerinin gönlünde sanki bir an için onların hakkını soracakmış gibi bir kıpırtı uyandırmış, beklentileri tetiklemişti. Heyhat; ‘olmak mı, olmamak mı?’ diye sayıklayarak geçirdiği bir buçuk yılın ardından Danimarka Prensi Hamlet’i mahveden kaderden kaçamadı: ‘Yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken’, Meclis’i ‘krallığın yeni kralı’ ilan edebilecekken, küçük, güçsüz, kabahatli bir çocuk gibi babasının -ordu ve hükümetin- dizlerinin dibine düştü. Kudret sahiplerini hadım etmeye, onların üstüne çıkmaya, gücü eline almaya yetmeyen yüreği, elindeki hançeri Roboskî halkının sırtına saplarken titremedi hiç: ‘Ama onlar kaçakçı, hem aralarında teröristler var, devletimizin düşmanları.’

Shakespeare’in Hamlet’in ağzından yüzyıllar önce bize ilettiği ikilem, bir dejavu gibi Komisyon’da kol gezdi: ‘Var olmak ya da olmamak, mesele bu/ Gözü dönmüş talihin sapına, oklarına/ İçin için katlanmak mı daha soylu/ Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp/ Son vermek mi onlara? Ölmek, uyumak…/ Hepsi bu… ve bir uykuyla/ Yürek sızısına ve bedeni bekleyen/ Binlerce darbeye son verdik diyebilmek/ Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi?/ Ölmek, uyumak… uyumak, belki rüya görmek/ Ha! İş burda. Çünkü o ölüm uykusunda/ Şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda/ Göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez/ İşte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu/ Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine/ Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine? Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine/ Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine; Sabırla bekleyen erdemli kişinin/ Değersiz insanlardan gördüğü muameleye/ İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken?’

Komisyon, bu kararla ‘zorbanın haksızlığı’nı, ‘kibirlilerin hakaretini’ sineye çekmeye çağırıyor Roboskî köylülerini… Umuyor ki, kendisinin ‘zamanın kırbacına, küfürlerine’ katlandığı gibi, bu ‘erdemli köylüler’ de, bunca zaman ‘sabırla bekledikten sonra’, ‘değersiz insanlardan gördükleri muameleye’, ‘devletin kendini bilmezliğine’ katlanacaklar.[17]

Veli Encü’nün çok önceden, “Yapacakları idari soruşturmadan hiçbir şey beklemiyoruz. Kendi fikirlerince hazırlayacakları raporla olayı zamana yayma ve üzerini örtme içerikli bilgilerle kamuoyunun karşısına çıkacaklardır,” sözleriyle deşifre ettiği; komisyon üyesi Levent Gök’ün, “AKP’lilerin oyalama taktiklerinden bıktık. Artık samimi davranmalarını, vicdanlarıyla hareket etmelerini istiyoruz,” notunu düştüğü alt komisyonun 15 ay süren çalışması sonrasında hazırladığı Uludere Raporu, AKP oylarıyla aklandı, aileler ve muhalefet komisyon raporuna isyan etti.

Katliamın üzerinden yaklaşık 18 ay geçmesinin ardından Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın soruşturma hakkında görevsizlik kararı vererek dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı’na göndermesi üzerine komisyonunun CHP’li üyesi Levent Gök, “Uludere’nin unutturulması ve karartılmasına yönelik çabaların bir ürünü”; BDP’li üye Ertuğrul Kürkçü de “Uludere katliamında devletin cezasızlık üzerinde bir anlaşma kurdu,” diye yorumladılar!
AKP: “CİNAYET VAR (DA), CANİ YOK(MUŞ)”?!

“Cinayet var (da), cani yok(muş)” zırvasında somutlanan AKP tutum(suzluğ)u Oscar Wilde’ın, “Kesên li cihê xwe dimînin, ji yên ku dimeşin hê zêdetir hengameyan derdixin/ Yerinde sayanlar, yürüyenlerden daha çok gürültü çıkarırlar”; Jorge Luis Borges’in, “Diktatörler baskı ve zulmü; uşaklığı ve köle ruhluluğu; acımasızlığı ve kan dökücülüğü kışkırtırlar. Ama en kötüsü, aptallığı ve geri zekâlılığı kışkırtmalarıdır,” sözleriyle birlikte “Quem deus vult perdere, dementat prius/ Tanrılar yok edecekleri insanın önce aklını kaçırtırlarmış,” diye haykıran meşhur Latin deyişini anımsatıyordu…

Bir kez daha vurgulayalım: AKP, TBMM İnsan Haklarını Alt Komisyonu’nda olayın “sorumluları”nı da, raporu da muhalefet partili üyelerden “kaçırdı”.

Muhalefetin “ret” oyuna karşın AKP oylarıyla kabul edilen alt komisyon raporunda, sınır ötesi operasyon kararını veren siyasi ve askeri sorumlulardan hiç söz edilmedi. 34 yurttaşın yaşamını yitirmesi “asker-valilik” arasındaki koordinasyon eksikliğine indirgenirken “kasıt olmadığı” savunuldu.

Evet, evet AKP’nin Uludere Raporu’na göre, “Kimse suçlu değil, kasıt da yok”tu ve utanmadan şöyle deniliyordu:

“* Grubun terörist grup olup olmadığı hususunu teyit etmek için yeterli zaman olduğu hâlde bu imkânın iyi değerlendirilemediği kanaatine ulaşılmıştır.

* Muhtar vekili ile karakol komutanının görüşmesinden 69 saniye sonra son bomba düşmüştür. 69 saniye içinde son bombanın atılmasının engellenemeyeceği anlaşılmıştır.

* Komisyona gönderilen belgelerde kaçakçı grubun içerisinde bölücü terör örgütü mensuplarının bulunduğuna dair muhtelif bilgiler bulunmaktadır.

* Olaydan sonra bölücü terör örgütü mensupları arasında yapılan telsiz görüşmelerinde Fehman Hüseyin isimli teröristin başka bir teröristle yaptığı konuşmadan, ‘iki teröristin olay yerine gittiği, olay yerinde 48 cenaze olduğu, 2 kişinin olaydan sağ çıktığı’ bilgisi edinilmiş olup, başka teröristler arasındaki telsiz görüşmelerinde ise olay yerine giden teröristlerin kaçakçılara ait bazı yükleri sakladıklarını konuştukları belirtilmiştir.

* Teslim olan bir terörist kaçakçı grubun içinde iki tane terörist olduğuna dair ifade vermiştir.

* Tüm Türkiye’yi derinden üzen ve sarsan bu olayla ilgili yapılan araştırma ve incelemelerde olayın kasten yapıldığına yönelik olarak herhangi bir delil elde edilemediği görüş ve kanaatine ulaşılmıştır.”

Bunların hepsi külliyen yalandı yalan olmasına da, yalancıların performansında bir düşüş söz konusu değildi…

Uludere’den bir yıl geçmesi ardından AKP Genel Başkan Yardımcısı Kurtulmuş, masum köylülerin ölümüne neden olan bombalama olayının perde arkasının mutlaka ortaya çıkarılacağı VE Uludere gerçeğinin üstünün örtülmesini istemediklerini belirterek, “Olayda hayatını kaybedenlere Allah rahmet eylesin. Uludere’yi araştırma komisyonu da titiz bir şekilde çalıştı. Uludere gerçeğinin de üstü örtülmemesini istiyoruz. Uludere’de ne olduysa, o gün hangi yanlışlıklarla bombalama olayı olduysa, bunun arkasında kim varsa bunların mutlaka ortaya çıkarılması gerekir,” dese de; Roboskî Katliamı’nın yıldönümünde AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “Yapılması gerekenler yapılmıştır” diyerek AKP’nin katliamdaki tutumunu bir kez daha ortaya koyuyordu!

Kaldı ki Uludere Alt Komisyonu Başkanı ve AKP Ordu Milletvekili İhsan Şener de, Güneydoğu’ya yaptıkları gezide kimsenin Uludere’yi sormadığı iddiasıyla, “Güneydoğu’da en az 2 bin kişi ile yüz yüze görüştüm, sadece iki kişi bana Uludere’yi sordu. Bunlardan bir tanesi BDP’li olduğunu ifade etti, diğeri de muhtemelen BDP’li. Onlara süreci anlattım,” derken; ‘Âkîl İnsanlar Heyeti’ üyelerinin “Başbakana Uludere’yi ziyaret etme önerisi”ne Erdoğan, “Beşir Atalay’ı, eşimi, kızımı gönderdim. Onlar bölgeyi ziyaret ettiler. Biz bu bölge halkına ciddi (yüksek) bir tazminat belirledik,” yanıtını vermekle yetiniyordu!

“Cinayet var (da), cani yok(muş)” damgalı AKP tutum(suzluğ)unun en bariz hâli Başbakan Erdoğan’ın, -katledilen 34 kişi için- “Sürekli sivil denmesi beyin yıkamadır. Yargı kararı beklensin” deyişi eşliğinde askerin aklanmasıdır!

“Nasıl” mı?

Kanal D televizyonunda yayımlanan, “32. Gün” programında Uludere’deki bombalı saldırıya ilişkin değerlendirmelerinde emrin kimin tarafından verildiğinin sorulması üzerine Arınç, “Benim bildiğim kadarıyla bu konudaki yetki tamamen askeri organlarındır. Komuta merkezinindir, neresiyse orası” yanıtını verirken; “Uludere raporu” AKP’de de krize yol açtı.

Alt Komisyon Başkanı İhsan Şener, Uludere’yle ilgili “Genelkurmay talimat vermiş olabilir” deyince, AKP yönetimi ve Üst Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün devreye girerek “Rapor tamamlanmadı, raporda böyle bir ifade yok” diyerek yalanlama yarışına girdiler…

(S)ÂKÎL -BEYAZ- KÜRTLER

Bu tablod S. Lec’in, “Ji alîyê wicdan ve pir û pak bû, ji ber ku qet wê bi kar ne anîbû/ Vicdanı tertemizdi, çünkü onu hiç kullanmamıştı” sözüyle betimlenmesi mümkün olan “(S)Âkîl -Beyaz- Kürtler”e gelince!

Onlar Aristoteles’in, “Alçak olan kimse düşmekten korkmaz.” “İyiliğe gücün yetmezse, kötülük etme”; Honoré de Balzac’ın, “Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz”; Publilius Syrus’un, “Kapanmayan tek yara vicdan yarasıdır,” sözlerinden bihaber işbirlikçilerini azgınca bir ısrarla sürdürmekteydiler…

Örneğin “AKP Uludere konusunda ilk gün üstüne düşeni yaptı.

Olayı şiddetle kınadı. Olayda ihmali veya kastı bulunanların üstüne gidilmesi gerektiğini söyledi.

Adlî, askerî ve idari soruşturmalar açıldı.

TBMM’de Uludere komisyonu kuruldu.

Yargı henüz son sözünü söylemedi.

Kaba bir istismar siyaseti izleyenler Uludere’nin siyasi faturasını AKP’ye kesmeye çalışıyorlar,” diyen Mehmet Metiner!

Veya “2012 yılında başaramadığımızı, 2013 yılında başarmak ve Uludere’nin acıya dönüşen sırrını aydınlatmak, helalleşmeye, yeni bir başlangıca ve barışmaya yol açabilir…

Uludere’yi aydınlatmak ‘ama, lakin, fakat’ demeden aydınlatmak, yani hiçbir bahaneye sığınmadan hakikâti ortaya çıkarmak devlet olmanın gereğidir,” yalvarışlarıyla Orhan Miroğlu gibi…

 MUHATAPLAR

Soru(n) orta yerdeyken -doğrudan- muhataplarının hâlini Malcolm X.’in, “Eğer demokrasi özgürlükse neden bizim insanlarımız özgür değil… Eğer demokrasi adaletse, neden biz adalete sahip değiliz… Eğer demokrasi eşitlikse neden biz eşitliğe sahip değiliz,” haykırışı betimliyor!

Örneğin “Roboskî katliamı ile ilgili bir tek şey kaldı. Tayyip Erdoğan’ın özrü ve bu katliamın sorumluluğunu kabul etmesi” vurgusuyla BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın eklediği gibi:

“Açık konuşalım bu katliamın emrini Erdoğan verdiği için üstüne gitmiyorlar. Eğer sorumluluğu olmasaydı, birkaç kişiyi şimdiye kadar harcardı. O gece buradaki askeri yetkililer, sınırdan geçişin siviller tarafından yapıldığını iletmesine rağmen Malatya ve Diyarbakır’dan uçakların kalkması emrini Hava Kuvvetleri Komutanı bizzat Başbakan’dan onay alarak vermiştir. Hava Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı ve Başbakan operasyon emrini bizzat vermiştir. Çünkü aralarında bir üst düzey PKK’li olduğunu düşünüyorlar. Bir tek PKK’liyi öldürsünler diye savaş uçaklarını kaldırmışlardır.

Ama katliam gerçekleştikten sonra görülmüştür ki, ölenler Kürt çocuğudur. Bodrum’un, Marmaris’in, Kaş’ın bir köyünde bunu yapamazsınız. Açık konuşalım; Kürdistan yok diye mi bize bu zulmü yapıyorsunuz? Ama özerk ama federal, ama bağımsız… Kürt’ün Kürdistan’ı olmalı ki Roboskî’nin hesabı sorulsun. Biz hiçbir savcıdan ve mahkemeden adalet beklemiyoruz. Adalet, dilenecek kadar güçsüz değildir. Halk, sizden direne direne bunun hesabını soracaktır. Başbakan utanmadan, sıkılmadan, ‘savcıları bekleyelim’ diyor. Bunları terörist ve kaçakçı diye göstermeye çalışacaklar. Burada kaçakçılık yoktur. Kaçak olan tek şey vardır o da sınırlardır.”[18]

Katliamdan sağ kurtulan Servet Encü’nün, “Anneleri her gördüğümde ölüyorum,” dediği; “Uludere aileleri adaletten umudu kesmiş”ken[19] katliamda öldürülen 18 yaşındaki Adem Ant’ın ablası Narin Ant’ın haykırdığı üzere:

“Roboskî katliamı, çoğu çocuk 34 canın savaş uçaklarınca paramparça edilmesiyle gerçekleşti. Çocuklarımızı, kardeşlerimizi sırtımızda, katırlara, traktör römorklarına üst üste yığarak taşıdık. Hiçbir yardım gelmedi. Ambulansların geçişlerine izin verilmedi. Ölen 34 kişiden 13’ü kan kaybından ya da donarak öldü. Yavrularımızın uzuvları birbirine karıştı, ancak otopsi sonucunda ayırt edilebildi. Katliamdan günler sonra aileler, olay yerinde eller, kollar, parmaklar bulmaya devam ettiler. Devlet ise, ‘kaçakçılık hafif bir suç değildir’ söyleminin arkasına saklandı. Evet, kaçakçılık bir suçtur ama hiçbir zaman cezası yargısız infaz olmamıştır! En büyük kaçakçılık yolu olan İstanbul Boğazı’nda böyle bir şey oldu mu?”

 

YORUM(LAR)

 

Erdoğan’ın epigonlarından Hilal Kaplan’a, “Uludere faciası, AKP döneminde yaşanan en büyük adaletsizlikti”; Bejan Matur’a, “Failler bellidir. Fail her zaman bellidir,” dedirten Roboskî’de sömürgeciliğe dair her şeyin özeti mevcuttur. Katliamın üzerinden yıllar geçti. Hâlâ failler bulunmuş değil… “Failler bulunsun” diye haykıranların beklentileri beyhude! Üzerlerindeki baskılar da cabası!

“İyi de Başbakan’ın hassasiyeti” mi? Hangi “hassasiyet”, dalga mı geçiyorsunuz!

Kimse bizden Fehmi Koru’nun şu iğrenç Erdoğan yalakalığına prim vermemizi istemesin: “34 insanın hayatını kaybetmesine yol açan trajik olaya resmi yaklaşım herkesi şaşırtıyor, bunu biliyorum. Bildiğim bir şey de, ‘Uludere’ sözcüğünü duymak istemediği hissini veren Başbakan Erdoğan’ın aslında bu tür insanlık trajedilerine gözü yaşaracak kadar duyarlı biri oluşu…

Bu işte muazzam bir çelişki var: Bir insanın hakkının gaspına, incinmesine, eline diken batmasına, ölümüne gözünden yaşlar gelecek kadar duyarlı biri, ‘Uludere’de yaşanan trajik olaya neden kendisinden beklenen tepkiyi vermez? …

Hani Erdoğan duyarsızlığıyla ünlü biri olsa anlayabileceğiz de, öyle biri değil Tayyip Bey… Ayrıca, olay henüz sıcakken eşiyle kızını o köye gönderdiğini de biliyoruz…

Mantıklı bir tek gerekçe kalıyor geriye: Verilen söz… Olay üzerine görüştüğü mahçup sorumlulara, Başbakan, ‘Merak etmeyin, bu muhataralı zamanda sizi kollarım’ sözünü vermiş ve ona sâdık kalıyor olabilir mi?”

Yalakaların “hassasiyet” dediği konuda bakın ne diyor Murat Perçin: “Yıllardır sorulan bir soruyu yinelemek istiyorum. “Sahi Roboskî meselesi ne oldu?” Bir yıldır kimse suçlanamadıysa, özür dilenmediyse ve ölenlerin yakınları hâlâ yastaysa, sizin hiçbir hassasiyetiniz benim için gerçekçi değildir.”

Bir an hatırlayın: Hâlâ bir özür yok… Hâlâ kimin emri verdiği belli değil… Ama “olayın takipçisi olunacak” diyor Başbakan askeri mahkemedeki dava konusunda ve ekliyor: “olumlu sonuç çıkabilir”…

Roboskîli aileler, çocuklarının vurulduğu yerde anma düzenledikleri için yargılanıyor ama onlara hâlâ “sabırlı olun” deniyor!

Kolay mı? “Uludere herkesin unuttuğu… Unutmak istediği… Konuşmaktan çekindiği bir gerçekti”[20] AKP’liler için…

Kolay mı? “İktidar partisi olayın sorumlularının tespit edilmesini istemediği için rapor, yapılanların üzerini bir sis perdesiyle kapatmaya çalıştı”…[21]

Kolay mı? “Bu katliam nasıl oldu? İstihbarat nereden geldi? Bombardıman emrini kim verdi? Hâlâ bilinmiyor”…[22]

Sedat Ergin, “Uludere raporu ile (…) bu faciaya yol açan karar alma süreciyle ilgili kafamdaki sorular azalacağına arttı.” “Rapor vicdanları rahatlatmadı,” notunu düştüğü konuda Gözde Bedeloğlu, “Barış, Roboskî’de kaçağa gitti kardeşlik, Sevag’la mezara girdi”; Orhan Kemal Cengiz, “Yegâne gerçek, katliamın net bir şekilde karartmaya uğratıldığı ve üzerinin kalın bir şalla örtüldüğüdür”; Ezgi Başaran, “Benim yorumum şudur: Roboskî’yle ilgili bu rapor… ‘Artık kapatalım bu mevzuu kuzum’ dışında hiçbir şey söylemiyor,” derlerken hiçde haksız değiller…

Tıpkı “Roboskî Kürdistan’ın dört parçasında yaşanan Kürtlere verilmiş bir mesajdı” diyen Özgürlük ve Sosyalizm Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in, “Bu mesaj, ‘sakın ha aklınızdan ne özerklik ne bağımsızlık ne de federasyon geçirin’ anlamı taşıyordu”; KADEP Genel Başkan Yardımcısı Lütfi Baksi’nin de, “AKP iktidara geldiği zaman bazı insanlarda umut yarattı. Bunlar İslâmcıdır, Cumhuriyet de Kürtlerin inkârı üzerine kurulmuştur. AKP bizi anlayacak, bizim bazı haklarımızı verecek şeklinde yaklaşımlar oldu. Fakat zaman içinde AKP’nin İttihat Terraki’nin sağ kolu olduğu anlaşıldı. AKP devletçi bir hükümettir. Kürtlere şirin görünmek için TRT-6’yı açtı, bu göz boyamaktan ibaretti,” dedikleri gibi…

 

HUKUK(SUZLUK) ADALET DEĞİLDİR!

 

Ve nihayet Talleyrand’ın, “Yasaların ırzına geçmek kolaydır. Tecavüz sırasında bağırıp, çağırmazlar,” diye betimlediği hukuk(suzluk) mu?

“Kapitalizmde hukuk ve yasa tüm kutsallaştırma çabalarına karşın neticede devletin bekasını korumanın basit bir aracından öte bir şey değil. Devleti ve onun faaliyetlerini tam da bu nedenle asla tek başına yasal çerçevede açıklayamazsınız. Çünkü o kendisini hiçbir zaman oraya hapsetmez. Bu nedenle, devletin kendisini korumak için hukuksal ve etik kuralları hiçe sayması, hatta gerek gördüğünde çıplak şiddete başvurarak varlığına kasteden düşmanlarını yok etmesi meşru ve de hukukun bir parçası olarak kabul edilir,”[23] -şu anda Kandıra Zindanı’ndaki ÇHD’li- Taylan Tanay’ın altını çizdiği üzere…

Roboskî de böyle olmuştur!

Biliyorsunuz Uludere dosyası Genelkurmay Askerî Savcılığı’na gönderildi; aileler “Kararı kabul etmiyoruz,” deseler de!

Katliam dosyasının Askeri Savcılığa gönderilmesine tepkiler yağsa da, Genelkurmay’ın birinci dereceden sorumlu olduğu katliam onun emrindeki savcılara bırakılırken; Veli Encü, “Soruşturmanın ucu Başbakan ve Genelkurmay’a dokunduğu için böyle bir karar verildi,” dedi…

Tam da bu noktada İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Emma Sinclair, “Suçu işleyenler asker, Genelkurmay nasıl tarafsız bir karar verecek?” diye sorarken; hukukçu Ümit Kardaş da ekledi: “Biri emir vermiş, biri İHA görüntülerini izlemiş, biri de emri yerine getirmiş. İyi ama kim bunlar? Şüpheli namına kimse yok. Hangi askeri savcı, Uludere için komutanını sorgulayabilir?”

Kolay mı? Diyarbakır Başsavcı Vekilliği’nin 1.5 yıldır yürüttüğü soruşturmada görevsizlik kararının 4 sayfa olduğu ve 3 sayfasının da ölenlerin ve yakınlarının isimlerinden oluştuğu ortaya çıkarken; 3. sayfanın son bölümünden itibaren başlayan kararın tamamı ise toplam 53 satırdan oluştu. Buna karşılık, kısa kararda suç tarihinin bile 28 Kasım 2011 olarak yanlış yazılması dikkati çekti!

 

“NE OLACAK” MI?

 

Bitiriyorum: Cemal Süreya’nın, “Biz kırıldık daha da kırılırız/ Doğudan batıya bütün dünyada/ / Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza,” dizeleriyle betimlenen Roboskî hâlâ kanayan bir yaradır!

Devletin Kürtlere verdiği, “Ya bizim ‘barış’ımıza boyun eğip önünüze sürdüğümüz kırıntılara rıza gösterin, ya da…” gözdağıdır.

O, aba altından gösterilen bir sopa, yani bir Sri Lanka tehdididir…

T.“C”nin “Otuzüç Kurşun”lu imha tehdidinde bir başka duraktır…

“İyi de ne olacak” mı?

Yanıt Behçet Aysan’ın dizelerinde:

“bizim de/ bizim de/ günlerimiz olacak./

güle değecek/ kuşların kanadı/ ve kuşlar sırtlarında/ gül taşıyacak./

kardeşlerim koşar adım/ moraran beyazla/ zincirlerimizle/ yaralarımızla/ ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek.

bir yanı var/ ömrümüzün/ belki bir gün gülecek…”

 

13 Aralık 2013 13:27:33, Ankara.

 

N O T L A R

[*] 26 Aralık 2013 tarihinde Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde düzenlenen “Roboskî Katliamını Unutturamazsınız” başlıklı toplantıda yapılan konuşma… 28 Aralık 2013 tarihinde Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin düzenlediği ‘Roboskî’den Hapishane Katliamlarına Türkiye’de Devlet Şiddetinin Tarihi’ başlıklı Panel-Forum’da yapılan konuşma… Kaldıraç, No:151, Ocak 2014…

[1] Turgut Uyar.

[2] Cüneyt Özdemir, “Uludere Katliamını ABD mi Yaptı?”, Radikal, 28 Nisan 2013, s.18.

[3] Ezgi Başaran, “Çözüm Olsun Ben İş Bulurum”, Radikal, 27 Nisan 2013, s.12-13.

[4] “Sorumlular Yerine Roboskîli Ailelere Soruşturma Açıldı”, Gündem, 15 Haziran 2013, s.5.

[5] Namık Durukan, “32 Aile 3’er Bin Lira Ödeyecek”, Milliyet, 18 Haziran 2013, s.14.

[6] “Katliamdan Kurtulan Roboskîlilere Ceza”, Birgün, 22 Ocak 2013, s.6.

[7] “Kardeşinin Ölümünü Protesto Etti, İşten Atıldı”, Milliyet, 25 Eylül 2013, s.20.

[8] Fırat Kozok, “Direnci BDP ile Kırdılar”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2013, s.4.

[9] “Demirtaş, ‘Katliamın Sorumlusu’yla Aynı Sofraya Oturmak İstemeyen Roboskîli Aileleri İkna Etti”, Sendika.Org, 26 Temmuz 2013… http://www.sendika.org/2013/07/demirtas-katliamin-sorumlusuyla-ayni-sofraya-oturmak-istemeyen-Roboskîli-aileleri-ikna-etti/

[10] Yalçın Yusufoğlu, “Tayyip Erdoğan’ı Bağışlatmak”, baris_icin_vic. Grup, 30 Temmuz 2013.

[11] “Başbakanlık’tan Uludere Açıklaması”, ntvmsnbc, 30 Temmuz 2013… http://www.ntvmsnbc.com/id/25457952/

[12] Zehra Çiğdem Özcan, “Daha Nice Liceler”, Radikal, 17 Temmuz 2013, s.17.

[13] H. Selda Aksoy, “Çözülen Kürt Sorunu mu? Kürt Hareketi mi?”, 21 Ağustos 2013… http://seldaksoy.blogspot.com/2013/08/cozulen-kurt-sorunu-mu-kurt-hareketi-mi.html

[14] Önder Yılmaz, “MİT: Saldırı Yapıldığını Ertesi Sabah Öğrendik”, Milliyet, 12 Mart 2013, s.24.

[15] Serpil İlgün, “Ertuğrul Kürkçü: Roboskî’nin Kefareti Er Geç Ödenecek”, Evrensel, 24 Aralık 2012, s.14.

[16] “Roboskî: Sri Lanka Testi”, Gerçek, No:39, Ocak 2013, s.9.

[17] Ertuğrul Kürkçü, “Roboskî’nin Hakkı mı, Devletin Menfaati mi?”, Radikal İki, 10 Mart 2013, s.3.

[18] Tarık Işık, “Kaçakçılık Yok Kaçak Sınır Var”, Radikal, 29 Aralık 2012, s.6-7.

[19] Ayça Örer, “Biz de Uludere’den Göçer Gideriz”, Radikal, 16 Aralık 2012, s.8.

[20] Mehmet Baransu, “Uludere Kanı Elinize Bulaştı”, Taraf, 25 Mart 2013, s.13.

[21] Ahmet İnsel, “Uludere, Reyhanlı ve Sorumsuzluk Politikası”, Radikal, 21 Mayıs 2013, s.15.

[22] Hasan Cemal, “Uludere ve ‘Devlet Benim’ Kibiri!”, Milliyet, 18 Aralık 2012, s.17.

[23] Taylan Tanay, “İdam Cezası Gerçekten Yok mu?”, Radikal İki, 19 Mayıs 2013, s.11.