MURAT CAKIR | 30-12-2012| 2012’nin bu son günlerinde, Roboski Katliamı’nın yıldönümünde, iki yazarın yazdıkları gözüme çarptı. Birisi, gazetemizin yazarlarından Delil Karakoçan’ın »Yersiz kaygılar« başlıklı yazısı. Diğeri ise Cengiz Çandar’ın 25 ve 26 Aralık’ta kaleme aldıkları.
Karakoçan, Kürtlerin bir kesiminde »son noktaya gelindiğine (…) giderek daha küçük şeyler için daha büyük bedeller ödendiğine (…) umutlu olunamayacağına« dair bir eğilim olduğunu belirtiyor ve tüm yetmezliklere rağmen bu inanışı doğrulayacak şartların oluşmadığını, kaygıların yersiz olduğunu vurguluyor.
Karakoçan haklı. Roboskili ailelere, demokratik Kürt hareketine, HDK içerisinde yer alan Türkiye sosyalistlerinin kararlılığına, ODTÜ’lü öğrencilere ve en önemlisi »baldırı çıplak« Kürt halkına bakınca, umutlu olmak için onlarca nedenin var olduğu görülebilir.
Gene de beni düşündüren bir nokta var: o da Kürtlerin bir kesiminin »çıtayı düşürmekten« ne anladıklarıdır.
Çandar’ın »bağımsız Kürt devleti kavramı önümüzdeki 2013 yılında, bugüne dek olduğundan çok daha fazla telaffuz edilecek« tespitinin, Karakoçan’ın muhtemelen kastettiği »kesimlerin« duygularına tercüman olduğunu düşünüyorum.
Bu duygu »Bağımsız Kürdistan« arzusu olarak da ifade edilebilir. Güney Kürdistan’daki gelişmeler ise bu duyguyu körükleyen ana nedenlerdir.
Yüzyılı aşkın bir süredir ezilen, aşağılanan, hor görülen, inkâr ve imha ile kendi topraklarında bile barınmasına izin verilmeyen Kürtler için anlaşılabilir bir duygudur bu. Ama aldatıcıdır, zayıflatıcıdır aynı zamanda…
Aldatıcılığı nereden baktığınıza bağlıdır. Yoksulların, »baldırı çıplakların« perspektifinden, örneğin Güney Kürdistan’a baktığınızda ne gördüğünüzdür bence önemli olan. Elimizi vicdanımıza koyarak soralım: Irak’ın dünyanın en büyük petrol satıcısı ülkelerinden birisi olarak devlet kasalarına giren yaklaşık 300 milyar Dolar’dan; Irak petrol kaynaklarının yüzde 13’üne sahip olan Güney Kürdistan yönetiminin gelirlerinden, Exxon gibi dünya devleriyle yapılan antlaşmalardan; Süleymaniye’de, Erbil’de veya başka yerlerde mantar gibi yükselen AVM’lerden, yaratılan zenginliklerden yoksul Kürtlere düşen pay nedir?
Hadi payı bir yana bırakalım; Kürtler, kimilerinin iddia ettiği gibi »sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış« bir toplum mudur? Toprakların yüzde kaçı, toplumun yüzde kaçının mülkündedir? Topraksız köylülerin, yoksulların Güney Kürdistan yönetiminin siyasî karar alma mekanizmalarına katılım oranı, sosyal adaletin düzeyi nedir?
Çandar’ın 25 Aralık’taki yazısında, Peter Galbraith’dan yaptığı »Bir bağımsız Kürdistan’ın Türkiye’ye karşılığında sunabileceği cazip imkânların başında Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu zengin ve güvenilir petrol arzı ve hasmane bir Irak ile İran karşısında bir tampon oluşturacak, istikrar içinde bir müttefik olması ve dahası PKK’yı sınırlayacak bir işbirlikçi olması geliyor« alıntısını ve bir gün sonraki yazısında yaptığı »Bölgede bağımsız Kürdistan, (…) Türkiye’nin onayı, ABD desteğiyle mümkün olacaktır. Gidiş o yöndedir« tespitini ciddîye alırsak eğer, »kim, kimin kaderini tayin edecek« diye sormamız gerekmez mi?
Türkiye’nin onayladığı bir »bağımsız Kürdistan« dolayısıyla bir »ulus devlet« olacağına göre, Kürt yoksullarının, emekçilerinin ve Kürt olmayanların kendi kaderlerini belirleme hakkı kimin elinde olacak? Bu açıdan bakınca, »baldırı çıplakların« lehine olan nedir: Milyonlarca Kürdün »siyasî irademi temsil ediyor« dediği Abdullah Öcalan’ın »Demokratik Konfederalizm-Demokratik Özerklik Konsepti«, örneğin Rojava’daki Kürtlerin elde ettiği özerk yapılar mı, yoksa »bağımsız Kürdistan« mı?
Şahsen Rojava’ya, demokratik Kürt hareketine ve bu hareketin taşıyıcısı olan Kürt yoksulları ile Kürt kadınlarına baktığımda, hiç ama hiç umudumu kaybetmiyor, dik duranların Karakoçan’ın bahsettiği »eğilime« teslim olmayacaklarına inanıyorum. Bu umudumla tüm emekçilerin ve ezilenlerin yeni mücadele yılını kutluyor, »vatanımız yeryüzü, milletimiz insanlık« şiarının gerçekleşeceği geleceğimize umutla bakıyorum.
Gelecek, bu anlamda »Kürdistanların« olacaktır!