Anasayfa , Köşe Yazıları , Yeni bölgesel denklem / kriz, İran ve Suudi Arabistan gerilimi

Yeni bölgesel denklem / kriz, İran ve Suudi Arabistan gerilimi

 

VOLKAN YARAŞIR- Ortadoğu, küresel jeo-politiğin odak coğrafyası olarak büyük alt üst oluşlar yaşıyor. Sürekli istikrarsızlık hali bölgenin genel karakteri olarak dikkat çekiyor. Bir dönemin dengesi, bir başka dönemin dengesizliği olarak ortaya çıkıyor. Bölge emperyal özneler arası hegemonya savaşlarının merkezine dönüşüyor. Bölgesel ve yerel güçlerinde yer aldığı bu savaş; iç savaşlar, asimetrik ve vekalet savaşları şeklinde biçimleniyor. Bölge katastrofik bir sarmalın içinde. Coğrafyanın müthiş değişken dengeleri ve çok boyutlu çelişkileri her momentin yıkıcı ve katastrofik sonuçlar yaratmasına yol açıyor.

YENİ DENGELER VE YENİ GÜÇLER KORELASYONU

İran ve Suidi Arabistan arasında yaşanan gerilim, bölgedeki yeni dengelerin bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Gerilim, yeni bölgesel bir krizin yada bir başka ifadeyle bölgesel denklemin önünü açtı. İki ülke arasında gerilimin tarihsel boyutları bulunuyor. Ama özellikle Arap halklarının 2011 yılında ayağa kalkması ve isyan dalgasının Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar geniş bir coğrafyada sarsıcı etkiler yaratması yeni bir moment olarak ele alınabilir. Bu süreçte Bahreyn isyanı gerilimi tetikleyen bir faktör olarak öne çıktı. Bahreyn’de ağırlıkta Şii kökenli yoksulların ayağa kalkışı büyük bir şiddetle bastırıldı. Bunun yanısıra Libya’da Kaddafi rejimin NATO destekli vekalet savaşları sonunda yıkılması ve benzer sürecin Suriye’de gerçekleştirilmek istenmesi bölge ilişkilerinde çok vektörlü bir sürecin önünü açtı. Suudi Arabistan, Katar ve BAE hem Libya’da, hem Suriye’de, hem de Bahreyn’deki gelişmelerde aktif rol oynadı. Bilfiil vekalet savaşlarını organize etti ve yönlerdirdi, yoğun lojistik destek verdi. Yemen’de Husilerin iktidara yürümesini Suuidi Arabistan, kendisi için tehlike olarak gördü ve Yemen’i içinde Mısır ve Körfez ülkelerinin aktif yer aldığı ittifak güçleriyle işgal etti. İran bu gelişmeleri kendi inisiyatifinin kırılması, ekonomik ve nüfuz alanlarına yönelik saldırılar olarak gördü. Etki alanındaki güçleri de devreye sokarak Suriye’de Esat rejimini destekledi, Hizbullah’a her düzeyde katkıda bulundu ve Suriye’de etkin rol oynasını sağladı. Ayrıca Hizbullah’a açık destek vererek Lübnan’ın en temel aktörlerinden biri haline gelmesine sağladı. İsrail’i Hizbullah aracılıyla markaja aldı ve bloke etmeye çalıştı. Şii hilalinin temel kutbu olarak Ortadoğu’daki Şii halkı üzerindeki etkisini kullandı. Son bir kaç yılda yaşanan bu gelişmeleri, İran’ın ABD’yle nükleer anlaşma imzalaması izledi. Rusya ve Almanya, bu anlaşmanın imzalanmasında etkin rol oynadı. Özellikle anlaşmanın imzalanması bölgede stratejik bir konjonktürün önünü açtı.

Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bu konjonktürde kartlar yeniden karılıyor ve bölgenin güç ilişkilerinde önemli kaymalar ve değişimler yaşanıyor. Ortadoğu’nun iki bölgesel gücü olan, İran ve Suidi Arabistan arasında gerilim şiddetlendi. Bugün diplomatik varyasyonlarla, nüfuz alanı daraltma taktikleri ve vekalet eden güçler aracılığıyla yürütülen hamleleri, ilerde daha da sert hamlelerin izlemesi yüksek bir olasılıktır.

İRAN’IN ORTADOĞU’DA ROLÜ ARTIYOR

İran’a uzun dönem ABD tarafından tam izolasyon politikaları uygulandı. Hatta İran’a yönelik sıcak bir savaş olasılığı gündemde tutuldu. İran, Ortadoğu’daki konumu, Asya’ya açılan kapı olarak oynadığı jeo- stratejik rol ve dünyanın en önemli doğal gaz ve petrol üreticisi olması nedeniyle, her zaman ABD açısından önem taşıdı. İslami rejimin ritüel, jargon ve retorikle beslenen anti- Amerikancı (ama hiçbir zaman anti- emperyalist olmayan) tavrı ve yaklaşımı rahatsızlık unsuru oldu. ABD’nin ilan ettiği “terörist” devletlerin başında yer alan İran, karşı hamlelerle gelişmelere yanıt verdi. İran devlet ve diplomasi geleneğinin birikimleriyle, bölgede ağırlığını korumayı bildi. ABD’nin yaptırımlarına karşı emperyal özneler arasında yaşanan çelişkilerden yararlandı. Özellikle Rusya ve Çin’le gelişkin ekonomik ve siyasi ilişkiler kurdu. Ayrıca Venezüella, Küba ve Latin sol dalgasından etkilenen ülkelerle bağlarını güçlendirdi. Hatta örtük olarak AB’yle, Fransa başta olmak üzere ilişkilerini sürdürdü. Ayrıca Ortadoğu’da nüfuz ve ekonomik alanlarını genişletti. Etkin müdahalelerde bulundu, ağırlığını her zaman hissettirdi. ABD’nin Irak’ı işgali ve ülkede işgale karşı başlayan direniş ve direnişin evrimi İran’ın bölgede ağırlığını artıran en temel gelişme oldu. ABD’nin Irak’ta giderek inisiyatif yitirmesi ve İran’ın tam tersine etki alanını genişletmesi yeni bir konjonktürün önünü açtı. İran benzer bir atağı Suriye’de de yaptı. Kaddafi gibi hızlı yıkılması beklenen Esad rejimi, Rusya’nın etkin, İran’ın dolayımlı desteği ve Hizbullah’ın fiili katılımıyla ayakta kaldı. İran, Irak’tan sonra hem Suriye’de, hem Lübnan’da ciddi inisiyatif kazandı. İran, Ortadoğu’nun hegemon güçler arasında yeniden paylaşıldığı, yeniden dizayn edildiği ve kaynak savaşlarına sahne olduğu konjonktürde Rusya ve Çin kutbu içinde yer alarak, Ortadoğu’da ağırlığını korudu. Reel politiker bir tutumla gerektiğinde hem AB, hemde ABD’yle temaslar kurdu. Son nükleer anlaşma bu ilişkilerin somut sonucu olarak ortaya çıktı. ABD’nin yeni savunma stratejisi ya da yeni jeo- politik yönelimi olan Asya- Pasifik konseptinde, İran son derece belirleyici bir yere sahiptir. Rusya’yı güneyden, Çin’i doğu ve Pasifikten kuşatmayı hedefleyen ABD, bu stratejik yöneliminde İran’ı Asya’ya açılan kapı olarak gördü. İran’daki rejimine yönelik renkli “devrimlere” benzer hamleler yaptı ve İran savaşını gündemde tuttu. Rejim bu emperyal hamleleri boşa çıkarmayı becerdi. Özellikle Irak’ta etki alanının artması ve Suriye hamleleri İran’a önemli olanaklar sundu. ABD’nin Şii hilalini kırmak için Sunni yayı/hilali oluşturma taktikleri boşa çıktı. ABD yeni konjontürde İran’ın emperyalist- kapitalist sistemle entegrasyonunu derinleştirmeyi ve bu büyük pazarın küresel finans kapitale açılmasını hedefledi. Asya– Pasifik yönelimini yeni konjonktüre uyumlu hale getirerek, Ortadoğu’nun yeniden dizaynında sistemle entegrasyonu artan bir İran üzerinden bu konsepti hayata geçirmeye çalışıyor. İran yeni süreçte Ortadoğu’nun en etkili ve inisiyatif sahibi gücü olarak devreye giriyor. Bu gelişme bir yanıyla bölgede yeni dengelerin oluşmasına yol açarken, diğer yanıyla Ortadoğu’daki bölgesel güçler arasında çelişkileri artırıcı bir içerik taşıyor.

ZAYIFLAYAN VE İNİSİYATİF KAYBEDEN BÖLGESEL GÜÇ: SUUDİ ARABİSTAN

Suudi Arabistan, tarihsel olarak emperyalizmin bölgedeki en önemli müttefiki oldu. Arap milliyetçiliği ve Arap devrimci hareketinin gelişimini engellemek için iki silahı etkin kullandı: İslam ve petro doları. “ Kullanışlı müttefik” kavramıyla da açıklanan bu durumdan ABD son derece iyi yararlandı. Suudi Arabistan Ortadoğu’daki emperyal hegemonyanın kurulmasında ve sürdürülmesinde aktif rol aldı. Özellikle 1960’ların başından itibaren ABD’nin bölge projelerinde vazgeçilmez misyonlar üstlendi. 1980’li yıllarda Afganistan’da, 1990’lı yıllarda Çeçenistan ve Yugoslavya’da, 2003’ten sonra Irak’ta, 2011 yılından sonra Libya ve Suriye’de radikal İslamcıları destekledi ve organize etti. Irak, Libya, Suriye’de iç savaş stratejilerini hayata geçirdi. Vekalet savaşlarının hamiliğini yaptı.

Suudi Arabistan dünyanın en önemli petrol ihracaatcısı olarak petrolü, yine ABD denetiminde, küresel düzeyde jeo- ekonomik bir silaha dönüştürdü. 1980’li yılların sonunda petrol fiyatlarını sert bir şekilde düşürerek, Sovyetler Birliği’ni ekonomik olarak yıprattı ve çöküşünü hızlandırıcı etkilerde bulundu. Son olarak petrol fiyatları üzerinden yapılan jeo- politik mahiyetteki hamlelerle Rusya ve Venezüella sıkıştırıldı. Böylece Rusya krizi tetiklendi ve Venezüella’da Chavezci Maduro iktidarının (petrol fiyatlardaki sert düşüşün ülkeyi ekonomik krizin eşiğine getirmesi ve petrol gelirleriyle sağlanan yoksulara yönelik sübvansiyon olanaklarının daralmasından ve bir dizi başka etkenden dolayı) seçim yenilgisi yaşamasına yol açtı.

Kapitalizmin genelleşmiş krizi ve krizin fazları petrol fiyatlarını kritik eşikte tutarken, emtia fiyatlarında da düşüş sürüyor. Suuidi Arabistan’ın (ABD güdümünde) -küresel jeo-politik ve jeo- stratejik nedenlerden dolayı- yakın döneme kadar bir silah olarak kullandığı fiyat düşürme taktiği, yaşanan yüksek konjonktürün sonucu bumerang etkisi yarattı. Ülke ekonomisinde ciddi sorunlar yaşanmaya başlandı. Yemen işgali bu durumu daha da derinleştirdi. Savaş, Suudi Arabistan’a ayda 6 milyar dolara mal oluyor. Savaşın maliyetleri giderek artıyor ve Yemen’de Suudi Arabistan’ın istediği adımlar atılamadı. Bütün bu faktörler Suudi Arabistan ekonomisinde ciddi problemler yaşamasına yol açtı. IMF’in açıklamasına göre önümüzdeki 5 yıl içinde Suuidi Arabistan iflas edebilir.

Nüfusunun yüzde 10- 15 civarı Şiilerden oluşan Suudi Arabistan’ın, ekonomik anlamda yaşayacağı bir sarsıntı, yüksek bir kırılganlığa sahip ülke içi istikrarı hızla bozabilir. Ayrıca aileye, aşirete dayanan rantiye bir devlet niteliği taşıyan Suudi Arabistan, bünyesinde ciddi ( farklı aşiretler arası ve bazı aşiretlerle hanedanlık arasındaki gibi) gerilimler yaşıyor. Rantiye ekonomisinde yaşanacak her hangi bir sarsıntının şiddetli sonuçlar yaratması kaçınılmazdır.

Bu aşamada Rusya’nın Suriye de asal bir güç olarak devreye girmesi Suudi rejimini tam anlamıyla kontrpiyede bıraktı. İran’ı Suriye üzerinden sıkıştırmayı ve etkisizleştirmeyi hesaplayan rejim hem Suriye’de inisiyatif kaybetti, hem de İran’ın atakları karşısında bloke oldu. Bunun yanısıra İran’ın ABD’yle yaptığı anlaşma, İran’a bölgede yeni inisiyatif alanları yaratma olanağı sundu. İran’ın hızla Ortadoğu’da inisiyatif geliştirmesi ve nüfuzunu yayması Suuidi rejimi açısından ciddi bir tehlike olarak değerlendirildi. Bölgede inisiyatif daraltıcı bir gelişme olarak görüldü. Hanedanlığın Şii düşmanlığı üzerinden meşruiyet sağlaması ve devlet olarak bölgede Sünni kuşağın baş aktörü olması, İran ve Şiilik karşıtı faaliyetlerin artmasına yol açtı. İsrail’le ilişkiler aynı nedenlerden dolayı artırıldı. İsrail’de bölgede İran’ın artan rolünden şiddetli rahatsızlık duyuyor. Ayrıca ABD’nin BOP’la gündemine aldığı, bölgenin sisteme entegrasyonu ve küresel finans kapitalin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılanması ve bunun önünde engel olarak düşünülen aile- aşiret esasına dayanan rejimlerin tasfiyesi bir kere daha aktüellik kazandı. Irak işgaline karşı gelişen direniş, Arap isyanları, Suriye iç savaşı, İŞİD faktörü bu projenin ertelenmesine neden olmuştu. Suudi Arabistan rejimin vekalet savaşlarındaki rolünü ve Suriye politikalarını bir boyutuyla da statükosunu koruma, zaman kazanma taktiği olarak değerlendirebiliriz.

Suudi Arabistan’ın kapitalist entegrasyonun ihtiyaçlarına uygun yeniden yapılanması, rejimin buna göre restorasyona tabi tutulması gündemdedir. ABD’nin başkanlık seçimi sonrası Ortadoğu gündeminin temel başlıklarından biri bu olacaktır. İran’ın içine girdiği süreç, bu konuyu daha da aktüelleştirmiştir. Bütün bu adımlar Ortadoğu’nun yeni dizaynının parçası olarak gelişiyor.

UZUN VE SÜREKLİ SAVAŞ COĞRAFYASI: ORTADOĞU

Ortadoğu’da emperyalist güçler arasında yaşanan hegemonya savaşı, farklı inisiyatif boşluklarına, kırılmalarına ve çatlaklara yol açıyor. Bu durum değişik balans ayarları yanında, zaman zaman TC dahil ( neo- Osmanlıcılık hayalleri, Suriye iç savaşındaki rolü, Musul hamlesi gibi ), Suudi Arabistan ve bölge güçlerinin kontrol dışı, kendi ekonomik ve nüfuz alanlarını genişletmek için ataklar yapmasına yol açabiliyor. Suudi Arabistan’ın son olarak İran’a yönelik izlediği gerilim stratejisini, İsrail ve Türkiye’yle kurduğu ilişkileri bu paralelde okumak mümkündür. Reel politiğin bir yansıması olan bu durumu (tanımlama İran içinde geçerlidir) mezhep çatışması yada savaşları olarak yorumlamak satıhta bir izahtır. İran ve Suudi Arabistan arasında artan sorunları her ülkenin iç politikasındaki yüksek gerilimin, iktidar savaşlarının ve bölgede değişen güç dengelerin yansımaları olarak ele almak gerekiyor. Bölgede yaşanan her moment güç dengelerini alt üst ederken, bölgesel güçler arasında çelişki ve çatışkıları artırıyor.

Ortadoğu’da büyük alt üst oluşlar yaşanıyor. Uzun ve sürekli savaş coğrafyasına dönüşen Ortadoğu, savaşın içinde yeniden yapılanıyor, dizayn ediliyor. Emperyalizmin yeni av sahasına dönüşen Ortadoğu’da, her moment (Rusya’nın Suriye’de aktif olarak devreye girmesi gibi) güç dengelerinde kaymalara ve yeni fay hatlarının oluşmasına yol açıyor. Bir başka anlatımla her denge yeni ve büyük dengesizlikleri beraberinde getiriyor. Coğrafyanın her alanının emperyalizmin av sahasına dönüşeceği bir konjonktürün içine giriyoruz.

Bu süreci Asya- Pasifik’teki gelişmelerden ayrı ele almamak gerekiyor.