Anasayfa , Köşe Yazıları , Yaşamın hakkını veren(ler): Pekuysal ve Çaman[*]

Yaşamın hakkını veren(ler): Pekuysal ve Çaman[*]

 “Yaşadığımız her an
kendi hakkını ister.”
(Goethe)

temeldemirer“Yaşadığımız her an
kendi hakkını ister.”
(Goethe)

Suna Pekuysal ve Hadi Çaman’ın bizi bırakıp gitmeleri ardından Onlara dair satırları kaleme almak, hiçte kolay değil…

Evet, yazıyı yazmak için, notlarımı karıştırdığımda, “yazıyı kaleme almanın kolay” değil! Ama bunun yanında bir şey daha var ki, bu yazıyı, tam da bunun için kaleme alabiliyorum.

Onlar bana; Emerson’un, “Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz…”

Dostoyevski’nin, “Hayattan korkmayın çocuklar; iyi ve doğru bir şeyler yaptığınız zaman hayat öyle güzel ki…”

Oscar Wilde’ın, “Hiçbir yaşam teorisi yaşamın kendisinden önemli değildir…”

Ernest Renan’ın, “Ahlâk da sanatta olduğu gibi hiç konuşulmaz, ancak yaşanır…”

S. Zizek’in, “Yapamadığınız bir şeyi yapmış olabileceğiniz fikri, onu gerçekten yapmaktan daha fazla haz verir…”

James A.Garfield’in, “Çizgiler, yüreklerimizde değil, yalnız alınlarımızda belirir. Çünkü insanın ruhu hiçbir zaman yaşlanmaz…” sözlerini anımsattığını fark ettim…

Evet, evet bu sözlerin tümünde betimlen şeyler, bizlere Pekuysal ile Çaman’ı anlatır sanki…

* * * * *

Suna Pekuysal’la başlayalım…

“Herkes söyler… Ama ben bütün kalbimle söylüyorum, sahnede ölmek istiyorum” derdi hep; ‘Lüküs Hayat’ın Zeynep’i, ‘Küçük Hanım’ın hizmetçisi, ‘Yeter Anne’nin Makbule’si, yani Suna Pekuysal…

Bizi terk edip gitmeden beş gün önce evinde kalça kemiğini kırmış, İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyata alınmıştı. Ancak artık onunla özdeşleşen omurga hastalığı “ankilozan spondilit”, iyileşmesine izin vermedi; 21 Temmuz 2008 gecesi yüreği durdu…

Pekuysal’ın kaybı için kullanabilecek tek sözcük, “Büyük” olabilir; öyledir de…

* * * * *

Pekuysal, 24 Ekim 1933′te İstanbul’da doğmuştu.

Ya acı bir tesadüftür ya da kaderin ördüğü ağlar, babası İlhami Bey, kızı doğmadan yedi yıl önce kalça kemiğini kırıp yatağa mahkûm olmuştur. Bu durumdayken konak komşusunun kızı Hadiye Hanım ile evlenir ve hemen bir çocuk sahibi olur. Kızına, çok sevdiği tangodan esinle Suna adını koyar, annesinin adı Adile’yi de ekler. Ancak Adile Suna henüz 7 aylıkken, 27 yaşında hayata kapar gözlerini İlhami Bey…

Eşini bunca erken kaybeden Hadiye Hanım, günlerini Cağaloğlu Halkevi’nde geçirir. Amatör bir tiyatrocudur çünkü. Suna da burada, kuliste büyür. Şehir Tiyatrosu’nun çocuk bölümünün efsanevi yönetmeni Ferih Egemen gelir bir gün Cağaoğlu Halkevi’ne ve annesini seyretmekte olan bu sevimli, cevval, sahneye aşkla bakan kızı görür.

Ver elini Darülbedayi, ver elini ilk oyun: “Artist Aranıyor”. Çoktan bulunmuştur o artist, Şehir Tiyatrosu’nda 1947′den 2002′ye kadar süren uzun bir yolun ilk adımı atılır böylece.

Artık Ankara Konservatuvarı’na gitmenin vakti gelmiştir; ama sınav tarihini kaçırır Pekuysal. Dram Tiyatrosu’ndan da küçük rol teklifleri gelmeye başlayınca, kalır İstanbul’da. Bedia Muvahhit’lerin, Cahide Sonku’ların, Şaziye Moral’ların arasında “pişer”. Her oyunda kulistedir, bütün roller de ezberinde. Muhsin Ertuğrul ona “kulis faresi” adını takar.

Kulis faresi, aşkının karşılığını bulur tiyatrodan; figürasyondan küçük rollere geçiş yapar. İlk rolü de ‘Gelin’ piyesindeki bulaşıkçı kızdır ve tek bir cümlesi vardır: “Afedersiniz matmazel, geçiyordum da”. Bu tek cümle ilk övgüsünü getirir ona, Tunç Yalman gazetedeki eleştirisinde oyundaki en inandırıcı aktrisin Suna Pekuysal olduğunu yazar.

1955 yılında ilk sinema teklifini alır; Osman F. Seden’in ‘Kanlarıyla Ödediler’ filmi… Ardından Nejat Saydam, Pekuysal’ın içindeki “komik kız”ı keşfeder.

Belgin Doruk-Ayhan Işık’lı ‘Küçük Hanım’ serisinde tırabzanlardan kayan, lafları ters söyleyen, delifişek hizmetçiyi oynar ve seyircinin “içine sokası gelen” oyunculardan olur.

1997′de İstanbul Film Festivali, 2001′de de Altın Portakal tarafından Onur Ödülü ile taçlandırılan sinema kariyerine 100′ün üstünde film sığdırır.

1963′te ‘Neşemizi Bulalım’ adında bir filmde oynar; ama filmin arka planında yaşananlar hiç de neşeli değildir. Rol arkadaşı Suphi Kaner intihar eder. Kendisi de yakasını son gününe dek bırakmayacak ankilozan spondilit hastalığına sebep olan bir kaza geçirir çekimler sırasında. Ama şov devam etmelidir; oyunlar, filmler ardı sıra gelir.

1964 yılında Cevat Fehmi Başkut’un ‘Küçük Şehir’inin ise ayrı bir yeri vardır Pekuysal’ın hayatında. Bu oyunda, ölüm onları ayırana dek evli kalacağı Ergun Köknar ile tanışır. Yıldırım aşkıdır aralarındaki, kuliste gelen evlilik teklifine “Evet” deyip atar kendini sahneye. 9 yıl sonra 3 kişi olur aile; Pekuysal, doktorlarının muhalefetine rağmen tek çocuğu Sait Ali’yi doğurur. Bu sırada sağlığı da gittikçe bozulur. Omurgası her yıl biraz da eğilir. Ama sahnede bambaşka bir Suna vardır; güçlü, enerjik ve de dimdik!

Bugün Pekuysal denince ilk akla gelen oyunlardan biri olan ‘Lüküs Hayat’ 1984 yılında başlar. ‘Boncuur efenim boncuur’, ‘Seni ya lord ya da mort ederim’ repliklerini 14 yıl söyledikten sonra 1998′de yaş haddinden emekli olur Şehir Tiyatroları’ndan. Ertesi yıl, tiyatro sahnelerine son kez çıkacağı ‘Hasır Şapka”da konuk oyuncu olarak oynar. Filmografisi ise 2005′te rol aldığı ‘Hırsız Var’la noktalanır.

Bu arada televizyona da işler yapar; ‘İnce İnce Yasemince’, ‘Süper Baba’, ‘Evimiz Olacak mı?’, ‘Ekmek Teknesi’, ‘Çapkın’ ve elbette Özkan Uğur’a kök söktüren ‘Yeter Anne’…

Seyircisi onu en son 2006′da “Geçmiş Zaman Olur Ki”de görür, bir de Okan Bayülgen’in 2007 tarihli fotoğraf projesi “Pudra”da. Bayülgen’e “Ekmeğim, suyum, aşım, havam, her şeyim tiyatro. Herkes söyler ama ben bütün kalbimle isteyerek söylüyorum: Sahnede ölmek istiyorum” der!

* * * * *

Toparlarsak; “Ve şimdi şu hâlde, hâlen bir şeyler yapmaya çalışıyorsam, yine işime duyduğum saygıdan ötürü…” diyen Suna Pekuysal’ın, ekmeği, suyu, aşı, havası, her şeyi tiyatroydu!

Ve o aşkla yaptığı bu işe dair, “Elbiseyi asarım, kendi elbisemi giyer, eve gelirim değil mi? Ben onu yapmadım! Elbiseyi çıkarıp asıyorum ama o kişiliği hayatımda da oynuyorum. Ama ben mutluyum hayatımdan…

“Basit bir sözüm var: hani sanatçılar sahnede ölmeli derler ya, ben de buna katılırım, oyuncu oynarken ölmeli derim hep. İnşallah öyle olur dedim ama olamadı. İki senedir çalışamıyorum ben. Olmadı benim o hayalim. Çünkü benim her şeyim sahne idi. Her şeyim; ekmeğim, suyum, aşım, havam, her şeyim tiyatro. Herkes söyler ama ben bütün kalbimle isteyerek söylüyorum: sahnede ölmek istiyorum. O derece seviyorum. Fanatik hastasıyım işimin. Çok severek, saygı duyarak yaptığım tek iştir. Onun için söylediğin farkı ben tiyatroda yaşıyorum zaten. Bunun dışında yaşamım yok,” derdi…

* * * * *

Ya Hadi Çaman! Ondan farklı mıydı sanki? Değildi… O da bir tiyatro “delisi”/ “aşıkı”ydı… Hayat serüveni buna şahitti…

13 Ocak 1943′te Kastamonu’da doğan sanatçı, ilk ve ortaöğrenimini Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi’nde tamamladı, liseyi bitirdikten sonra önce İstanbul Hukuk Fakültesi’nde, ardından Belediye Konservatuarı’nda okudu. Profesyonel olarak sahneye ilk kez 1962 yılında Dormen Tiyatrosu’nda çıktı. Ardından Kenter Tiyatrosu’nun açtığı sınavı kazanarak ‘Altın Yumruk’ adlı oyunda rol aldı. Daha sonra Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu, Miyatro (Müjdat Gezen), Şan Tiyatrosu gibi tiyatrolarda çalıştı.

1970 yılında ‘Adım Kan, Soyadım Silah’ filmiyle adım attığı sinemada, onlarca filmde rol aldı. Bunlardan bazıları, ‘70′lerin ünlü erotik komedileriydi. 1982 yılında kendi tiyatrosunu, Yeditepe Oyuncuları adı altında kurdu. Bu tiyatroda ‘Kelebekler Özgürdür’, ‘Durdurun Dünyayı İnecek Var’, ‘Matruşka’, ‘Küheylan’, ‘Aşk Dediğin Nedir ki?’, ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ gibi oyunları yönetti ve oynadı.

2002 yılında kendisinin 40′ıncı, tiyatrosunun 20′inci yılını kutlayan Çaman, hazırladığı dergiden şöyle sesleniyordu seyircilerine: “Yüze yaklaşan oyun. Bir o kadar ustayla, göz göze soluk soluğa geçen muhteşem günler. Yirmi yıl, aralıksız ışık saçmak için verilen sonsuz savaş. Onlarca genç insana açılan kucak.

Yazılan, yönetilen oyunlar, kazanılan sayısız ödül. En önemlisi, ülkemizde bir ilke imza atıp, bir müsamere salonundan, kültür merkezine dönüştürülen koca bir yapı. Kısacası bir ömür! Seve seve, özveriyle, içtenlikle, gönülden sunulan bir yaşam. O arada yetiştirilen, büyütülen, 30 yaşına erişen bir oğul. Hepsi ülkeme helâl olsun.”

12 Mart 2008′de meslektaşları, tedavisi süren Çaman’a maddi destek sağlamak amacıyla bir gece düzenledi. 2008′in mayıs ayından yaşamını kaybettiği güne dek Huzurevi’nde kalacaktı.

Tiyatro dışında çeviriler yapan, oyunlar yazan Çaman, yönetmen olarak da birçok oyuna hayat verdi. Birçok dalda kişisel ve tiyatrosu Yeditepe Oyuncuları adına sayısız ödüller aldı.

Bunlara bir ek, ya da geçerken bir not: Türk tiyatrosunun en vefalı isimlerinden biriydi Hadi Çaman. Hastalanan, dara düşen her meslektaşının yanında oldu, her meslektaşının cenazesindeydi…

Suna Keskin ona “Rüzgâr adam” lakabını çok yakıştırdığını, sürekli koşuşturan, hiç kimseden yardımını esirgemeyen biri olduğunu söylerken, tam da bunları anlatıyordu…

Ama! Tiyatro ve sinemaya uzun yıllar hizmet veren Çaman, ALS rahatsızlığı dolayısıyla İstanbul Ziverbey’de kaldığı bakımevinde solunum yetmezliği ve kalp rahatsızlığı teşhisiyle kaldığı süre boyunca, “tek başına”ydı …

* * * * *

Haluk Işık’ın, “Önünden arkasından edilen onca söze, atılan çamura inat; yazdıkları, yönettikleriyle, en çok da mesleği uğruna bir ömür tüketerek, tiyatronun unutulmazlarına karıştı,” dediği Hadi Çaman hakkında Üstün Akmen de şunların altını çizer: “Sanatının kişisel, kazançsız, özgür olduğu; kendi kendinin farkına varmadığı, kendi kendine güldüğü, kendi kendini alaya aldığı evreyi elden bırakmayan enderlerimizdendi o”!

22 Eylül 2008 günü hayatını kaybeden, Yeditepe Oyuncuları’nın kurucusu tiyatro sanatçısı Hadi Çaman, son yolculuğuna uğurlanırken Gülsen Tuncer yaptığı konuşmada, “Gerçek bir demokrattı. Ülkesini çok severdi. Tiyatroyu ülkesinin insanları için yapardı,” diyordu …

Aliye Uzunatağan’ın, “O bir tiyatro kahramanıydı. Tiyatrocu gibi yaşadı”; Zeynep Oral’ın, “Çaman, kendisinden daha çok yaptığı işi ciddiye alan sanatçılardandı. Tiyatro sanatının değerine, yüceliğine, sonsuzluğuna, çeşitliliğine ve önemine sonuna dek inandı, sahip çıktı. Adeta var olma nedeniydi tiyatro. Çok çalıştı, çok didindi, çok mücadele etti, çok kırıldı, çok sevdi, çok sevildi ve asla ama asla vazgeçmedi. Çok çok çalışkandı Çaman. Nitelikten ödün vermemeye de pek çok gayret gösterdi. Kişiliğini, çevresine saygısını, alçak gönüllüğünü, dostluklarını kısacası tüm dünyasını tiyatro ile taçlandırdı. İnanıyorum ki alkışı ve ışığı her daim olacaktır”; Dikmen Gürün’ün, “Hadi, tiyatro için yaşadı, tiyatro için uğraştı,” dediği Onu (ve elbette Suna Pekuysal’ı) yitirdiğimiz günden beri tiyatro dünyasının boynu büküktür…

15 Ekim 2008 15:17:13, Ankara

N O T L A R

[*] Çoban Ateşi, Yıl:2, No:77, 29 Ocak 2009…

| 15 – 02 – 2009 |