Home , Köşe Yazıları , Üniversite kıyım – Ragıp Zarakolu

Üniversite kıyım – Ragıp Zarakolu

Geçen yıl Nisan ayında, Paris’teki Cumhuriyet Meydanı, yeni kuşak Fransız Gezicilerinin işgali altında iken, Paris’te Sosyal Bilimler Yüksek Okulu’nda (EHESS) Türkiye’de hapiste olan ve kitlesel tasfiyeye uğrayan akademisyenlerle nasıl dayanışma yapılabileceğini tartışıyorduk.
Fiilen içinde yaşadığımız üniversite kıyım, Çukurova Üniversitesinden genç bir akademisyenin, Dr. Mehmet Fatih Tıraş’ın intiharı ile trajik bir boyut aldı.
Türkiye’nin tarihi kırılmalar ve kopuşlarla ilerliyor. Neredeyse on yılda bir kendini tekrarlayan, ekonomi ile siyasetin iç içe geçtiği, kriz anları, sanki ekonominin devreleri –circle- gibi ardı ardına geliyor…
Her seferinde de düşük ya da yüksek yoğunluklu yıkımlar, acılar, felaketler yaşanıyor.
Nasıl bir ülkeyiz? Neredeyse her ay en az iki acı olayın anması var. 16 Mart kıyımı, Maraş Kıyımı, Sivas kıyımı… İlk anda akla gelenler… Sonra ise Ankara, Suruç, İstanbul vd. kıyımları…
Zamanla bazıları unutuluyor, yerini bir başkası alıyor.

Tamam tarihle yüzleşelim ama, ha bire kendini tekrarlayan bir tarihle nasıl yüzleşilecek?
İlk 24 Nisan’ın anması 1919’da İstanbul’da yapıldı. 24 Nisan anmasının İstanbul’a dönmesi için 90 küsur yıl gerekti.
Geçen yıl akademisyenlerin barış çağrısı gerekçe gösterilerek başlatılan tasfiyeler su anda “akademikırım”a dönüşmüş vaziyette.. Yeni üniversite kuşağı 1980 darbesinden bu yana ilk büyük akademisyen kırımı ile karşılaştı.

Türkiyeli akademisyenlerin yaptığı bir barış çağrısı, Türkiye üniversitelerine yeniden bir “ayar” vermek için kullanıldı ve Temmuz darbe içinde darbesinden sonra bu bir kırıma dönüştü
Bunu ancak Çin’deki totaliter kültür devrimi ve İran’daki İslami Kültür Devrimi ile karşılaştırabiliriz.,.
Bu ayarın, adliyeden, idareye, ekonomiye kadar geniş bir alanda adım adım inşa edilen “yeni düzen” ile bence yakından bir bağı vardı ve bu Temmuz’dan sonra iyice belirginleşti..
“Yeni Cumhuriyet”, yine toplum mühendisliği ile yeni kuşaklara biçim vermek için hazırladığı programını istikrarla sürdürüyor.
Buna bir çeşit İslamo-Kemalizm de diyebiliriz. Pek entelektüel derinliği olmayan kaba bir kopya!
Egemenler tarihi kendileri açısından okumayı biliyorlar.
Keşke ezilenler de bunu bir becerebilse…

“Üniversitekıyım” dedik de, mesela, 1915 soykırımının üniversite boyutundaki yansıması ne kadar yansıtılabildi bu güne kadar? Akademyamız olayın bu boyutunu ne kadar araştırdı ve içselleştirdi?
24 Nisan sonrası katledilen Ermeni aydınlarının bir bölümü, o zaman adı Darülfünun olan İstanbul Üniversitesi’nde ders veriyordu. Elbette bu isimlerin Osmanlı basınında da önemli bir yeri olduğunu akılda tutmak lazım… Şimdi sadece Zohrab ve Diran Kelekyan’ın adını bilebiliyoruz, biraz deştikten sonra o da.
2010’da Beyrut’ta Haygazyan Üniversitesinde düzenlenen Uluslarararası Soykırım ve Hukuk konulu bir konferans sırasında, kütüphaneyi ziyaret ettiğimde, anısına Lübnan’da üniversite kurulan Haygazyan’ın, Konya Koleji’nin kurucusu olduğunu öğrenecektim. Bu kolej, daha sonra Polis Koleji olmuş!

90’lı yıllarda Amerikalı misyonerlerin 1921 yılında hazırladığı bir tehcir raporunu tercüme ettirmiştim. Ona tekrar baktığımda, Haygazyan’ın her nasılsa 1915 tehcirinden sağ çıkmayı başardığını, Mütareke’den sonra yeniden Harput Koleji’ni canlandırma hayali ile Elazığ’a döndüğünü görmüştüm, ama tehcir politikası 1921 yılında Kemalist Ankara tarafından başlatılınca (tehcir uzmanları Malta’dan İngilizlerce bırakılınca, işlerine geri dönmüşlerdi anlaşılan) Yanık Harput yeniden hedef tahtası olmuştu. Haygazyan, bu misyoner raporuna göre, Elazığ yakınlarında salgın hastalıktan yaşamını yitirecekti.
Anadolu coğrafyasında aydınlanma ocağı olan Kolejler boy hedefiydi.
Belki şimdiki Daeş rezaletinden sonra, 1915-22 arası yaşanan felaketi daha iyi algılayabileceğiz.
1915’in eh vahşi aydın kıyımlarından biri Harput Koleji’nde yaşanmıştı. Prof. Garabed Soğigyan, Prof. Mıgırdıç Vorperyan, Prof. Hovhannes Bucikanyan, Prof. Tenekeciyan, Nahigyan, Lüleciyan… Kimi Cornell, kimi Yale Ünversitesi’nden..

Merzifon Koleji ise bunu 1921 yılında şimdilerde kahraman ilan edilen Sakallı Nurettin Paşa eliyle yaşayacaktı. İstiklal Mahkemesi’nin 12 Eylül 1921 yılında, “bölücü faaliyet” gerekçesi ile idam ettiği 69 Kolej mensubu arasında Dimitrios Theoharides, H. George, A. Simeon, A. Pavlidis vardı. İlginç olan ise, okulda hocalığını sürdüren ve bu nedenle Kemalistlerin tehdit ettiği Zeki Beyin, “derin” bir suikaste kurban gitmesi ve suçun Merzifon Anadolu Koleji mensuplarına yıkılması idi.

İttihatçıların büyük eleştirmeni Ali Kemal de bir zamanlar İstanbul Üniversitesi’nde Siyasi Tarih dersi veriyordu. 1919 yılında Osmanlı Hükümeti’nde İçişleri Bakanı iken, İttihatçı savaş suçlularının tutuklanması cesaretini göstermişti, tehditlere karşın. Bunun bedelini, Güzel İzmir’i yaktıran Sakallı Nurettin’in çeteleri tarafından katledilerek ödeyecekti 1922 yılında. Alnına “Artin Kemal” yazacaklardı.
1921 yılında Ermeni ve Rumlar üzerinden “uzmanlaşmış” tehcir çeteleri tarafından Karadeniz’de boğulan Mustafa Suphi de, bir İttihat karşıtı idi. Doktorasını Paris’te yapmış, Kolej statüsündeki Mekteb-i Sultani’de hocalık yapmıştı. Özgürlük şairi Tevfik Fikret gibi… Fikret’in oğlu, 1924 yılında Robert Kolej de ders vermek isteyince, Ankara Hükümeti “Hıristiyan” olduğu için buna izin vermeyecekti.
Keşke liberal üniversitelerimizden birinde, katledilen ve tasfiye edilen akademisyenlere yer veren bir Akademik Özgürlük Müzesi kurulsa… Gazeteciler Cemiyeti’nin Basın Müzesi’ndeki “Öldürülen Gazeteciler” Bölümü gibi.
O zaman tarihsel kopukluk biraz olsun aşılabilir.