Home , Haberler , Umuda Haykırış: 25 Yaşında Bir Genç

Umuda Haykırış: 25 Yaşında Bir Genç

HABER MERKEZİ|23.09.2025| İki binli yılların hemen başıydı, ATİK’e bağlı Paris Halklarla Dayanışma Derneği üyeleri hummalı bir şekilde Devrimci Sanatçı Yılmaz Güney’i Anma Etkinliği için çalışıyordu. Avrupa’da katılacağım ilk anma gecesiydi ve oldukça heyecanlıydım. Afiş dün gibi aklımda; Yılmaz Güney’in büyükçe fotoğrafı ve hemen sağ yanında programa katılacak isimler ve gruplar. Gelecek misafirleri evlerde ağırlamak için planlar yapılırken ilk defa duymuştum, “onlar bizim yoldaşımız”. Afişte yazan Alev-Mansur İkilisi ile böyle tanışmıştım, gıyaben. Sonrası etkinlik için Paris’e gelmeleri ve iki gün bir arada kalma, hem de dolu dolu. Türkiye’de iken koşullardan kaynaklı özellikle Partizan geleneğinin türkü ve marşlarına uzak kalmak, bu iki genç yoldaşın söylediği ezgilerle yerini heyecana bırakmış oldu. Uzun sohbetlerimiz hep bu konuya dair oldu. Etkinlik sonrası uğurladığımız bu iki genç yoldaş, yıllar içinde birçok alanda omuz omuza olduğum yoldaşlarım oldular. Benim için geleneğin ezgileri ile tanışma vesilesi oldular.

Paris’te yürütülen YDG çalışmaları belli bir aşamaya ulaşmış ve merkezileşmişti. O dönem YDG Komisyonu olarak örgütlenen Avrupa faaliyetine Paris’ten katılım sağladığımda Mansur’u yine yanı başımda buldum. Her gittiğimiz toplantıda, Avrupa’nın farklı şehirlerinde başta gençler olmak üzere insanlarla bir araya geliyorduk, Mansur elinde sazı ile bu buluşmalarda ezgilerimizi seslendiriyor ve samimi ortamlar yaratıyordu. Sonrasında Selanik Direniş Kampı’na gittiğimizde de yine Alev ve Mansur vardı yanımızda. Ancak bu defa yalnız değillerdi, birkaç müzisyen arkadaşımızda yanlarındaydı. Birisi de Yetiş Yalnız’dı. Kamp boyunca etkinliklere katılıp, yorgun argın çadır alanımıza geldiğimizde enstrümanlar hemen çıkartılır ve türküler, marşlar söylenirdi. Tanığım, orada doğal olarak şekillenen ve henüz ismi konulmamış bir müzik grubu gibilerdi. Yunanlı arkadaşlarımıza “Önderimiz İbrahim Kaypakkaya” marşını ezberletmişlerdi ve on binlerce insanın katıldığı yürüyüşlerde Yunanlı yoldaşlarımız ile oluşturduğumuz kortejimizden bu marşın sesi yükseliyordu.

Bu tanışıklık ve yoğun faaliyet dönemimiz içerisinde henüz herkesin bilmediği, kurulmuş bir müzik grubu vardı; Grup Haykırış. Önceleri kısıtlı bir alanda tanınan bu grup, 2002 yılında geleneksel olarak düzenlenen YDG Kültür ve Sanat Festivaline katılarak birincilik elde etmişti. Bu vesile ile daha tanınır olmuşlar ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde düzenlenen etkinliklere katılmaya başlamışlardı. Elbette Alev ve Mansur bu grubu yakından tanıyorlar ve birlikte çalışmalar yapıyorlardı. Oldukça başarılı gençlerden oluşan ve yine geleneğimizden eserler seslendiren bu grup kendi eserlerini de yapıyordu. Yıllar sonra çıkacak albümlerine ismini veren Susma eserini de kuruluş dönemlerinde yazmışlardı. Açıkçası Alev ve Mansur’un gruba dahil olmaları ile gruba ilgim artmıştı. Artık birçok etkinlikte onların sahneye çıkmasını heyecanla bekliyordum. Çevremde de aynı etkinin var olduğunu söylemek abartı olmaz. Bir defasında hemen yanı başımda olan birisinin “bunlar sahnede tabanca gibiler” dediğini de unutmam. Elbette o dönem bir diğer grubumuz olan Grup Şiar’ın da bizlerde yoğun duygular yaşattığını söylememiz gerekiyor. Bu iki grubumuz yoldaşlık gereği ortak çalışmalar yaptıkları kadar grup üyelerini de paylaşabiliyorlardı.

Artık hayatımızda bir “HAYKIRIŞ” gerçeği vardı, zamanla zorunluluklardan kaynaklı “UMUDA HAYKIRIŞ” ismini alan bu grubumuz, yaptığımız her etkinlikte ilk aklımıza gelen ve her zaman yanı başımızda olanlarımız oldular. Partizan geleneğinin eserlerini kitlelere taşırken, yeni üretimleri ile de sürecin politik müzik temsilcisi oldular. İlk albümleri çıktığında eminim benim gibi birçok insan günlerce albümü dinlediler. Çünkü o kadar içimizdelerdi ki bu başarı hepimizin başarısı gibi geliyordu bizlere.

Geçen yılların ardından Umuda Haykırış, birçok farklı insanın emeği ile büyüdü. Bin bir emek ve çaba ile, işlerinden ailelerden kıstıkları zamanla bizlere seslerini ulaştırmaya çalıştılar. Kâh katledilen kadınların sesi oldular kâh madencilerin. Kâh açlıkla, yoklukla sınanan halkın kâh inşaat işçilerinin. Kâh göçmenlerin kâh geleceği çalınan gençlerin sesi oldular. Avrupa’da göçmenlik koşulları içinde, geldiğimiz coğrafyanın acılarını, sevinçlerini hissetmek ve bunları notaya dökmek, ezilen halklarımızın sesi olmak (hem de yıllarca) meşakkatli bir uğraş ve Umuda Haykırış bunu başarıyor. Bunu başaran onlarca ozanımız ve gruplarımız gibi.

Ermenice söylediler bir halkın acılarını, Arapça seslendiler intifadanın çocuklarına, Kürtçe yaptılar serhıldan çağrılarını, Almanca, Fransızca, İngilizce selamladılar enternasyonal mücadeleyi… tüm grup üyeleri ısrarla, inatla bizim bahçemizden seslendiler zalimlere.

Bir kavga geleneğinin temsilcisi olan Umuda Haykırış’ın yolculuğu, Yılmaz Güney’lerin duruşunda sürüyor, Ahmet Kaya’ların türkülerinde, 12 Eylül’ün karanlık günlerinde tedavisi engellendiği için hayatını kaybeden Ruhi Su’ların sazının notalarında büyüyor. Enver Gökçe, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Kemal Tahir’lerin yattıkları zindanlardan kalemlerine dökülen şiirlerinde sürüyor kavga! Sivas’ta yangınların içinden Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Hasret Gültekin’ce yakılan ağıtlarda sürüyor! Victor Jara’nın sessizliği yırtan fırtınalarında, Miguel Hernandez’in Venseremoz’unda, Nazım’ın memleket sevdasında Musa Anter’in, Cigerxwîn’un Kürtçe çığlığında, Yetiş Yalnız’ın kavga türküleri ile büyüyor, bizlere ulaşıyor!!!

11 Ekim 2025, Cumartesi günü 25. Yaşını kutlayacak olan Umuda Haykırış ile buluşacak olmak benim açımdan oldukça önemli ve sevindirici olacak. Yoldaşlarımızla birlikte orada, grupla birlikte kutlayacağız yeni yaşını. Şimdi artık 25 yaşına gelmiş genç bir “UMUDA HAYKIRIŞ” var, hala yanı başımızda duran. Müzikal olarak birbirinden iyi gençlerimiz hala sesleri ve sazları ile ezilenlerin sesi olmaya devam ediyorlar. Nice yıllara UMUDA HAYKIRIŞ!