Home , Köşe Yazıları , Ulla Jelpke yazdı: „Avrupa’ya Hoşgeldiniz!“*

Ulla Jelpke yazdı: „Avrupa’ya Hoşgeldiniz!“*

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri kendi aralarında dayanışmayı beceremiyor, ancak zayıf devletlere karşı ittifakı sağlamayı hala iyi beceriyorlar. AB-İltica Zirvesi’nin en önemli sonucu, mültecilerden korunmak için güçlü çitler/parmaklıklar ve depolardan oluşan kompleks bir sistem oluşturmak. Mülteci hakları ile ilgilenen Pro Asyl kurumu bu durumun iltica hakkına ve Avrupa insan hakları antlaşmasına büyük bir darbe olduğunu söylüyor.

Devlet ve hükümet şefleri Perşembe gecesinin sonunda , görüşmelerin sonucu olarak önemli açıklamalarda bulundular; buna göre Akdeniz sularında „yakalanan“ mültecilerin »disembarkation platforms« (Almanca: Ausschiffungsplattformen) kapsamında zayıf ülkelere geri gönderilmesine karar verildi. AB komisyonu ise bu konuda seri bir şekilde bir konsept hazırlayacağı söyleniyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Örgütü (UNHCR) ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) katkı sunacaklarını deklere ederek, mültecilerin „acil durumlarda“ AB dışında ki depolarda tutulmasını ve oralarda iltica başvurusu hakkında karar verilmesini legal ve uygulanabilir olarak görmekteler.

Bu çerçevede AB, Libya Sahil Güvenlik ile bilateral işbirliğini genişletmek istiyor. Devletlerin oluşturduğu ittifak, büyük bir alaycılıkla bu sahil güvenliğin yapacağı „işlerin engellenmemesi“ gerektiğini talep ediyor. Bu mesajın adresi açık; tüm zorluklara rağmen böylesi kriminell ekiplerden mültecilerin hayatlarını kurtarmaya çalışan can kurtaran ekipleri ve bireyler… Sahil güvenlik diye tabir edilen ekiplerce yakalanan insanlar zaten uzun zamandır depolara/kamplara dolduruluyor. Bu kamplarda uzun zamandır kötü muamele, tecavüz ve kurşuna dizilmelere varan uygulamaların olduğu bilinmektedir. Almanya Dışilişkiler diplomatları dahi kamp/depo koşullarını „Toplama kampı benzeri“ koşullar olarak belirtmişlerdi.

AB dışında hiçbir devlet »disembarkation platforms« konseptinin geliştirilmesinden yana değil. AB devletleri B planı olarak AB sınırları içinde „gönüllü olarak“ mültecilerin ikamet edebilecekleri ve kontrol altında tutulabilecekleri bölgeler oluşturulmasını tartışıyor. Bu plan hakkında en ufak bir detay bile verilmezken sonuç olarak her devletin kendisinin karar vereceği kampların oluşması yönünde beyanlar sözkonusu. Böylesi bir plan çerçevesinde mülteci kamplarının Macaristan’da –veya İçişleri Bakanı’nın (Matteo Salvini) faşist bir gelenekten olan İtalya’da- nasıl bir şekil alacağını önceden görmek mümkün.

Sınır koruma teşkilatı olan Frontex’in daha fazla silahlandırılması, geniş bir taban bulmuş görünüyor. Türk diktatör R.T. Erdoğan’a, mültecileri AB’den uzak tutması koşuluyla 3 Milyar Avro’nun daha sözü verildi. Dublin-Antlaşması veya mültecilerin diğer AB ülkelerine yönelik „ikincil göçmenlik“ olgusu daha genel ifadelendirilerek, üye ülkelerin „tüm içhukuksal ve idari önlemlerin“ bu doğrultuda ele alması gerektiği dile getiriliyor. Bu konu özellikle Alman hükümeti içinde Hırıstiyan birlik partileri (CDU ve CSU) arasında ciddi tartışmaydı ve CSU İşişleri Bakanı Horst Seehofer tarafından inatla sürdürülen bir kavga halini almıştı. Seehofer, AB Mülteci zirvesi’ne yönelik bir beyanda bulunmayı redetti.

Pro Asyl temsilcisi Günter Burkhardt’tan konuya dair sert bir eleştiri var. AB’nin „hukuksuzluklar bölgesi“ ve „umutsuzluklar kampı“ yaratmayı amaçladığını dile getirdi. Sol parti federal meclis fraksiyonu eşbaşkanı Sara Wagenknecht ise söz konusu kararların „insanlığın iflası“ olarak değerlendirdi.

*Bu yazı 30 Haziran 2018 tarihli Junge Welt Gazetesi’nde almanca yayınlanmış ve AHM tarafından türkçeye çevrilmiştir.