ENGİN GÖREN | 12 – 06 – 2011 | 12 Haziran 2011 ve Türk egemen sınıfları genel seçim yaptırıyor. Önümüzdeki 5 yıl için sistemlerini hangi parti yönetimindeki iktidar altında sürdüreceklerine karar verdireceklerdir. Egemen sınıfların hangileri veya hangi kesimleri iktidar olmanın avantajlarını kullanmanın demokrasisine başvurduruyorlar. Dolayısıyla işçi sınıfına, emekçilere, Kürt ulusu ve ulusal azınlıklara, bu sürede, hangi burjuva partisinin iktidar yönetimi altında ezilip, sopalanmayı tercih edecekseniz onu seçin; bu “demokrasi” hakkını size tanıyoruz deniliyor.
Seçim yine özgür ve eşit bir seçim olmuyor. İşçi sınıfının gerçek temsilcisi sosyalistler/komünistler kendi adıyla, kendi adına, kendi bayrağı altında özgürce politika yapamıyor, proleter ve halk demokrasisi politikası ve pratiği olanaklarına sahip olamıyor, bu fonksiyonuyla seçime giremiyor. Bir çok devrimci-demokrat parti ve örgüt de kendi bağımsız yapısıyla siyasi arenaya katılamıyor. Egemen sınıflar kendileri ve kendi partileri için demokrasi uyguluyor. Ekonomik güç kendi ellerinde olduğu için siyasi güç de, demokrasi de kendi ellerindedir. Dolayısıyla demokrasi de onlar için vardır. Kriterleri “güç”e göredir. Karar, yasa ve yönetmelikleri buna göredir. Diğer engel ve sınırlamaların yanı sıra, seçim barajları da buna göredir. Böylece büyük olanlar avantajlara sahipken, küçük ve güçsüz olanlar dezavantaja sahiptirler. Egemen sınıflar, kendi sınıfının bazı partilerini bile seçimlere katılma dışı bırakabiliyor. Bu seçimde kendi sınıf partileri dışında, kimi burjuva, orta burjuva veya ulusal burjuva ve küçük-burjuva sistem içi mücadele çizgisinde olan reformist parti ve kişileri seçime katma olanağını tanımaktadır. Bu olanağı hiç tanımasalar toplumun çeşitli kesimlerini dizginleyemeyecek, etkileyemeyecek, umutlandırmayacak ve sistem içi tutamayacaklardır.
Sonuçta seçimin sonucu bellidir. Hangi burjuva partisi kazanırsa kazansın egemen sınıflar için, onların sistemi için değişen bir şey olmayacaktır. Sadece sermaye olarak palazlananlar, ideolojik, siyasi olarak daha etkin olanlar veya etkili politikalarla kitleleri peşine takanlar, siyasal etkinliği sağlayarak iktidar avantajını kendi çıkarları için kullanarak daha da palazlanmış olacaktır. Egemenler arasındaki kavganın altında da bu yatıyor.
Diğer taraftan sonuç bellidir derken bu seçimde de dinci AKP, kullanılan oyların muhtemelen %40’tan fazlasını alacak, burjuva parlamento ahırının “milletvekili”lerinin çoğunluğunu alacak ve tek başına yeni hükümeti kuracaktır. Kemalist CHP, muhtemelen bir önceki genel seçimlerden %5 oranından fazla oy alıp parlamento ahırının 2. büyük partisi olacaktır. Milliyetçı-ırkçı faşist MHP muhtemelen % 10 olan seçim barajı biraz zorlansa da geçecektir. Egemen sınıfların partilerinden bunlar ancak parlamento ahırına girebilecektir. Kürt ulusal hareketinin etrafında oluşan bağımsız seçim bloğu 30 civarında “milletvekili” ile burjuva parlamentosuna girebilecektir. Orda BDP olarak gurup kuracak bir gücü edinecektir.
Egemen sınıflar öteden beri ve özellikle 12 eylül ’80 darbesinden beri, darbeci generaller de dahil hep 2 partili meclis ahırı istemişlerdir. Arzuları buydu. “İstikrarlı hükümet, Güçlü devlet” söylemlerini her vesileyle dile getiriyorlardı. ABD’nin Cumhuriyetçiler ve Demokratlar modeli gibi olmalıyız derler. Egemen sınıflar ve efendilerinin gönlünde bu yatıyor. Emperyalist sermaye de onların uşakları egemen sınıflarda “istikrar yaratır” diye bunu hep özlemişlerdir. Bilindiği gibi emperyalist sermaye girdiği ülkelerde ve daha fazla dizginsizce hareket etmek istediği için “istikrar” arar. “İstikrar” dedikleri; o ülkede işçi sınıfı hareketini ve toplumsal halk muhalefetini ezmiş, ona hayat hakkı tanımayan, ister baskı ve sindirmelerle, ister yalan ve demagojilerle halkı peşinde sürükleyerek, desteğini alarak tek başına iktidarı elinde bulunduran, kendi muhalefeti de kendi sırasını bekleyen, emperyalist efendilerinin bir dediğini ikinci söylemine bırakmayan bir iktidar demektir. 12 Eylül’ün K.Evren’i, T.Özal ve T.Erdoğan döneminde daha çok memnun olmaları ve sahiplenmeleri de bu nedenledir. Emperyalist sermayenin ve ülkemizdeki egemen sınıfların önden gelenlerinin arzuları ve bu arzuyu dile getiren bu üç dönemin başlarının sık sık başkanlık sistemine geçişi, başkanlık sisteminin daha iyi bir sistem olduğunu savunmaları ve buna geçme arzularını dile getirme bu nedenlidir. Toplumsal halk muhalefetinin yanı sıra, kendi muhalefetine bile hayat hakkı tanımayıp dizginsiz bir diktatörlükle yönetmek her yerde egemen olanların arzusu olmuştur. Bunu başaramayan yerler onların iyiliğinden veya daha demokrat olduklarından gelmiyor, bu tamamen sınıfların güçler dengesi ve her ülkenin tarihsel, toplumsal ve kültürel gelişme ve şekillenme farklılıklarından gelmektedir.
Recep Erdoğan, ABD deki gibi iki partili bir parlamento ahırını ve başkanlık sistemini uzun süredir dile getirmektedir. Bu seçimde tahminlerin ötesinde bir destek alırsa, faşist devletin faşist anayasasını tek parti gücüyle yeniden düzenleyecektir ve bu yönlü somut adım atmaya çalışacaktır. Daha seçim öncesi bile bu yönlü somut adım atmaya çalışarak MHP’yi bilinen “kaset” olaylarıyla sarsmaya çalışarak “seçim barajı” altına bırakarak devre dışı bırakıp, iki partili parlamento özlemini hayata uygulamaya çalışma adımlarını atmaya başladı…
Başta Recep Erdoğan olmak üzere, mevcut burjuva meclisindeki burjuva partiler bu seçime var gücüyle asıldılar. Kuşkusuz her biri diğer kesimin etkisini kırarak, iktidar avantajını elde etme derdindedir. Seçim hazırlık süreci boyunca ciddi bir gerginlikle her biri azına geleni rakibine saymayla sürdürdü. Önündeki seçilme sürecinde nasıl yönetebilecekleri, kitlelere ne getirip-getirmeyecekleri vb üzerine değil, seçim meydanlarındaki birbirine küfür ve ithamlar sıralamayla yarıştılar. İşçi ve emekçilerin, ezilen Kürt ulusu ve azınlıkların haklarını ve yaşamını ileri taşıyacak önemli somut yapacak bir şey bulamadıkları için basın-yayın ve miting alanlarında birbirlerine yönelik ithamlarına yanıt verme yarışıyla geçiştirdiler. Kim okkalı, yuvarlak, cafcaflı laf savurup fazla alkış alırsa o kazanır havasıyla geçiştirdiler.
Kuşkusuz kimi iktidar avantajını yitirmemek, kimi de kaybettiği veya budanan avantajlarını geri elde etmek ve siyasi iktidar olanağını elde edip, onun olanaklarını kullanarak rakiplerine karşı çıkarlarını pekiştirmek derdindedirler.
Recep Erdoğan bu seçim sürecinin en agrasifi ve en yırtığıdır. İki dönemdir elde ettikleri iktidar avantajı korumak, önündeki üçüncü dönemde de bu avantajlarını daha da perçinleştirerek pozisyonlarını sağlamlaştırıp yoluna devam etmenin kaygısındadır. Biraz oy kayıbı olacağı için her yol ve yöntemle her tarafa saldırarak oy kayıbını en aza indirmek ve çeşitli yol ve yöntemlerle oy oranını mümkün olduğu ölçüde daha da arttırarak önündeki dönemi tehlikeye atmadan ve şansa bırakmadan garantiye alma derdindedir.
Emperyalistlerden aldığı destekle geçmiş her iki dönemde iktidar avantajlarını iyi kullanarak hem ekonomik alanda hem de siyasal alanda iyice güçlendiler ve pozisyonlarını adım adım sağlamlaştırdılar. Bu önümüzdeki üçüncü dönemde de bugüne kadar elde ettikleri olanak ve mevzileri iktidar avantajıyla sağlamlaştırmak ve özü aynı kalacak olan “yeni anayasa” ile de mümkün olan güvenceye kavuşturmak istiyor. Recep Erdoğan boşa “çıraklık dönemi geride kaldı, yeni dönem ustalık dönemimiz olacaktır” demiyor. Bu İslamcı faşistlerin geçen iki dönemde kazandıkları sermaye, olanak ve faşist siyasi iktidar kurumlarındaki gücü korumakla yetinmeyip, onu sağlamlaştıramazlarsa avantajlarını Kemalist, ırkçı faşist, kesime kaptıracağı ve bu sefer de o kesimler iktidar olanaklarını kendilerine karşı kullanacaklarını ve bugüne kadarki kazanımlarının da boşa gideceği veya yarı yolda kalacağını çok iyi biliyorlar. Bu nedenle R.Erdoğan ve tayfası can bedelli bir saldırganlık içinde ve her yol ve yönteme başvurmaktan geri kalmıyor. Ayrıca tarikatçı, şeriatçı dincilerle hile, yırtıklık ve şarlatanlık konusunda kimse kolay yarışamaz. Bu dönemi de her ne pahasına olursa olsun ezici çoğunlukla kazanmaya kilitlenmişlerdir. “Ergenakon” üzerinden CHP ye, kasetler üzerinde MHP’ye, “vatan”, “bayrak”, “idam”, “bölücülük” üzerine bu her iki kesime; PKK, “bölücülük”, “sivil itaatsizlik”, “şiddetten beslenme” ithamları, “diyanetin imamları arkasında namaz kılmama” vb noktalarında BDP’ye saldırmalar bundandır. Aday satın almalar, rüşvetler, anlaşılan M.Ağar’a dokunmamazlık garantisiyle Elazığ’da Ağar’dan destek alma açıklamaları, ortaya çıkacak sahte seçmenler, sahte oy pusulaları vb gibi hileli yol yöntemler çok çıkacak ve çok tartışılacaktır.
Diğer taraftan, 12 Eylül darbecilerini yargılayacağız söylemiyle, 12 Eylül referandumu döneminde “sol” kesiminin desteğini almak için başvurduğu keriz avlama taktiğini bu genel seçim öncesi de göstermeye çalışarak, seçime 6 gün kala K.Evren’in ve iki-üç gün sonra da T.Şahinkaya’nın göstermelik ifadelerine başvurma vb gibi yöntemlerle toplumun her kesimine bir gülücük atarak desteklerini alma hesabı yaparak amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Şeriatçıların keriz avlama taktikleri hiç veya pek yer bulmuyor da değil. Onlardan “demokrat”lık bekleyenler yok değil, geçen referandumda kendini gösterdi, bu seçimde “yetmez ama evet” cephesi şeklinde olmasa da gizli veya utangaç şeklinde o ağa takılanlar veya o ağdan kurtulamayanların olacağı anlaşılıyor. Bu acı verici bir durum. Aynı şey Dinciler karşısında Kemalist kesimlerden medet uman veya o ağda kendini kurtaramayanlar içinde geçerlidir. Oysa al birini vur ötekine, her iki kesim de faşisttir. Her iki kesim de halk düşmanıdır. Birinin diğerine tercih edilecek durumları yoktur. Kemalist ırkçılığın demokratlığı, ilericiliği olmayacağı gibi, şeriatçılığın-dinciliğin demokratlığı da yoktur ve olamaz. Şeriatçılığın yapısı gereği demokrasiyi dışlar ve her türlü demokrasinin düşmanlığını gerektirir. Siyasette kör olan, duruşta ve yürüyüşte beli kırık olan veya topal olanlar bir yerlere yaslanmadan ayakta duramaz. Hele hele burjuvazinin kanatlarına yaslanma, onların renkleri ve şemsiyelerine sığınma, oralar ve etrafında yer edinme yaklaşımları ne utanç verici bir şey. Bu gibi yaklaşım ve eğilimler teşhir edilmeden, yüzleri açığa çıkarılmasan işçi ve emekçiler kendi yolunu, rotasını ve kurtuluşunu sağlayamayacağı açıktır…
12 Haziran 2011 / Engin Gören