SİBEL ÖZBUDUN | 23 – 01 – 2011 |
“Hiçbir şey değiştirmemek için
her şeyi değiştirmek gerekir.”[1]
Türk siyasal yaşamının bu belki de en fazla “didiklenmiş” konusuyla ilgili bir şeyler yazmak, gerçekten de zor. Dilerseniz, şu iki haberi okuyarak başlayalım:
“İran’ın başkenti Tahran’da, polisin bir kadını uygun şekilde örtünmediği gerekçesiyle gözaltına alması üzerine çatışma çıktı. Polis yetkililerine göre, gözaltına alınan kadın, polis arabasına binmemek için bağırarak direndi. Bunun üzerine çevreden müdahale edenlerle polis arasında çıkan çatışmanın ardından 9 kişi daha gözaltına alındı.
İran’da 2007 yılı nisan’ında başlatılan operasyon çerçevesinde, bugüne kadar binlerce kadının, saç ve vücutlarını yeterince örtmedikleri gerekçesiyle uyarıldığı bildiriliyor. Başkent Tahran’ın büyük meydanlarında polis, kadınları sürekli gözlüyor. İslâmi kurallara uygun giyinmemekle suçlanan kadınlara aynı ‘suçu’ bir daha işlemeyeceklerine dair belge imzalatılıyor.”[2] Ve:
“İslâmi cemaatlere yönelik baskıcı politikalarıyla bilinen Kuzey Afrika ülkesi Tunus, sokaklarda başörtüsü yasağını uygulamaya soktu. Türkiye gibi devlet daireleri ve okullarda başörtüsü takmayı 1981’de yasaklamış olan Tunus’taki yeni uygulamayı Financial Times gazetesi, ‘Türk tipi başörtüsü yasağı’ yorumuyla duyurdu. Yeni uygulamaya göre, Tunus polisi sokakta başörtülü kadınları çevirip başlarını zorla açtırmakla kalmıyor, bir daha başörtüsü takmayacaklarına dair bir belge imzalatıyor. Özel bir hukuk firmasında çalışan Faize Rahim, gazeteye, ‘Pazarda durduruldum. Karakola götürüp bir daha başörtüsü takmayacağıma dair kâğıt imzalamamı istediler. Hakkımda ‘Suçüstü yakalanmıştır’ diye de bir rapor düzenlediler. İmzalamayı reddettim. Şanslıymışım ki polis memuru, beni bırakacak kadar aklı başında biriymiş’ derken, başörtüsü takması sebebiyle oğlunun okuluna da girmesine izin verilmediğini ekledi.”[3]
Tarihte bu kadar uzun süre, bu kadar tartışmaya ve bu kadar çok ve çelişkili siyasal tasarrufa (yasaklanmak/serbest bırakılmak/zorunlu tutulmak…) konu olmuş bir başka giysi var mıdır acaba?
(Genellikle çoğunluğu erkek olan) yasa yapıcılar ve uygulayıcıların, (çoğunlukla genç) kadınların bedenlerini nasıl örtüp nasıl açacakları konusunda karar verme yetkisini neden bu denli rahat kendilerinde gördükleri sorusu ya da birbirleriyle kıyasıya iktidar kavgasına girişenlerin (diyelim ki laiklik yandaşları ve dinsel referanslı olanlar) kadın bedenini bir muharebe meydanı olarak kullanma ısrarındaki absürdlük bir yana, “Türban”, sorunun tarafları açısından yüklendiği farklı anlamlar nedeniyle “çözdükçe dolaşmaya” müsait bir başlık.
Özellikle de Türk siyasal yaşamının şu kırılgan günlerinde…
“Sorunun tarafları”, dedim. Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz ki, türbanlı genç kadınlar. Sesleri eskisine göre daha fazla çıkıyor. Kendilerine tahsis edilmiş gazete köşelerinde, ya da kanal kanal dolaşarak dertlerini anlatmaya çalışıyorlar.
Argümanları üç başlık altında özetlenebilir:
– Türban taşralı, ya da kırsal kökenli ailelerden gelen kızların çevrelerini sarmalayan muhafazakâr iklimle baş etme stratejilerinin bir unsuru. Türban sayesinde okuma, çalışma, kamusal alana dâhil olma olanağına sahip olduklarını söylüyorlar.
– Öte yandan türban, ya da daha genel adıyla örtünme, aynı zamanda ilahî bir buyruğa boyun eğme gereğinin simgesi; bir dinsel buyrultu.
– Türbanlı kadınlar, her iki nedenden dolayı türbanı bir “özgürleşme aracı” olarak anlamlandırıyorlar. Hem kendilerini dört duvar arasına kapanmaktan kurtaran bir araç olarak gördükleri için, hem de inanç ve vicdan özgürlüğüne içkin bir unsur olduğunu düşündükleri için…
Görüldüğü üzere “sorunun esas sahibi” olarak nitelendirilebilecek türbanlı kadınlar açısında durum bir hayli çapraşıktır: bir yandan dinsel bir buyruğa boyun eğme zorunluluğu, bir yandan bu boyun eğmeyi kamusal yaşama değgin bir “özgürlüğe” tahvil etmenin çelişkisiyle yüklüdür argümanları. Bir ateist olarak kendimi böyle bir tartışmanın tarafı olarak görmesem de sormadan edemiyorum: Bir “iman” sorunu bir “demokratikleşme” meselesine (özgürleşme) irca edildiğinde, “ilahî emre itaat etmeme” özgürlüğü ile eşitlemez mi kendini? Öyle ya, “özgürlük” öncelikle aralarından seçilebilecek alternatiflerin varlığı ve bu alternatiflerin, kişi için taşıdığı değerden münezzeh olarak, seçim güvencesini sağlayan merci açısından nötrlüğü (önceliksizliği, birinden birinin tercih edilmezliği) değil midir? “İlahî” irade, kamusal düzlemde müzakereye açılabilir mi? Bunu yapan bir kişi ne kadar “dindar” sayılabilecektir?[4]
Tartışmanın ikinci tarafı, türbanı onlarca yıldır siyasetin gündeminde tutup bir türlü çözme basiretini gösteremeyen sağcı siyasal iktidarlar – günümüzde AKP iktidarıdır.
Teslim etmek gerekir ki 2002’den beri iktidarda olan AKP, “türban”ın epey ekmeğini yedi… “Çözdük, çözüyoruz, çözeceğiz, biz çözemedik, onlar çözsün” vaveylasıyla birlikte bu sekiz yıl boyunca “türban sorunu”nu neredeyse iki yılda bir ülke siyasetinin merkezine yerleştirirken, her seferinde biraz daha içinden çıkılmazlaştırdı. Ama her seferinde de, ne hikmetse, bu sorunu ülke gündeminin başlarına yerleştiren kesimlerin oyunu almayı başardı.
Aslına bakılırsa AKP’nin, hele ki Tayip Erdoğan’ın “türban” konusundaki argümanları da en az türbanlı kadınlarınki kadar çapraşık ve çelişkili. Özetlemeye çalışayım:
– Başbakan Erdoğan’a göre kadınların türban takması, dinsel bir buyruk, bir vecibe. “Medeniyetler İttifakı” forumu toplantısı için 2008 başlarında gittiği Madrid’de sarf ettiği “Avrupa’da, ABD’de rahatlıkla başı örtülü kızlar üniversiteye gidebiliyor. Halkının yüzde 99’u Müslüman olan ülkede yasaklanıyor. Ama bu sıkıntıyı da aşacağımıza inanıyorum,”[5] sözleri bunun zımnî kabulü. Daha sonra daha net formüle ettiği de oldu bu durumu: “Namaz ile baş örtüsünün cezası olmaz”[6] deyişi gibi, örneğin.
– Yine Erdoğan’a göre, “dini” bir konu olduğu için türban konusunda danışma mercii, Anayasa Mahkemesi, Parlamento filan değil, Diyanet İşleri olabilir ancak. “‘Ben inancım sebebiyle başımı örtüyorum’ diyen insanlarla ilgili Cumhuriyetin en önemli kurumu hangi kurumdur? Herhâlde siyasi partiler, siyasi partilerin içindeki elemanlar da değil. Neresidir? Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda çalışmasını yapar,”[7] buyurması yeni değil. Bunu sık sık yapıyor…
– Ama aynı Erdoğan’a göre, “türban özgürlüğü” laiklik gereği… Şöyle diyor: “(Laiklik) Her ferdin istediği inanca sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve inancından dolayı diğer vatandaşlardan farklı muameleye tabi olmaması anlamına geliyor. İbadet hürriyetinin olmadığı ortamda laiklik yaşayamaz. İnançlarına göre farklı muamele görüyorlarsa orada laiklikten de demokrasiden ve hukuktan da bahsedilemez. Laiklik tehlike altında diyenler, laiklik adına özgürlükleri kısıtlama hakkını kendinde görenler hem laikliğe hem de demokrasiye karşı olduklarını artık görmeliler. Bir kısım yorumcular ‘ben başımı inancımdan dolayı örtüyorum’ diyor. Ben sadece inancından dolayı örten için söylüyorum. Laiklik, inancından dolayı başını örten için bir güvencedir. 1982 Anayasası’nın gerekçesinden bunu anlıyorum, budur.”[8]
– Ve yine Erdoğan’a göre, türban, bir özgürlük sorunudur. Marmara Üniversitesi 2010-11 akademik yılının açılışında yaptığı konuşmada, “İnanç özgürlüğüne eğitim özgürlüğüne bu kadar müdahil olmanın artık anlamı yok. Bu ülkede hangi düşüncede, hangi inançta olursa olsun, ne taraftan olursa olsun, şu mahalle baskısı adını verdikleri şeyleri ortadan kaldıralım”[9] dediği gibi…
Ülkenin en yetkili ağızlarından biri olarak Başbakanın bir ve aynı sorunu “dinsel vecibe”, “laiklik” ve “özgürlük” sorununa mündemiç olarak ele alması, hiç kuşku yok ki türban görüngüsünün çetrefillik endeksini daha da arttırmaktadır. Bu nedenle ayıklamakta yarar var:
– Hatırlatmaya gerek var mı, bilmiyorum. Ama Recep Tayip Erdoğan Anayasası’nda “laik” olduğu, üstelik de bu maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kayıtlı olan bir ülkenin başbakanı. [T.C. “laiklik”inin ne denli sağlıklı olduğu, ayrı bir tartışmanın konusu…] Bu nedenle, kişisel düşünceleri, inançları vb. ne olursa olsun, türbanın (ya da namazın, ne bileyim, zekatın, kelime-i şehadet getirmenin, vb…) “Allahın emri” olduğu, ya da yasalara değgin bir konuda Diyanet’in görüşünün sorulması gerektiği vb. önermeleri, “absürd”den öte bir şey değildir. Laik bir sistemde bir başbakan, neyin “dinin gereği” olduğu, neyin olmadığı konusunda fetva veremez; fetva mercii de gösteremez. Çünkü o, -en azından kuramsal olarak- yalnızca mümin Sünni Müslümanların değil, T.C. uyruklu Alevilerin, Hıristiyanların, Yahudilerin, Bahaîlerin, dinsizlerin… de başbakanıdır. Ve kişisel inançları dışında dinle kamusal düzlemde hiçbir ilişkisinin olmaması gerekmektedir…
– Türbanın “laiklik gereği” olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan, belli ki laikliğin bir yönünü seviyor; “dinsel özgürlük” yönünü. Oysa bilindiği üzere laiklik, yalnız yurttaşların din özgürlüğünü değil aynı zamanda devletin her türlü inanç (ve inançsızlık) karşısında nötr olma özelliğini de ihtiva eder.
Kemal Gözler, bu özelliğin gereklerini şöyle sıralıyor: 1. Devletin resmî bir dini olmamalıdır; 2. Devlet bütün dinler karşısında tarafsız olmalıdır; 3. Devlet bütün din mensuplarına eşit davranmalıdır; 4. Din kurumları ile devlet kurumları birbirinden ayrı olmalıdır; 5. Hukuk kuralları din kurallarına uymak zorunda olmamalıdır.[10]
Dahası, laikliğin “din özgürlüğü” veçhesi, tekil, özgül bir dine (hatta mezhebe) değil, devletin tüm inanç sistemlerine, hatta “semavî” olmayanlara inanç ve ibadet özgürlüğü sağlamasıdır; tabii inançsızların ifade ve örgütlenme özgürlüklerini de güvence altına alarak… “Dinî inanç ve vicdan özgürlüğü bakımından kişinin dinî inançlarının bir gerçekten de bir ‘din’ oluşturup oluşturmadığı incelenemez. Semavî dinlere inananların inanç hürriyeti nasıl Anayasanın koruması altında ise semavî olmayan dinlere inananların inanç hürriyetleri de öyle Anayasanın koruması altındadır.”[11]
“Alevî Açılımı”ndan “Alevîleri zapt u rapt altına alma”yı, “dinsel hoşgörü”den kutsal mekânları yılda bir ibadete açmayı anlayan AKP iktidarı için “din özgürlüğü”nün Sünni İslâm’ın bütün topluma dayatılması özgürlüğü olduğu, Devlet Bakanı Faruk Çelik’in Alevileri ve hepimizi, “ne derdiniz var din dersiyle?” diye azarlamasından bellidir. Ya da, Başbakan’ın AKP kampı için gittiği Kızılcahamam’da çocuklara “Namaz kılıyor musunuz?” sorusunu yöneltmesinden ve “evet” yanıtını alınca “aferin”i çakmasından…
– Erdoğan’ın “türban”ı bir “özgürlük” sorunu olarak sunması, aynı zamanda onun “parçalı ve selektif” bir özgürlük anlayışına sahip olduğunu açığa çıkartmaktadır. Erdoğan, “Roman açılımı” toplantısı sırasında “Harçlar kaldırılsın!” diye pankart açan üniversiteli kızın özgürlüğüyle ilgili değildir, örneğin. Ya da düzmece suçlamalarla sabaha karşı evleri basılıp tutuklanan ve daha kimbilir ne kadar içeride tutulacakları belli olmayan SDP’li ve TÖP’lü yöneticilerin, tek suçları yasal ve açık siyaset yapmaya kalkışmak olan KCK’lıların özgürlüğü, Kürtlerin anadillerinde eğitim görme özgürlüğü… onun gündeminde yoktur…
Oysa özgürlük, bütünsel ve topyekûn bir görüngüdür. Parçalandığı, bazı unsurlara diğerleri aleyhine öndelikler tanınmaya başlandığı andan itibaren, tersine, despotizme dönüşmesinin önü açılmış olur. Metin Münir’in “Soru şu: Kürtlerin, Alevilerin ve Rum, Ermeni ve Yahudi kökenli insanlarımızın hür olmadığı bir ülkede neden türban hür olsun? Özgürlük selektif mi? Diğerleri “dışlanıyorsa” ve “mahrum bırakılıyorsa” türbanlılar neden bırakılmasın? Türbanlılarınki bir özgürlük sorunu ise diğerlerininki nedir?”[12] sorusu haksız mı?
Tartışmanın üçüncü tarafını ise, teferruatlandırmadan belirtelim, “Laik(çi)ler” oluşturmaktadır. CHP’de, üniversitelerde, hukuk kurumunda ve TSK’da bol bol örneği olan bu kanat, yıllar yılı türban yasakçılığını vargüçleriyle akıldışı bir alana, üniversitelere teksif ederek konunun hem bu denli kağşamasına, yıpranmasına yol açmış, hem de konunun serinkanlılıkla tartışılabilmesinin zeminini ortadan kaldırmıştır.
Bu cephenin “Türban karşıtlığı”, burada tümüyle sıralanması olanaksız, uzun bir listeyle gerekçelendirilmektedir. Belli başlılarının altını çizecek olursak:
– Türban masum bir “insan hakkı” değil, siyasal bir simgedir. Şeriat talebini simgeler; dinsel gericiliğin siyaset sahnesine sızmasının aracıdır.[13]
– Baskılayıcı bir dinsel buyruk olarak türban kadınları aşağılamakta, ikincilleştirmektedir.[14]
– AKP bireysel özgürlükler planında sunsa da, türban, gerçekte laik sistemin değiştirilmesine ilişkin “gizli gündem”in bir parçasıdır.[15] AKP’nin niyetinden bağımsız olarak şeriatçı güçler, bu konuda kasıtlı olarak gerilim yaratmakta ve sistemi bu yolla aşındırmaktadır.[16]
– Nihayet, türban Aydınlanma ve modernitenin kazanımlarından geri dönüşü simgelemektedir.[17]
Bu cephenin psikolojik direnç hattı için üniversitelere türbanlı öğrencilerin girmesi bir “kırılma noktası”, “Laikliğin teslim alınması”dır. Yıllardır besledikleri bu paranoyanın kendilerinden başka herkes için inandırıcılığını yitirdiğini görmemekte ve bu körlükte ısrar etmektedirler…
* * *
Bu durumda “Türban Sorunu”nda ne yapmalı? Birkaç başlık altında, sanırım şöyle toparlanabilir.
– Laik bir devlette “türban” benzeri konular, dinsel referanslarla değil, genel “kişi hak ve özgürlükleri” bağlamında ele alınmalıdır.
– Bu bağlamda, kişinin neden, hangi niyetle türban taktığı/takmadığı kamu yönetimi açısından ilişkinsiz bir sorundur. Reşit bir kadın, dinsel kimliğini açığa vurmak, laik rejime meydan okumak, modaya uymak, dindar bir erkeğe kendini beğendirmek, baskıları protesto etmek, ilahi buyruğa boyun eğmek, ailesinin isteğine uymak, geleneksel baskılardan sıyrılmak, hicap duygusu ya da başka bir gerekçeden dolayı başını örtmeyi seçebilir. Kamu otoritesi, uygulamalarında niyet sorgulayamaz, yargılayamaz.
– Üniversite öğrencileri, kamu hizmetinden yararlanan kişilerdir. Postane, tapu idaresi, mahkeme vb. kamusal hizmetlerden yararlananlardan bir farkları yoktur. Tapu İdaresi’ne giren bir kadının başı açılamayacağı gibi, devlet üniversitelerinde de türbanlı öğrencilerden başlarını açmalarını talep etmeyi haklı gösterecek bir gerekçe yoktur.
– Ne ki, bu, kuşkusuz her kurumun kendi işleyişlerinde bu kişiler için özel önlemler alınmasını gerektirmez (Kadın tıp öğrencilerinin erkek hastaya bakmaktan kaçınması, namaz vaktine yönelik özel düzenlemeler vb.). Bir başka deyişle, her kurum, iç işleyişinde onu etkin ve etik kılacak kendi mantığına tabidir, tikel çıkar ya da ilgilere göre düzenleme yapılmaz. Yanısıra, kurumların hizmet alanlardan kimliklerinin açık teşhis edilebilir olmasını isteme hakkı saklıdır (peçe, çarşaf, burka vb. takmama). Yeniden vurgulayayım: “türban” laik kamu düzeni açısından dinsel değil, özgürlüklere değgin bir konudur çünkü.
– Buna karşılık kamu çalışanları devlet adına hizmet gördükleri için, ve kamu görevlerinin dinsel, etnik, siyasal kimlikler karşısında nötr olması gerektiğinden, kamu görevinde türban takılması söz konusu olamaz. Çünkü bu düzlemde türban, taşıyıcısının Sünni-Müslüman ve dindar olduğuna işaret eden bir gösterendir. Karşısındaki kamu görevlisinin aidiyetini böylesine açığa vuran bir gösteren karşısında, hizmet talibinin -hele ki paylaşmadığı bir kimlik ise bu- nötr ve eşit muamele göreceğinden kuşku duyacağı, açıktır.
-Öte yandan, kamu yönetimi açısından özgürlük(ler) bütünseldir, parçalara ayrılamayacağı gibi, bir hiyerarşiye de tabi kılınamazlar. Bu bakımdan, türbanın, anadilde eğitim, din dersinin zorunlu olmaktan çıkartılması, parasız, özgür eğitim, örgütlenme, keyfi olarak tutuklanmama, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, ateist propaganda yapabilme, kamu hizmetlerinde grevli toplu sözleşme gibi farklı toplum kesimleri tarafından öne sürülen diğer taleplere karşı bir öndeliği yoktur. Eğer bir yasal düzenlemeye gidilecekse özgürlükler, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın da belirttiği üzere bir “paket” olarak ele alınmalıdır.[18]
Bu, hiç kuşku yok ki bir “zihniyet dönüşümü”nü gerektiriyor. Devleti hiçbir kutsalı (kendi bekası dahil) olmayan, temel işlevi yurttaşlarının özgürlüğü ve gereksinimlerinin eşitlikçi bir tarzda karşılanmasından ibaret bir mekanizma olarak görebilme esnekliğini… Özgürlükleri birbiriyle yarıştırılacak bir “kurtlar sofrası” olarak değil, topyekûn bir eylem alanı olarak gören siyasal içtenliği… insanı hiçbir “kutsal” önünde boyun eğmemeye çağıran bir insancıllığı… gereksiniyor.
Böylesi bir dönüşüme ise ancak sosyalistler önayak olabilirler…
25 Ekim 2010 20:03:30, Ankara.
N O T L A R
[*] Sosyalist Mezopotamya, No:29, Aralık 2010…
[1] Lampedusa.
[2] “Tahran’da Tesettür Kavgası”, Cumhuriyet, 1 Mart 2008, s.10.
[3] “Tunus’ta Sokakta Türban Yasaklandı”, Radikal, 17 Ekim 2006, s.9.
[4] “Bir dindar” diyor Diyanet İşleri başkanı Ali Bardakoğlu, Radikal’de Ahmet İnsel ile söyleşisinde, “Bir bilgi dinle çatışınca dini esas alır. Dindar için yüce Yaradan’ın verdiği bilgiler esastır.” (Ahmet İnsel, “Diyanet Özerklik İstiyor”, Radikal, 23 Ekim 2010).
[5] “Erdoğan İçin Özgürlük ‘Türban’ Demek, 301 Hâlâ Sırada”, Bianet, 15 Ocak 2008. http://bianet.org/bianet/bianet/104161-erdogan-icin-ozgurluk-turban-demek-301-hala-sirada
[6] “İşte Erdoğan’la Kılıçdaroğlu Arasındaki Türban Diyalogu”, Patronlar Dünyası, 28 Eylül 2010 Salı 08:53. http://www.patronlardunyasi.com/haber/Iste-Erdogan-la-Kilicdaroglu-arasindaki-turban-diyalogu/91594
[7] “Erdoğan: Türban İçin Batı’ya Bakın”, Radikal, 9 Ekim 2010, s.10.
[8] Erdem Gül, “Türbanlı Her Yere Girer”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2010, s.5.
[9] “Başbakan Erdoğan türbana özgürlük istedi: ‘Mahalle baskısını kaldıralım’” Nethaber, 30 Eylül 2010. http://www.nethaber.com/Politika/163281/Basbakan-Erdogan-turbana-ozgurluk-istedi.
[10] Kemal Gözer, “Lâik Devlet İlkesi (Laiklik)”, Türk Anayasa Hukuku Sitesi, anayasa.gen.tr.
[11] y.a.g.y.
[12] Metin Münir, “Özgürlük ve İkiyüzlülük”, Milliyet, 20 Ekim 2010, s.10.
[13] “ ‘Türban’, türban değil başka bir şey! Başbakan da simge olduğunu düşünüyor: Soyut bir kavramın, bizim somut durumumuzda, siyasal İslâmın ‘hakikât rejiminin’ (yaşamı düzenleme, belirleme ilkelerinin), yerine geçen bir gösterge.” (Ergin Yıldızoğlu, “Bu Bir ‘Türban’ Değildir!”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2008, s.4.)
[14] “Avret yerlerini örtme zorunluluğu, kadını mantıken ‘erkeğin gerisinde’ bir yaratık olarak tanımlıyor. Böylece örtünmenin özgürlükle ilgisi kalmıyor.” (Ali Yaşar Sarıbay, “Türban İkinci Sınıflığın Kabulüdür”, Radikal, 17 Kasım 2003, s.6.) “Başörtüsünden gericiliğin, siyasal İslâmın ithal malı üniformasına geçilirken kadının özgürlüğü ayaklar altına alındı.” (Server Tanilli, “Türban: Pranga ve Koku”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2007, s.9.)
[15] “AKP türbanı serbest bırakırsa iki yıl içinde hiçbir üniversitede başı açık kız göremezsiniz. Ama örtünmenin artması AKP’ye yaramayacak. Çünkü istismar konusunda sizden ileride olanlar hep çıkar. (…) Türban takanların sayısı artıyor. Ben, yakın zamana kadar bu ülkede örtünmenin azaldığını düşünüyordum. Türbanın artmasıyla Türkiye’de hem demokrasi hem yaşam biçimi çok zorlanacak.” (Tarhan Erdem, “Serbest Bırakırsanız Türbansız Öğrenci Kalmaz”, Radikal, 10 Eylül 2007, s.6.)
[16] “Cumhuriyeti yıkmayı ve hilafeti geri getirmeyi tek hedef hâline getiren çevreler, türbanı genç kızların kendi iradeleriyle gündemde tuttuğunu öne sürerler…
Oysa ortada, toplum mühendisliğinin inançları sömürerek yarattığı bir dayatma vardır…
Mahalle baskısıyla şekillendirilen bu dayatma özgürlük adına yapılsa da, kadını bireylikten müritliğe götürme stratejisinin en etkin yöntemi olarak uygulandı!..
Dikkat çeken çok önemli bir nokta ise türbanlıların sayısının, tarikat ve cemaat evleri ile dinci yurtlarla aynı paralellikte artmasıydı!” (Mehmet Faraç, “Tarikatların Türban Meselesi! Çağdaşlaşmanın Özgürlük Sorunu!”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2010, s.7.)
[17] Üniversite Konseyleri Derneği’nin imzaya açtığı bildiride, imzacı öğretim elemanları “gericiliğe karşı Aydınlanma’yı savunacakları”nı duyurup, şöyle diyorlar: “Tüm inançlardan öğrencilerimizi sırf cemaatler, siyasi iktidar, parlamento muhalefeti ve Vaşington istedi diye Ortaçağ karanlığına terk etmeyeceğimizi, kılık kıyafetin ötesinde gerçek, temelli bir özgürleşme ve aydınlanma mücadelesini başlatacağımızı ilan ediyoruz!” (“Akademisyenler Türbanı Kabullenmiyor”, Birgün, 19 Ekim 2010, s.8.)
[18] “Yaklaşımımız belli. Biz din, vicdan ve inanç özgürlüğü çerçevesinde bir paket olarak ele alınmasını doğru buluyoruz. Aleviler, cemevi ve zorunlu din dersleriyle ilgili hassasiyet belirtiyorlar. Bu da inanç özgürlüğüdür, başörtüsü de bir inanç özgürlüğüdür. Bununla birlikte dini azınlıkların yaşadığı sorunlar, sıkıntılar var. Türkiye’nin, kamuoyunun beklentisi hâline dönüşen bu sorunları çözelim diye düşünüyoruz ama gelen öneriyi görmek istiyoruz öncelikle.” (Okan Konuralp-Umut Erdem, “Üniversite Dışına Taşırma”, Hürriyet, 20 Ekim 2010, s.20.)