Tarih 11 Kasım 1942. Başbakan Şükrü Saraçoğlu kapalı kapılar ardında yapılan toplantıda Varlık Vergisi’ni gerekçelendiriyor. Varlık Vergisi kanununun resmi gerekçesi, hükümet tarafından “olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârlılığı vergilemek” ve herhangi bir dini veya etnik grubun hedef alınmadığı şeklinde sunulurken kapalı kapılar ardında tam olarak tersi tartışılıyor. Saraç-oğlu, “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz” ve “Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır” sözlerini sarf ederek “Varlık Vergisi” kanunun gerekçesini büyük bir açıklıkla sıralıyor.
Ezilen ulus ve dini inançlara yönelik düşmanlığını tek dil-din-ulus mayasından alan devlet, 1942 yılında başlayacak ve 1944’de sona erecek olan “Varlık Vergisi” ile ortaya koyuyor. Ermeni, Rum ve Yahudilerin tüm mülkiyetlerini yağmalayan devlet, 1915’te uyguladığı soykırım politikalarının ardından bu sefer daha “temiz” bir yöntem uygulayarak zorunlu göçü dayatıyor. Yağma ve talanı devreye sokarak Türk piyasasını oluşturanlar, Rum, Ermeni ve Yahudilerin bütün varlıklarına el koyuyorlar; yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakılıyorlar.
Aradan geçen yıllar, TC’nin yağma ve talan zihniyetini elbette ki değiştirmedi. T. Kürdistanı’nda abluka ve katliamlarıyla Kürt halkının kimliğine ve yaşamına saldıranlar, harap ettikleri şehirlerde TOKİ yapma hayalleri kuruyorlar. Yetmiyor, belediyelere atadıkları kayyumlarıyla bu geleneği sürdürmeye devam ediyorlar. Amaç ise aynı, katledemediklerini göçe zorlamak, asimilasyon ve sindirme politikaları ile tek dil-din-ulus mayasının bozulmamasını sağlamak…
Gerçekleri yansıtan ekipmanlar yalanlar için kullanılacak
TC devletinin yağma ve talan geleneği, ezilen ulus ve inançlara yönelik birçok örneğiyle karşımızda dururken ve amacın “tekçi” anlayışı sağlamlaştırmak olduğu netken, son örnek ise muhalif televizyon ve radyoların kapatılması kararının hemen ardından yaşandı. Muhalif basını susturmak ve ezilenlerin sesini engellemek adına 29 Eylül günü çıkardığı kararname ile 12 TV kanalı ve 11 radyoyu kapatan devlet, hemen ardından ise polis baskınlarıyla TV ve radyo binaları mühürlendi; İMC TV, Hayatın Sesi TV ve Özgür Radyo’nun teknik malzemelerine el konularak TRT’ye devredildi.
Yağma ve talan zihniyetinin bu defa “tek medya” yaratmak için devreye sokulduğuna tanık olduk. Ezilenlerin sesini yansıtan ve tavrını gerçeklerden yana belirleyen devrimci basını susturmaya çalışanlar, kanalları kapatmakla da yetinmeyerek halkın biriktirdikleri ile alınan ekipmanlara el koydu. Ve en acısı da bu gerçekleri yansıtan kameralar, ses cihazları ve bilumum teknik malzeme artık devletin yalanları için kullanılacak.