TARIK AKAN’IN ÖLÜMÜYLE UNUTULAN “KÖRLÜĞÜ”!
Tarık Akan ardında yüzlerce film, birçok televizyon dizisi bırakarak hayatını kaybetti. Tarık Akan’ın ardından sanatçı ve oyuncu kimliğinden çok siyasi kimliği ekseninde bir tartışma sürdürülüyor. Bu noktada en net tutum “İslamcı” çevrelerde açığa çıkmaktadır. Açık bir düşmanlık tanımı ile “ölümünün hayırlı olduğu” ve sevinelesi bir gelişme olarak takdim ediliyor. Kuşkusuz bu tutum Tarık Akan’ın rol aldığı filmlerin niteliği, siyasi duruşuyla birlikte düşünüldüğünde anlaşılırdır. Tarık Akan bu cenahın gözünde aynı torbaya koydukları “komünist, dinsiz, allahsız, laik” bir siyasi şahsiyettir. Bu kimliklerin her biri İslamcı cenah da düşmanlık oluşturmak için yeterli bir ideolojik nedendir. O yüzden ağızlarını küfürlerle doldurarak “ölümüne” sevinmektedirler.
Aydın Orta Sınıf Tutumu Ve Yalpalamanın Kaçınılmazlığı!
Bu kesimi bir kenara bırakırsak Tarık Akan’ın siyasal kimliğine dair büyük bir kafa karışıklığı olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Tıpkı Tarık Akan’ın yaşamı boyunca siyasal tutumunda ki tutarsızlık gibi Tarık Akan meselesini tutarlı demokratlar, devrimciler ve yurtseverlerde tutarsız bir biçimde tanımlamaktadır. “Bir şeyi itibarsızlaştırmak istiyorsan onu kendi gerçekliğinden koparacaksın” sözü tamda Tarık Akan’ın ölümüyle birlikte ona yüklenen “Halkın sanatçısı, devrimci, sosyalist” kavramlarının itibarsızlaştırılmasına denk düşmektedir.
Tarık Akan esasta bir orta sınıf aydınıdır. Bu orta sınıf aydın niteliğine ise hayatı boyunca ihanet etmeyi gerekli görmemiştir. Yani bu karakterinden sıyrılıp tutarlı bir demokrat ya da devrimci bir sanatçı olma noktasında bir iltihak gerçekleştirmemiştir. Bu bağlamda Tarık Akan demokrasi-devrim mücadelesi ile gerici ideolojik akımlar arasında gidip gelmiş tipik bir orta sınıf aydın tutumu almıştır. Lenin’in orta sınıflara dair yaptığı sınıfsal analiz Tarık Akan için de geçerlidir. Bir elini demokrasiye uzatır diğer elini ise gerici ideolojik akımlara.
Türk orta sınıf aydın tipinin ideolojik sorunu ise çok köklüdür. Bu kesimler özellikle 1960’lı yılların aydınlanmacı akımının motor gücüdür. Sosyalizmin en parlak döneminde bir yandan sosyalizme güçlü bir sempati duyarken diğer yandan egemen sınıf ideolojisi Kemalizmin Aydınlanmacılığın karikatürü olan karakterini yanlış çözümlemiş ve ona güçlü bir ilerici, devrimci, anti-emperyalist ideolojik akım yakıştırması yapmıştır. YÖN dergisi, TİP ve Milli Demokratik Devrim (MDD) ciler (Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Çetin Altan, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Mihri Belli, vs. vs.) bu eksende ciddi bir fikirsel, teorik mesai harcayarak demokrasi, kalkınma, anti-emperyalizm bağlamında Kemalizmi ilerici bir akım olarak sunmuş ve geniş bir aydın kesimini ve devrimci çevreyi etkilemiştir. Bu akım kökleri derine inecek şekilde ülke topraklarında bir etki gücü yaratmıştır.
Bu kesim Kemalizmin ideolojik ve siyasi karakterini doğru kavrayamadığı gibi özellikle çok uluslu yapıyı kabul etmeyen, bu bağlamda Kürt meselesini reddeden bir konumlanış içinde olmuştur. Yine Ordunun, Kemalist ve “aydın” yapısını ilerici görerek devletin temel çekirdeğini halk saflarında, anti-emperyalist şeklinde sunmuşlardır. Bu orta sınıf aydınları bu tutumlarıyla faşist uygulamalara ve baskılara karşı bir yandan temel demokratik hakları savunurken diğer yandan demokrasi dışı güçlerle ideolojik-politik ittifak politikasını sistemleştirmiştir. İlericilik ve gericilik arasında salınan bir ideolojik politik konumlanış içinde olmuştur.
İşte Tarık Akan bu ekolün öğrencisidir. Bu ekolün tüm ideolojik-politik zaaflarını taşımaktadır. 1970’lerde demokratik mücadelenin parçası olduğu, devrimcilerin safına yakın durduğu, sanatsal üretiminde bunun etkisi olduğu doğrudur. Bu açıdan sahiplenilmesi gereken bir tarihi vardır. Ancak onun bu konumlanışı onun sınıf karakterini ve onu şekillendiren ideolojiyi görmemize engel değildir.
Bu öyle karmaşık ve bulamaç yapılmış bir durumdur ki Cenaze Töreninde Rutkay Aziz “Üç şeye toz kondurmazdı:1-Mustafa Kemal 2-Nazım Hikmet 3-İlhan Abimiz. İlhan Selçuk abimiz…” diyerek durumu izah etmiştir. Bu üç isimden ikisi politik ve ideolojik figürlerdir. Ve son tahlilde gerici bir ideolojinin kurucusu ve o ideolojinin Türk orta sınıf aydını içinde ilerici yaftasıyla kabul ettirilmesini sağlayan kişiliklerden bahsediyoruz. Nazım Hikmet ise bu karmaşık kafanın unsuru haline kolaylıkla gelebilir. Zira Mustafa Kemal’le Lenin’i aynı kategoriye sokan bir topraklarda bulunduğumuz unutulmamalıdır.
Kızıl
Tarık Akan’ın politik hikayesi, inişleri ve çıkışları, savruluşları bir hakikat olarak kavranmalı ve ona uygun bir politik duruş geliştirilmeli ya da değer verilmelidir. Güçlü olan akıma göre şekil alan bir seyri vardır. Aydınlanmacılığın doğal sonucu olarak sosyalizme, demokrasiye yatkınlığı devrimci hareket güçlü ve genel eğilim devrimden yana olduğunda ona dayanması hiç zor olmamıştır. Hem de belli bedelleri göze alarak. Ama devrimci hareketin zayıf olduğu, genel eğilimin tersinden estiği süreçlerde ise kendi tarihini yok sayacak bir savruluş içine girmekte tereddüt göstermemiştir. Burada bahsettiğimiz bir “komünist” kimlik değil tutarlı bir demokratik kimlik meselesidir. Ancak bu süreçlerde de inişli çıkışlı ama kesinlikle tutarsız bir konumlanışı sürdürmüştür. Ezilen sınıfların emek mücadelesinin yer yer parçası da olmuştur, anti-demokratik olan gerici olan uygulamaların etkin unsuru da.
Aydınlanmacılıktan Kızıl Elmacılığa Orta Aydın Sınıfın Şovenizmle Dansı!
2000’li yıllarla birlikte özellikle İlhan Selçuk önderliğinde ulusalcı çizgi anti-Amerikancılık ekseninde Kızıl Elma Koalisyonu (Türk milletinin bütünlüğüne odaklı ama Misakı Millicilikle revize edilmiş aynı kaygıda birleşen bir koalisyon) ile kendisine politik bir çıkış aramıştır. Ama bu koalisyon Kürt ulusal mücadelesinin gelişmesi ve artık bir ulus olarak siyasal programla mücadelesini bir noktaya taşıması sürecinin karşısına dikilerek konumlanışını almaktan geri durmamıştır. Amerikan emperyalizmine devletin köklü bağımlılığı esas sorun olmaktan çıkıp çok uluslu yapıya dayanarak ABD’nin ülkeyi bölme stratejisini hedefe koyan bir teori ile kendine teorik-politik gerekçe yaratmıştır! Bu bağlamda uzun süre Kürt ulusal mücadelesi ile savaşmış, katliamlar gerçekleştirmiş ama Türk ulusalcısı olarak tanımlayan kesimleri de içine alan bir ittifak geliştirilmiştir. Bu ittifak İslamcılığın gelişmesine paralel kendisini bunun karşısına dikerek geleneksel Kemalizm savunuculuğunun öncü kurmayı olmuştur. Bu hareketin teorik ve ideolojik temelleri 1960’ların aydın orta sınıfının tutumuyla beslendiği görülmektedir.
Orta sınıf aydın kesim esasta bu akımın bayrağı altına girmiştir. İstisna ve aykırı duran bir kesimde kuşkusuz söz konusudur. Özellikle Kürt ulusal mücadelesinin bu eksende bir turnusol olduğunu belirtmeliyiz. Ezilen bir ulusun hak ve taleplerine dair mücadelesinin bu denli yükseldiği ve haklı temelde hak ve özgürlükleri için can bedeli bir mücadele yürüttüğü koşullarda bu ulusu yok saymak, onun karşısında durmak asgari demokratik ölçütlerle karşıtlık oluşturmaktır. Bu kesimlerin aldığı konumlanış tamda budur. Burada dikkat çekilmesi gereken nokta “ezilen, emeği gasp edilen” kesimlerin yanında yer alan tutum benimseyip, şovenizm zehirinin en kaba, tekçi ve Kürt ulusunu yok sayarak savunulmasıdır. Bu basit bir sosyal şovenizm değildir. Bu anti-demokratlığın en bayağı halidir.
Ancak bu ideolojik bir tutumun ötesinde pratik olarak da kendini gerçekleştirmiştir. Tarık Akan’da bu pratiğin yer yer önünde, yer yer ortasında, yer yer arakasında durmuştur. Ama en nihayetinde parçası olmuştur. Devrimci, demokrat ve yurtseverlerin katillerinin, işkencecilerinin de içinde olduğu ve döneminde kendi klik çıkarları için askeri darbe planladıklarına şüphe duymadığımız esaslı kısmı karşı devrimci olan adına Ergenekoncu denen kesimlerin baş savunucusu konumundadırlar. Bugün her ne kadar politik dengeler ve klikler arası ayrışmalardan dolayı Ergenekon meselesi bir “komplo” olarak pazarlansa da bu kesimin içindeki karşı-devrimci, katil, anti-komünist kesimleri ve onların suçlarını ortadan kaldırmaz. Tarık Akan’ın 2012’de Silivri barikatlarına “bariyerlerinizle birlikte duvarlarınız yıkılacak” diyerek yüklenmesi hafızlardadır, 2007’de gerici Cumhuriyet Mitinglerinde ön saflarda konumlanması unutulacak gibi değildir. Bu davadaki haksız ve hukuksuzluğa karşı bir konumlanış değildir onunkisi bu gerici kliğin ideolojik-politik savunusudur.
Kürt ulusal mücadelesi karşısında konumlanışı ise yalınkat gericiliktir. 2016 Nisan ayında „Bütün amacım şuydu: Ey iktidarlar Güneydoğu’ya gözünüzü çevirin, misak-ı milli sınırları içinde yaşayan Türk halkını tanıyın, onların ekonomik yapılarını, kültür ve düşünce yapılarını tanıyın! Bütün derdim buydu.“ (Nisan 2016 CNN-Türk Afiş programı) sözleri ise basit bir faşistin söyleyeceği sözlerdir. Devletin dahi artık Kürde Türk demediği noktada Tarık Akan maalesef kabul etmek gerekir ki arkaik bir faşist, şovenist söyleme sarılmaktadır.
Aynı Tarık Akan 2015’de Kürt şehirleri tankla, topla ve ağır silahlarla yerle bir edilirken, kadın erkek, çocuk yaşlı demeksizin Kürtler katledilirken, çok karşı çıktığı AKP kurmaylığında bir imha yürütülürken Türkiye Sanatçılar Birliği adı altında bir oluşumun şu ifadelerinin altına imzasını atmıştır: “Türk Silahlı Kuvvetlerimizin başlatmış olduğu vatan mücadelesinde, biz sanatçılar ve aydınlar, Mehmetçiğimizin yanında olduğumuzu belirtmek istiyoruz… Bu mücadele bir vatan mücadelesidir, teröre karşı yapılan bir savaştır. Karşımızdaki düşmanın ABD ve AB güdümlü olduğu apaçık ortadadır. ABD’nin ‘Bizim kara gücümüz.’ dediği PKK terör örgütünün emperyal güçlerin taşeronu olduğu tüm milletimiz tarafından bilinmektedir.” Ki aynı tarihlerde insani temelde de olsa “barış isteyen, tarafları müzakereye çağıran” Bağımsız Sanatçılar İnisiyatifinin daha demokratik olan bildirisinden imtina ederek daha gerici ve faşist nitelikli olanını tercih etmiştir.
Şunu kabul etmeliyiz ki Tarık Akan son 15 yılını kararlı bir şekilde bu siyasal çizgiyle örmüş ve kendini gerçekleştirmiştir.
Sarayın Sanatçısı Olmamak Ama Halkın Sanatçısı Olarakta Kalamamak!
“Saray’ın değil Halkın Sanatçısı” şeklinde bir sloganla uğurlamıştır. Evet, Tarık Akan AKP ve Tayyip Erdoğan gericiliğine boyun eğmemiştir. Bu doğrudur. Ancak bu duruş onun son sürecinde halkın yanında durduğunu göstermez. Sarayın sanatçısı değildir, olmamıştır, ona karşı mücadele yürütmüştür doğru ama bunu yaparken halkın demokratik ihtiyaçlarına odaklanmış ilerici bir mücadelenin parçası değil egemen kliklerden bir başkasının parçası olmuştur. Ancak Tarık Akan nezdinde kavranması gereken bir nokta vardır. Oda komünist ve devrimci hareket geliştiği noktada bu ve benzeri kesimler devrimin dostu olmaya yatkındır. Gel gitleri sınıfsal karakterinden dolayı anlaşılabilirdir, ancak bu kesimlerin karşı-devrim saflarında tanımlanması ve düşmanlaştırılması hatalıdır. Bu sınıflar ve kesimler belli koşul ve durumda devrimin dostu ve katılımcısı olabilir, olur. Yine devrimci ve komünistler bu kesimlerle ilişkilerini geliştirdiği dönemde özellikle bir virüs olan sosyal-şovenizmle yeterli mücadele edip, bunları yeterince kalıba dökemediğini gösteriyor. Kendi siyasi düşüncesine en etkili şekilde ikna etme koşullarının varlığı devrimci ve komünistler açısından kaçırılamayacak kadar değerlidir. Bu ulaştığı kesimlere doğru politik bilinç yanında doğru bir tarih ve toplum bilinci verme açısından önemlidir. Tarık Akan nezdinde özellikle Kürt meselesinde ve bu bağlamda tarih anlayışında yeterli düzeyde etki etmediği, bir bütün tüm toplum açısından benzer olanakların ıskalandığı söylenebilir.
Tarık Akan’ın cenaze töreni ve katılıma da kısaca değinmek gerekir. Törende konuşan sanat, aydın ve siyasetçiler adeta yenilmiş bir ordunun erleri ve bu yenik ordunun bir neferinin gidişine ağıt yakar bir duruş sergilemişlerdir. Tarık Akan nezdinde geleneksel Kemalizmin siyasi-ideolojik ölüsünün ağıdı yakıldı denilebilir. Ancak cenazeye katılımda başka bir faktör etkili olmuştur. Özellikle OHAL’le yaratılan baskı ve sindirme, sokağa yansımayan hareketlilik Tarık Akan’ın “muhalif” kimliğinin cesaretlendirici etkisiyle bir reaksiyona dönüşmüştür. Yine geçmiş demokrat-devrimci kimliği ve Kemalist kimliği farklı düşünce ve politik tutuma sahip kesimlerin cenaze törenine aktif katılımını getirmiştir. Bu farklı ama geniş kesimlerin bu cenaze töreni vesilesiyle var olan AKP hükümetine yönelik memnuniyetsizliğini ifade etmenin ortak paydasını bulmuştur.
Onu bir bütün tarihiyle birlikte değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo inişli çıkışlı, yer yer devrimci-demokratik mücadelenin yer yer karşı devrimci mücadelenin saflarında yer almış bir tutarsızlık tablosu olacaktır. Bu onun sınıfsal konumuyla, şekillendiği ideolojik formasyon ve onun yarattığı arızalarla uyumludur. Ama gerçekliğini olduğu gibi ortaya koyma ve “halkın sanatçısı” tespitini hafifletmemek elzemdir. Demokrat ve devrimci cenahımızda Tarık Akan’ın geçmişinin yüzü suyu hürmetine hak ettiğinden fazla bir sahiplenme ve övgü söz konusudur. Geçmiş duruşundan kaynaklı bir konum almak anlaşılırdır. Ancak “kör ölür badem gözlü olur” misali bir yaklaşım kabul edilemezdir. En azından kör diyemesekte ağır ve boyutlu bir görme sorunu vardır diyerek gerçeğe yaklaşmak, gerçekle doğru ilişki kurmak önemlidir. Tarihi iyileri alıp kötüleri reddetmek şeklinde algılamak bir tutumdur. Ancak Tarık Akan’ın geçmiş dinamik, demokratik ve ilerici yanı ölü yük haline getirilerek omuzlanamaz. Sosyal ve sınıf mücadelesinde onun son nefesinde de sınıfsal olarak ezilen emeği gasp edilenler lehine tutum alması, ezilen sınıfların şovenizmle zehirlenmesini kolaylaştıran bir faktör olup (adına sosyal şovenizm diyoruz ve düşman ideoloji olarak tanımlıyoruz), sinsi şekilde sınıf mücadelesinin çanına ot tıkayan bir ideolojik saldırı olarak görülmelidir. Evet Tarık Akan politikacı değildir, ancak sanatçıların kamuoyu belirleme özellikleri düşünüldüğün de bu durumun esasta siyasal eleştiride durumu değiştirmemelidir. Bu bütünlüğü kavrama sorunu yaşadıkça “ölen körleri badem gözlü” yapma telaşı demokrat ve devrimci cenahta bitmek bilmez bir hal alacak, karışık kafalar berraklığa ulaşmayacaktır.