Anasayfa , Köşe Yazıları , Sürgünde; Düne Çok Uzak Biryerde!!!

Sürgünde; Düne Çok Uzak Biryerde!!!

kose_yazisiGANİME GÜLMEZ | 22 – 12 – 2012 | “Hayatına anlam kazandırmak isteyen biri için kötü olan tarihin yapılmadığı bir yerde yaşamasıdır. Kötü olan; tarihin akışına ve yapılışına uzaktan bakan, hayat karşısında edilgen olan Avrupa gibi yaşlı ve yorgun bir kıtada yaşamak zorunda kalmasıdır. .. Yapmak istediğini yapma özgürlüğü olmayan ülkesinden sürülmüş her politik göçmenin bu yükten kurtulması ve kendi tarihini yapması için neredeyse mucize yaratması gerekiyor..”.(Günay Aslan, “Sürgünler Platformu” yazısından)….

Bu soğuk ülkenin -Almanya’nın- neredeyse her küçük köşesinde, büyük esintiler vardı bu ay; paylaşılmadan geçilemeyecek olan!! Esintilerin içerisinde olan bizdik-kendimizdik; ama bu sefer esilen yerde olan değildik!!!! “Kekrek” bir tat içindeydik!!

“Sürgün” denildiğinde, köylülerin; “ağaçlar sürgün verdi” sözlerindeki coşkulu ifadeyi bilirdik önce, baharı çağrıştırırdı! Sonra, Avrupa’ya gelenlerin köşe yazılarında okumaya başladık; “peh!!! Sürgünmüş!!! Nasıl kelime kullanıyorlar?” dedik. Anlamadığımız-anlayamadığımız gibi, kınadık da!!!

Sonra sürüldük!!! Zaman geçtikçe, bu kelimenin; acı-tatlı, tam da “kekrek” diye kullanılan tadın kendisi olduğunu, yaşanmadan yorumlanamayacağını anladık!! Tadının, insan tarihinde nasıl tüyler ürperten bir hal olduğunu da!!

Sürgünler Platformu’nun kurulduğu tarihte, Giessen’de de bir “Ahmet Kaya’yı Anma” etkinliği vardı. İzlenen dökümantasyon filminin ardından; soruları bu filmin tarihin tercümesiymişçesine cevaplayan Gülten Kaya’nın ifadelerini paylaşmak istiyorum. Bu Platform’un kuruluş tarihinde; bizim için de bu anlar, anlatılması zor tarihsel damlalardı!! Ve aynı tarihte, koca bir köprü kuruldu bir kez daha içimizde!!! 70’li, 80’li, 90’lı yılların Türkiye, özellikle de İstanbul görüntüleri, joplananlar-tutuklananlar!! İlkel saldırılardan-modern saldırılara; joplardan-gaz bombalarına geçiş zamanları!!!  Hapishanelerin eski görüntüleri; şimdiki F Tipleri!!!

Ve eşliğinde Ahmet Kaya’nın; “Lan gardaş bu nasıl yara, kanar her yerinden; dövülmüşüm, sövülmüşüm, vurulmuşum ben, s…çekilmişim yani; kendi öz yurdumdan çeker giderim”i!!!……..

Seyircilerin neredeyse tamamı Türkiyeli olmasına rağmen; hiç Türkçe anlamayan, burada doğup-büyümüş olan Yunanistanlı bir kadın arkadaşımız, görüntüler karşısındaki hislerinden tüyleri diken diken, çok büyük bir ayrıntıyı farketti!!! Sorusunu telaşla çığlık atarcasına yöneltti; “Ahmet Kaya’nın Türkiye’deki hali, ışıl ışıl!! Buradaki bütün halleri, çok ağır bir hastalığa yakalanmış gibi!! Yani bu kadar büyük bir fark nasıl oluşabilir bir insanın yüzünde? 43 yaşındaymış, ama çok farklı Paris’teki halleri!! Ben konuşmaları anlayamadım, o yüzden sormak istiyorum; burada yakalandığı özel bir hastalık mı vardı”? Gülten Kaya, buruk buruk gülümsedi(konuşmaları sırasında, hep tüm sürgünleri-tarihsel kesitleriyle bağlantılandırarak tarihi bir aktarım yaptı); “Doğa olayları da böyledir. Botanik bahçeleri böyledir. Ahmet bir kaktüstü. Sıcak-kuru topraklarda büyüdü. Ve dikenlerini gizlemeden yaşadı, onları batırmak hayatının amacıydı. O yüzden ülkesinde kalamadı. Ahmet sokak çocuğuydu, öyle büyüdü ve sokaktan beslenip sanatını icra etti. Avrupa’nın yumuşak toprakları bir kaktüs için çok yumuşaktı!!! Paris’in sokaklarında ise, Ahmet için besin değeri olan hiçbirşey yoktu. Tüm sürgündeki insanlar gibi. O yüzden burada aslında hiç yaşamadı, hergün öldürüldü…”

Diğer bir soru; “mezarını Türkiye’ye götürmek istemediniz mi”? Gülten Kaya’nın cevabı yine tertemiz-katıksız bir tarih dökümüydü; “ondan önce gelenler de ülkelerinde gömülmediler-gömülemediler. Nazım Hikmet, Yılmaz Güney… Öyle hızlı bir tarihsel dönemden geçiyoruz ki, dün olanları hemen unutabiliyor insanlar-bugün olanlara yetişemiyor!!! İnsanlığın hatırlama yetisinin bile kaybettirildiği zamanlardan geçiyoruz. Bu mezarlar oraya giderse; onları sürgünde öldürenler, mezarlarına çiçek bırakacaklar. Ve; “sürgün-sürülmüşlük” tarihi unutulacak. Bunun unutulmasına izin veremeyiz. O topraklar; bu insanların yaşarlarken haykırdıklarını hakedene kadar, bu insanlar oraya gitmemeli. Ve neden burada öldükleri unutturulmamalı. Demokrasinin en ufak kırıntılarının bile nice bedeller ödenerek elde edilebildiği bir ülkede, bu bedeller unutulmamalı-unutturulmamalı; bu ülke, önce onları hakedecek topraklara sahip olmalı.”!!!

“Tarihin artık yapılmadığı, yapanların da neredeyse suçlandığı Avrupa’da, tarih yaratan bu ciddi birikim bilinçli bir politikayla ‘çöp malzemesi’ haline getirilmiştir. Bir kısmı da ‘psikolojik otopsinin malzemesi’ derekesine indirgenmiştir…” (Günay Aslan-aynı yazısından)

Bu tarihlerin altının sürekli çizilmesinin, unutmayıp-unutturmayıp ilerlemede atılan adımın, Sürgünler Platformu’nun;

Sürgünlerin tarihinin klasik yorumlanışına; “tükenip gittiler” gibi anti-bilimsel kavramlarımıza, pratikleriyle-pratiğimizle bilimsel katkılar yapabileceklerine yürekten inanıyorum!!! “Onların” hayatımızı belirleme “hakları”na; bilinçli bir “bu bizim tarihimiz” denişinin çığlığı olabileceğine-olabileceğimize-olmak zorundalığımıza yürekten inanıyorum!!!