Home , APP , Stefan Engel ile Röportaj (1/2)

Stefan Engel ile Röportaj (1/2)

HABER MERKEZİ|20.08.2021| REVOLUTIONÄRER WEG’in yazı kurulu yönetçisi Stefan Engel ile Burjuva İdeolojisinin ve Anti-Komünizmin Krizi kitabının yayınlanması vesilesiyle röportaj

Bu hafta, senin yönetimin altındaki yazı kurulunca oluşturulan Burjuva İdeolojisinin Krizi ve Anti-Komünizmin Krizi kitabı yayınlandı. Bu kitapta neler var, neleri içeriyor?

Stefan Engel: DEVRİMCİ YOL (REVOLUTIONÄRER WEG) dizisinin 36 numaralı teorik organının aynı başlığı taşıyan kitap baskısıdır. Bununla biz, Burjuva İdeolojisinin Krizi ve Düşünce Tarzı Öğretisi başlıklı dört ciltlik bir eserin ilk kısmını yayınlıyoruz.

İlk bölümü, ideolojinin toplumsal yaşamdaki esaslı önemini, burjuva ideolojisinin krizini ve proleter ideolojisinin üstünlüğünü ele alıyor. Diğer şeylerin yanı sıra, ideolojisizlik teorisinin, materyalizm ile idealizmin birleştirilebildiğini savunan idealist tezin ve anti-komünizminin çok çeşitli biçimlerinin eleştirisini içerir. Yeni kitap ayrıca faşizmin ideolojik temeli, modern revizyonizmin krizi ve Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin önemi ile ilgilidir.

Kitap neden şimdi yayınlanıyor? Daha önemli konular yok mu?

Stefan Engel: 2018’den bu yana yeniden patlak veren ve Covid-19 salgınıyla önemli ölçüde ağırlaşan, dünya ekonomik ve mali krizi veya insan varlığını tehdit eden çevre krizi kesinlikle önemli konulardır. Toplum içinde bunlara verilecek cevaplar hakkında gelişen bir ideolojik mücadele yaşanmakta.

Burjuva ideolojisinin krizi hakkındaki kitap, içinde bulunduğumuz zamana mükemmel bir şekilde uygun düşmektedir. Bazı şeyleri nasıl değerlendirileceği konusunda kitleler arasında büyük bir kafa karışıklığı ile karşı karşıyayız. Aynı kişinin ilerici görüşlere sahip olması ve aynı zamanda mülteci meselesi veya Covid-19 konusunda aşırı gerici bir görüş savunması alışılmadık bir durum değil. Bu kafa karışıklığı anlaşılmaz ve çözülmezse toplumsal krizlerden nasıl doğru sonuçlar çıkarılabilir?

Bu ideolojik kafa karışıklığının maddi nedenleri var ve tüm detaylarıyla araştırılması gerekiyor. Örneğin, Merkel hükümetinin kriz yönetimini sağdan eleştiren ve talepleri işveren birlikleri BDI ve BDA’nın gerici tutumlarıyla büyük ölçüde örtüşen sözde “Çapraz Düşünenler” (Querdenker) hareketi, bu tür ideolojik kafa karıştırma taktiklerinin tipik bir örneğidir. “Tek önemli şey, hükümete karşı olmak” görüşü, bazen faşistlerin çıkardığı sonuçlara eşlik ediyorsa, ilerici bir bakış açısı değildir. Burada sağlam temellere dayanan bir proleter sınıf görüşü gereklidir!

Korona sorunu üzerine sağlam temellere dayanan proleter sınıf görüşü ne olmalı?

Stefan Engel: Birincisi, halkın sağlığını Covid-19 salgınından korumak için, radikal önlemlere ihtiyacımız var. Öte yandan Almanya hükümeti, salgının önceki iki dalgasından daha yıkıcı olabilecek üçüncü bir dalganın içinde olduğumuzu altı haftadır biliyor. Ancak tekelleri ve sanayi üretiminde kâr elde etmelerini korumak istediği için, yapılması gereken en önemli şeyleri bilinçli olarak yapmıyor.

Hükümet idari tedbirler adı altında, sadece özel hayatı, demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlamakta veya küçük işyerleri ve restoranlar aleyhine eyleme geçmekte. Hindistan’da Almanya’nın yaklaşık iki kat daha fazla nüfusa sahip bir federal eyalet olan Maharaştra örneği, bunun farklı bir şekilde yapılabileceğini gösteriyor.

Nisan ortasında, günde yaklaşık 50.000 enfeksiyonun ardından, sanayi üretimi de dahil olmak üzere (hayati öneme sahip işletmeler hariç) tüm kamusal yaşamın iki hafta kapanışı ilan edildi.

İkincisi, krizin yüklerinin tekellerin, kapitalistlerin sırtına yüklenmesi ve yükün topluca nüfusun büyük bir kısmına yani halkın sırtına yüklenmemesi gerekir. Tekellerin artık işyerlerindeki yasal bir test yükümlülüğüne şiddetle karşı çıkması komik bir şey, çünkü bunların kabul edilemez yükler anlamına geldiğini söylüyorlar. Peki ya hiçbir şey olmamış gibi sağlık riskleri dikkate alınmadan çalışmaya devam etmek zorunda kalan işçiler ve çalışanlar üzerindeki yükler ne olacak?

Üçüncüsü, işçi sınıfının en kısa sürede tekrar daha özgürce hareket edebilmesi, gelişe­bilmesi, protesto gösterileri yapabilmesi, tartışabilmesi ve grev yapabilmesi halkın yararınadır. Bu nedenle, aylardır devam eden ve belli ki, kamuoyuna faydası olmayan bu hafif kapanma (Lockdown) yerine hızlı ve etkili önlemler almak gerekiyor.

Bu aslında, yalnız sınırlı sayıda mevcut yoğun bakım yatağı ile sağlık hizmetlerinin çökmesini önlemek için tasarlanmıştır. Federal hükümetin şu ana kadar resmi olarak açıklanan 80.000 ölümü ve uzun vadeli kalıcı sağlık sonuçları olan yüz binlerce Covid hastasını kabullenmesi, sadece sanayi üretiminin ‒ ve dolayısıyla kâr elde etmenin merkezi yerlerinin – daha fazla zarar görmesini önlemek istemesi oldukça insaniyetsiz bir şey.

Dördüncüsü, elbette, MLPD’nin parti çalışması da, salgın nedeniyle ciddi şekilde kısıtlanı­yor. Bu durumun kârın zararına tüm işletmelerin kapanması ve hızlandırılmış aşılama yoluyla çabucak aşılması gerekiyor.

Öyle görünüyor ki kitabın ilk kısmının odak noktasında, anti-komünizmin analizi ve ona yönelik polemikler var. Bunun nedeni nedir?

Stefan Engel: Reformizmin ve modern revizyonizmin açık krizinden bu yana, küçük-burjuva reformist ve küçük-burjuva revizyonist düşünce tarzının işçi sınıfı ve geniş kitleler üzerindeki yıkıcı etkisi dramatik bir şekilde azaldı. Anti-komünizm ve onun kitleler arasında küçük-burjuva anti-komünist düşünce tarzı olarak etki yapması, şu an kitleler arasında sınıf bilincinin gelişmesinin önündeki asıl engel haline gelmiştir.

Anti-komünizmle bu kadar ayrıntılı bir şekilde hesaplaşmak, savunma savaşı olmayacak mı?

Stefan Engel: Hiç de değil! Kitapta, anti-komünizmin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana devrimci işçi hareketine ciddi zararlar verdiğini, ancak buna rağmen örtülü bir kriz içinde olduğunu kanıtlayabiliriz. Anti-komünizmin kitleler üzerindeki etkisini sürdürmek ve taktik saldırılar başlatmak için tekrar tekrar dönemin ruh ve zihniyetine uyum sağlaması gerekiyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Hitler karşıtı koalisyon ve o zamanki sosyalist Sovyetler Birliği faşizmi yok etmişti. Bu, anti-komünizmi o zamana kadarki en derin krizine soktu. Sa­dece anti-komünizmin faşist varyantı değil, aynı zamanda tüm kapitalist düzen de büyük ölçüde desteğini kaybetti.

ABD’den başlayarak sosyalizmin etkisine bir set çekilecekti. Adenauer hükümeti açık gerici anti-komünizmi yeniden canlandırdı. Bununla birlikte, caydırıcı etkisini yalnızca geçici olarak sürdürebildi. Bu nedenle egemenler, açıkça gerici varyantına ek olarak, demokrasi maskesiyle gizlenmiş bir anti-komünizm varyantı geliştirdiler. “Frankfurt Okulu” filozofları, “eleştirel” anti-komünizmleriyle ideal baş tanıklardı. Kapitalizmi eleştiren görüşler savunuyorlardı ‒ ama aynı zamanda Marksizm-Leninizm’in teorisini çarpıttılar ve Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nin sosyalist inşasına iftira attılar.

Yeni tip bir devrimci işçi partisinin başarılı inşasına karşı savaşmak için “Yeşiller”partisi in­şası teşvik edildi. 1970’lerin “ML hareketinden” sırtlarını çevirmelerini haklı çıkarmak için Marksist-Leninist demokratik merkeziyetçilik kavramını “demokrasisiz merkeziyetçilik” ola­rak karaladılar. Onların idealist karşıt konsepti “taban demokrasisi” namluda patlayan mermiye dönüştü ve Yeşiller Partisi devlet dayanağı olan tekel partisine dönüştü.

Almanya’nın yeniden birleşmesi süreciyle, 1980’lerde, 1990’larda ve 2000’lerde işçi sınıfının yeniden atılıma geçmesini engellemek için, egemenler modern anti-komünizmi geliştirdiler. Modern anti-komünizm ilerici, demokratik ve anti-faşistmiş gibi davranıyor, an­cak sözde “Stalinizm” ve “Maoizm”e karşı inanılmaz saldırıları ile hiç de klasik anti-komünizmden daha az agresif değildir. Bu, MLPD’yi izole etmek ve bastırmak için fabrikalarda ve sendikalarda ana yöntem haline geldi.

Schröder/Fischer hükümeti ve de Merkel hükümeti, küçük-burjuva düşünce tarzı sistemini temel bir yönetim biçimi olarak kullandılar. Modern anti-komünizm, bu küçük-bur­juva düşünce tarzı sisteminin özünü oluşturur.

Hükümet dışı örgütlerin (STK’lar) ve burjuva partilerinin yardımıyla işçi hareketini, tüm toplumsal hareketleri, anti-faşist hareketi, militan kadın hareketini, çevre mücadelesini ve hükümetin gerici mülteci politikasına karşı mücadeleyi, küçük-burjuva anti-komünist düşünce tarzıyla yönlendirmeye çalışıldı.

Böylece işçi, halk, gençlik ve kadın hareketlerinde bilimsel sosyalizme karşı tam bir set çekildi. Kitap bu süreçleri eleştirel bir bakışla irdeliyor, aynı zamanda anti-komünizmin temel zayıflığını ortaya koyuyor ve ona karşı ikna edici argümanlar sunuyor.

(Devam edecek…)

1 Bu Roportaj, Stefan ENGEL ile  MLPD’nin Kitle Yayın Organı Rote Fahne (Kızıl Bayrak) dergisi tarafından gerçekleştirilmiştir.

KAYNAK-ÖZGÜR GELECEK