Home , Köşe Yazıları , Skocpol’un modeli üzerinden Nepal Devrimi

Skocpol’un modeli üzerinden Nepal Devrimi

köse yazisiEREN KORKMAZ |02-12-2013 | Theda Skocpol’un “Devletler ve Toplumsal Devrimler” adlı kitabında toplumsal devrimlerin gelişimini anlamak açısından karşılaştırdığı Fransa, Ekim ve Çin Devrimlerini nasıl ele aldığını ve ortaya koyduğu modeli bir önceki yazımda özetlemeye çalışmıştım. Elbette Skocpol, Marksist bir sosyal bilimci değildir ancak en azından kitabı hazırladığı 1970’li yıllarda Marks’tan etkilenen ve sınıfsal konumlanmaları dikkate alan bir bilim insanıydı. Ortaya koyduğu modelin de her devrime kesinkes uygulanabilir diye bir iddiası yoktur ancak bunları dikkate alarak devrimci mücadeleleri incelemenin bize değerli fikirler verebileceğini de göz ardı edemeyiz.

Skocpol toplumsal devrimlerin gerçekleşmesinde yapısal-nesnel sebeplere yoğunlaşmakta ve çeşitli nesnel faktörlerin bir araya gelmesiyle öncü-öznel güçlerin iktidara ulaşma ve iktidarı sürdürme imkanına sahip olabileceğini vurgulamaktadır. Bu açıdan öznel güce yoğunlaşan ve Parti’yi her şeye muktedir bir güç olarak gören, zafer ve yenilgileri ele alırken yalnızca Parti’nin politik hattına dikkat eden anlayışı eleştirmektedir. Devrimcilerin izledikleri siyaset elbette önemlidir ancak nesnel zemin dikkate alınmadan sonuca varmak yetersiz olacaktır.

Skocpol, köylü nüfusunun yoğun olduğu ülkelerde toplumsal devrimi incelerken modelini üç ayak üzerinde kurmaktadır. Bunlardan ilki egemen sınıfların kendi içlerinde siyasi çatışmalar içine girmeleri ve ülkedeki mevcut yönetim tarzını değiştirmek istemeleridir. İkinci faktör uluslararası ortamdaki güç dengeleridir. Uluslararası ortamın iç siyasetin yönelimindeki etkisi hesaba katılmalıdır. Üçüncü faktör de ezilen sınıfların, köylülerin kendiliğinden mücadelelerinin sürmesidir. Skocpol, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi feodalizmden kapitalizme geçerken toplumsal devrimlerin yaşanmamasını bu ülkelerde üç özelliğin bir arada olmamasına bağlamaktadır.

Nepal devrimi açısından da bu modelin sunacağı açıklamalar dikkate alınmalıdır. Nepal Devrimi 1996’da Halk Savaşı ile NKP (M) öncülüğünde başlamıştır diyebiliriz. 10 yıl gibi kısa bir sürede devrimin arifesine gelinmiş, ülkedeki diğer siyasi güçlerle ittifak içinde kraliyeti devirip cumhuriyeti kurmuş, hatta Kurucu Meclis seçimlerinde açık ara farkla zafer kazanmış ancak devamını getirememiş, devrimi tamamlayamamış ve Nepal’de burjuva-feodal düzenin bir oyuncusu halini almıştır. Peki, bu durumu yalnızca NKP (M) önderliğinin devrimin son yılında politik çizgisinde sapmaya uğramasıyla açıklamak yeterli olabilir mi? Devrimi arifesine kadar getiren önderlik ne oldu da son anda sapma yaşadı? Hangi somut engeller devrimi gerçekleştirmeye engel oldu? Bunlar anlaşıldığında sapmanın olup olmadığı veya hangi temelde olduğu da anlaşılabilir.

Devrimin yükselme döneminde her şey modeldeki üç başlığa işaret etmekteydi.

Buna göre egemen sınıflar içinde ciddi bir çatışma yaşanıyordu. Hükümetler sıkça değişiyor, koalisyon hükümetleri ülkenin temel sorularına cevap veremiyordu. Egemen sınıfları bir arada tutan ve halkın tanrısal özellikler verdiği kral da artık egemen sınıfların çatışmalarında birleştirici bir rol oynamıyordu. Özellikle 2005’de kraliyet ailesi içinde yaşanan katliamla kralın öldürülmesi ve katliamı gerçekleştiren kişinin kendini kral ilan etmesiyle egemen sınıf partilerinin kralla olan bağına ve krala yüklediği birleştirici misyona son verilmişti. Krala tanrısal özellikler veren ve öldürülen krala bağlı olan kitleler açısından da darbenin yapılışı ve kraliyet ailesinin içindeki katliam yeni krala geleneksel bağlılığı üretmeyi de engellemekteydi. Doğallığında kırsalda savaş şartlarında yaşanan darbe ve katliam ile egemen sınıfların güçleri açısından kralla olan ittifaka son verildiği anlaşılmaktadır.

Uluslararası alan açısından ise Nepal özgünlüğünde dikkate alınması gereken iki önemli güç bulunmaktadır. Bir tarafta ABD’nin arkasında yer aldığı Hindistan, diğer tarafta ise Çin. Egemen sınıflar arasındaki politik farklılıklar ve çıkar çatışmalarının ülke üzerinde Hindistan ve Çin’in müdahaleleri ile sıkı bir ilişkisi vardı. Bu nedenledir ki egemen sınıfın bir partisi kendisini Maocu olarak sunarken diğeri de Hindistan Kongre Partisini örnek almaktaydı. Savaş sürecinde bu iki uluslararası gücün kendi aralarındaki mücadele de ülke yönetiminde egemen sınıfların hakimiyetini ve gücünü aşındırmaktaydı. Emperyalistler arası çatışmalar Nepalli devrimcilere emperyalizme meydan okumada ve Nepal’i iki dev arasında sıkışan bir zayıf ülke değil, tam aksine iki dev ülke arasında patlamaya hazır bir mayın olabilme cesaretini ve ilhamını veriyordu.

Üçüncü faktör de Nepal köylülerinin toprak ve iyi yaşam için verdiği mücadelelerdir. Bu, Halk Savaşından önce de mevcuttu. Dikkat ederseniz, Nepalli devrimciler savaşı başlatırken köylülerin kendiliğinden, kitlesel, militan mücadelelerine işaret etmekte ve revizyonistlerle reformistleri mahkum etmekteydi. Nepalli devrimciler savaşı bu mücadeleler üzerinden örmüşler ve kendiliğinden mücadeleyi düzenli, planlı, stratejik bir mücadeleye dönüştürmüşlerdir.

Bu üç özellikte yaşanan gelişmeler Nepalli devrimcilerin kısa sürede ülkede devrimi yükseltip iktidara yürüme imkanını vermiştir. Egemen sınıflardaki moral bozukluğu ve çözümsüzlük devrimci mücadeleyle daha da derinleşmekteydi.

Bu gerçeklik içinde meşru olmayan kralın darbesine ve egemen sınıfların siyasi güçlerini bastırma çabasına (düzen parti liderleri hapisteydi) karşı bu dönemde kentlerde de halkın kendiliğinden mücadeleleri gelişmeye başlamıştı. Unutmamak gerekir ki Nepalli Maoistler kırsalda güçlü ve hakimdi ancak başkent Kathmandu ve birkaç büyük şehirde örgütlülükleri oldukça zayıftı, politik etkileri yok denecek kadar azdı[1]. Bu şehirler ise ülke nüfusunun hatırı sayılır bir kısmını barındırdığında kent halkı harekete geçmeden devrimin tamamlanması mümkün değildi. Bu nedenle Nepalli Maoistler yıllarca karşılarında savaştıkları ancak darbe ile kapatılan egemen sınıfların partileri ile ittifak kurarak 10 günlük büyük halk ayaklanmasını gerçekleştirdiler ve 2006 yılında kralı devirdiler.

Kraliyeti devirip Cumhuriyeti ilan etmek ve Kurucu Meclis seçimlerinde en yüksek oyu alarak çoğunluğa sahip olmak hem büyük bir kazanım hem de büyük bir prestijdir. Bu, aynı zamanda siyasi bir devrim niteliğindedir. Sonuçta tarihsel açıdan köklü kraliyet rejimi yok edilmiştir. Ancak toplumsal devrim de gerçekleşmemiştir. Peki, Nepalli devrimciler neden bir adım daha öteye gitmediler?

Aslında Nepalli Maoistler birkaç kez ayaklanma-eylem çağrısı yaptılar ama bekledikleri karşılığı alamadılar. Şimdi yeniden Skocpol’un modeline dönerek bunu anlamaya çalışalım.

Bu dönemde egemen sınıflar kraliyetten umudunu kesmişler ve kraliyet dışı bir arayışa girmişlerdi. Zaten kraliyet de can vermeden önce son atılımını darbeyle gerçekleştirmiş ancak bu da işine yaramamıştır. Egemen sınıflar bu dönemde Maoistlerin şehirlerdeki güçsüzlüğüne ve uluslararası alanda aldıkları desteğe güvenerek Maoistlerle ittifak yapmaya yanaşmışlar ve/veya mecbur kalmışlardı ancak kendi içlerindeki siyasi çatışmaları bir yana koydukları, kendilerini de yok edecek toplumsal devrim tehdidini net şekilde gördükleri ve sosyo-ekonomik düzeni korumak için birlik içinde olmaları gerektiğini anlıyorlar. Artık BML ve Kongre Partisi Maoistler karşısında tek ses, tek vücut olarak çıkıp, pazarlık yapıyorlar.

İkinci değişim uluslararası alanda oluyor. Toplumsal devrimin nasıl büyük bir tehlike olacağını anlayan Hindistan ve Çin’in tavrı da gözle görülür şekilde değişiyor. Hindistan zaten kendi içinde Maoistlerle baş etmekte zorlanıyor, Çin de kendi için toplumsal huzursuzluktan rahatsız ve her iki ülkenin de Nepal üzerinde ciddi çıkarları var, bunları kaybetmek ve içte yeni huzursuzluklar istemiyorlar. Emperyalistlerin de krala tavır alması ve egemen sınıf partilerini ortak hareket etmeye ikna edip her türlü desteği sağlamaları 2005-2006’da net şekilde görülmektedir. Kralın devrilmesinin ardından NKP (M) Başkanı Prachanda ve önemli liderlerinin Çin ve Hindistan’a sık sık ziyarette bulunmaları dikkat çekicidir ve büyük ihtimalle Maoistlere bir adım daha öteye gitmemeleri, ama karşılığında yeni oluşan sistemde kendilerine tavizler verileceği mesajı iletilmiştir. Bu dönemde Maoistlerin yeni bir halk hareketi çabasının karşılık bulmaması ve şehirlerdeki güçsüzlük, aynı zamanda şehirlerde yeni bir kitleye ulaşmaya başlamaları Maoistleri devrimi ertelemeye zorlamış gibi görünüyor. Bu gerçeklik içinde Bhattarai gibi önderlerin yeni demokratik devrimin bir alt aşaması olarak demokratik cumhuriyet teorilerini geliştirdiğine de dikkat çekerim.

Üçüncü değişim ise toplumsal mücadelelerde yaşanıyor. Yukarıda da değindiğim gibi Maoistlerin çabasına karşın toplumsal hareket yeni bir dalga yaratamadı, halk hareketi durulmuştu. Sonuçta 10 yıllık savaş ve kent isyanıyla köklü kraliyet yıkılmıştı, halkın öfkesi tanrısal kralı kovmuştu. Artık barış ve huzur beklentisi öne çıkmıştı. Toplum belki de olası bir Hindistan veya Çin işgalini karşılayacak güce sahip değildi. Köylü isyanları zaten gerilemişti, kraliyete son darbe kentlerde vuruldu ve devrimcilerin kentlerde gücü zayıftı. Ayrıca halk zaten kurucu meclis seçimlerinde Maoistlere olan desteğini göstermişti, artık geçiş sürecini Meclis ve yeni anayasa üzerinden gerçekleştirmeyi bekliyordu. Halk devrimcilerin istediklerini yapmıştı, savaşmış, isyan etmiş, oy istenildiğinde de vermişti. Esas düşman kralın gitmesi ve diğer politik güçlerin de darbe mağduru ve ayaklanmanın ortağı olarak meşruiyetlerini yeniden kazanmaları da halk nezdinde kendilerine isyan edilecek kesimler olarak görülmemiş olmalarına neden olabilir.

İhtiyaç duyulduğu anda köylülüğün harekete geçmemesiyle ilgili bir sebep de tarihin bir cilvesi olarak Maoistlerin kurtardıkları bölgelerde toprak ağalarını kovup köylüye toprak dağıtımını sağlamış olmaları da olabilir. Köylülük temel taleplerine kavuşmuş, baş düşmanı kovmuştu. Anlaşmalarla kovulan ağaların köylerine dönmesi mümkün olmuş olsa da kimsenin gücü köylüyü yeniden marabalaştırmaya yetmez. Artık küçük köylü mülkiyeti temelinde tarım hakimdir.

Tüm bu gelişmeler göstermektedir ki nesnel şartlar devrimin siyasal yönünü gerçekleştirmeyi mümkün kılmakla beraber toplumsal-sosyo ekonomik değişimin yaşanmasını ertelemeyi gerektirmiştir. Egemen sınıfların iç bütünlüklerini sağlamaları, emperyalistlerin aktif şekilde devreye girmeleri ve toplumsal mücadelenin durulması Nepalli devrimcilere devrimi tamamlama imkanını vermemiştir.

Ancak bu gerçeklik temelinde öncü parti içinde sapma olup olmadığını anlamak ve ayrılan grubun kurduğu partinin proleter çizgiyi temsil edip etmediğini analiz etmek daha mümkün olmaktadır. Şayet Nepalli Maoistler devrimin geçerliliğini korumakla beraber ileri bir tarihte örgütlenmesi için çalışmalarını yoğunlaştırsalar ve mevcut kazanımları pekiştirmeye çalışsalar, bedel ödeyerek kazandıkları yasal düzlemi devrimci mücadeleyi ilerletmek için değerlendirseler ve Hindistan ve Çin’deki devrimci güçlerle stratejik ittifaklarını sağlamlaştırmaya odaklansalar devrimci çizgi konusunda şüpheye düşmek için daha az neden olacaktı. Ancak Prachanda’nın başbakanlığı ve sistem içi imkanları benimsemiş görünmesi, Hindistan ve Çin’le görüşmelerini şeffaf ve devrimci tarzda ele almaması, hatta övgüler yapması ve Hindistan’daki devrimci güçlerle ilişkilerini zayıflatmaları gibi veriler ve Bhattarai gibi teorisyenlerin mevcudu teorileştirme çabaları sapmaya işaret etmektedir. Belki de 10 yıl sürecince savaş ve mücadelede başarı üstüne başarı kazanan ve halkı seferber eden lider kadro kralın devrilmesinin ardından ileriye doğru atmaya çalıştığı adımlar karşılık bulmayınca bunu doğru yorumlayamadı.

Nepal Devrimi için umudumuzu koruyabiliriz, çünkü sosyo-ekonomik yapının değişmemesi devrimin güncelliğini korumaktadır. Nepalli devrimcilerin tarihsel birikimi de doğru çizgiyi üretmesini bilecektir.


[1] Dikkat edilirse barış döneminin başında Nepalli Maoistler anlaşmalarını eleştirenlere şehirlerde örgütlülüklerini bu sayede oluşturabildiklerini ısrarla belirtmekteydiler.