MEKSELİNA LEHENG | 10 – 8 – 2011 | Ortadoğu’daki “Arap baharı”yla başlayan olaylar komşu ülke Suriye’yi etkisine alalı neredeyse aylar oldu.
Suriye rejiminin bu son günlerde isyancı sivil halka yönelik gerçekleştirdiği katliamlar, dünya gündemine oturdu.
Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Suriye çıkışından sonra, Suriye’ye ABD mesajını iletmek için gönderdiği Davutoğlu, Esad’a yaptığı bazı uyarılardan sonra Türkiye’ye döndü.
Türkiye’ye döndükten sonra Suriye haber ajansının yayınladığı haberle Kürtler yine kullanılmaya çalışıldı denilebilir. Haberde “Esad rejiminin ‘terör’ odaklarının üzerine gideceği” yazılıydı. Terörden kasıt elbette ki Türkiye’nin yıllardan beri komşularıyla adeta bir denge siyasetini yürüttüğü Kürtlerdi.
Suriye’yle yıllardan beri yaşadığı su problemi ve Hatay sorunu Türkiye’yle Suriye’yi iki düşman haline getirmişti. Daha bundan birkaç yıl önce askeri gazinolarda askere izlettirilen belgesel filmlerde Suriye’nin açık bir düşman olduğu ilan ediliyordu. PKK lideri Öcalan’ın Suriye’den çıkartıldıktan sonra başlayan Türkiye-Suriye dostlukları son 13 yıldır PKK düşmanlığı üzerinde adeta doruk noktasına ulaşmıştı.
Küçük Esad’ın Türkiye’nin en büyük zaafının PKK özelinde Kürtler olduğunu bildiğinden, Davutoğlu görüşmesinden sonra böyle bir mesajın verilmesiyle gerginleşen Türkiye-Suriye ilişkilerine balans ayarı vermeye yöneliktir.
Diğer taraftan Türkiye’nin ikinci tarihi düşmanı komşu ülke Iran’dı. Yine Kemalist sistem Iran’daki devrimden sonra Iran’ın Türkiye’nin laik yapısı Kemalizm yerine din devleti kurmayı amaçladığını devletin kırmızı kitabına işlemişti.
Türkiye, özellikle PJAK’ın kurulduğu 2003-2004 yıllarından sonra Iran’la ilişkilerini yine Kürtler özelinde üst noktaya taşıyarak adeta ‘kader birliği’ anlayışına dayanan bir politikaya dayandırdı. Yine Suriye’yle olduğu gibi Iran’la da Kürtler üzerinden kirli ittifaklar geliştirdiler.
Kandil’e yapılan son Iran harekatında Türkiye’nin birebir rol üstlendiği de açıkça ortaya çıktı.
Bütün bu gelişmeler bir yana ABD’nin Ortadoğu geneline yaymaya çalıştığı ılımlı İslami yapının en büyük taşeronu şuanda Türkiye’dir. Arap baharıyla ortaya çıkan isyanlarda kan döken rejimlere yönelik Türkiye en sert mesajı göndermekten geri durmadı. Türkiye’nin ‘Suriye meselesi iç meselemizdir’ söylemi ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik dizaynının yürütücüsünün Türkiye olduğunu göstermektedir.
Diğer taraftan Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tehditlerinin Iran cephesinde Devrim Muhafızları komutanının bir haber ajansına verdiği demeçle tehlikeli bir eşikten döndüğü görülmektedir. Devrim Muhafızları Komutanının; “Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini Iran’a yapılmış sayarız” söylemi ilişkilerin geldiği tehlikeli noktayı göz önüne seriyor.
Bu demecin Iran haber sitesinden apar topar kaldırılmasının da yine gerginleşen Türkiye-Iran-Suriye ilişkilerine Kürtlere yönelik politikaları zarar görmesin diye yapıldığını tahmin ediyorum. Çünkü şuanda Kandil’e yönelik Iran operasyonunun en büyük destekçisi Türkiye’dir.
Bütün bu gelişmeler gösteriyor ki Kürtler olmasaydı, Türkiye-Suriye-Iran üçgeninde büyük bir savaş çıkardı. Yıllardır, ABD tarafından izole edilen Suriye ve Iran’ın ABD ve Israil devletlerinin Ortadoğu’daki en büyük müttefiki Türkiye’yle ilişkilerinin gerginleşme noktasından savaş noktasına geleceğini tahmin etmek zor değil. Ne var ki Türkiye yıllardır bu iki ülkeyle Kürt kartı üzerinden geliştirdiği diplomasiyle Ortadoğu’da bu iki ülkeyle ilişkilerini sürekli pozitif tutmayı başarmıştır.
Diğer taraftan Irak’ta filizlenen Kürdistan Federe Bölgesinin bu üç ülke tarafından sindirilmesinin en büyük nedenini PKK oluşturmaktadır. Türkiye’nin ve Kürtlerin yaşadığı diğer iki ülke Suriye ve Iran’ın Kürtlerin en küçük bir kazanımına tahammülsüzlüğü biliniyor.
Kürdistan’ın Ortadoğu’nun merkezi dört ülkede topraklarının bulunması bu ülkelerde olduğu kadar uluslar arası küresel güçler tarafından da Kürtler sürekli pazarlık haline getirilmiştir. Halen sürdürülen Iran’ın Kandil operasyonunda ABD’nin de parmağı olduğu söyleniyor. Zaten ABD’nin parmağı olmasaydı Iran uluslar arası düzeyde bu kadar tecrit altındayken Kandil’e yönelik böyle bir saldırıya cesaret edemezdi.
Kürtler uluslar arası küresel güçler tarafından sadece Ortadoğu politikasında değil dünya gündemini oluşturan önemli kurumların atamasında da kurban ediliyorlar. Danimarka’nın Nato sekreterliğini elde etmek için gerçekleştirdiği Roj tv baskını da yakın bir tarihte bu politikanın halkası olarak yerini aldı.