Home , Haberler , Kapitalizm Çağında  Göç Ve Mülteci Sorunu Üzerine: Bölüm 1 – Bir Mücadele Okuru

Kapitalizm Çağında  Göç Ve Mülteci Sorunu Üzerine: Bölüm 1 – Bir Mücadele Okuru

Dünya üzerindeki insan toplumlarının tarihinde göç hareketleri her dönem yaşanmış gerçeklik olarak karşımıza çıkar. Günümüze kadar, çoğu kitlesel olarak gerçekleşen göç hareketleri, yaşanan zaman dilimine denk düşen dünya üzerindeki  siyasi, ekonomik, inançsal vb. olgular ile açıklanabilir. Dünya üzerinde yaşanan göçler sadece ekonomik sebeplerden kaynaklı değildir. Savaşların, afetlerin yurtlarını yaşanamaz hale getiren insanların yanı sıra, topraklarında inanış biçimleri, kimliklerinden dolayı baskı gören topluluklarda göç etmek ve başka ülkelere sığınmak zorunda kalmışlardır.  Tarih boyunca yaşanan göç eylemlerinde bulunan insanların çoğunluğu,  dünya üzerinde yaşadıkları bölgelerin  kendileri için dayanılmaz olan yaşam koşullarından kaynaklı  bu arayış içine girmişlerdir. Açlık, savaşlar, işsizlik, yoksulluk, katliamlar, siyasal baskılar, yaşanan doğal afetler vs. zorunlu göç hareketlerini günümüze kadar tetikleyen faktörlerin başlıcalarıdır. Ilkel, köleci, feodal ve kapitalist toplumların kendine özgü karakteristik özelliklerine göre insanlığın daha iyi bir yaşam için kendi yurtlarını terk ederek, kendileri için yaşanabilir bölgelere  göç  eyleminde bulunmaları her daim bir umut yolculuğu serüveni halini almıştır.
Kapitalist sistem öncesi dünya üzerinde  üretim tarzının zorunlu kıldığı bir çok göç hareketi yaşanmıştır. Kapitalist yeni dünya düzeninin kendinden önceki üretim tarzını, modern düzeye taşıması, yer yüzünde gerçekleşen göçlere yeni sebepler yaratmıştır. Başka bir deyişle; Feodal toplumun içine kapalı ve dairesel hareket halinde gelişen üretim yada ilkel birikim ilişkilerinin , kapitalist topluma damgasını vuran merkezileşmiş sermaye tarafından sarmal şekilde büyüyen, genişleyen yeniden  üretim yada birikim ilişkilerine bırakması ve  pazar ekonomisi üzerinden tüm dünya ya açılması göç dalgalarına kendine özgü karekterinin yeni sebeplerini dayatmıştır.Kendinden önceki feodal üretim tarzının dağınık ve parçalı özelliğini merkezileştirip yoğunlaştıran yeni sistem, yeni göç hareketlerine olanak sağlayarak, ihtiyaç duyduğu canlı emek gücünü kendi merkezi alanlarına çekmiştir. Her daim canlı emeğe ihtiyaç duyan sermaye, geçmişten günümüze insanları ana yurtlarından kopararak göçlere maruz bırakmıştır. İster ilkel üretim tarzı dönemindeki toprak sahiplerinin destekledikleri köle ticareti şeklinde gelişen göç hareketleri, isterse günümüzde  büyük tekellerin sermayelerinin birikimi için ihtiyaç duydukları ucuz canlı iş gücünü sınırları dışından temin etme girişimleri ile gerçekleşen göçler yer küreyi emekçi sınıflar ve ezilen halklar için yaşanamaz hale getirmiş ve sömürü mekanizmasını katmerleştirmiştir. İkinci dünya savaşından sonra kapitalist sistemin özellikle Avrupa bölgesinde savaş sonrası savaşın yarattığı yıkımı onarmak ve sanayi atılımlarını yapmak için, azalan emekçi nüfusunu gidermek amacıyla, Batı Avrupa ülkelerine Afrika ve Balkan ülkelerinden  ve  yine Türkiye`den emek göçünü başlatması, kapitalist süreçte yaşanan göç hareketlerinden birine örnektir. Burada şunu belirtmeliyiz ki; kapitalistler her zaman ihtiyaç duydukları canlı emek gücü göçünü kendi kuralları içinde gerçekleştirmişlerdir. Geri kalmış, sömürge, yarı sömürge ülkelerden transfer ettikleri ucuz iş gücü, kendi ülkelerindeki emekçi yığınlara karşı baskı aracı olarak kalacak düzeyde, sadece ayrıştırılmış, işlerine yarayan kalifiye insanlardan oluşmuştur.
Emperyalist ülkeler geçmişte de günümüzde de her daim ucuz iş gücüne ihtiyaç duymuş ve duyuyorlar.
Kapitalizm`in  dünya üzerindeki dengesiz gelişmesi de yaşanan göç olaylarının bir sebebidir. Sermayenin belli ülkelerde yoğunlaşması ve dünyanın diğer bölgelerinde insanlığın açlık ve sefalet içinde yaşaması, insanlığın yurtlarını terk ederek emperyalist ülkelere göç etmelerine zorlamıştır.Göçler kapitalizmin en az geliştiği bölgelerden en çok geliştiği bölgelere doğru yaşanır. Bu yüzden Afrika, Ortadoğu, Asya gibi bölgelerinden Avrupa ve ABD`ye en büyük göç hareketleri olmuştur ve olmaya da devam ediyor. Göç günümüzde insanlık için, kapitalist sistemin dünya halklarına ve emekçilerine yaşattığı açlık, savaş, yoksulluk, siyasi baskılardan ve katliamlardan  kaçarak, daha iyi bir yaşam alanı bulmak için girdikleri temel bir çıkış yolu halini  almıştır.

Hiç şüphe yok ki; başta Avrupa olmak üzere bir çok emperyalist ülke son yıllarda çok büyük bir göç dalgası ile karşı karşıya. Yer yüzü ikinci dünya savaşından sonra şimdiye kadar yaşanan en büyük göç hareketi, başka bir deyişle göç krizi ile boğuşuyor. Emperyalist ülkelerin içinde bulundukları rekabet sonucu, büyük güç olmak için, ülkelerindeki sermaye tekellerinin çıkarları doğrultusunda, dünya üzerindeki bir çok ülkeyi yer üstü ve yer altı kaynaklarından dolayı savaş meydanına çevirmeleri yaşadıkları bu krizin ana kaynağıdır. Kapitalist sistemin bir canavar gibi dünya üzerindeki yer altı ve üstü kaynakları talan etme ve sömürme politikaları, dünya üzerindeki bir çok bölgede sürdürdükleri savaşları gündeme getirmiştir. Kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizm dünyayı  halk yığınları için bir savaş cehennemine dönüştürmüştür. Emperyalistler kirli çıkarları uğruna milyonlarca insanı yürüttükleri savaşlar ile evsiz yurtsuz bırakarak, canından  etmiş ve göçe zorlamışlardır. Milyonlarca insan egemen burjuva sınıfının çıkarları için başlattıkları savaşlar yüzünden, yoksulluk, sefalet ve katliamlara maruz kalmışlardır.
Günümüzde yaşanan göç ve mülteci sorunu kapitalist sistemin yaşadığı tarihsel üretim krizlerinden bağımsız düşünülemez. Kapitalist sistemin dünya ölçeğinde içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal  buhran ve bunu yönetememe durumu bu sorunun ana kaynağıdır. Kendi ömrünü uzatmak ve yaşadığı ekonomik ve siyasi krizlere çözüm bulma amacıyla, dünyanın bir çok bölgesini talan eden ve savaş cehenmemine çeviren kapitalist sistem beklemediği ölçüde bir göç dalgası ile karşı karşıya gelmiştir.
Dünyanın Ortadoğu bölgesinde, ABD`nin Irak işgali ile başlayan, Arap Baharı denen süreç ile devam eden ve Suriye`de bir çıkmaza giren savaş politikası, Avrupa kıtasını büyük bir göç hareketi sonucu mülteci krizi ile karşı karşıya bırakmıştır.Suriye, Irak, Libya, Afganistan, Somali vs. gibi Ortadoğu ülkelerinden ve yine Afrika ve Asya ülkelerinden milyonlarca insan topraklarındaki savaş, açlık, katliamlardan, siyasi baskılardan kaçarak akın akın Avrupa ülkelerinin sınır kapılarına dayanmışlardır. Ortadoğu halkları, emperyalist ülkelerin savaşın bir parçası haline getirdikleri ve  çıkarları doğrultusunda destekledikleri radikal İslamcı örgütlerin, acımasız katliamlarına maruz kalması da kaçışın en önemli faktörlerinden biridir. Bölgede mezhep çatışmaları üzerinden savaşı körükleyen ülkeler, bölge halkına zulmü, açlığı ve ölümü reva görenler, bugün büyük mülteci krizini nasıl aşabiliriz hesabını yapıyorlar.
Umut yolculuğu olarak adlandırılan bu kaçışın sonucu, binlerce insan kadın, çocuk, erkek , ihtiyar demeden Akdeniz`in ve Ege`nin  soğuk sularında derme çatma botlarla Avrupa kıtasına geçmek için canlarını verdiler ve hala da veriyorlar. Canlarından başka kaybedecek hiç bir şeyleri olmayan bu insanlar, ölümü göze alarak bu yola düşüyorlar. Başta Almanya, Fransa, İngiltere olmak üzere Avrupa`nın bir çok ülkesine ulaşmak için, Libya üzerinden İtalya`ya veya Türkiye üzerinden Yunanistan`a geçmeyi başaran mülteciler, sınır kapılarında uzun süreler bekletilip ya kamplara yada geri yollanıyorlar. Ayrıca sınır kapılarında insanlık dışı yerlerde bekletilip, şiddete maruz kalan, hastalık ve açlıkla mücadele etmek zorunda olan yüz binlerce mülteci var. İnsanlık dışı kamplarda tutulan milyonlarca insan ve bu kamplarda tacize ve tecavüze uğrayan kadın ve çocuklar bu göç yolculuğunun acımasız ve dayanılmaz draması ile karşı karşıyalar.
Her gün televizyon yada gazete gibi medya araçları üzerinden tanık olduğumuz, bir çok mülteci trajedisi yaşanmaktadır. Kaçak yollarla Avrupa`ya ulaşmaya çalışan göçmen yada mültecilerin başlarına gelen tam manasıyla bir insanlık ayıbıdır. Akdeniz`in yada Ege`nin sahillerine vuran cansız bedenler, kamyon kasalarında havasız kalarak can veren onlarca kişi  ve daha niceleri bunlardan sadece bir kaçı. Daha bundan bir kaç yıl önce ufacık cansız bedeni kıyıya vuran Ayla bebeğin o resmi, yaşanan bu umut yolculuğunun ne denli tehlikeli ve acımasız olduğunun ispatıdır. Tüm dünyada herkesin yüreğini sızlatan küçük Aylan`ın yerde uzanan cansız bedeninin tek sorumlusu, içinde yaşadığımız doymak bilmeyen kapitalist emperyalist sistemdir. Ayla bebekler için timsah gözyaşı döken emperyalist Avrupa devletleri ve bölgedeki gerici, faşist uşak  devletler yurtlarını terketmek zorunda klan ve umut yolculuğunda can veren binlerce kişinin katilidir.Emperyalist kapitalist sistemin uzun süredir içinde bulunduğu tarihsel krizi yönetememe ve bundan çıkış yolu arama girişimleri yeryüzüne her gün artan sefalet, ölüm ve kaostan başka bir şey getirmiyor.
Neredeyse Avrupa Birliği`nin dağılmasını tetikleyecek noktaya gelen mülteci krizi, Avrupa ülkelerinin en önemli gündemlerinden birini oluşturuyor. Karşı karşıya oldukları bu krizi çözmek için hemen hemen her yola başvuruyorlar. AB Liderler Zirvesi olarak adlandırılan ve Brüksel`de gerçekleştirilen bu zirvede bu sorunun çözümü aranmış ve demokrasinin beşiği olan Avrupa`ya uygun olmayan kararlar alınmıştır. Alınan kararlar doğrulrusunda göçmenlerin Avrupa kıtasına geçiş yaptığı ülkelerde daha geniş kapsamlı kontroller yapılmaya başlandı. Mültecilerin ilk giriş yaptıkları ülkelerde ortak göçmen kampları kurulması  kararlaştırıldı. Bu kamplarda bekletilen göçmenlerin iltica etmek istedikleri ülkeler için başvuruları alınacak ve reddedilmesi durumunda ülkelerine geri gönderileceklerdi. Zirvede alınan karar doğrultusunda, her başvuru yapılan ülkenin mülteci alma durumu gönüllülük esasına göre kararlaştırılmıştı ve her hangi bir kota konmamıştı. Buda her ülkeye keyfi davranma durumunu söz konusu haline getirmiştir. Ortak alınan yüz kızartıcı kararlardan biride; Avrupa dışında kurulması gündeme gelen göçmen merkezleriydi. Bu karara göre, Avrupa`ya sığınmak isteyen göçmenler daha Avrupa kıtasına ayak basmadan durdurulacak ve Avrupa dışında kurulacak mülteci kamplarında tutulacaklar. Elbette bu görevi üstlenen ülke yada ülkeler ekonomik olarak teşvik edilecek ve böylecede bu sorunu sınırları dışında tutacaklardı. Hiç kuşku yok ki; AB Liderler Zirvesi`nde alınan kararlar; büyük bir göç dalgası ile karşı karşıya kalan ve kendileri için kriz halini alan bu mülteci sorununu çözmek yerine, kendilerinden uzak tutmak girişiminden başka bir şey değildir. Zirvede alınan kararlar, insan haklarına aykırı ve demokrasinin beşiği olarak adlandırılan Avrupa`nın ne kadar ikiyüzlü bir siyaset yürüttüğüne en güzel örnektir. Yeryüzünün başta Ortadoğu olmak üzere bir çok bölgesini savaş cehennemine çeviren  emperyalist Avrupa ülkeleri, söz konusu yarattıkları cehennemden kaçmaya çalışan insanlar olunca en insancıl dışı girişimlerde bulunabiliyorlar. Bu durum bizler açısından hiçte şaşırtıcı değildir. Sermayeyi temsil eden hükümetlere yakışır en güzel duruş budur.