Anasayfa , Avrupa , Nürnberg Yeni Kadın:”Kadınların Yeni Ekimlere İhtiyacı var”

Nürnberg Yeni Kadın:”Kadınların Yeni Ekimlere İhtiyacı var”

Ekim Devriminin 100. Yılında Ekim Devrimi ve Kadın

Bu yazı Nürnberg Yeni Kadın’ın Ekim Devriminin 100. yılında ‘Ekim devrimi ve Kadın’ konulu Panelde yapılan tartışmalardan özet olarak yazılmıştır. Konunun güncelliğinden dolayı olduğu gibi yayınlıyoruz.

Ekim Devriminin gerçekleştirildiği nesnel koşullara sahip o dönemde birçok ülke olmasına rağmen neden devrim Rusya’da olmuştur? Ekim devriminin kilometre taşlarından biri olan Şubat Devrimi’nin tetikleyicisi tekstil işçisi kadınların öfkesi diğer ülkelerdeki meslektaşların da yok muydu? Ya da Birinci Dünya savaşı sadece bu ülkelerin insanlarını mı canından bezdirmişti? Diğer Hükümetler, Çardan ve Kerenski’ den daha mı başarılıydı? Diğer ülkelerdeki Marksistler Rusya’dakilerden daha mı az bilgiliydi?

Ekim Devrimi’nde siyasal öznenin rolü kuşkusuz inkâr edilemez. Bolşevik Partisi’nin yerinde ve zamanında verdiği kararlar, devrime şabloncu yaklaşmaması ve kendi ülkesinin özgün yapısını analiz etme ve Marksizm’le sentezleme yeteneği, devrimin sürekliliği için verilen tavizler, bazen taktik geri çekilişler; okuma yazması bile olmayan, her türlü dinci gerici baskı altında hiçleştirilmiş kadınları sosyal ve politik devrimin öznesi haline getirebilme gücü, Rusya gibi Orta Çağ’ın gerisinde ve çok farklı etnik yapılardan oluşan bir ülkeyi kendi çağının ötesine taşımıştır.

Aradan yüzyıl geçmesine rağmen Ekim Devriminin Kadın Mücadelesine katkıları maalesef hala güncelliğini korumaya devam etmektedir. Burjuva Demokrasisinin 120 yılda kadınlara vermediği haklar, Ekim Devrimi’nin ilk on yılında kâğıda yazılmakla kalmayıp birçoğu pratiğe de geçirilmiştir. Okuma yazması, kendine ait bir nüfus cüzdanı bile olmayan kadınlar evden çıkarılarak sosyal ve politik yaşamın öznesi haline getirilmiştir. 1917 yılında kadınlara oy hakkı, Bolşevik parti tarafından diğer ülkelerde olduğu gibi sadece toprak sahibi, 30 yaşını doldurmuş, Üniversite mezunu olan kadınlara değil bütün kadınlara tanındı. Fransız Devrimi’nin ve Paris Komünü’nün topraklarında bu hak 1944’de General de Goulle’ ün emriyle verildi.

Ekim devriminin oluşturduğu bu dalganın basıncıyla, yıllardır bu konuda Amerika ve İngiltere gibi Burjuva Cumhuriyetlerinde militan mücadele yürüten süfrajet hareketi rahat bir nefes almış ve 1920 yılında Amerika’nın bütün eyaletlerinde, 1928 yılında da Birleşik Krallık ‘ta kadınlar seçme ve seçilme hakkı kazanmışlardır.

Normal şartlar altında, zaman zaman kesintiye uğrasa da hep ileriye doğru bir gelişmenin olması gerektiği düşünüldüğünde, Ekim Devrimi’nin birkaç on yılda Kadın Hakları konusunda gösterdiği başarı, diğer Burjuva Cumhuriyet’lerinde gerçekleşmemiştir. Çünkü sınıflı toplumlar kadın emeğinin sömürüsü olmadan kendini üretemez. Uluslararası pazarda Rekabet Gücü’nü yitirir. Kapitalizmin ve kadınların çıkarı ortak değildir. Birbirinin zıddıdırlar. İkisi de aynı anda mutlu olamazlar. Çünkü birinin mutluluğu diğerinin mutsuzluğu üzerine kurulmuştur. Bu yüzden Kapitalizmin içindeki, kadını baskı altında tutmaya yarayan ataerkil unsurların, hala ısrarla yaşatılmasının ve ısıtılıp-ısıtılıp önümüze getirilmesinin ana nedeni de budur.

Burjuva Cumhuriyetleri 220 yıldır Ekim Devriminin Kadının Özgürleşmesi Mücadelesi ‘ne kazandırdıklarını, mirasını sınıfsal yapısı gereği çoktan tüketmiştir. Her yıl Dünya Ekonomik Forumu, cinsler arası farkları 144 ülkede, Eğitim, Sağlık, Ekonomik ve Politik katılım olarak dört kategoride karşılaştıran ‘Gender Gap’ adlı bir istatistik yayınlar. Bu kategorilerden özellikle Politik ve Ekonomik katılımda aradan geçen 100 yıla rağmen kayda değer bir değişim olmamıştır.

Kürtaj yasağı gündemden düşmemektedir. Özellikle ‘gelişmiş’ ülkelerde kadın başına düşen çocuk sayısındaki 1.2 lere varan düşüş, kürtaj hakkının engellenmesi ile çözülmeye çalışılmaktadır. Bunun toplumsal nedenleri üzerinde durulmamaktadır.

Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin arasında yapılan CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi)’nin üye ülkeler üzerinde hiçbir yaptırım gücü yoktur. O ülkelerin bağımsız kadın hareketleri ile de ilişkileri direk değildir. BM ‘mış’ gibi yapmaya devam etmektedir.

Kadın ticareti bizzat BM’nin koruması altında yapılmaktadır. ‘Modern Avrupa’nın’ göbeğinde Bosna ve Hersekli 16-18 yaş gurubu kadınlar, Birleşmiş Milletler ‘in generalleri tarafından 50 dolar karşılığında Avrupalı erkeklere satılmıştır. Ortadoğu’da ve Türkiye’de kurulan kadın köle pazarlarında DAİŞ üzerinden birçok kadın satılmaya devam etmektedir. Kim kime yaptırım uygulayacak?

Birçok ülkede Afganistan, Ortadoğu ülkeleri, Pakistan, Romanya, Macaristan, Suudi Arabistan, Yemen, Afganistan gibi ülkeler kadınlar açısından Çarlık Rusya’sını bile aratır hale getirilmişlerdir.

Kadın ve çocuk emeği yoğun alanlardan biri olan tekstil sektöründe Çarlık döneminde olduğu gibi yine tekstil işçileri en az 16 saat çalışmaya ve iş yerlerinde uyumaya devam ediyorlar. Bangladeş, Kamboçya ve Türkiye’de olduğu gibi.30 Euro’ya satılan bir T-Shirt’ten ceplerine 18 Cent girmektedir. Sosyalizm ‘in artık Burjuva Cumhuriyetleri için bir tehdit unsuru olmasının ortadan kalkması ile kadın emeğine saldırıların daha da artacağından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.

Ekim Devrimi Kadın Hareketlerine ivme kazandırmış örnek olmuştur. Ama ilerleyen süreçte kadınlar, bu ilk sosyalizm denemesinde sahip olduğu birçok haklarını kaybetmiş ve Gorbaçov “glasnost” (açılım) ve “perestoika” (yeniden yapılanma) ile son noktayı koymuştur. SSCB’li kadınlar tekrar evlerine ve yoksulluğa geri gönderilmişlerdir. Şöyle demektedir Gorbaçov: “Kadınların özgürleşme ölçüsü, genellikle bir toplumun siyasal ve toplumsal düzeyinin ölçütü olarak görülür. Sovyet devleti, Çarlık Rusyası’na özgü kadınlara karşı ayırımcılığa kararlı ve uzlaşmasız bir tarzda son verdi. Kadınlar, hukuksal güvence altında erkeklerle eşit toplumsal statüye kavuştular. Sovyet hükümetinin kadınlara sağladıklarından gurur duyuyoruz: erkekle aynı çalışma hakkı, eşit ücret, sosyal güvenlik. Kadınlar eğitim görmek, meslek sahibi olmak, toplumsal ve siyasal faaliyetlere katılmak konusunda her türlü fırsata kavuştular. Kadınların katkısı ve özgeci çalışması olmasaydı ne yeni bir toplum inşa edebilir ne de faşizme karşı savaşı kazanabilirdik.

Ancak, zorlu ve destansı tarihimizin yılları boyunca kadınların annelik ve yuva-yapıcılık rollerinden kaynaklanan özgül hak ve gereksinimlerini ve çocuklara yönelik vazgeçilmez eğitsel işlevlerini göz ardı ettik. Bilimsel çalışmalarda yoğunlaşan, inşaatlarda, üretimde ve hizmetlerde çalışan, yaratıcı faaliyetlere girişen kadınların artık evdeki gündelik görevlerini -ev işleri, çocukların yetiştirilmesi, güzel bir aile atmosferinin yaratılması- yerine getirecek zamanları yok. Çocukların ve gençlerin davranışlarındaki, ahlâkımız, kültürümüz ve üretimdeki- pek çok sorunumuzun kısmen aile bağlarının zaafa uğraması ve aile sorumlulukları karşısındaki gevşek tavırlardan kaynaklandığını keşfettik. (…) Kadınların salt kadınlık görevlerine geri dönmesi için neler yapılabileceği konusunda basında, kamu kuruluşlarında, işte ve evde hararetli tartışmalar yürütmemizin nedeni bu.“( http://sibelozbudun.blogspot.com/2015/03/ekim-devrimi-sosyalizm-kadinlarin.html#ixzz4xqlen5Sr)

Özcesi: ‘Sizin ucuz emeğiniz olmadan, sizin evde yaptığınız işleri (çocuk ve yaşlıların bakımı, beslenmesi, erkek işçinin ertesi iş gününe hazırlanması, yeni işçilerin üretilmesi), bize devlet olarak pahalıya patlıyor. SSCB’nin sınıflı topluma geçişinin bir sonucu olarak kadınlar, uluslararası kapitalist pazarda bizim ‘Rekabet Gücümüzü’ zayıflatıyor. Lütfen eve geri dönüp bizi bu zahmetten kurtarın’ demektir. Birçok Sovyet kadını bu geri dönüşün bedelini çok ağır ödedi.

Gorbaçov taleplerinde kendi içinde tutarlıdır ve haklıdır. Uluslararası bu ‘Rekabet Gücü’ dünya çapında ortadan kalkmadan, bu üretim ilişkileri kırılmadan kadınları köleleştiren bu nesnel zemin ortadan kalkmadan yapılacak herhangi bir devrimin ne kadar iyi niyetli olursa olsun bize uzun vadede verebileceği fazla bir şey yoktur. SSCB deneyimi de bunun zengin örnekleriyle doludur. Ancak sadece nesnel zeminin sağlanması da yeterli değildir. Bu haklara sahip çıkacak, geliştirecek, yayacak politik bilince sahip bağımsız bir kadın kitle hareketi de gereklidir.

Nasıl ki sendikalar işçi sınıfının öz örgütlenmeleri ise feminist örgütlerde kadınların öz örgütlenmeleridir. Her sistemdeki ataerkil unsurlara karşı mücadele eden Feminizm ile kapitalizme ve faşizme karşı sınıf-özgürlük mücadelesi yürütenlerin çıkarları, kadının özgürleşme mücadelesi açısından örtüşmektedir. Her ne kadar bu iki unsur zaman zaman doku uyumsuzluğu yaşasa da koşullar birlikte mücadeleyi dayatmaktadır. Yani birinin mutluluğu diğerine bağlıdır. Biri olmadan diğeri var olamaz. Zaten Feminist hareketlerin teorisyenleri de bunları dillendirmektedirler.

Feminizmin, bulunduğu ülkede hangi dinamikler üzerine oturduğu da bizim için önemli bir kriter. Her ülkede feminizm eşit gelişmiyor. Talepler ve öncelikler, mücadele tarzı farklılıklar gösteriyor. Türkiye’de Feminist hareket, Ortadoğu’dan esen rüzgarla ve gerici yasal düzenlemelerin yarattığı reaksiyonla demokratik bir zemine oturmaktadır ve bu dinamikler onu birçok ülkenin feministlerinden daha mücadeleci ve daha dayanışmacı yapmaktadır. Diğer taraftan azımsanamayacak bir kitleye sahip Cumhuriyet kadınlarının feminizminin sınırları iş, Kürt kadınlarının öz savunma sınırlarına dayandığında kapanıyor. Onların ataerkil-kapitalist, düzen karşısındaki öz savunması, özgürlük mücadelesi ‘terörizm’ ‘vatan bölücülüğü’ yaftalarında boğuluyor ve oradaki kadınların özgürlük mücadelesini partilerinin(CHP) teskereye izin vermesi ile pekâlâ baltalayabiliyorlar. Kadın hareketini bölen Feminizm değil, milliyetçiliktir. Feminizm ulus devlet sınırları içine hapsedilemez. DAİŞ’e verdikleri dolaylı destek Emperyalist Cumhuriyet Kadın’larını da tersinden vuracaktır. Zaten bunları kendileri de ifade etmektedirler.

Amerika ya da Avrupa gibi ülkelerde göçmen kadın işçilerin durumu ortadayken feminist mücadelenin ana konusu eşit işe eşit ücret talebiyle sınırlı kalabiliyor. Göçmen kadınların sorunlarını da kapsayan birleşik bir mücadele olmadan bu sorun çözülemez.

Sonuç olarak insanlığın insanlaşma sürecinde Ekim Devrimi sayesinde yaşadığımız deneyim bir ilktir. Nasıl ki Bolşevik Parti Paris Komünün ‘de yapılan hataları tekrarlamadıysa ikinci ve üçüncü sosyalizm denemelerinde de bunlar göz önünde bulundurulacaktır şüphesiz. 220- 300 yıllık Burjuva Cumhuriyetlerinin yıkılışı kadınların aktif ve örgütlü katılımıyla çok daha büyük ve kapsamlı olacaktır.

Kadınların Yeni Ekimlere İhtiyacı var! diyoruz. Ve ekliyoruz:

Ekim Devrimi geçmiş değil gelecektir. Ve süreç olgunlaşmaktadır.