Home , Köşe Yazıları , NEOLİBERALİZMİN DOĞA SÖMÜRÜSÜNDE YENİ BİR ARAÇ: FRACKİNG!

NEOLİBERALİZMİN DOĞA SÖMÜRÜSÜNDE YENİ BİR ARAÇ: FRACKİNG!

mucadele-logo-100x100MÜCADELE -26-09-2014- Son yıllarda sıkca duyulan ‘Fracking’, Türkçede ‘hidrolik kırma’ olarak bilinen teknoloji yeni bir teknik olarak lanse edilmeye çalışılsada prensip olarak yeni bir teknoloji değil; mevcut bir tekniğin sadece geliştirilmiş hali. Bu yöntemde esas alınan belli bir karışımın yerin binlerce metre altındaki tabakalara pompalanarak, kaya gazı ve kaya petrolünün çıkarılmasıdır. Petrol ve doğalgazın alternatifi olarak gündeme gelen kaya gazı ve kaya petrolü, yerin yüzlerce metre altında yer alan küçük taneli tortul kayaçların (şeyl) gözeneklerinde yer alan petrol veya doğalgazı tanımlıyor

Teknik olarak hidrolik kırılma olarak bilinen “Fracking” işlemi gaz taşıyan kaya katmanlarının içinde kırılmalar üretip yer yüzüne çıkarmak için su basıncını kullanıyor. Bu noktada su öncelikle toprakla ve süreci hızlandırmak için kullanılan kimyasal katkı maddeleriyle karıştırılıyor Bunlar kilometrelerce aşağıya doğru gaz içeren katmanın içine enjekte ediliyor. Kullanılan katkı maddesi, su-kum karışımının %99,75′i oldukça seyreltilmiş hidrolik asit, biyosid ve birçok kozmetikte kullanılan kimyasal madde olan poliakrilamid içeriyor. Yaklaşık 90 gün sonra, kırılma süreci duruyor ve gaz küçük yüzey toplayıcılarının ve dağıtım ünitelerinin içine akmaya başlıyor. Böylece bu süreç bu şekilde onlarca yıl devam ediyor.

Bu teknolojinin ön plana çıkarılmasında ABD büyük rol oynamıştır. ABD doğal gaz konusunda Rusya’nın hegemonyasını kırmak amaçlı geliştirdiği bu teknoloji ile 2009 yılında doğalgaz üretiminde Rusya’yı geçmiştir. Londra’da bulunan Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nin (CESS) enerji uzmanı Frank Umbach, Amerika’nın 2015 ve 2017’den itibaren uzun bir dönem için dünyanın bir numaralı doğalgaz üreticisi olmasını bekliyor. Aynı zamanda Umbach, bu teknoloji salt kaya gazı için değil kaya petrolü çıkarmak içinde kullanıldığını vurgularken bunun dünyada gaz piyasasını ciddi oranda etkilediğinin altını çizdi. Birçok ülkenin Rusya ile doğalgaz konusunda imzalanmış uzun vadeli sözleşmeleri var, bu gelişmeler neticesinde bunların tartışmaya tabi tutulacağı açıktır.

Şuana kadar, hidrolik kırma teknolojisinin tetiklediği diğer bir gelişme ise, doğalgaz fiyatlarının petrole bağımlılığından çıkmasıdır. Bunun dönüm noktasının 2012 yılının bu sürecin başlangıcı olarak ele alınırken, ABD’de doğalgaz fiyatlarının düşmesi dünya ekonomisini önemli oranda etkilediği süreci olduğunun altını çizmek gerek. Burada özellikle Alman ve genel Avrupa ekonomilerinin bu konudaki rekabette zorluklar yaşayacaklarını ve bu gelişmenin jeopolitik yansımaları dengeleri bozması bekleniliyor. Bu dengeler içinde en belirgin şekilde öne çıkan ise Rusya’nın konumu. Rusya’nın AB’nin doğudaki yeni üyeleriyle imzaladığı doğalgaz anlaşmaları son gelişmeler çercevesinde ne derece uzun vadeli olacağı ise tartışma konusu olmakta. Böylesi bir durumda Rusya’nın doğalgaz konusundaki tekeli yeni gelişmelere uyum sağlamakta zorlanıdığı ve hala dünyanın en pahalı doğalgazını sattığını gözlemlendiğinde bu trendin değişen koşullar ışığında çok uzun ömürlü olamayacağı açıktır.

Moskova Gergin

Hidrolik kırma teknolojisiyle ortaya çıkarılan kaya gazı ve petrol piyasa fiyatlarını etkiliyor, jeopolitik bağımlılıklar üzerinde etkili oluyor. Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nin (CESS) enerji uzmanı Frank Umbach, Avrupa Birliği’nin bu alanda değişen politikaları ve 2008’de yürürlüğe giren yeni doğalgaz stratejilerinin Moskova’da gerginliğe neden olduğunu belirtiyor. Rusya’nın Avrupa üzerindeki etkisinin değişmesiyle birlikte daha marjinal bir konuma düşeceği beklenilmekte. Avrupa siyasetinde oynadığı yeni rol, değişikliklere verdiği tepki ölçüsünde şekillenecek. Bir yandan maliyeti yüksek doğalgaz yatakları diğer yandan Kuzey Akım ve Güney Akım gibi boru hatlarının uzunluğunu göz önüne bulundurulduğunda Rusya’nın değişen koşullara esnek bir şekilde yanıt verme ihtimali zorlaşıyor. Sözkonusu gelişmelerin Avrupa Birliği’nin bu alandaki düzenlemelerinde de etkili olması bekleniyor. AB’nin yeni stratejisinin öncelikle çok daha fazla enerji tasarrufu öngördüğünü belirten Umbach, şöyle devam ediyor: “Yenilenebilir enerji oranının yüzde 9’dan yüzde 20’ye çekilmesi hedefleniyor. Doğalgaz ithalatında pazarların çeşitlendirilmesi, tek bir kaynağa bağımlılıktan kaçınılması bu stratejinin bir başka ayağını oluşturuyor. Nabucco boru hattı, bu kapsamda önem verilen seçeneklerden. Diğer taraftan Romanya ve Bulgaristan açıklarında bulunan yeni doğalgaz yatakları seçenekleri artırıyor.”

Türkiyede Kaya Gazı Rezervleri Bulunan Bölgeler

Türkiyenin enerji tartışmalarının gündemine İngiltere/Hollanda kökenli uluslararası petrol şirketi olan Shell ve ABD kökenli uluslararası petrol şirketi olan Exxon Mobil’le yapılan anlaşmalar oturdu. Hızlı bir şekilde kaya gazı ve kaya petrolü üretiminin başlanacağı, Trakya, Konya, Ereğli, Niğde ve Bor havzasının “shale (seyl) petrolü” (petrol üretilebilen kaya) veya bir başka deyişle kaya petrolü bakımından zengin rezervlerin bulunduğu, Diyarbakır’ın da  “shale (seyl) gaz”  kaya gazı rezervi bakımından zengin olduğu, Shell’in Diyarbakır’daki kaya gazı kuyularını çalıştıracağı, Trakya’daki ruhsatın da Exxon Mobil’e verildiği kamuoyuyla paylaşıldı.

Maden Tetkik Arama (MTA) Genel Müdürlüğü tarafından yapılan sondaj çalışmalaranına göre, Konya-Ereğli ve Niğde-Bor havzasında, 8 milyar ton petrollü şeyl (petrol türetebilen kaya) potansiyel kaynak rezervi belirlenmiştir. Bu araştırmaların neticesinde yapılan hesaplara göre 2,6 milyar varil petrol yada kaya gazı çıkarılabilecek, bunun para değeri ise 8,3 milyar 121 milyon dolar ile 687 milyar 191 milyon dolar ile arasında değişmekte. Geçen yıl 60.1 milyar dolar enerji ithalatına harcama yapan Türkiye bu rezervleri kullanmakta hiç tereddüt etmeyeceği kesindir.

Enerji yetkilileri, Türkiye’de yüksek rezervler olduğuna yönelik önemli ipuclarının bulunduğunu kaydetti. Enerji devi Shell Güneydoğu’da sahip olduğu dört ruhsat kapsamında Diyarbakır bölgesinde kaya gazı aramalarını sürdürürken, Kanadalı-Türk ortaklığında bir grup Güneydoğu Anadolu’da, ABD’li Trans Atlantic Petroleum de Trakya’da arama planlıyor. Türkiye’de önemli bir kaya gazı potansiyeli olduğu düşünülmekte. Bazı elde edilen verilere göre bunun 20 trilyon metreküp olduğu söylenmekte. Shell’in Güneydoğu’daki sahalarda üretime karar vermesi halinde ilk üretimin 2016’da gerçekleşmesi bekleniliyor. Shell mevcut anlaşmasına göre, çalışmalarda masraflar tamamen şirket tarafından karşılanacak ancak üretim durumunda yüzde 50’şer paylaşım olacak. Emperyalist politikalar doğrultusunda sermaye birikimi aracı olarak doğanın metalaştırılmasında sözde “temiz enerji” kaynağı olarak RES, GES ve HES’lerin pazarlanması henüz bitmemişken gündeme ‘kaya gazı, kaya petrolünü’ oturtturdu.

Dünyada Kaya Gazı Reservleri

Avrupa’nın ve Amerikanın bazı bölümlerinde, güvenlik gerekçesi ile kaya gazının çıkarılması yasaklanmış durumda. İngiltere’de ise kaya gazı, bazı küçük yer sarsıntılarının suçlusu olarak görülüyor. İngiltere’nin kuzeybatısındaki Weeton bölgesi çevrelerinde yerin yaklaşık 3 bin metre altında büyük bir kaya gazı rezervi keşfedildi. Bir enerji şirketi tarafından başlatılan sondajla bu bölgedeki rezervin hesaplanması amaçlanıyor. Bu rezervin, tüm Büyük Britanya’nın gaz ihtiyacının yüzde 10′unu karşılayacağı iddia edilmekte. Amerikan Enerji Bilgi İdaresi tarafından sunulan rapora göre de, kaya gazı 2035 yılına kadar toplam gaz üretiminin yarısını karşılayacak. Ayrıca dünya genelinde kaya gazı çıkarılması ile küresel gaz kaynaklarını yüzde 40 artıracak. Ancak bilim adamları, kaya gazının halen fosil yakıt ve karbondioksit kaynağı olduğu konusunda uyarıda bulunuyor. Çevreciler de gazın çıkarılmasının etkileri konusunda endişeliler. Bu korkular nedeniyle Fransız hükümeti geçici olarak bu gazın çıkarılmasını yasakladı. Bu arada gazın çıkarılma testleri sırasında Mayıs ayının sonunda İngiltere’nin Weeton bölgesindeki küçük depremlerin sorumlusu olarak da kaya gazı gösteriliyor.

Çevreciler hidrolik kırma konusundaki endişelerini 3 temel nokta üzerinde şekillendiriyorlar, önemlilik derecesine göre bunlar; yerin altında enjekte edilen su karışımının toprak suyuna metan ve diğer kimsayal maddelerin karışmasının ciddi derecede su kirliliğine yol açması. Bu konuda yapılan yoğun araştırmalarda içme suyunda metan gazının bulunduğu ortaya çıkarken içme suyunda bulunan sintetik maddelerin, glycol ether gibi, içme suyunu yüksek oranda kirlettiği vurgulanmıştır. ABD de örneğin 2005 yılından sonra yasal olarak yapılan değişikliklerde, hidrolik basınç ile çalışan şirkelter içme suyu standardlarına uyma konusunda muhaf tutulmakta ve kullandıkları kimyasal maddelerin listesini araştırma kurum ve devlete verme zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Buna ilintili olarak ikinci bir sorun ise, nehir ve göllerin kirletilmesi. Bu hidrolik kırma sonucu tonlarca suyun dolaysız bir şekilde göl ve nehirlere boşaltılmasından kaynaklı olarak su içindeki kimyasal maddelerin dışında kırmadan kaynaklı petrol ve gazın, demir, krom ve tuzun çamurla beraber sulara karışmasıyla toprak üstü suların kirlenmesi bölgenin fauna ve florasının ağır tahribatını beraberinde getirmekte.

Kullanılan su, kum ve kimyasalların nereye gittiği konusunda yeterli bilgi yok. Daha açıkcası yapılan araştırmalar varsa bile bu kamuoyuyla paylaşılmıyor. Çünkü kullanılan kimyasalların yer altı sularına karıştığının bilinmesi sonrası çıkabilecek tepkilerin sondaj çalışmalarını ve üretime geçilmesini engellemesinden korkuluyor. Nasıl olsa üretime geçildikten sonra tüm tepkilere, üst üste alınan mahkeme kararlarına rağmen üretime devam edilebiliniyor. Bergama’daki siyanürlü ayrıştırma yapan altın madeni bunun en iyi örneklerinden. Veya çevrenin kirletilmesinin devam edebilmesi için bir gecede yasa çıkartılıp üretime devam edilebiliniyor. Bursa Orhangazi’de tarım arazisine yapıan Cargill fabrikasnın yer altı sularını kirletmesine göz yuman yasanın çıkartılmasıgibi. İşte bu nedenlerden dolayı uzun süredir çalışmalar yapılmasına rağmen kaya gazı ve kaya petrolü konusunda kamuoyuyla hiçbir şey paylaşılmadan uluslararası petrol şirketleriyle anlaşmalar yapıldı. Kaya gazı sondajının çevre sorunlarına ve depremlere yol açması üzerine Fransa, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti kaya gazı çalışmalarını yasakladı. İngiltere, İspanya ve Güney Afrika da çalışmaları durdurdu. Bu ülkelerin kaya gazı ve kaya petrolü üretimini neden yasakladığı tartışılmıyor. İngiltere de depremlere yol açtığı gerekçesiyle yasaklanıyor. Türkiye gibi deprem kuşağında olan bir ülkede ise ne gibi depremlere yol açacağını ise bilen yok.

Türkiye’nin en verimli tarımsal arazilerine sahip bölgeleri Trakya, Konya, Ereğli, Niğde, Bor, Diyarbakır havzalarıdır. Bu gaz ve petrol elde edilmesi sürecinde kullanılan kimyasalların tarım arazilerine zarar vereceği ve risk taşıdığı bilinmekte. Eğer ki bu kimyasallar ve kumlar yer altı sularına karışırsa tarım arazileri yok olacağı gibi tüm canlı yaşamına da zarar verecektir. Çünkü yer altı sularının bazılarının içme suyu ve sulama suyu olarak kullanılacağı, bazılarının da yer üstü akarsularını besleyeceği göz önüne alındığında tehlikenin boyutu tartışmasız ve açık bir şekilde ortada.

Konuyla ilgili diğer bir ilginç haber ise; Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı Sudan’da 99 yıllığına 5 milyon dönüm araziyi tarım yapmak için kiralamış. Neoliberal tarım politikalarının hedefi açıktır, bir yandan küçük üreticileri toprağından ederek üretimden koparmak diğer yandan da gıda tekellerine teşvikler verip onların gıdaya egemen olmasının önünü açacaksın. Türkiye’de TİGEM’in (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün) arazilerini satışa çıkartırken Sudan’dan arazi kiralamasının altındaki hesabı başka türlü açıklamak mümkün değil. Tarım arazilerine RES ve GES kurulması bu arazilerde tarım yapan küçük üreticinin tasfiyesi demektir. Aynı şekilde yeni su yasaları çıkartarak, derelere HES’lerin kurulma izinlerini verirken sadece su’nun ticarileştirilmesinin önünü açmamakla beraber bögenin biyoçeşitliliğin ortadan kaldırılmasına göz yumması demektir. Bunun sonuçlarını köylülük ve küçük üreticiler taşırken yapılan bu uygulamara karşı mücadele yürütmeye çalışmaktalar. Bu mücadeleler henüz çok güçlü olmasada demoktratik kurum ve kuruluşlar artık bu mücadelenin önemini bir ölçüde kavramış ve sahiplenmeye başlamıştır.

Halbuki kapitalizme karşı mücadele de başarılı olabilmek için neoliberalizmden doğrudan etkilenen kesimlerin örgütlenmesi ve onların mücadelesinin gün yüzüne çıkması gerekiyor. Emperyalistlerin “Gıda Egemenliği” için uyguladıkları politikaları aşırı enerji tüketiminin (endüstriyel tarımsal üretimin harcadığı enerji, dondurulmuş gıda üretimi ve pazarlaması, büyük marketler zinciri ve bunların taşıma filoları v.b gereksiz olarak tükettiği enerji) önüne geçilebilmesine yol açacağı gibi Dünya’nın yok edilmesini önleyecek potansiyele sahip olan toplumsal ve köylülük mücadeleler desteklenmelidir. Emperyalizm bu nedenle ısrarla tarımsal üretimde bulunan nüfus sayısının düşürülmesi için baskılar yapmakta. AB, Dünya Bankası, IMF ısrarla Türkiye’deki tarımsal üretimde bulunanların çalışan insanlar içindeki payının %6’lara düşürülmesini istiyor.  

Elbette emperyalist-kapitalist politikaların uygulanmasında en çok zarar görenlerin bulundukları yerlerde mücadele etmeleri, örgütlenmeleri oldukça önemli fakat bunun yeterli olmadığının bilincine vararak emperyalizmin doğayı metalaştırmasına karşı, enerji, su ve gıda politikalarının birbirine bağlı politikalar olarak ele almalı ve bunlara karşı bütünlüklü politikalar üreterek her alanda, mücadeleyi örgütlemeliyiz. Aksi takdirde emperyalist politikaların sınırsız kar hırsı doğanın topyekün tahribatının önüne geçilemeyecektir. (Mücadele Sayi 241 den)