Immanuel Wallerstein-26-11-2014- Resmi mit 1945 (veya 1946) ve 1989 (veya 1991) yılları arasında ABD ve Sovyetler Birliğinin devamlı olarak siyasi, askeri ve hepsinden önemlisi ideolojik olarak karşı karşıya olduğu sırada oluştu. Bu sürece “soğuk savaş” adı verildi. Eğer bu bir savaşsa “soğuk” kelimesine vurgu yapmak lazım çünkü süreç boyunca her iki güç birbirilerine karşı herhangi bir askeri harekat düzenlemedi.
Fakat soğuk savaşa birtakım kurumsal tepkiler de oluştu, bu tepkilerin hepsi SSCB’den değil birinci adımı atan ABD tarafından geldi. 1949’da, Almanya’yı işgal eden üç batı ülkesi Almanya Federal Cumhuriyetini (FRG) oluşturabilmek amacıyla bölgelerini bir araya getirdi. Sovyetler Birliği buna kendi bölgelerini Almanya Demokratik Cumhuriyeti (GDR) olarak yeniden düzenleyerek cevap verdi.
1949’da on iki ülke tarafından NATO kuruldu. 5 Mayıs 1955’te üç batılı güç Federal Almanya’nın bağımsız bir devlet olduğunu kabul ederek işgallerine resmi olarak son verdi. Dört gün sonra Federal Almanya’nın NATO üyeliği kabul edildi. Buna cevap olarak SSCB Varşova Paktı’nı kurdu ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni üye yaptı.
NATO’yu oluşturan antlaşmanın sadece Avrupa içinde uygulanacağı tahmin ediliyordu. Bunun bir nedeni batı Avrupa ülkelerinden bazılarının halen Avrupa dışında sömürgelerinin bulunması ve bu sömürgelere ilişkin alınan siyasi kararlara herhangi bir birimin müdahale etme yetkisi elde etmesini engellemek istemesiydi. İki taraf arasındaki gergin karşı karşıya gelişlerin yaşandığı Berlin kuşatması, Küba füze krizi gibi momentlerin hepsi, önceki duruma geri dönülmesiyle sonuçlandı. Paktlar dahilinde en önemli askeri müdahaleler çağrıları SSCB’nin kendi bölgesinde tehlikeli saydığı gelişmelere karşı 1956’da Macaristan, 1968’de Çekoslovakya, 1981’de Polonya müdahaleleri için yaptığı çağrılardı. ABD de siyasi olarak aynı koşullar içinde örneğin İtalya’da İtalyan Komünist Partisinin iktidara gelme olasılığı karşısında müdahalede bulundu.
Bu kısa özet soğuk savaşın esas amaçlarına işaret etmektedir. Soğuk savaş (çok uzak gelecekteki bazı anlar hariç) diğer tarafın siyasi gerçekliklerini dönüştürmek anlamına gelmiyordu. Soğuk savaş her iki taraf için dünyayı iki küreye bölerek (üçte biri SSCB’ye ve üçte ikisi ABD’ye olmak üzere) uzun vadeli olarak paylaşmalarına dayalı fiili bir anlaşmayı devam ettirirken kendi uydularını kontrol altında tutmaları için bir mekanizmadır. Her iki taraf için de öncelik birbirilerine karşı askeri güç (özellikle nükleer silahlar) kullanmamalarını garanti altına almaktır. Bu “karşılıklı kesin yıkım”a karşı bir garanti olarak bilinmekte.
Sovyetlerin çöküşü (1989’da doğu Avrupa’dan çekilmesi ve 1991’de resmi olarak çözülmesi) ile, teoride NATO’nun bütün fonksiyonlarının sona ermesi gerekiyordu. Aslında, SSCB devlet başkanı Gorbaçov’un DAC’nin Federal Almanya’ya dahil edilmesini kabul ederken, kendisine DTÖ ülkelerinin NATO’ya dahil edilmeyecekleri sözünün verildiği yaygın olarak bilinmekte. Bu söz ihlal edildi. Hatta, NATO tamamen yeni bir rol üstlendi.
1991’den sonra NATO kendine dünyadaki sorunlara siyasi çözüm olarak uygulayan bir dünya polisi rolü verdi. Birinci büyük çaba ABD hükümetinin de Kosova devletinin kurulması ve Sırbistan rejiminin değişimi yönünde ağırlık koyduğu Kosova/Sırbistan çatışmasında ortaya çıktı. Bunu 2001’de Taliban’ın Afganistan’dan çıkarılması, 2003’te Irak’ta Bağdat rejimini değiştirmek, 2014’te Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşmak ve 2013-2014’te Ukrayna’daki sözüm ona Batı yanlısı güçlere destek vermek için yapılan diğer çabalar izledi.
Aslına bakılırsa NATO’yu kullanmak ABD için giderek zorlaşmaya başladı. Bir kere, üstlenilen eylemlerle ilgili NATO üyelerinin çeşitli gönülsüzlükleri bulunmakta. Diğer bir sorun ise, NATO’nun resmi olarak devrede olduğu zamanlarda ABD ordusunun askeri harekat konusunda yavaş siyasi karar mekanizmaları nedeniyle kendisini sınırlanmış olarak hissetmesi.
Peki, NATO çözülmek yerine neden genişledi? Bu bir kez daha Avrupa-içi politikalar, ve ABD’nin varsayılan müttefiklerini kontrol etme arzusu ile alakalı. “Eski” ve “yeni” Avrupa’dan bahseden Bush rejimi ve daha sonra bu rejimin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’di. Eski Avrupa derken, ABD stratejilerini Fransa ve Almanya’nın kabul etmede isteksizliklerini kastediyordu. O batı Avrupa ülkelerinin ABD ile olan bağlarından uzaklaştıklarını tahmin ediyordu. Aslında gözlemi doğruydu. Buna cevap olarak ABD daha makul olduğunu düşündüğü doğu Avrupa ülkelerini NATO’ya dahil ederek batı Avrupa ülkelerinin kanatlarını bağlamayı umut etti.
Ukrayna üzerindeki çatışma NATO’nun tehlikesini uyandırıyor. ABD varsayılan İran tehdidine karşı tedbir kisvesi altında, belli ki Rusya’ya karşı, yeni askeri yapılar yaratmaya çalışıyor. Ukrayna çatışması istismar edildikçe, soğuk savaş dili diriltilecektir. ABD NATO’yu Rusya-karşıtı hareketlerin batı Avrupa ülkelerince benimsenmesi için baskı aracı olarak kullanıyor. Ve Başkan Obama, Ukrayna’ya yönelik sözüm ona Rusya tehdidine karşı kuvvetli bir şekilde hareket etmesi konusunda ABD içinde ağır baskı altında. Bu durum nükleer silahlanma konusunda İran ile yapılacak bir anlaşmaya karşı ABD kongresindeki büyük düşmanlıkla birleşmekte.
Aptalca askeri riskler almaktan çekinen ABD ve batı Avrupa güçleri, savaş partisi olarak adlandırabileceğimiz bir gücün baskısı altındadır. NATO ve sembolize ettiği şeyler bugün ciddi tehlikeyi temsil ediyor çünkü batı ülkelerinin jeopolitik gerçekliklere dair batılı çıkarlar namına her yerde müdahale etme iddiasını temsil ediyor. Bu ancak oldukça tehlikeli bir çatışmaya yol açar. NATO’dan vazgeçmek aklıselim ve dünyanın kurtuluşu yolunda bir ilk adım olacaktır. (sendika org `dan aktarma)
15 Kasım 2014