ENGİN GÖREN | 31 – 03 – 2011 | Bu bölgelerde olup bitenleri anlamak için, bir yandan yerli gericiliğin yanı sıra, yüz yıllardır yabancı kapitalizm ve emperyalizmin işgali, ilhakı ve yarı-sömürgelik baskısının sürecine asgari olarak vakıf olmak lazım; diğer taraftan son on yılların gelişmelerini ele almak gerekir. Yine 1995 “Barcelonda Deklarasyonu”nun planlarını da anlamak lazım. Bu deklarasyon, büyük çapta ekonomik “yeniden yapılandırma”, Pazar liberalizasyonu ve Avrupa Birliği ile Arap dünyası arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması çağrısını içeriyor. ABD Orta Doğu Serbest Ticaret Bölgesi (MEFTA), (İngilizce açılımıyla: Middle East Free Trade Area) aynı zamanda AB’nin attığı adımlarla paralel giden bir ekonomik proje olarak hesaplanıyor. Bu eksende Avrupa Birliği, İsrail, Türkiye ve Arap dünyasının uyumunu sağlamak için hazırlanan ABD ve AB desteğindeki bir plandır. Bu jeopolitik ve sosyo-ekonomik proje “Akdeniz Birliği” taslağı olarak bilinmekte. Bu süreç, Arap dünyasında sözde bir demokratikleştirme süreci aracılığıyla “aşamalı” reformu tasavvur ediyor. Bilindiği gibi sonraki yıllarda BOP ve ardında Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP) ve “Yeni Ortadoğu Projesi” diye ifadelendirmeler oldu. Bütün bunlara bu yazıda girmek mümkün değildir. Ancak burada bazı son gelişmeler üzerine durabiliriz.
Emperyalistlerin son yıllarda bu bölgelere yönelik ekonomik politikaları ve yarattığı tahribatlar üzerine durmak da başka bir yazı konusudur. Birkaç sayfaya sığmayacak kadar çarpıcı örnekler var.
Hem İktidara Hem “Muhalefet”e Oynuyorlar veya İkisini de Belirliyorlar!
İşçi sınıfı, sınıf bilincine sahip olmazsa ve sınıf hareketi zayıf olursa egemen sınıfların elinde bir oyuncak haline gelir. Bugünün Dünya konjektöründe sosyalist bilinç geri durumdadır, özellikle adı geçen bu bölgelerde daha da zayıftır. İşçi sınıfı genel olarak kendi gerçek sınıf partisinden yoksundur. Veya oldukça zayıftır. Bu nedenle, halk hareketlerinin sınıfsal ve sosyal zemini olsa da, proleter sosyalizm bilincinden yoksun olduğu için harekete burjuva çevreler damgasını vuruyor ve emperyalistler yerli uşak yönetimlerinin muhalefetini de genellikle kendileri belirliyor. Buraların yönetimleri emperyalistlerin birer sadık uşaklarıdır. Gerici, faşist, askeri veya yarı askeri faşist diktatörlüklerle bugüne kadar birlikte yönettiler. Gelinen aşamada halkın biriken öfkesinin sistemlerine yönelmelerinin önüne geçmek için gerektiğinde iktidarın başındakilerden vazgeçme yoluna başvuruyorlar.
Emperyalistlerin bir eli bugüne kadarki gerici yönetimlerde, diğer eli ya başından itibaren kurduğu/oluşturduğu ve ilişki halinde olduğu, yada sonradan ilişki sağlayabildiği burjuva muhalefetindedir. Her iki kesimle ilişki sürdürmekte ve hangisinin galip geleceği gözlenebiliyorsa ona oynamaktadırlar. Ayağa kalkan halk muhalefetinin gücü ve basıncı altında bir takım tavizler karşılığında egemenlik sistemine dokunmadan yönetim başlarının bir kısmından vazgeçmektedirler. Her şeyi burjuva çıkar ilişkileri belirliyor.
Emperyalistler Tunus’ta Z.Bin Ali’nin artık kalamayacağını görünce ordunun başındakilere oynadılar. Mısır’da işçi ve emekçilerin son yıllarda peyderpey gelişen öfkesi yükselince, sistemlerine yönelmesin ve düzen içine hapsetmek için H.Mübarek’te vazgeçmek durumunda kalarak diğer suç ortaklarına mahkum ettiler. Bölgedeki atmosferin fırsatını kullanarak Libya’da Kaddafi’nin işini bitirip, yeni daha sadık yüzlerle yola devam etmek istediler. Ama bu daha oturmadı.
Libya bariz bir örnektir: Emperyalistlerin buralardaki uşaklarıyla ciddi bir problemleri yoktur. Pekala iyi anlaşıyorlar, uşaklık ihtiyaçlarına yanıt veriyor. Bu bakımdan Kaddafi ile de ciddi bir problemleri yok. Emperyalist/burjuva çıkarlarının gereklerine uygundur. Halkın tepkilerinin boyutuna bakıyorlar. Ciddi bir halk muhalefeti varsa, bu halk muhalefetinin kendilerini aşmaması için kontrollerine alma politikaları güdüyorlar. Önceden ilişkilerinin olduğu veya kendileriyle işbirliği yapmaya hazır veya eğilim gösterenlerle hemen bağlar kurarak hareketin önderliğini elde tutmaya çalışıyorlar. Yani hem iktidara hem de “muhalefet”e oynuyorlar. Bir taraftan Kaddafi ile bugüne kadar gidenler gelinen aşamada onu değişme eğilimi taşıdılar. Kaddafi’nin gitmesini istediler. Kaddafi gitmemekten diretince ve günler sonra karşı saldırıya geçip isyancıların kontrollerindeki yerleri birer birer yeniden ele geçirmeye başlayınca Kaddafi’nin işinin henüz bitmediği ve kimilerinde onunla biraz daha devam etme eğilimi gelişiyor. Gerçi Kaddafi mi galip gelir yoksa muhalefeti mi? bu şimdilik tam belli değildir. Bu, emperyalistlerin kendi aralarındaki anlaşmaya ve ardından el altında Kaddafi ile yapılacak anlaşmaya bağlıdır. Bir yandan Kaddafi’nin hava gücü, tank, kara füze gücü kırılarak ve “muhalefet” denilen kesimlere daha güçlü silah ve komuta desteğiyle durum tersine çevrilip Kaddafi iktidardan alaşağı mı edilir? Yoksa Kaddafi’nin isyancıları bastırmasına göz yumarız ama ardından çekilip şu istemlerimize göre mi hareket edeceksin vb mi denilir? Veya Kaddafi’nin ordusu ve mevcut iktidarın bir kısmına tavır aldırılıp bir nevi iç darbeyle Kaddafi mi düşürülür, bu önümüzdeki günlerde belirginleşecektir…
Libya’daki halk hareketinde emperyalistlerin öne çıkardığı “Libya’nın Kurtuluşu için Milli Cephe”dir. Geçmişte Kaddafi’ye karşı girişilen başarısız suikasttan hemen sonra 1981 de CİA’nın desteğiyle ve S.Arabistan’ın daha o yıl 7 milyon dolar finansmanıyla kurulan bir örgüttür. O yılın Ekim’inde eski Libya diplomatı Muhammed Mugharief, CIA’nin garantisi ve Saudilerin desteğiyle, Libya’nın Kurtuluşu için Milli Cepheyi kurdurmuşlardır. Yusuf Al-Margariaf 1981’den beri Libya’nın Kurtuluşu için Milli Cephe’nin genel sekreteridir. Suudi Arabistan, Liberville de Dr. Yusuf Al-Margariaf kontrolü altında bir banka hesabı açıyor ve her yıl milyonlarca dolar aktarıyordur.
Ayrıca 1995’ten beri kendilerini Libya İslam’ı Mücadele Grubu (LIFG) diye adlandıran bir gurup var.
Yine Abu Yahya Al-Libi önderliğinde İslamcı bir örgüt var. Bu örgütün başındaki kişi geçmişte El-Kaide ile iyi ilişkileri olduğu belirtilir. Bu örgüt sonra ‘ılımlılaşma’ yoluna girdi ve batılı emperyalistler bunları El-Kaideye karşı kullanmak için umut bağladığı bir örgüt.
Libya’da devrimci güçlerin liderlerinden olduğu söylenen Albay Tarık Said Hüseyin in başını çektiği iktidara muhalifi bir gurup da var.
Halk hareketi başladıktan sonra, 27 Şubat’ta ülkenin doğusundaki isyancılar tarafından “Libya Milli Konseyi” kurulmuş ve konseyin başına eski Adalet Bakanı Muhammed Abdülcelil getirilmiştir. Anlaşılan buna damgayı vuran “Libya’nın Kurtuluşu için Milli Cephe”dir. Diğer bütün gurupların desteğini alıyor mu veya hangileri bunun dışında kaldı bunu şimdilik tam bilemiyoruz.
“Milli Cephe”yi tanıyan ilk ülke Fransa olmuştur. Bu örgütün Fransa’daki temsilcileri Fransa Cumhurbaşkanı Sarozy’le görüştüler. Görüşmenin ardından Sarkozy’nin temsilcileri, Libya Milli Konseyi’ni, Libya halkının yegane meşru temsilcisi olarak tanıdıklarını ilan ettiler.
Libya’daki halk muhalefetinde ‘Libya Milli Konseyi’ öne çıkarılıyor. Bu örgüt, ABD’ye, niye yeterince yardımda bulunmadıkları ve Kaddafi güçlerine müdahale etmedikleri konusunda yakınıyor. ABD, NATO ve BM’e Kaddafi’ye suikast yapması, hava kuvvetlerini vurması veya etkisizleştirmesi çağrılarından bulunuyor. Sadık uşak olacaklarını ve efendiler olarak da kendilerini sahiplenmeleri gerektiği çağrılarını sık sık tekrarlıyorlar.
Libya proletaryası ve emekçi halkı, Kaddafi’nin gerici, faşist diktatörlüğünden kurtulması gibi, emperyalistlerin uşaklığını kabul eden ve onlarla işbirliğine hazır olduğunu söyleyen gerici sınıf ve onların önderliklerinden kurtulmadığı, bunlara ve arkasındaki emperyalistlere karşı mücadele etmediği müddetçe gerçek kurtuluşunu sağlayamaz. Aynı şey bölge ülkelerinin işçi ve emekçi kesimleri için de geçerlidir.
Emperyalistler ve onların medya tekelleri ne yansıtırsa o kadar bilgi sahibi olunabiliyor. Bu aralar Libya’yı öne çıkarıyorlar, dikkatler Libya üzerine toplanırken, öte yandan Yemen’de bir ay’ı aşkındır süren halk direnişlerine saldırılıyor, her gün birçok insan katlediliyor. Bazı günler onlarca insan katlediliyor, onlarcası yaralanıyor. Diğer taraftan daha vahimi monarşiyle (krallıkla) yönetilen Bahreyn’de haftalardır barışçıl yürütülen kitle eylemlerine saldırarak katliamlar yapılıyor. Bununla kalmayarak ABD uşağı, monarşiyle (krallıkla) yönetilen S.Arabisten, ABD uşağı Bahreyn otokrasisinin yardımına koştu. 2 bin asker ve tanklarıyla sesiz sedasız Bahreyn’e girdiler.
S.Arabistan, nüfusunun ezici çoğunluğu İslam’ın Sünni mezhebindendir ve krallığı da Sünni’dir. İslam devletidir. Bahreyn’de ise nüfusun ezici çoğunluğu İslam’ın Şii mezhebidir. Ama Bahreyn krallığı ve devleti öteden beri Sünni mezhebindendir. Ayaklanan halk Şii kökenli olup Şii egemenlikteki İran’a sıcak baktığı için İran etkisinin gelişmesinin korkusuyla vahşice saldırılıp bastırılmaya çalışılıyor. Bunun yanı sıra, Suudi Arabistan yönetimi Bahreyn’deki sınıf kardeşlerinin yardımına koşarken hem oradaki gerici, faşist otokratik yönetimi kurtarırken, oranın halkını katliamlarla sindirip yönetime karşı mücadele direncini kırmaya çalışıyor; diğer taraftan daha çok da orası üzerinden kendi ülke halkına göz dağı verip, olası ayaklanmayı aklınızdan geçirmeyin, yoksa sizlere yaşam hakkını tanımam, acımasızca bastırırım diye gözdağı veriyor…..
ABD’nin bir önceki dönemin dış işleri bakanı Condi Rice, 2003 tarihli “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” konuşmasında “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” diyordu. Ve devamla, “Ortadoğu’nun dönüştürülmesi kolay olmayacak, zaman alacaktır. Bu sadece askeri bir taahhüt değildir, ulusal gücümüzün diplomatik, ekonomik ve kültürel yönlerini de ilgilendirmektedir. Örneğin; Başkan Bush, 10 yıl içinde bölge insanını genişleyen fırsatlar çemberinde buluşturacak ABD-Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi fikrini ortaya atmıştır.” diyordu. Ve T.Erdoğan’ın BOP eşbaşkanı olarak, bu yönlü son yıllarda bu bölgelere yönelik açıklamaları, gezileri, vizeleri kaldırmaları vb bu planların birer parçası olarak bir şeyler çağrıştırıyor sanıyoruz…. 17 Mart 2011
Not: bu yazı, Kaddafi’nin Bingazi’yi düşürmek üzere olduğu, bunun dışındaki yerleri tekrar ele geçirdiği günlerde ve Fransa ve ABD’nin başını çektiği emperyalist güçlerin Libya’ya saldırmasından iki gün önce Mücadele gazetesinin son sayısı için yazılıp yayınlandı. ….