Anasayfa , Diğer Köşe Yazıları , Kasr-ı Kanço'dan KCK davasına, Diyarbakır Cezaevi'nden tespih direnişine

Kasr-ı Kanço'dan KCK davasına, Diyarbakır Cezaevi'nden tespih direnişine

ECE TEMELKURAN | 29 – 04 – 2011 | TESPİH sokamazsınız mahkeme salonuna. Arkadaşınız güvenliğe bırakacak onu.”
“Nasıl yani?”
“Öyle”
“Ne olacak ki tespihten?”
“Heyete atabilir”
“Ne alakası var canım! Yabancı gazeteci o, niye tespih atsın?”
“Siz de gözlüğünüzü atabilirsiniz?”
“Kardeşim niye atayım gözlüğü, gazeteciyim ben.”
“Ayrıca bozuk para da yasak.” “Yok artık! O kadar da değil yani!” deyip, yarıp polisleri girdim mahkeme salonuna. Ne olacaksa olsun artık, bana ne! Diyarbakır’daki KCK davasını izlemek için, yanımdaki yabancı gazeteci arkadaşımın tespihi için böyle bir şanlı mücadele verdik işte. Adam adama savunma! Böylece girdik sırf bu dava için alelacele yapılmış cilalı duruşma salonuna. Sırf bu duruşmanın yüzlerce sanığı için yapılmış salonda altı sanık oturuyor sadece.

Davanın onlarca avukatı adliye dışında oturma eyleminde, “Adil yargılama yok” diye. Heyet ise ara vermiş duruşmaya, karar verecek avukatların gelmemesine dair ne diyecek diye. Sessiz salonda düşünmeye başladım ben de. Her gün ama her gün böyle geçiyor Kürtlerin hayatı: Hep, sürekli ve kesintisiz adam adama mücadele! Dandik bir tespih için bile. Ya da bir küçük çadır için küçük bir parkın içinde…

Sessiz bir gerilim
Kayabaşı Mahallesi’nin parkında kurulacak sivil itaatsizlik çadırının bir tarafında mahalleli, tülbentli, yaşlı, genç kadınlar, tam karşılarında gaz maskesi takmak üzere olan, silahlı, tam teçhizatlı polisler. Araları sadece on metre. Herkes birbirinin gözünün içine bakıyor. Birazdan savaş başlayacak, herkes bunu bekliyor. “Çadırı kaldırın” diyor polis, BDP’li yöneticiler ve halk kaldırmıyor. Dakikalarca sessiz bir gerilim. Polisler arada bir gaz bombalarına davranıyor, sonra bırakıyor. Mahalleli kadınların arkasında liseli çocuklar. Polisler kıpırdandığı anda başlıyorlar slogana:
“Baskılar biii-zi yıldıraaa-maz!”

Yabancı gazeteci arkadaşım, “Korkmuyor musunuz?” diye soruyor. Hepsinin bıçaklarının iki yanı da kesiyor, bıçkın kızlar cevap veriyor:
“Ne korkucaz! Biz bunların dayağıyla büyümüşüz!”
Arkadaşı devam ediyor: “Ablalarımızın, abilerimizin kanı yerde mi kalsın!”

Minnacık bir parkın içinde, minnacık bir yeşilliğin ortasındaki minnacık bir çadır için kandan bahsediyor insanlar ve polisler düşmana karşı en şahin bakışlarını takınıp elleri bombalarında hazır bekliyor. Çocuklar polisin tam olarak hangi dakikada gazı sıkmaya başlayacağını, deneyimleri sayesinde kestirebiliyor. Çünkü burada hayatın her bir santimi için kavga veriliyor. Kürt siyaseti pasif direnişe, sivil itaatsizliğe karar vermesine rağmen hayat kimsenin pasif kalmasına izin vermiyor, hepsi hâlâ tetikte bekliyor. Çünkü buraya, bugünlere gelene kadar her santim için ölünmüş, daha dün YSK kararından sonra İbrahim Oruç gösterilerde can vermiş, hepsi bunu biliyor.

Cezaevinde iki kuşak
“Tabii canım, çok yaptırdılar bize Bayrak Köşesi, Osmanlı Köşesi. Çok resim çalışmışız yani orada.”
Kasr-ı Kanço’da Ahmet Türk böyle diyor. Çünkü 2000’li yıllarda Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış olan Engin şunu soruyor:
“Abi, koğuş duvarlarını kazıdıkça altından Türk bayrakları, resimler çıkıyordu. Neden acaba?”
Ahmet Türk, uzun bir gecenin sonunda -ki Kasr-ı Kanço’daki o çok ilginç geceyi daha sonra yazacağım- kendisinden iki kuşak sonra gelip, onun 80’lerde yattığı Diyarbakır Cezaevi’nde yatmış olan Engin’le konuşuyor. “Tabii biz sizin kadar zulüm görmedik” diyor Engin. Ahmet Türk “Zaten 90’larda bizi tekrar aldıklarında ben otele gelmiş gibiydim. Sırrı’ya (Sakık) derdim ‘Ne üzülüyorsun? Hilton sayılır burası!'”

“Direnişi halklaştırmak”
“80’lerden bugüne bu halk hep savaş gördü, bu çocuklar kavgada büyüdü. Şimdi siz onlara sivil itaatsizlikten, pasif direnişten söz ediyorsunuz. Bunu nasıl yay -gınlaştıracaksınız?” diye soruyorum Ahmet Türk’e. “Bizim bugünkü işimiz de bu” diyor, “Direnişi halklaştırmak”.

Sivil itaatsizlik çadırlarında kılınan cuma namazlarından söz ediyor, Mardin’dekine geçen cuma 5000 kişinin katıldığından:
“Başbakan ‘sahte imamlar’ dedi diye çok sert tepki oluştu halkta. AKP de bunu biliyor. Halkın artık binlerle sokağa çıkabildiğini biliyor. Bize yapılan haksızlığı artık Türkiye’nin batısındaki kamuoyu da anladı. YSK kararından sonra gösterilen tepkiye bu yüzden teşekkür ediyoruz.”

Böl-yargıla
“Halklaşan” tepkiyi seyreltmek için yapılan şeylerden biri de belki KCK davasının sanıklarını artık altışarlı gruplar halinde getirmek. Çünkü böylece dava hiç değilse daha az tiyatro gibi görünüyor. Sanki Kürtlerin bütün siyasi temsilcilerini içeri almamışlar gibi görünüyor sadece altı kişi oturunca sanık sıralarında. Hem öyle olunca dışarıda biriken sanık akrabası kalabalığı da az oluyor ve böylece bir gösteriye dönüşmüyor KCK davası. Kürtlerin kendi Ergenekon’u saydıkları KCK davası bu ve benzer taktiklerle galiba, hiçbir zaman Ergenekon kadar yer almıyor insanların zihinlerinde. Zaten bir de olaylar Kürtlerle ilgili olunca görmezden gelmek daha kolay oluyor elbette.

Ama televizyonların, gazetelerin görmediği bir “iç ülkede” insanlar her gün, her an kesintisiz olarak adam adama mücadele veriyor. Hayatın en mikroskobik alanından en geniş coğrafyasına kadar bir kavga sürüyor. Dediğim gibi, insan bir tespih için bile direnmek zorunda kalıyor. Batı’dan asla görünmeyen “Kürt gerçeklerden” biri de hep bu oluyor. (HT)