Home , Köşe Yazıları , Kapitalizmin Kurtuluşu Yok!

Kapitalizmin Kurtuluşu Yok!

YUSUF  KÖSE | 14 – 11 – 2010 | Emperyalist burjuvazi siyasal temsilcileri aracılığıyla, can çekişen kapitalist sistemlerini kurtarmak için, örgüt üstüne örgüt kuruyor, toplantı üstüne toplantı yapıyor. G-3’den başlayıp G-6, G-7, G-8 ve en son G-20’de karar kılan emperyalist sermaye, bununla da yetinmeyeceğe benziyor. Çünkü uzlaşmaz çelişkilere sahip kapitalist sistemlerini bunca talan ve sömürüye rağmen kriz karekterli olmaktan kurtaramıyorlar.

11-12 kasım 2010’da Seul’de yapılan son “zirve”, esasen emperyalist burjuvazinin kendi aralarında sürdürdükleri egemenlik mücadelesine yeni bir “yön” verme ya da “çözme” girişimiydi. Adına “kur savaşları” densede, daha fazla egemenlik alanı ve ABD emperyalist burjuvazisinin üstünlüğünü her alanda kabul ettirme Çin, AB (Almanya ve Fransa esas) ve Japonya nin ise buna karşı durma savaşıydı.

Bu tür emperyalistler arası  toplantılarda emperyalist olmayan ülkelerin katılması ise, diğer ülkelerin (Türkiye vb. ülkeler) sözlerinin geçerli olduğu ya da çok ciddiye alındığı anlamı çıkarılmamalıdır.

26-27 Haziran 2010’da Kanada’nın Toronto kentinde yaptıkları toplantıda bankaları risklerden koruma ve daha bir çok karara imza atmalarının yanında göstermelik olrak “yoksulları da kurtarma” seferine çıktıklarını açıklayan dünyanın bu en büyük haydutları, üzerinden daha altı ay geçmeden yeniden toplanmak zorunda kaldılar. Çünkü aralarındaki egemenlik savaşı giderek hızlandı ve ABD kendi para birimi olan  dolar’ın üstüne başka bir para istemediğini her fırsatta –hatta savaşı göze alabileceğini- belirtirken, özellikle’de Çin’in dizginlenmesini istedi.

Doların dünya döviz rezervi sisteminde en önemli para birimi olması, ABD’ye çok büyük avantajlar sağlamakta. Birincisi; salt bu nedenle havadan para kazanmakta, ikincisi; borçlandığı ülkelere borcu azalmakta, üçüncüsü; siyasal üstünlük sağlamasına hizmet etmektedir. Emperyalist ABD burjuvazisi, elindeki bu avantajı bırkmamak için son kozlarını oynuyor desek yeridir. En büyük rakibi ise Çin gözüküyor. Çin, başta ABD olmak üzere diğer emperyalistlerin baskıları sonucu kendi para birimi olan yuan’ın değerini %2 artırmasına –bu, Çin’in para kaybetmesi anlamına geliyor-  karşın, bu ABD sermaye çevreleri için yeterli olmadı. Hala Çin malları ucuz ve giderek de kalitede AB ve ABD mallarıyla yarışacak duruma geldi.

Doların değerini düşürmek için ABD merkez bankasının 600 milyar dolarlık tahvil alım kararı, salt Çin’i olumsuz etkilemiyor, AB ülkelerini, özellikle de Almanya ve Fransa’yı da (ve elbette Japonya’yı da) olumsuz etkilemektedir. “Avrupa’nın en düşük asgari ücretine” sahip olmakla övünen Alman sermaye kesimleri, bu karara en sert tepkiyi veren ülkelerin başında gelmektedir. Çünkü Euro’nun değerinin dolar karşısında artış göstermesi, Euro’ya egemen emperyalist ekonomileri zayıflatmaktadır.

Seul’deki emperyalistler arası çatışmanın da odağında ABD’nin doları ve ona karşı çıkan diğer emperyalistler vardı. Bu savaşta şimdilik ABD dediğini yaptırıyor gözükmesine karşın, Çin’in yükselmesi önünde de duramadıklarını görüyorlar. AB cephesinde ise, ABD’ye karşı Çin ve Japonya ile ekonomik cephede ortak hareket etme olasılıkları daha fazla artmaktadır. Zirve’de ortaya çıkan bir gerçek daha var k; ABD her istediğini yaptıracak durumdan uzak olduğu gerçeğinin resminin netleşmiş olmasıdır. Seul’deki zirvenin bitiminden bir kaç dakika sonra: “…. Seul’de Basel III’ün onaylanması büyük başarıdır” (Reuters, 12.11.2010) diyen Alman Hükümetinin bel kemiği maliye bakanının sevinci sahte olmasa gerek. Bankalarla (Basel III) ilgili alınan kararlar, ABD’nin karşı diretmesine karşı Almanya ve Fransa’nın ısrarla istediği bir düzenlemedir.

Emperyalist burjuvazi için geçici çözümlerin ötesinde bir çözüm yok. Ne pahasına geçici çözüm; “ezilen yığınlar üzerindeki baskıları artırma ve doğayı daha fazla talan ederek yaşanmaz hale getirme…”

Sermayenin finansörü bankaları kurtarmak için “Basel III” karaları da alsalar, kapitalizmin kurtuluşu yok. Her ne kadar “banka risklerine karşı önlemler olarak” ilan edilsede, bu karar da küçüklerin tasfiyesi ve sermayenin merkezileşmesinin bir başka yolu olarak öne sürüldü. Ne “çözüm” önerirlerse önersinler, insanlığın ve doğanın katili kapitalizmi kurtaramayacaklar.

Kapitalist sistem varolduğu sürece ezilenler lehine, bu cepheden en küçük bir karar çıkmayacağı gibi, onların alınteri üzerinde boza pişirilmeye devam edilecektir. Yoğun kitle protestolarına karşı yapılan bu “zirveler”in ezilenler lehine değil onların aleyhine olduğu aşikardır. Çünkü, emperyalistler arası çelişmeler olsada, esas çelişme emperyalistler ile ezilen halklar arasındadır. Burjuvazi, her fırsatta işçi ve emekçileri cendere içinde tutmak için bütün gücünü harcamaktadır.

Seul’de protestocu emekçi bir kadının kendini yakmak isterken haykırdığı gibi, “katil” damgasının vurulduğu bu “zirve”de büyük sermaye çevrelerinin aldığı kararlar; işçi ve emekçilerin daha fazla sömürülmesi, baskı altında tutulması, ekonomik ve siyasal baskıların ağırlaştırılması, doğanın daha fazla talan ve yağmalanması olarak okunmalıdır.

Ne var ki, kapitalist sistem kendi kendini yok etmeyecektir. Onu yok edecek olan işçi ve emekçilerdir. İşçi sınıfı önderliğindeki devrimler, kapitalist sistemi insanlığın ve onun yaşadığı doğanın üzerinden alıp tarihin çöplüğüne atacak tek güç ve tek çözümdür. Bütün manipülasyonlara, karşı-devrim propagandalarına rağmen bu gerçeğin ta kendisidir.

Bu zirve ile ilgili söylenecek son söz: Emperyalist cephedeki savaş burada bitmedi. “Seul zirvesi” kısmen uzlaşmayla sonuçlansa da, çelişkiler giderek keskinleşiyor ve kapitalist sistemi yeni krizler kapıda bekliyor.

***