Home , Köşe Yazıları , İşkencenin değişmeyen yüzü: Sıfır toleranstan buralara – Gülseren Yoleri

İşkencenin değişmeyen yüzü: Sıfır toleranstan buralara – Gülseren Yoleri

Son birkaç yıldır, tarihin en amansız işkencelerine tanık oluyoruz yine. Sadece gözaltı merkezleri, hapishaneler değil, sokaklar, evler, polis araçları, hastaneler her yerde işkence var. Dün öğlen üzeri, işkence gören ağabeyi için yardım arayan bir kardeşin acılı sesiyle alabora olmuşken, akşam; oğulları tutuklu iki babanın acılı yüreklerinden dökülenlerle doldum. Haksız yere tutuklanmış olmaları çoktan yitirmişti önemini, artık işkencenin can alacağını düşünüyorlardı. Duruşmadan hapishaneye götürürlerken oğullarına öylesine çok işkence etmişlerdi ki, kapalı görüş yerinde o iki kat cam, o loş ışıkta bile yüzlerindeki kafalarındaki yara bereler ayan beyandı. Hatta o işkence seansı sırasında bir askerin, bir arkadaşlarının boğazını tel gibi bir şeyle arkadan sıkarak onu boğmaya çalıştıklarını anlatmışlardı. Kurtulmalarına sebep, işkenceyi fark eden diğer mahpusların hücre kapılarını kırarak onlara verdiği destek olmuştu.

O iki babanın yüzündeki bakışındaki endişe ve acı gözlerimin önünde düşünürken, aklım 14 sene evveline gitti. AKP’nin 2002 yılında iktidara gelip kurduğu 58. hükümetin ardından 14 Mart 2003 tarihinde Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığında 59. hükümet kurulmuştu. Başbakan olduktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra 24 Ekim’de Antalya’da yaptığı bir konuşmada; „Suçluya muamelenin, mahkuma muamelenin tarzını da bu dönem değiştirmeliydik. Farklı bir dönemi başlatmalıyız. Çünkü iktidarımız işkenceye sıfır tolerans anlayışıyla geleceğe yürüyor. Sadece gözaltında işkence olmuyor, aynı zamanda sağlıksız koşullardaki cezaevi şartları da bir nevi işkencedir. Biz bundan da vatandaşlarımızı kurtarmak durumundayız…” diyordu. Demokrasi, insan hakları söylemleri havalarda dans etti bir zaman, hatta biçarelere kısmen umut bile oldu bir süreliğine. “İşkenceye sıfır tolerans” söylemi de o zamanın en gözde cümlelerindendi.

İşkence ve tolerans sözcüklerinin aynı cümlede kullanılmasına da, toleransı tariflemek için kullanılan “sıfır”ın etkisizliğine de kimse kafa yormadı. Oysa “sıfır” sıfırdı ve söylenmek istenen de devraldıkları işkenceye tolerans politikasının sürdürüleceğiydi. O süreçte insan hakları savunucularının tespitleri işkencenin sürekliliğine ve sistemli bir uygulama olduğuna dikkat çekiyordu ve nitekim Avrupa Birliği üyelik görüşmelerinin baskısı altında mecbur kalarak ettiği bu lafların laftan öteye gidemeyeceğini çok kısa bir zaman sonra ve acı tecrübelerle görmeye başlamıştık.

02 Haziran 2007 tarihinde Polis Vazife ve Selahiyet Yasasında yapılan değişikliklerle, polisin silah kullanma yetkisi artırılmış ve hemen ardından polis kurşunu can almaya başlamıştı. Sonraki sekiz yılda 183 kişi, ‘dur ihtarına uymadı’, ‘itiraz etti’ gibi sebeplerle öldürülmüştü.

20 Ağustos 2007’de Festus Okey Beyoğlu Emniyet Asayiş Büro Amirliği’nde polis memuru Cengiz Yıldız tarafından öldürüldükten sadece dokuz gün sonra 29 Ağustos 2007 tarihinde AKP 60. hükümeti kurduğunda “işkenceye sıfır tolerans” demeye devam ediyordu.

Ardından Metris hapishanesinde tutuklu iken rahatsızlanarak Şişli Etfal Hastanesi’ne kaldırılan ve 7 Ekim 2008 tarihinde yaşamını kaybeden Engin Çeber’in, Yürüyüş Dergisi dağıtımı sırasında gözaltına alındığı 28 Eylül’den hastaneye sevkine kadarki 9 gün boyunca önce İstinye Polis Merkezi’nde ve arkasından Metris Hapishanesi’nde kesintisiz işkence gördüğü ve ölümüne bu işkencenin neden olduğu anlaşılacak, kamera kayıtları ve bilirkişi raporlarıyla da belgelenecekti. Ama iktidarın dilinde işkence “münferit” ve politika “işkenceye sıfır tolerans”tı hala.

Sonrası malum; Mart 2015 Dolmabahçe’de çözüm süreci bitti, Nisan 2015 te “İç Güvenlik Yasası“ olarak bilinen yasa paketi ile ülkenin her yanında baskı ve devlet şiddeti yasallaştırıldı ve sokağa çıkma yasakları, OHAL, derken buradayız.

Burada; işkencenin hücre hücre hayatımıza sokulduğu, gözaltı ve tutuklamalarla büyük bir baskı ortamının yaratıldığı, insanların işsizlikle, açlıkla korkutularak biata zorlandığı bu yerde. İnsanların sadece hapishanelerde değil, adli kontrol kararları ile evlerinde, şehirlerinde, ülke içinde tutuklu bulunduğu, daha doğru bir söyleyişle esir tutulduğu bu yerdeyiz.

İşkencenin insan ve toplum üzerindeki tahribatları artık herkesin malumu. Bu yüzden bu topyekun işkenceye karşı mücadelenin, işkenceyi önleyecek düzeye yükseltilmesi için yapılması gerekenleri düşünmeli ve harekete geçmeliyiz. Yapılacak çok şey var, Silivri Hapishanesi’nde işkence gören arkadaşlarını kurtarmak için hücre kapılarını kıranlardan gördüğümüz üzere, hapishanede bile çaresiz değiliz.