Home , Köşe Yazıları , İbrahim’in Kemalizm Tahlillerine Giden Yolu Döşeyen Taşlar-Muzaffer Oruçoğlu

İbrahim’in Kemalizm Tahlillerine Giden Yolu Döşeyen Taşlar-Muzaffer Oruçoğlu

İbo’nun, Kemalizm tahlilini doğuran etkenler neler olabilir? Bu yazıda bunları irdelemeye çalışacağım biraz.

1966 ve 67’de, İbo da Mahir ve Deniz gibi, Doğan Avcıoğlu, TİP ve Eski Tüfekler gibi Mustafa Kemal’i ‚asker sivil aydın zümre‘ nin bir temsilcisi, Ekim Devrimi’nin müttefiki, Anti emperyalist, yurtsever bir şahsiyet olarak görüyordu.

Birinci milli kurtuluş savaşı yarıda kalmıştı, yapılması gereken, onu sosyalizm ile sürdürmek ve aşmaktı. 1967’de, Kemal Tahir’in Devlet Ana adlı romanının yayınlanmasıyla birlikte, Asya Tipi üretim tarzı temelinde, Osmanlı toplumu ve Cumhuriyet tartışmaya başlandı. Tartışma sol içinde, Asya tipi Üretim tarzcıları ile Cumhuriyeti savunan TİP’li sosyalistler ve aydınlar arasındaydı. Bu tartışmalar, 1967’nin sonlarında, Sencer Divitçioğlu, Selahattin Hilav ve Murat Sarıca gibi FKF’ye yakın olan aydınların etkisiyle, FKF içindeki ileri kadroları da bir nebze içine çekmiş bulunuyordu.

Kemal Tahir ile İdris Küçükömer Osmanlı Toplumuna ilişkin görüşlerini genelde yazılı olarak yayıyorlardı. Özgürlüğünü çile çekme ve azla yetinme üzerine kuran Kemal Tahir, milletin içine pek çıkmazdı. Zaten milleti illet olarak, avanak olarak görüyordu. Yakın arkadaş çevreleri ve bir iki gazete aracılığı ile iletirdi görüşlerini. Zaten Devlet Ana romanı ile tartışmasını başlatmış bulunuyordu. Sanat yapan birinin aynı zamanda politika da yapmış olduğuna inanan birisiydi..

Kemal Tahir’in, istanbul Teknik Üniversitesine ait bir anfide, bir kültür festivali vesilesiyle yaptığı konuşmayı dinledim. Dinleyiciler arasında Aziz Nesin gibi tanınmış yazarlar da vardı. Ben, FKF’li bir öğrenci olarak, Aziz Nesin ile orta sıralarda, tesadüfen yan yana düşmüştüm. Bol bol sigara içiyor ve yanındakinin kulağına ikide bir birşeyler mırıldanıyordu. O toplantıdan aklımda sadece, düşüncelerini sevgi ve tapınç halesi içinde sunan okurların yazarlara ellerindeki kitapları imzalatma görüntüleri kaldı.

Sanatçı ruhlu olduğu için, sanatçıların sezgilerini, öngörülerini ciddiye alan bir insandı İbo.1967’de Kemal Tahir’i dikkatle izledi, onun tartışma yaratan Devlet Ana adlı romanını okudu. Bu vesileyle bazı tarihçileri de okudu ve Kemal Tahir’in Osmanlı devlet ve toplum yapısına dair tahlillerinin hemen tümüne karşı bir duruş içinde buldu kendini.

Tımarlı sipahi sisteminin sınıfsız bir sistem olarak sunulmasını bariz bir körlük ve Osmanlı hayranlığı olarak değerlendirdi. Kemal Tahir’in, Osmanlı despotizmine yönelik halk isyanlarına karşı soğuk davrandığını, onları ciddiye almadığını ileri sürdü.

Kıvılcımlı‘nın da Fatih öncesini sınıfsız bir toplum olarak değerlendirdiğini iddia etti. Buna bağlı olarak, Kemal Tahir ve İdris Küçükömer‚in Kurtuluş Savaşını anti- emperyalist bir savaş olarak değil de bir Türk Yunan savaşı olarak değerlendirmeleri ile, savaşın sonuna doğru, Kemalistlerin Sovyetlere karşı İngilizlerle uzlaşmaya vardıkları yönündeki görüşlerinin incelenmesi gerektiği kanısına vardı.

Araştırma arzusu güçlenmişti. FKF’nin dışında, TİP’in Eminönü şubesine, Beyazit Kütüphanesi’ne ve Sahaflar’a uğruyordu zaman zaman. 1967’de İbo’nun dikkat merkezlerinden birisi de TİP’in ‚Doğu Mitingleri’nden dolayı Kürdistan’dı.

68’de patlayan eylemler, Asya Tipi Üretim Tarzı tartışmalarını bitirdi. Kemal Tahir başta olmak üzere, Asya Tipi’cilerin ezici çoğunluğu 68’e karşı tavır aldılar. Bu yıl içinde İbo, Manifesto, Devlet ve ihtilal, Ne Yapmalı, Teori ve Pratik (Mao) başta olmak üzere birçok kitabı okudu. Devlete, devrime, sosyalizme ve komünizme dair görüşleri berraklaştı. Sürekli okuyan ve yazan bu insanın, 68’in sonuna geldiğimizde, dilde, kavrayışta ve hitabette katettiği gelişme belirgindi. Ben romanı bitirmiş, öykü yazımında yoğunlaşmıştım. Kendisini her gördüğümde, kıpırdayan her zerreciğe aynı anda bakan, onların iç serüvenlerini kavrayıp anlama dönüştüren ve bunu bakışlarıyla bana yansıtan garip insanlar beliriyordu hayalimde.

1969, İbo’nun, Dev-Genç forumlarında, çeşitli toplantılarda ve Türk Solu bürosunda bol bol tartıştığı bir yıl oldu. Devrimin yoluna ilişkin görüşleri berraklaşmıştı. 1969’da, Ant Yayınlarını yürüten kadrolar, bir başka yayınevinin, Mao‘nun Yeni Demokrasi adlı kitabında, Mustafa Kemal’e dair yaptıkları sansürü açığa çıkardılar. Daha sonra da Stalin’in açığa çıkan görüşleri, Mustafa Kemal’in Sun Yat Sen değil, Çan Kay Şek çizgisinde ele alındığını gösterdi.

1970 yılı, 15-16 Haziran İşçi Hareketi’nin patlamasıyla bir dönüm noktası oldu. Birbuçuk yıldır, Alibeyköyde, Demirdöküm işçileriyle içli dışlı olan İbo, hareketin içinde yer aldı. Harekete katılan Dev-Genç’in, işçi asker değil de işçi ordu el ele sloganını atması, İbo’nun, Kemalizmin ve Kemalist devletin, Türkiye devrimi üzerindeki dayanılmaz ağırlığını ve prangalayıcı gücünü bizzat hissetmesine yol açtı. İşçi hareketi malum devlet teorilerine güçlü bir darbe vurmuştu. Bununla birlikte Mevcut durum, Kemalizmi, can alıcı, karekteristik özellikleriyle açığa çıkarmayı, devrimci güçlere anlatmayı ve ona karşı cepheden bayrak açmayı emrediyordu. Bu yıl içinde devlete, devletin zayıf olduğu yerlerden yüklenme görüşü iyice güçlendi. İbo, Mehmet Altun ile beraber Çorum köylerini gezdi, harika bir rapor kaleme aldı, ben ise Trakyada tutuklandım, cezaevinde Trakya raporunu kaleme aldım. Bu yazı, Proleter Devrimci Aydınlık dergisinde yayınlandı.

1971 martına kadar çok yoğun pratik faaliyetlerin içinde yer alan İbo, okuma, inceleme çabalarını ısrarla sürdürdü. Şefik Hüsnü‘nün Seçme Yazılar‘ını okudu. Şnurov‘un Ant Yayınları’ndan çıkan ve Rusçası 1929 yılında yayınlanan „Türkiye’de Sınıf Mücadeleleri“ adlı kitabını okudu. Buna ek olarak, yine aynı yayınevinden çıkan, Emin Türk Eliçin‚in „Kemalist Devrim İdeolojisi“ adlı kitabı ile İdris Küçükömer‘in Düzenin Yabancılaşması“ adlı kitabını okudu.

Jön Türkler ve özellikle de İttihat ve Terakki üzerine yazılmış makalelere, kitaplara göz attı. Bu esas okumalarla birlikte zamanın önde gelen edebiyat dergilerini izlemeyi de ihmal etmedi.

1971 askeri darbesi, mekanımızı İstanbul ve Trakya’dan Kürdistan’a kaydırdı. İbo Kürecik’e ben de Siverek’e yerleştim. İbo Kürecik raporunu yazdı, ben de büyük toprak ağası Şeyh Halit‘i merkez alan Siverek raporunu yazdım. Bu yazı o zaman illegal çıkan Şafak dergisinde yayınlandı. 1971’in sonbaharında, Siverek bağlarında, İbo, Bora Gözen ve ben, Doğuanadolu Bölge Komitesi olarak bir araya gelip, program taslağının tartışmasına başladık. Bu tartışmalarda İbo ile ben, programa birçok noktada itiraz ettik.

Bu itirazların merkezinde iki temel mesele vardı: Kurtuluş Savaşı ve milli mesele. İbo, aldığı notlarla her sayfası bir labirenti andıran defteriyle gelmişti. Bora da hazırlanıp gelmişti ve birikimli bir insandı. Kurtuluş Savaşı’na, milli burjuvazinin önderlik ettiğini savundu. İbo, Kurtuluş Savaşı’na, milli burjuvazinin değil, Ermeni ve Rum mallarıyla palazlanan ticaret burjuvazisinin üst kesiminin, yani Türk olan kompradorların önderlik ettiğini, bu önderliğe de büyük toprak ağalarının ortak olduğunu, Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin bu gücü temsil ettiğini savundu. İbo, savaşa önderlik eden bu gücün, savaş yılları içinde ve kısa bir zaman diliminde, milli burjuvaziyi temsil eden Çerkez Ethem liderliğindeki Kuvayi Seyyareye saldırdığını, Halk İştirakyun Fırkası‘nın kadrolarını tutukladığını, Mustafa Suphi liderliğindeki TKP Merkez Komitesini Karadenizde boğdurduğunu ve hemen akabinde Dışişleri bakanı Bekir Sami‘yi Londra Konferansına göndererek İngilizlerle uzlaşmaya çalıştığını ve Sovyetlere karşı iki yüzlü bir politika izlediğini anlattı uzun uzun.

Savaşa önderlik eden güç, sömürge yapının kaldırılması noktasında emperyalizme darbe vurmuş, ama yarı-sömürge yapının muhafazası konusunda da onunla uzlaşmıştı. Milli meselede ise tartışma, Kürt Ulusunun varlığı, Kürt isyanlarının niteliği ve Kürt Ulusu’nun ayrılma hakkının kayıtsız şartsız tanınması çevresinde ceryan etti.
Siverek tartışmaları, İbo’nun görüşlerinin tüm yönleriyle açığa çıkmasına, daha bir belirginleşmesine yol açmakla kalmadı, İbo ile benim parti içinde apayrı bir çizgi savunduğumuzu da açığa çıkarmış oldu. Tartışmadan sonra, Bora’yı Malatya’ya yolcu ettik. İbo ile birlikte tartışmanın bir değerlendirmesini yaptık. Tartışmalarda savunduğumuz görüşleri, Program Taslağının Eleştirisi başlığı altında, İbo’nun öz bir şekilde kaleme alması ve komite (DABK) çoğunluğunun görüşleri olarak partiye sunması kararına vardık. İbo ile anlaşamadığım tek nokta, partinin adıydı. İbo, parti adının TKP (M-L) olarak değiştirilmesini savunuyordu. Ben TİİKP olarak kalmasından yanaydım.

1972’nin şubatında yayınlanan DABK kararlarıyla ayrılığın ilk adımı atıldı. Nisan ayında ise ayrılık gerçekleşti. TKP (M-L) olarak ortaya çıkan yeni partinin koordinasyon komitesi ve iki kişilik daimi komitesi oluşturuldu. Bir yıla kadar Dersim’de birinci kongrenin toplanması kararı alındı. İbo, yeni partinin programına temel teşkil edecek görüşleri kaleme almayı üstlendi. İbo’nun dört yıllık hummalı teorik ve pratik çabası ile birikimi, ayrılık olmasa bile ona, tezlerini yazılı hale getirmesini telkin edip duruyordu. Pratik faaliyetin içinde ve düşün atölyesinde incelikle işlediği tezlerini 1972’nin ikinci yarısında yazılı hale getirmeye başladı.