Home , Köşe Yazıları , Hastalığın tedavisi-I-

Hastalığın tedavisi-I-

halukHALUK GERGER |28-06-2013 |Hitler, “Kavgam” kitabında, Viyana’da birlikte çalıştığı sıradan işçilerden şöyle şikayet eder: “Her şey inkar ediliyordu. Millet, kapitalist sınıfların bir uydurmasıydı. Vatan, işçi sınıfını sömürmek için burjuvazinin vasıtası idi. Kanunlar işçiyi ezmek için vazediliyordu. Din, milletleri istismar etmek için uydurulmuştu. Ahlak, ahmakça bir sabır prensibi idi. Her temiz şey, çamura batırılıp çıkarılıyordu.”

20 yüzyılın başındaki bu işçi sınıfı tablosunu, yüz yıl sonra Türkiye işçi sınıfında, onun küçük bir kesiminde, en silik haliyle bile bulmak mümkün müdür?
Ne yazık ki, hayır…
Peki ama neden?..
Emperyalist ülkelerde düzene verilen emekçi desteği, sömürüden alınan paya bağlanır.
Bunun sözkonusu olmadığı toplumlarda, örneğin Türkiye’de bu nasıl açıklanabilir?
Klasik nedenler çok. Geç kalmış kapitalizmden kıyıcı burjuvaziye… Gelişmemiş ekonomik altyapıdan sınıfın köylülükle bağlarına… Komünistlerin aymazlığından uluslararası hareketin sorunlarına… Farklı kimlik ve aidiyetlerin baskın rolünden özerk mücadele geleneğinin zaaflarına…
Hepsinin payı var kuşkusuz.
Çökmüş imparatorluk, elden çıkmış topraklar ve sıkışmışlık travması da özgün bir neden. Burjuva tarihçi ve sosyologlar durur bunun üzerinde. Biz buradan “yerleşimci-ilhakçı“ gerçekliğinin psikolojisine doğru ilerleyebiliriz.
Önce bir tesbit yapalım: Bu tür toplumlarda güçlü bir işçi hareketi ya da komünist partleri hiç olmamış. Örneğin, ABD gelişmiş kapitalist ülkeler içinde bu bakımdan bir ayrık otu. Yahudilerin Marksist sosyalizmle olan tarihsel bağlarına karşın İsrail’de durum tam tersine dönmüş. Türkiye’nin karşısında da, ancak bir milyon insanın katledilmesiyle bastırılabilen Müslüman Endonezya’daki hareket ya da büyük komünist partilerini barındırmış Irak ve Suriye gibi örnekler var.
“Yerleşimci-ilhakçı” toplumlarda demek ki, bu varoluştan kaynaklı başka bir sakatlık var.
İsrail’den iki örnek verelim; “vur abalıya” diye değil, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” kabilinden.
Musevi yazar, A. Eden, bir yazısında İsrail’deyken militarist-devletçi hissiyata mahkum olmasıyla Amerika’da hep liberallerle aynı pozisyonu alması arasındaki çelişkileri anlatır. Bilincindeki baskın imgenin, İsrail’de Moşe Dayan, ABD’de Martin Luther King olduğunu söyler.
“Yerleşimci-ilhakçı” psikozdaki kişilik yarılması…
Ne kadar da bizim liberallere, solculara, ilericilere, demokratlara benziyor değil mi?.. Onlar da aynı psikozdan muzdaripler…
1956 yılında Moşe Dayan şöyle demişti tarım işçilerine: “Biz bir yerleşimci kuşağız; çelikten miğfer ve top olmaksızın bir ağaç dikemeyiz, bir ev inşa edemeyiz. Yüzbinlerce Arabın…bizi kuşatan nefretinden korkmayalım… Hazırlıklı ve silahlı, güçlü ve sert olmak, ya da elimizden kılıcın düşmesi ve hayatımızın bitmesi; bu bizim kuşağımızın yazgısıdır, hayatımızın seçeneğidir.”
Bu “yerleşimci-ilhakçı” psikozu bu türden her toplumun tüm kesimlerini anaforuna alır. Yerli halklar ile kendi gerçekliğiyle barışmayı redddeden yerleşimci-ilhakçı toplum arasındaki çelişkiler, bütün yapıları, sınıfları, bireyleri, politik süreçleri, sosyal dinamikleri biçimlendirir. Bu varoluş ve zihniyet, işçi ve emekçileri de egemenlere, burjuvazi ve onun devletine, sıkı sıkıya rapteder.
Böylece de, hastalığın tedavisindeki stratejik iç unsur eksik kalır. Hatta zıddına dönüşür.
Türkiye’de de böyle oldu. Hastalığın tedavisi, Kürtlerle devrimcilerin birlikte örecekleri bir terapi sürecini gerektiriyordu. Ne var ki, yükselen Kürt direnişine karşın, Türkiye’de iç unsur hep eksik kaldı. Bu elbette Kürt Direnişini de zora soktu ama asıl kaybı Türkler yaşadılar. Daha önce yazdığım “hastalığın ideolojisi” toplumun bütün sınıf ve katmanlarını etkisi altına aldı, hastalık bünyeyi sarıp sarmaladı.
Bu tür toplumların işçi ve emekçilerini işçi sınıfının özgürleştirici-kurtarıcı tarihsel misyonuna kazanmak farklı yöntemler, yaklaşımlar, çalışmalar gerektirir.
Tabii bu noktada görev devrimcilere, gerçek komünistlere düşüyor.
Bu gerçeklik, hastalığı (barışarak, gereğini yaparak) “aşabilecek” tek güç olan devrimcilerin hem “Aşil topuğu”dur, hem “ateşten gömleği”dir, hem de “ateşle imtihanı”dır…
Ben şahsen onlara güveniyorum…
Umudu yitirmek korkaklıktır…