SİBEL ÖZBUDUN | 09 – 03 – 2010 |
“Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri
Susardın ve kar yağardı.”[1]
Yanılmıyorsam 1999 yılıydı. Seçim çalışması için Çorum’daydık. Kadınlarla söyleşmek üzere Milönü’nde bir eve çağırmışlardı beni.
Çoğunluk ev kadını… O sıralarda yoğunlaşan KESK eylemlerinden, KESK’li kadınların mücadelesinden, polisin şiddetine rağmen, bir gün dayak yiyen, üzerlerine tazyikli su fışkırtılan (galiba gaz bombaları o tarihte henüz “icat edilmemişti”) sendikalıların ertesi gün yine gösteriye çıktığını vb. anlatmaya koyuldum.
Kadınlar derin bir sessizlik içerisinde dinliyorlardı. Diyeceklerimi bitirdim. Sessizlik biraz daha sürdü. Derken içlerinden biri patladı: “E biz de çıkalım sokağa o zaman. Nasıl olsa kocalarımızdan her gün dayak yiyoruz. Bu sefer de polisten yeriz, ama sonunda hiç olmazsa bir kazanımımız olur!”
Hep birlikte kahkahaları koyuverirken Çorumlu genç kadının sözlerinin tarihi önemini hiç birimiz fark edememiştik…
Oysa gerçekten de hayatiydi bu sözler…
Aslında diyordu ki genç kadın, “Tüm otoriteler bir hiyerarşi içerisinde dizilirken birbirlerini payandalar. Baba/koca/ağabey-patron-devlet-Tanrı sultası birbirinden yalıtılmış değildir ve bir ataerkil tahakküm düzeninin çeşitli veçhelerini oluştururlar. Bu sultalar zincirinin bir halkasından kırmak, diğerlerinin de kırılabilmesinin önünü açar. Bir başka deyişle, her türlü başkaldırı, her türlü mücadele kadının özgürleşmesi yolunda bir adım oluşturur…”
Gerçekten de, sokakta polis şiddeti karşısına dikilebilen bir kadın, ezilmişlik/sinmişlik/korku çemberini kırmış demektir ve artık evde koca dayağına boyun eğmesi zordur…
O zaman dilerseniz bu 8 Mart söyleşimizi, Baba/koca/ağabey-patron-devlet-Tanrı sultasının birbirine eklemleniş tarzına ve bu zincirin nasıl kırılabileceğine ayıralım.
Aslına bakarsanız, bu tahlili elverişli kılan siyasal bir iklimden geçmekteyiz. İktisaden liberal/siyaseten muallâk/kültürel açıdan muhafazakâr AKP iktidarı sık sık bu eklemlenmenin “şık” örneklerini sunuyor bizlere…
Hemen birkaç örnek vereyim. Hatırlayacağınız üzere, TBMM’nin Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nda Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği’nin “Kadın İşçilerin Özel Günleri” başlıklı, “Kadınların özel günlerinde ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılamayacağı, bu günlerin sayısının her ay 5 gün olarak hesap edileceği”ni hükme bağlayan 6. maddesi kapsamına tekstil sektörünün de dâhil edilmesi önerilmişti. Yıldızı AKP iktidarıyla birlikte parlayan SANKO Holding’in patronu Abdülkadir Konukoğlu kazan kaldırmakta gecikmedi:
“Ben işçimin aybaşını mı takip edeceğim? Fabrikaya bir bakmışsınız 200 kişi yok, sonraki hafta bir 300 kişi yok. Böyle bir şey olabilir mi, üretim bekler mi?” Konukoğlu, bu önerinin gerçekleşmesi durumunda kendi fabrikalarında çalıştırdığı 4 bin kadını “kapının önüne koyacağı” tehdidini savurmakta beis görmüyordu[2]…
Dört bin kadın işçiyi bir çırpıda kapının önüne koyabileceğini ilan eden bu pervasızlık, bir patronun haddinden fazla eril iktidarına dâhil değil mi? Tıpkı sıkıştı mı, “İşsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz döneminde işgücüne katılım oranı daha artıyor…”[3] buyuruveren, dolayısıyla da şecaat arz ederken önceliklerinin erkek istihdamında olduğunu, kadınların çalışmasını “olmasa da olur,” nev’inden gördüklerini söyleyiveren, AKP’nin (o zamanki) Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in eril (siyasal) iktidarı gibi…
Kabul etmeli, AKP hükümeti kaygan bir zeminde tutturduğu hassas dengeyi sürdürebilmek için attığı her adımı kollayan bir ip cambazını andırıyor. Ana referanslarını, temel yorumlanış biçimleri itibariyle kadınlar ve kadınlık mevzuunda hiç de bonkör olmayan İslâm dininin, üstelik de onun bir hayli “kasabalı” versiyonunun teşkil ettiği biliniyor. [“Beş yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır, sabır dedik. Din İşleri Yüksek Kurulu 1980’de Kur’an-ı Kerim’den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu âdetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir,” diyordu örneğin Başbakan Erdoğan, Şubat 2008 tarihinde ATV’nin canlı yayınında soruları yanıtlarken[4] …]
Bu dengeyi kollayabilmek için, her “resmî” vesilede, “Kadınların hayat şartlarının iyileştirilmesi, eğitim seviyelerinin yükseltilmesi, çalışma ve seçilme haklarının yaygınlaştırılması, toplumsal statülerinin güçlendirilmesi ve aile içi şiddet başta, karşılaştıkları olumsuzlukların giderilmesi”nden (Abdullah Gül); “Kız çocuklarımızın ve kadınlarımızın eğitimin her kademesine daha fazla katılması dolayısıyla toplumsal hayatın her alanında daha fazla rol alması”ndan, “her türlü ayrımcılığın sona erdiği bir dünya”dan (R. Tayyip Erdoğan)[5] dem vursalar da, AKP zihniyetinde kadınların aslî pozisyonunun sınırları, “Aile kurumunun temel taşı, değerlerimizin temsilcisi, taşıyıcısı ve koruyucusu”[6] olmalarıyla çiziliyor. Yani statükonun muhafazasının güvencesi oluşlarıyla… Yani her şeyin olduğu gibi devam etmesi için korunup kollanmaları, sınırlarının sıkıca gözetilmesi, bu sınırları ihlâl ettiklerinde ise şiddetle cezalandırılması gereğiyle…
Bu zihniyet dünyası, “merkez”den “taşra”ya doğru gidildikçe, daha bir ayan beyanlaşıyor, daha bir vulgarize oluyor, daha bir saldırganlaşıyor. Buyurun:
“Fetullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Samanyolu Yayıncılık A.Ş. Grubu’na bağlı Mehtap TV’de hafta içi her gün, ‘İslâm ve Hayat’ adlı program yapan Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Profesörü Faruk Beşer’in yorumları dinleyenleri şaşkına çeviriyor. Programda vatandaşlardan gelen soruları yanıtlayan Prof. Beşer, kadın-erkek ilişkilerinden, çalışma hayatına kadar birçok konuda ‘fetva’ veriyor. Prof. Beşer benzer yorumları internet sitesinde de yapıyor. Beşer’in bazı vatandaşlara verdiği cevaplar, dinleyenleri hayrete düşürüyor. İşte bunlardan bazıları:
Eşi namaz kılmayan kocanın ahrette maruz kalacağı duruma ilişkin sorusuna Prof. Beşer’in yanıtı şöyle: ‘Bu bir problem, elbette. Namaz, İslâm’ın ana direği… Namazsız bir evin bereketsiz olduğunu biliyoruz. Şeytanın hâkimiyetinde olan bir ev olduğunu biliyoruz. (…) Elbette benim hanımım namaz kılmıyorsa bu huzuru kaçırır. Ona bu işi anlatırım, yalvarırım, yakarırım. Kılmıyorsa, darılırım, giderim, başka şeyler yaparım… Düşünün ki namaz kılmıyor ve namaz kılmanın da gerekli olduğuna inanmıyorsa bir erkek ya da bir kadın Allah korusun bu insanı dinden çıkarır. Namaz kılmıyor ve gereğine inanmıyorsa böyle bir durumda zaten o insan mümin sayılmaz. Mümin sayılmazsa namaz kılan bir bayanın, namaz kılmayan bir erkeğin nikâhında bulunması ve aksi olması evli olması mümkün olmaz zaten. O zaman bu bir ayrılma sebebi olur hatta ayrılma zorunluluğu olur. O zaman ayrılmak gerekir.’
Prof. Beşer’in, ‘Aldatılan kadın ne yapmalı?’ diye soran bir vatandaşa yanıtı ise şöyle oldu: ‘Şimdi siz iki kötü durumla karşı karşıyasınız, bunlardan birisini seçmek zorundasınız: Ya boşanır ve bunun zorluklarını göze alır, bunlara katlanırsınız ki, bu çok zordur ve hangi kötülüklere sebep olacağını bilemezsiniz. Ya da bu ızdırabı içinizde sürekli taşır ve beraberliğe katlanırsınız. Şahsen ben size bunu tavsiye ederim. Çünkü böylece kocanızı da kurtarmış olursunuz. Tahammül için ve onun düzelmesi için Allah’a sürekli dua edersiniz. Bu da sizin ibadetiniz olmuş olur. Ama her iki durumda da bu acıların mükâfatını Allah’tan alırsınız.’”[7]
Bu da, “Gençleri Evlendirme ve Mehir Vakfı”nın dağıttığı bir broşürden:
“Çağdaş küfür zihniyeti, savaşların tahrip ettiği yerleri tekrar imar etmenin zorlaştığını görünce, kadını bozmak amacıyla sinsi planlarını devreye koymuş, arkasından kadının özgürleşmesi ve haklarının korunması sesleri yükselmiştir.”[8]
Bu “zihniyet dünyası”; “Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz”[9]; “Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz”[10]; “Kadınların dinleri ve akılları eksiktir”[11]; “Namazı bozan şeyler kara köpek, eşek, domuz ve kadındır”[12]; “Kadınları zarar vermeyecek miktarda aç, aşırı gitmeyecek kadar da kıyafetsiz bırakınız. Çünkü kadınlar iyice doyar, güzelce giyinirlerse onlar için dışarı çıkıp gezmekten daha sevimli bir şey yoktur. Fakat onlar biraz aç, biraz da çıplak kalırlarsa onlar için evde oturmaktan hayırlı bir şey yoktur”[13]; “Kim ki karısına itaat ederse Allah (cc) onu yüzüstü cehenneme atar”[14]; “Kadınlara yazıyı öğretmeyin. Dikişi ve Nur Suresini öğretin”[15]; “Dışarı çıkması kesin gereken kadın ise kocasından izin aldıktan sonra dışarı çıkacak ve şu kurallara kesin uyacaktır:
1-Sıkı sıkıya örtünüp kötü giysilere bürüne,
2-Hiç çıkmamış gibi davrana,
3-Başını öne eğip kimsenin yüzüne bakmaya,
4-Kalabalığa karışmaya,
5-Erkeklerin bulunduğu yerlere yanaşmaya,
6-Herkesin dolaştığı sokaklardan uzak dura,
7-İşini bir an önce bitirip evine döne”[16]
Ve nihayet: “Kadının yeri soğumadıkça erkek, kadının oturduğu yere oturmamalıdır”[17] vb. dictum’lardan beslenmektedir ve bu da, “kasabalı, orta yaş üzeri, esnaf/bezirgân, erkek”in iç dünyasını dışavurur.
Bu “iç dünya”nın kadınlara ilişkin tahayyülü, değme psikanalistlere parmak ısırttıracak kadar “yüklü”dür: paranoya ölçüsünde bir korku, patolojik bir nefret, aşağılık duygusuna belenmiş bir aşağılama, arzuların erişilmezliğinden kaynaklı tiksinti… Deyim yerindeyse “kasaba sermayesi”nin, elinin altında olasılıkla bir-iki kuşak öncesinde gayrımüslimlerden gasp edilmiş bir dükkân, birkaç parça gayrımenkul, bir miktar altın, döviz cinsinden menkul değer, sözünün itibar gördüğü bir cemaat ve hane içindeki suskun, mu’ti kadınlardan oluşan bir sermayenin en ağdalı, en koyu girdilerinden olan bir yük… …
Ve bu “yük”, en “rafinelik” iddiası güden İslâm referanslı erkeklerde dahi sırıtıverir: Mesela? Mesela “kadınlara üç yerine iki öğün yemek yeme ve camiye daha fazla gitme tavsiyesinde bulunan” Abdurrahman Dilipak’n sözleri: “Günde üç öğün ve tıka basa yemek yiyen kadınlarımız, kendilerine fiziki yönden zarar verip aşırı kilo alıp badi badi yürümek zorunda kalırken, kocalarına da zarar veriyorlar. Bu kadınları gören kocaları Bodrum gibi yerlerde başka kadınlara bakmaya başlıyorlar.”[18]
İslâm referanslı rejimlerin dünya ölçeğindeki karnesinin de pek parlak olduğu söylenemez. 75 yaşındaki bir kadının akrabası olmayan iki erkekle aynı yerde bulunduğu gerekçesiyle kırbaç ve hapis cezasına çarptırıldı”ğı[19] Suudi Arabistan’dan, “töre cinayeti sebebiyle 2009’un ilk altı ayında 250 kadının öldürülürken 100 kadının da kendini yakarak ya da asarak intihar ettiği” Irak Kürdistanı’na[20], pantolon giyen kadınların kırbaçlanma cezasına çarptırıldığı Sudan’dan[21], Batılı medyanın Taliban köktendinciliğine karşı “kadın hakları savunucusu” ilan ettiği devlet başkanı Karzai’nin Şiileri kazanma hesabıyla desteklediği “evlilikte karının kocasının cinsel isteklerine boyun eğme” zorunluluğunun yasalara geçtiği Afganistan’a…[22]
Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı “Küresel Cinsiyet Uçurumu” başlıklı araştırma raporunda “Dünyada 128 ülke arasında kadınlara en kötü davranan ilk 10 ülkeden 9’unun Müslüman halkların yaşadığı ülkeler” oluşuna[23] şaşmalı mı?
Yo, hayır, buraya kadar altını çizdiklerim kadınların durumlarının laik rejimlerde daha parlak olduğu filan anlamına gelmiyor. Nihayetinde, kadın yoksulluğu ile erkek yoksulluğu arasındaki orantısızlık, kadınların daha az vasıf gerektiren işlerde daha düşük ücretlerle çalıştırılması, esnek, yarım-zamanlı işlere zorunlu kılınması, siyasal temsildeki orantısızlık, aile içi ya da dışı şiddete en fazla maruz kalanların onlar olması, her yıl daha da büyüyen fuhuş sektörü, hortlayan köleliğin kurbanlarının büyük bölümünü kadın ve çocukların oluşturması[24]… gibi konularda, Batı ya da Doğu, Kuzey ya da Güney, Müslüman, Hıristiyan, Budist[25] ya da laik… hiç fark etmiyor…
[İnanmayanlara Türkiye’nin en “laik” günlerinden bir anekdot:“Günümüzden tam 67 yıl önce, 28 Şubat 1942 tarihli “İnkılapçı Gençlik” dergisinin birinci sayfasında “Bulut Geçti” adlı bir şiir yayımlanır. Şiir şöyledir: Sen şimdi kocanın evinde oturursun / Ve saçların artık eskisi gibi değil / Geceleri yemekten sonra / Çorap söküğü dikersin / Belki de ellerin soğan kokar /Senin kocan bir suratı çirkin adam / Ağzı açık uyur / Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça…
Şair Salah Birsel’in bu şiirden dolayı başına gelmedik kalmaz. Ulus gazetesinden Sabahattin Sönmez, Tan’da Refik Halit Karay, onu topa tutarlar: Şair “milli aile değerlerine saldırmakta”, “yalnız evlenmeyi kötülememekte; genç kızları ere varmaktan, evli olmaktan şiddetle tiksindirdikten başka, onları sadece bir eğlence ve nefis körletme vasıtası olarak tanıdığını da anlatılmakta, oynaşlığa, sürtüklüğe heveslendir”mektedir! İş, Birsel’in “aile mevcudiyetini ve aile kurmak esasını sarsacak ve kadınlığın ana olmak hususundaki fikri temayülünü zayıflat”mak; “açıkça çocuk doğurmamayı telkin et”mek suçlamasıyla yargılamasına dek varır! [26]
Baba/koca/ağabey-patron-devlet-Tanrı’nın ataerkil sultasının birbirine eklemlenişine bundan iyi örnek olur mu? Koca’ya karşı çıkan karşısında Devlet’i[27], Tanrı’ya karşı çıkan karşısında Baba’yı, Patron’a karşı çıkan, karşısında Koca’yı[28] , Devlet’i[29] buluyor!]
* * *
Lamı cimi yok, bu ülkede, kadınlara yönelik şiddet, bir soykırım boyutuna ulaştı. Boğazlıyorlar[30], bıçaklıyorlar[31], tüfekle vuruyorlar[32], diri diri gömüyorlar[33], döve döve öldürüyorlar[34], evlilik içi-dışı tecavüz ediyorlar[35]… Alt alta konulduğunda ortaya çıkan bilanço, tüyler ürpertici: son yedi ayda 973 kadın öldürülmüş, son yedi yılda cinayete kurban giden kadın sayısı yüzde 1400 artmış![36]
Bu vahşetin gerisinde, kuşku yok ki kendini tehdit altında hisseden eril egemenlik var. Yazar Suzan Faludi’nin 1991’da yayımlanan Backlash başlıklı kitabı, bu bakımdan gerçekten dikkat çekici. “Neo-liberalizmin ilk uygulandığı ABD’de, ilk on yılın sonunda, (…) kadının ekonomik, siyasi yükselişine, feminizme karşı, kapitalizmin ataerkil kültürünün, kendini post-feminizmle işbirliği içinde başlattığı gerici tepki”ye işaret eden Faludi, “kültürel olarak cinselliğin metalaşmasının olağanüstü ivme kazandığı popüler kültürde, sinemadan müziğe, ‘macho man’ egemenliği altına alınmaya çalışıl”dığını[37] öne sürmekteydi… Tabii buna, neo-liberal “özelleştirme” siyasalarının kadınlara destek olacak “sosyal bütçe”lerden yaptığı devasa kesintilerin etkisini de eklemek gerek.
Her durumda, kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte kadınların eğitim, siyasete katılma, istihdam gibi konularda kamusal alana çekilmesi, onları tüketime teshir eden piyasanın tazyiki, kitle iletişim araçlarının yalnızca TV olarak değil, cep telefonu, internet olarak en ücra bucaklara dek sızması, nüfusun hızla kentleşmesi, göçler, iktisadî kırılganlık, güvencesizleşme… tüm bu koşulların kümülatif etkisi, kadın-erkek ilişkilerinde tesis etmiş geleneksel dengeleri hızla altüst ederken, kadınların ataerkinin kendilerine dayattığı sınırları zorlamasına yol açıyor… “Had”lerini bildirmek, onları tayin edilmiş sınırlara geri çekmek, yeniden “aile kurumunun temel taşı, değerlerimizin temsilcisi, taşıyıcısı ve koruyucusu” kılmak üzere harekete geçen Baba/koca/ağabey-patron-devlet-Tanrı sultasına düşüyor.
Pekâlâ, bu sulta nasıl kırılır?
Yanıtı, Çorumlu genç kadın veriyor: : “E biz de çıkalım sokağa o zaman. Nasıl olsa kocalarımızdan her gün dayak yiyoruz. Bu sefer de polisten yeriz, ama sonunda hiç olmazsa bir kazanımımız olur!”
Çünkü bu sultanın en zayıf yanı, aslında en güçlü sanılan yönü: Eril iktidar biçimleri birbirlerini payandalamak üzere eklemlenirken, zincirin halkalarından birinin kırılması, diğerlerinin de zaafa uğramasına yol açıyor. Kocasına baş kaldırmayı becerebilen kadın, artık polisten korkmuyor; patronuna diklenen bir kadın işçi, baba dayağı karşısında sinmiyor. Devlet güçlerine karşı direnen bir kadın eylemciyi de bir daha “Tanrı korkusu”yla boyun eğdirmek kolay olmuyor.
Bunun kanıtı, şu an Ankara’nın göbeğinde, AKP hükümetinin kendilerine dayattığı 3-C’ye karşı direnirken, koca baskısından, din sultasından ve polis korkusundan aynı anda özgürleşmekte olan Tekel’li kadın işçiler…
6 Şubat 2009, Ankara.
N O T L A R
[*] Demokrasi ve Özgürlük için Kadın Dünyası, Özel Sayı:1, Mart 2010.
[1] Hicri İzgören, “Suskun”.
[2] “Regl İzni Depremi”, 11 Ocak 2010, http://www.kanaldhaber.com.tr/HaberDetay.aspx?HaberID= 58198&CatID=36
[3] Hülya Osmanağaoğlu, “İşsizliği Artırmayın, Üç Çocuk Doğurun…” Radikal İki, 29 Mart 2009, ss.1-4.
[4] “Mahkeme Erdoğan’ın 12 Açıklamasını Delil Saydı”, Radikal, 25 Ekim 2008, s.4.
[5] Cumhurbaşkanı ve Başbakanın 8 Mart kutlama mesajlarından. “Söz Sahibi Erkekler, Temennide Kalmasın!”, Radikal, 9 Mart 2009, s.8.
[6] Tayyip Erdoğan, a.y.
[7] “Namaz Kılmayanı Boşa, Aldatanı Boşama”, Radikal, 17 Şubat 2009.
[8] Adnan Binyazar, “Kadının Gücünü Yadsıyanlar…”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2009, s.14.
[9] İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239.
[10] Hafız Zehebi-Büyük Günahlar-, s.187.
[11] Sahih-i Buharî’den.
[12] Sahihi Müslim, Salat 265; Tirmizi Salat 253/338 Ebu Davud, Salat, 110/720.
[13] İbnül Cevzî, Mevzuat, II/282-283; Suyuti, Leali, II/154 İbn Arrak, Tenzihü’ş-Şeria, II/212-213.
[14] İbn Arrak II, 215.
[15] İbnü’l Cevzi, Mevzuat II, 269.
[16] İmam Gazalî, “İhya-yı Ulûmuddin”, 2/290.
[17] Kadınlara Dini Bilgiler, s.24.
[18] Yaşar Anter, “Dilipak’tan Kadınlara İki Öğün Diyeti”, Radikal, 11 Ocak 2010, s.3.
[19] “Yaşlı Nineye Kırbaç Cezası”, Cumhuriyet, 10 Mart 2009, s.10.
[20] “Kuzey Irak’ta Töreye Altı Ayda 350 Kurban”, Radikal, 5 Ağustos 2009, s.16.
[21] “Sudanlı Kadın Pantolonuyla Rejime Meydan Okuyor”, Radikal, 3 Ağustos 2009, s.13.
[22] İlginçtir; bu yasayı protesto amacıyla sokağa çıkan bir avuç gözüpek kadını, çevrelerini saran güruh, “Tecavüz denen şey Batı’da olur! Müslümanlar tecavüz etmez!” nidalarıyla taşlamıştı… (Ece Temelkuran, “Kadınlar Ne Korkunç Allahım!”, Milliyet, 22 Nisan 2009, s.15.)
[23] Rahmi Turan, “İslâm Kadınının Yazgısı!”, Hürriyet, 21 Haziran 2009, s.22.
[24] “Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zehra Arıkan, kadının fiziksel, ekonomik, cinsel ve psikolojik yönden dünyanın her yerinde şiddete uğradığını, 2007 verilerine göre dünyada her üç kadından birinin şiddet mağduru olduğunu, iki milyon kız çocuğunun fuhuşa zorlandığını söyledi.
ABD’de dört milyon kadının fiziksel şiddet gördüğünü, Irak’ta savaşın ilk yıllarında 20 bin kadına tecavüz edildiğini, Çin’de bir milyon çocuğun sırf “kız” oldukları için annelerinin karnındayken öldürüldüğünü anlatan Arıkan, Doğu toplumlarında kız çocuklarının erken yaşta evlenmeye zorlandığını ve töre cinayetlerine kurban gittiğini ifade etti. (“Kadın 3 Bin Yıldır Şiddet Görüyor”, Milliyet, 18 Şubat 2009, s.3.)
[25] “Hiçbir din kadın-erkek arasında eşitliği övmüyor, öğütlemiyor. Tüm dinler kadınlara düşman. Hepsi kadına baskıyı teşvik ediyor, hepsi kadınların erkeklerle aynı haklardan yararlanmasını engelliyor. Hiçbir biçimde kadının özgürlüğüyle bağdaşmayacak ataerkil sistemlerin ilelebet sürmesini istiyor,” diyor Bangladeşli yazar Teslime Nesrin…(“Teslime Nesrin: Tüm dinler kadınlara düşman”, Cumhuriyet Dergi, No:1205, 26 Nisan 2009, s.6.)
[26] Sunay Akın, “Kocanın Evinde Oturursun”, Cumhuriyet, 22 Mart 2009, s.15.
[27] “Ticaretle uğraşıyorum. Mayıs 2007’de boşandım. Bir kızım var. Çocuğun velayeti bende. 5 Eylül’de eski eşim çocuğu alıp getirmedi. Babası, 23 Eylül’de arayıp ‘Çocuğu gel al’ dedi. Eski kocamın evine gittim. Kapıyı kimse açmadı. Bir taksi geldi. Saat 01.30’du. Eski eşim arabadan baltayla inip arabamı parçaladı, sonra bana da vurdu. Şoför beni kurtardı. 155’i aradım. Üç polis geldi. Biri, ‘Orospu, karakola gelmeyeceksin’ dedi. İtiraz edince beni zorla otoya bindirdi. Diğerleri beni elinden almak istese de direniyor, küfür ve hakaret ediyordu. ‘Onu bana verin, ben onu s…’ diyordu. Eşarbımla boğazımı sıktı. Merter Şehit Osman Kahraman Polis Karakolu’na götürüldüm. Odada beklerken de küfretti, tekme ve tokatla vurdu, gaz sıktı. Buna rağmen polise karşı geldiğim için nezarete konuldum.” (İsmail Saymaz, “Cinsel Tacizde Ayrı Gayrı Yok!”, Radikal, 24 Kasım 2009, s.12.)
[28] “Serap Yenice, sigortasız çalıştığı tekstil fabrikasında 450 liralık maaşını da alamayınca dört kadın arkadaşıyla direnişe başlamış. Kendi mücadelesiyle parasını aldığı gün patronu, eşine dönüp ‘Git, karını terbiye et de getir’ dediğini söylüyor.” (Ömür Şahin, “Ücrette İkinci, Krizde Birinciyiz!”, Radikal, 8 Mart 2009, s.8.)
[29] “Fabrikada ücreti verilmeyince iki ay önce eyleme başlayan Ayşe Erdoğan’ın eylemde polis copuyla retinası yırtılmış. Erdoğan ‘20 gün önce ameliyat oldum. Şimdi görmem eskisi gibi değil’ diyor. Erdoğan’a göre patronlar daha çok kadın işçi tercih ediyor: ‘Çünkü daha düşük ücret veriyor. Kadınlar çok pasif ve çaresiz olduğu için önce onları çıkarıyorlar.’” (Ömür Şahin, “Ücrette İkinci, Krizde Birinciyiz!”, Radikal, 8 Mart 2009, s.8.)
[30] “16 Şubat 2009 tarihinde, 43 yaşındaki Ali Baş kendisini aldattığını iddia ettiği 38 yaşındaki eşi Akkadın Baş’ı boğarak öldürdükten tabancasıyla intihar etti,” “Küçükçekmece’de, 23 Şubat 2009 tarihinde, 30 yaşındaki Vedat Akça, kendisine sigara parası vermediği gerekçesiyle tartıştığı beş aylık hamile olan 23 yaşındaki eşi Nuray Akça’yı bıçakla boğazını keserek öldürdü.”
[31] “Boşanma davası açan eşinin duruşmaya gitmesini istemeyen koca, genç kadını parkta 11 yerinden bıçaklayarak yaraladı.” (“Sen misin Boşanmak İsteyen!”, Radikal, 13 Haziran 2009, s.13.)
[32] “Kendisini terk eden eşini dönmeye ikna edemeyen koca, yolda kadını kurşun yağmuruna tuttu.” (“Terk Eden Kadına Üç Kurşun”, Radikal, 13 Haziran 2009, s.13.)
[33] “Medine Memi, henüz 16 yaşındayken ‘çok geziyor’ diye ailesinin gözüne batmaya başlamıştı. Babası ve dedesinden sık sık dayak yiyordu. Sonra birgün aniden ortadan kayboldu. (…) Savcılıktan arama kararı alan polis, üzeri betonla kaplanmış olan tavuk kümesinde kazı yaptı. Kazıda, genç kızın oturur vaziyette, boğazına eşarp sarılı hâldeki cesediyle karşılaşıldı.” (Töreniz batsın: Ailesi Medine’yi Canlı Canlı Toprağa Gömmüş…” Radikal, 5 Şubat 2010, s.8).
[34] “Afyonkarahisar’da, yengesi ve onun 2 kardeşi tarafından evlendirilmek üzere kaçırılan 19 yaşındaki genç kız, evlenmeyi reddedince dövülerek öldürüldü.” (“Döve Döve Öldürdüler”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2009, s.3.)
[35] “13 yaşında zorla evlendirilen Sultan K., kocası Hayrettin K. hakkında kendisine yıllarca tecavüz ettiği iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Tutuksuz yargılanacak Hayrettin K.’nın 12 yıl hapsi isteniyor.” (Teslime Tosun, “Bir Kadın, 17 Yıl Koca Tecavüzü ve 3 Çocuk!”, Milliyet, 23 Eylül 2009, s.5.)
[36] Meliha Okur, “Kadın Can Derdinde, Devlet Nerede?”, Sabah, 21 Kasım 2009, s.13.
[37] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Kriz de ‘Teğet’ Geçmiş Olabilir”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2009, s.4.