Anasayfa , Köşe Yazıları , “Felsefenin arzusu: Politika “

“Felsefenin arzusu: Politika “

felsefeERSiN VEDAT ELGÜR |26-10-2013 | Ersin Vedat Elgür’ün “Felsefenin arzusu: Politika (Diyalektiğin Diyalektik Gelişimi ve Onto-Politika)” adlı kitabı   Okunmaya ve üzerinde düsünmeye değer bir calışma..

“Dışlama amacıyla olsa bile felsefeyi muhatap aldığı an din, nasıl ki kendini içeriden yıkacak ‘turuva atı’nı bünyesine katmışsa, şimdi de felsefe, ‘yığın’ı ve gündelik hayatı bir kere muhatap aldığında, kendi gerçekleşmesinin ve dolayısıyla aşılmasının muhatabı olarak politikayı içeri almıştır. Tarihin gerçek sorunlarını kavramsallaştırmak ve rasyonalize etmekle meşgul felsefe, gerçekliği kendi düzeyine çekip politikleşirken, politika da kendi nesnesini felsefeleştirmekte ve felsefenin doğal verilmişlik olarak kabul ettiği ön-varsayımları gerçek nesnesiyle karşı karşıya getirmektedir. Marx, bu yönüyle felsefenin belirlenim kazanmasını sağlayan ve sınırlarını göstererek geçişi sağlayan düşünür olur.”

Felsefe ve politika; aralarındaki ilişkiyle ilgili olarak haklarında en çok kalem oynatılan iki disiplin. Felsefenin Arzusu: Politika bu ilişkinin ne’liğine dair “diyalektiğin tarihsel momentleri”ni belirlemek suretiyle bir öneride bulunuyor. Hem diyalektiğe dair Platon’dan başlayıp Marx’a kadar gelen bir felsefe tarihi sunuyor hem de felsefe tarihi içinde politikanın nasıl kavrandığına dair üç temel biçim belirliyor. Bunu yaparken de ontolojiyi tekrardan felsefenin temel disiplini olarak öne çıkarıyor. İddialı bir girişim ve oldukça iddialı sonuçlara sahip…

Çalışmada “varolanları Varlık olarak örgütleyen” epistemolojik ve ontolojik bir hareket olarak görülen diyalektik üç tarihsel moment üzerinden betimleniyor. Bunlardan ilki, Hegelci terminolojiye bağlı kalarak Diyalektiğin Soyut Belirlenimi olarak adlandırılıyor ve Platon’dan başlayıp Aristoteles’le dolayımlanarak Kant’a kadar geliyor. Bu dönemin temel özelliği salt düşünceye içkin bir akıl yürütme yöntemi olarak diyalektiği kullanması ve nesnesinde kendini sınamaktan sakınması. Diyalektiğin Olumsuz-Ussal Belirlenimi olarak adlandırılan ikinci momenti ise ilk dönemin aksine nesnesiyle buluşmak konusunda oldukça cüretkar denemelerde bulunuyor ve Fichte, Schelling, Hegel ile karakterize oluyor. Lakin nesnesinde kendini bulmak konsunda oldukça hevesli olan düşüncenin ideal formu bu dönemki denemelerde kendine çok daha yetkin bir biçim kazandırmış olsa da özdeşlik arzusuna ulaşamıyor. Ne zaman ki Marx, diğer varolanlar arasında bir varolanın, metanın sıradan bir varoluş formundan çıkıp tüm diğer varolanlara kendi formunu veren/bulaştıran hareketini ve onun merkezi birimini tespit ediyor üçüncü moment olan Diyalektiğin Olumlu-”Ussal” Belirlenimi de o zaman niteliklerini kazanmaya ve kendi kavramını oluşturmaya başlıyor. Bu son momentteki “ussal” ifadesinin tırnak içinde olmaklığına dikkat: keza metanın hareketi rasyonel olmaktan çok zora dayalı bir gelişim seyri izlemektedir. Kapitalizmin, dünyayı bir dünya olarak örgütleyen küresel hareketinin dinamiklerini ve yeni emek denetim stratejilerinin gelişimini takip edebilme ve emek hareketinin gündemini belirleyebilmek bu nedenle diyalektik hareketin işleyiş formuna sahip olabilmeyi, diyalektiği bir bilinçlilik biçimi olarak kavrayabilmeyi gerektiriyor.

Diyalektiğin bu üç momentine üç siyaset yapma tarzı karşılık geliyor. Diyalektiğin Soyut Belirlenimine karşıt gelen politik form İdeal-Politik olarak adlandırılıyor ve toplumsal yaşamı idea, tanrı, organik birlik ya da temellendirilebilir olmayan kimi ideal unsurlar aracılığıyla örgütleme arzusuna karşılık geliyor; bu dönem diyalektiğin ilk momenti ile benzerlik içinde düşünsel tasarımların gerçekliğe tezahür edebilmesinin arzusu olarak vücut buluyor. Diyalektiğin Olumsuz-Ussal Belirlenimine ise Reel-Politik olarak adlandırılan bir siyaset yapma tarzı karşılık geliyor ve İdeal-Politiğe nazaran gerçekliği örgütleyen ilkeyi nesnesinde arama maharetine sahip olsa da Varlığın izin verdiği ölçüde bu ilkenin kendisiyle karşılaşıyor ya da ilke olarak düşündüğünü gerçekliğe dayatıyor. Nihayetinde değişim değerinin kullanım değerine üstün gelmesi ve neredeyse onu tüm alanlarda absorbe etmeye çalışan hareketi bu zamana kadar ilk defa bir varolanın diğer varolanlara, bir özellik aracılığıyla bu kadar yoğun biçimde bulaşmasına ve onları kendi formunda örgütlemesine neden oluyor. Ve dolayısıyla metanın örgütlemiş olduğunu dünyanın ekonomik formu, varolanları Varlık olarak örgütleyen zeminin ontolojik yapısı Onto-Politik olarak ifadelendirdiğimiz bir siyaset tarzını ortaya çıkarıyor.

Kitap boyunca Varlık ve Bilgi ile siyaset ve felsefe arasındaki ilişkinin diyalektik ile nasıl dolayımlandığının hikayesi felsefe tarihinin içinde bir yolculukla anlatılıyor. Felsefenin Arzusu: Politika hem felsefe içinde bir konum tutma ve Kampfplatza katılma çabası olarak okunabiliyor; diğer taraftan da Platon’dan Marx’a, hiç bir içsel ilişkiyi atlamayan bir felsefe tarihi işlevi görüyor…”