METiN ATAK | 07-01-2013 | Avrupa coğrafyasında ki gelişmeler dışımızdaki güçlerle daha yakın olmamızı zorunlu kılıyor. Eylem birlikleri günümüz açısından oldukça önemli. 2008 yılında ABD’de başlayan ekonomik kriz dünyayı dolaşmaya devam ediyor. Kriz bölgesel olmaktan çıkararak dünya emperyalist sistemini sarmış bulunuyor. Emperyalist sistem krizi atlatabilmiş değildir. Son kriz sadece ekonomik bir kriz olarak görülemez. Bu kriz Yunanistan ve İspanya’da olduğu gibi bir yönetememe kriziyle iç içe geçerek yapısal bir krize dönüşmüş durumdadır. Gelinen aşamada krizden en çok etkilenen bölgelerin başında Avrupa Birliği gelmektedir. Yunanistan, İspanya, iflasın eşiğine gelirken, İtalya, Fransa ve Almanya’nın ciddi bir ekonomik durgunluk dönemine girdiği görülmektedir.
Avrupa Birliği İstatistik Kurumu, Ağustos ayında yayınlamış olduğu rapor temel alındığında Avrupa Birliği ülkelerinin ekonomilerinin gözle görülür bir şekilde küçüldüğü görülmektedir. 27 üyeli Avrupa Birliği‘n de genel ekonomik küçülme % 0,4 oranındadır. Avrupa Birliği‘nin motor gücü olan Almanya, Fransa ve İngiltere’deki ekonomik durgunluk ciddi olarak sistemi korkutmaktadır. Avrupa Birliği‘nin ikinci derecedeki ülkeleri olarak kabul edilen Yunanistan’da küçülme % 6,2, Portekiz’de ise % 3,3 olmuştur.
Krizle birlikte bunun toplumsal yansıması olarak işsizlik ve yoksulluk giderek artmaktadır. Krizin ortaya çıkışından bu yana Avrupa Birliği genelinde işsizlik % 7’den % 10,4’e yükselmiş bulunuyor. Bu toplumsal bir yıkımın ön habercisi olarak toplumu sarmalamaya devam etmektedir. Tekeller, krizi bir ‘’fırsata’’ dönüştürmek için işten atmaları hızlandırmış, toplu sözleşmelerde krizi bir koz olarak kullanarak sıfır oranında anlaşmalarla ücretleri dondurmuş bulunuyorlar. Sağlık giderleri gerilere çekilmekte, emeklilik yaşı sürekli yükseltilmekte, taşeron firmalar her yerde mantar gibi çoğalmakta, eğitim giderlerinde sürekli kısıtlamaya gidilmektedir.
Krizin yarattığı yıkıcı etkiler karşısında kitleler itiraz ediyorlar. Faturanın kendilerine çıkartılmasına karşı, genel grev, direniş ve sokak eylemlerinde sistemle çatışıyorlar. Yunanistan bu direniş odağının ana merkezlerinden biri durumundadır. İspanya, Belçika ve Portekiz’den sonra, 29 Eylül’de binlerce işçi Almanya’da sokaklardaydı. 78 milyarlık bütçe açığını kapatmak için daha fazla kemer sıkmak isteyen Portekiz hükümetine karşı yüz binlerce işçi direniş yaptı. Fransa’da François Hollande’nın yeni kemer sıkma politikasına karşı binlerce emekçi sokakları doldurarak seslerini yükseltti. İtalya ise başta demiryolu ve taşımacılık sektörü olmak üzere işçi sınıfının görkemli direnişlerine ve büyük çaplı kitle gösterilerine sahne oldu.
Irkçılık, krizle birlikte Avrupa’da önemli ölçüde gelişerek oy oranında büyük bir artış yarattı. Göçmenlerin ciddi bir hedef haline geldiği Avrupa’da ırkçı saldırılarda da büyük artışlar söz konusu
Türkiye’de soygun ve köleleştirmenin, talan ve yağmanın faşist devletin bütün araç ve kurumlarıyla amansızca yaşama geçirildiği bir süreç yaşanmaktadır. Kürt ulusuna yönelik imha ve inkârın akıl almaz bir zorbalıkla sürdürüldüğü ve bunun “demokratikleşme” gibi sahte, aldatıcı ve demagojik ambalajla sarıp sarmalandığı bir saldırı furyası döneminden geçiyoruz. Kürt ulusu ve ulusal hareket güçlerinin faşizmin asker ve sivil güçlerince çepeçevre kuşatıldığı, Kürt kimliğinin eritilip yok edilmeye çalışıldığı süreçte; Kürt-Türk boğazlaşması eşikteki tehlike, toplum da şiddetli bir kutuplaşma üzerinden ateşlenmeye hazır patlayıcılar yığını haline gelmiştir. Sınıfsal zeminde süren mücadeleye karşı faşizmin saldırılarının eklendiği, cezaevleri sorunun yakıcı bir şekilde devam ettiği, ABD emperyalizminin Suriye’deki gerici Esad rejimine karşı hesapları çerçevesinde Türk devletine verdiği rolün çapı ve genişliği her geçen gün daha da belirginleş bir süreçte Avrupa yapacağımız eylem birliklerinin önemi tartışmasız bir yerde durmaktadır.
Eylem birlikleri sorunu Türkiyeli devrimci ve demokratik güçleri açısından sık sık gündeme gelmekle birlikte, istikrarı bir çizgide yürümediği de bir gerçektir. Eylem birliklerinde herkesin kendisini dayattığı bir anlayış yıkılmadığı müddetçe sorunlu yürüyeceği açıktır.
Eylem birlikleri tek düze değildir. Ani bir gelişme için bir araya gelme dahi bir eylem birliğidir. Keza, bazı kazamınlar için yapılan eylem birlikleri olabileceği gibi, uzun vadeli eylem birliklerinde olabilir.
Uzun vadeli eylem birliği daha çok kurumların ‘’kalıcı’’ bir anlayış temelinde oluşturdukları birlikteliklerdir. Örneğin DEKÖP olarak oluşturulan eylem biriliği böyle bir anlayışla ele alınmış, ancak istikrarlı bir hat tutturamadığı için süreç içinde zayıflayarak işvesizleşmiştir.
Uzun vadeli eylem birliklerinde en büyük zaaf katılımcı yapıların birlikteliği uzun süre götürememesidir. Bu tür eylem birliklerinde sorunların ele alınışında her yapı eylem birliğinin ruhuna uygun davranmadığı için, sorunu tali görmekte, kendi ‘işi’ daha öne çıkarmakta ve buda eylem birliği kararlarının hayata geçirilmesini zayıflatmaktadır. Diğer bir eksiklikte, devamlı bir pratik olacağı yaklaşımıdır. Bir açıklamanın, bir basın toplantısının bile bir anlamı olduğu hesaba katılmadan, süreç içinde ‘zaten bir şey yapmıyoruz, niye bu eylem birliği sürsün ki,’ denilerek ya dağıtılması önerilmekte, ya da tek tek kopmalar yaşanarak, kendiliğinden sönüp gitmektedir.
Uzun vadeli eylem birliklerinde isimlendirme bazen önemli bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Halkın Birleşik Cephesi ile eylem birliklerini birbirinden ayırmakta kesin bir çizgide durmalıyız. Halkın Birleşik Cephesi halk sınıflarının ittifak meselesidir. Ve günümüz açısından da gündemde değildir. Ancak eylem birlikleri ise, somut siyasal kazanımlar ve teşhirler için bir araya geldiğimiz bir taktik politikadır.
Bu anlamda eylem birlikleri tam ve gerçek anlamada şu demektir; eylem = pratik demektir. Birlik ise = güçlerin bir yara getirilmesi demektir. Sonuç olarak eylem birlikleri çıkarları aynı noktada birleşenlerin bir araya gelerek belirledikleri hedefe ulaşmaları pratiğidir.
Eylem birlikleri müthiş bir zenginlik sunmaktadır. Türkiye’de HES’lere karşı yürütülen kampanya, ‘’Munzur’uma Dokunma’’ kampanyası, dahi bir eylem birliğidir. Çıkarları aynı olan çevreler, gruplar, hatta bireyler bu oluşumların içinde yer alarak HES’lerin yapımını durdurma, Munzur vadisine baraj yapılmasını engellemek için bir araya gelerek bir kampanya yürütmektedirler.
Aynı şekilde, çeşitli kurumların bir araya gelerek bir isim adı altında bir oluşum yaratarak bir program etrafında birleşmeleri de bir eylem birliğidir. Örneğin ATİK’in de bir süre önceye kadar içinde yer aldığı İLPS de bir eylem birliğiydi. DEKÖP bir eylem birliğiydi. Çeşitli kurumlarla cezaevlerindeki direnişlere karşı bir araya gelerek destek sunmak bir eylem birliğiydi. Burada temel ayrım, birinin kısa vadeli olması, diğerinin uzun vadeli olmasıdır. Bir başka ince ayrım noktası da şudur ki, uzun vadeli olan eylem birliklerine ‘’oluşum’’ ‘’İttifak’’ ‘’Güç Birliği’’vb isimlerle anılırken, kısa süre için bir araya gelinen eylem birliklerine ise hiç bir isim verilemeden, bizi bir araya getiren ne ise onun etrafında birleşerek eylemi yaptıktan sonra dağılmaktır. Gerek kısa vadeli, gerekse uzun vadeli olmak üzere eylem birliklerine katılım sorunu bizim açımızdan sadece Türkiye’yle de sınırlı değildir. Uluslar arası alanda da bu tür eylem birliklerine katıldığımız, kampanyalar yürüttüğümüz onlarca patriğimizle somut bir gerçektir.
Bu anlamda;
Eylem birliği halk güçleri arasında yapılan bir birlikteliktir. Eylem birliklerine katılım düzeyi katılımcıların bir birlerini halk saflarında görmeleri ve tanımaları gerekmektedir. Eylem birliklerinde demokrasi esastır. Katılımcıların eşit bir şekilde söz ve karar sahibi olması eylem birliklerinin temel ruhudur.
Eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda serbestlik eylem birliğinin bir diğer vazgeçilmezidir. Bunu biraz daha soyutlayacak olursak şunu anlamamız gerekmektedir; her şeyden önce eylem birliğinin oluşturduğu platforma sadık kalmak, bu platformda belirlenen ve verilmek istenen mesajların yığınlara ulaşıp, mal olmasını sağlamak ve kitlelerin bu hedefler için harekete geçirmek. Bu eylemin birlik yönünü oluşturur.
Eylemin serbestlik yönünü ise, eylemin hazırlanması çalışmalarında yürütülecek ajitasyon, propaganda, siyasetler arası ideolojik mücadele her siyasetin kendi çizgisini kitlelere kavratmaya yönelik çalışmasıoluşturur.
Ayrıca şunlarda bizim açımızdan dikkat edilmesi gereken hususlardır. Biz eylem birliğinin yarışma haline dönüştürülmesi taraftarı değiliz. Bu bakımdan eylemin serbestlik yönünden çizgi, slogan vb yarıştırma şeklinde bir sonuca varılmasın da kesinlikle karşıyız.
Ajitasyon ve propaganda da serbestlik ilkesi, her türlü ajitasyon ve propagandanın yapılması, bunun sınırsız olarak uygulanabilmesi anlamına gelmez. Bütün siyasetler bu ilkenin kabulü temelinde hareket etmeli ama somut durumda eylem birliğinin oluşmasına sebep olan meselelerde birlik yönüne ağırlık vermeli; ajitasyon propaganda yapıyorum gerekçesiyle eylemin muhtevasını karartacak, saptıracak tarzda davranış ve anlayışlara karşı olmalıdır. Yapılan eylem birliği belli siyasetlerin sınırlı sayıdaki unsurunu değil kitleleri kucaklamaya yönelmelidir. Açıktır ki, serbestlik ilkesinden pratikte herkes istediğini yapar sonucunun çıkararak kitleleri kucaklamaya yönelemez.
Eylem birliklerinde bizim açımızdan olmazsa olmazlardan biri de ilkelerimizden taviz vermemektir. Eylem birliklerinde esnek olmak gerekir. Bu olmazsa eylem birliklerini uzun vadeli olarak sürdürmek olanaksızdır. Esnek olmak ile ilkelerde tavizsiz olmak iki ayrı şeydir. Bir iki örnekle bunu soyutlayalım. Örneğin, Faşizm gerçeğini kabul etmeyen bir kurumla, faşizme karşı bir kampa örgütlemek nasıl mümkün değilse, faşizmi kabul eden bir yapıyla bir araya geldiğimizde, yapılacak kampanya konusunda esnek davranmakta bir o kadar önemlidir.
Ya da bugün, Türkiye’de Kürt ulusal sorunun çözümü konusunda çeşitli öneriler yapılmakta, çözümler önerilmektedir. Örneğin ‘’Kürt sorunun barışçıl’’ şekilde çözülmesi düşüncesi oldukça yaygındır. Böyle bir yaklaşım ve bunun üzerinden yükselecek bir eylem birliği bizim içinde yer alacağımız bir eylem birliği olamaz. Burada ki yaklaşım tamamen ilkesel bir sorundur. Bir kere ulusal sorunun çözümünden anlaşılması gereken, ezilen ulusun kendisini ezen ulus devletten ayrılarak kendi ulus devletini kurma hakkıdır. Biz bundan vazgeçer, Kürt ulusal sorunun ‘’barışçıl’’ bir şekilde çözümünü Türk devletinden beklersek, burada ilkesel bir hataya düşeriz. Biliyoruz ki, Türk devleti Kürt ulusal sorunda taraftır ve Kürtlerin ayrılıp kendi devletlerini kurmalarına hiçbir zaman razı olmayacaktır. Ancak, bizler Kürtlerin bazı demokratik hakları kazanmaları için yürüttükleri mücadeleyi destekleriz. Örneğin; anadilde savunma, anadilde eğitim, Kürtlerin anayasada ayrı bir ulus olarak kabul edilmesi, örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması için verilecek mücadelenin içinde yer alırız. Bu konuda yapılacak olan eylem birliklerine imza atarız. Ancak, tersi olarak, Kürt ulusal sorunun ‘’barışçıl’’ çözümü konusunda bir eylem birliği, ulusal sorunda ilkesiz bir tavra düşmek olur ki, bizim için bunu onaylamak mümkün değildir. Böyle bir eylem birliğinde çoğunluk Kürt ulusal sorunu ‘’barışçıl bir şekilde çözülsün’’ dese de bizim böyle bir oluşuma imza atmamız söz konusu olmaz. Fakat demokratik bazı hakların elde edilmesini temel alan bir eylem birliği içinde yer almak ve bu konuda esnek davranmak mümkündür.
Avrupa’da eylem birliği dendiğinde sadece biz Türkiyeliler birbirimizin aklına geliyoruz. Avrupa’daki kriz ve krizin doğurduğu sonuçlar üzerinden bir eylem birliği örgütlendiğinde Avrupa’daki diğer anti-faşist, anti- emperyalist kurum ve kuruluşlarında içinde yer aldığı eylem birliklerine de önem vermeliyiz.