Anasayfa , Köşe Yazıları , “Evet” İle “Hayır” Açmazındaki Nafilelik[1]

“Evet” İle “Hayır” Açmazındaki Nafilelik[1]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER | 27 – 07 – 2010 |

“Kaygılanmak ya da umut etmek değil

yeni silahlar aramak gerekiyor.”[2]

“Muhafazakâr/maneviyatçı” “Anadolu Kaplanları”nın; bir başka deyişle, önü, emek ve özgürlük mücadelesini boğan12 Eylül askerî darbesinin yol verdiği neo-liberal siyasalarla açılan, şimdinin moda tabiriyle “Askerî vesayet rejimi” altında semiren taşra burjuvazisinin “öz” partisi AKP; bu coğrafyada iktidar olmak için hükümet olmadığı gerçekliğine birbiri ardı sıra birkaç kez toslayınca, bir “fars” sergilemeye koyuldu. 12 Eylül rejiminin ve genelde askerî-sivil bürokrasinin siyaset üzerindeki müdahaleciliğini tasfiye edecek bir “sivil Anayasa” idi farsın adı.

Ve ütopyaları AB’ye endeksli liberallerin tezahüratı altında, öteki egemen fraksiyon ile, anayasa değişikliği üzerinden bir itiş-kakışa girişti. Birkaç hamlesi, kendilerini rejimin “kurucu iradesi” ile özdeşleştirip, yeni-yetme taşra burjuvazisinin ve siyasal temsilcisinin niyetlerine kuşkulu gözlerle bakan geleneksel oligarşi tarafından püskürtülse de, yılmadı. Parlamentodaki çoğunluğu, Türkiye’den bir “turuncu devrim” beklentisi içindeki iç ve dış (neo-)liberal çevrelerin alkışları ve iftar çadırlarının, valiliklerin, belediyelerin dağıttığı yardımların önünde kuyruğa dizilen yoksulların “yaşa-varol!” haykırışlarından aldığı cesaretle, her defasında, “liberal-demokrat” şakşakçıların gözünü boyayacak bir-iki tadilatın üzerini örttüğü, “geleneksel oligarşiyi” (askerî+sivil bürokrasi) etkisizleştirip (özellikle) hukuk kurumunun iplerini kendi eline verecek düzenlemeler paketini sürmesini bildi piyasaya…

Bu kez de öyle oluyor.

“12 Eylül rejiminin kökünü kazıyorum!” iddiasındaki AKP, gerçekte 12 Eylül kurumlarının denetimini eline verecek önlemleri sunmaya hazırlanıyor, referandumda. Böylelikle geleneksel laik/bürokratik elitin yerini neo-liberal Fethullahçı elitin almasını sağlayacak bir “transformasyon”u, ezilenlere, sömürülenlere “demokratikleşme/sivilleşme” olarak yutturmaya kalkışıyor. Bir başka deyişle, kalkıştığı “düzen-içi düzenleme,” burjuvazinin ezilenlere karşı kullandığı silahı sağ omzundan sol omzuna veya sol omzundan sağ omzuna geçirmekten başka anlam ifade etmiyor.

Peki, önümüzdeki 12 Eylül referandumu “fars”ının (evet evet; 12 Eylül 2010 günü gerçekleştirilecek olan referandum, yakın tarihimizdeki kanlı bir trajedinin bir ‘fars’a bağlanmasıdır!) CHP’li/MHP’li “red cephesi” neye denk düşüyor?

Anayasa değişikliklerine “Hayır!” demenin, bu zadegân açısından 12 Eylül Darbe Anayasası’na sahip çıkmak, “Devlet ve Milletin Bölünmez Bütünlüğü” adına onun kılına dokundurtmamaya yeminli, “lüzumu hâsıl olursa biz değiştiririz,” diyen bir yetkeciliği sürdürmek olduğunu vurgulamaya gerek var mı?

Olan biten, gerçekte şundan ibarettir: AKP düzenin güçleri üzerindeki hâkimiyetini güçlendirecek aygıtları anayasa hükmüne bağlamaya, dolayısıyla da iktidarını pekiştirmeye çabalarken, muarızları AKP iktidarının elini rahatlatacak bu düzenlemelere karşı çıkıp, referandumu “Vatan elden gidiyor!” aculluğu ile güvenoylamasına dönüştürme çabasına girişmişlerdir…

Bu, bu coğrafyanın sömürülenleri ve ezilenleri için bir tuzaktır; referandum, önümüzdeki dönemde egemen fraksiyonlardan hangisini sırtında taşıyacağını seçmesini istemektir emekçilerden, Kürtlerden, yoksullardan, kadınlardan, gençlerden…

Ve emekçileri, Kürtleri, yoksulları, kadınları, gençleri, yani ezcümle sömürülen ve ezilenleri referandumda “Evet” (ya da hiç fark etmez: “Hayır”) oyu kullanmaya çağırmak, bu toprakların “lanetlileri”nin yazgısını bir kez daha fillerin tepişmesine bağlamak anlamına gelmektedir.

* * *

Fillerin tepişmesinde taraf olan herkes, yani hem “ulusal sol”cular, hem de “Fethullah” muhibbi liberaller bilmelidir ki, Devrimci-sosyalistlerin 12 Eylül Anayasası’nı savunmak gibi bir derdi yoktur; olmaz da… Bu konuda her söz, muğalatadır, abes ile iştigaldir…

Abes ile iştigal edenler; AKP “Taraf”lı liberallerdir; hani “ama”lı, “fakat”lı konuşma ve yaşamayı meslek edinerek, hep sağlarından medet uman siyasal kadavralardır! (Sahi, kaç kişidir bu “Taraf”lı liberaller? Kim(ler)i temsil ederler? İstanbul’un Beyoğlu’su dışında nere(ler)de bulunurlar? Şimdiye dek hangi taşın altına sokmuşlardır ellerini?)

“Yetmez ama…” mı diyorsunuz! 12 Eylül’ün izlerini silmek mi istiyorsunuz? Çok kolay: 12 Eylül’ün sebeb-i hikmetinin karşısına dikilirsiniz! Sahi, 12 Eylül darbesi, Türkiye’de sermayenin egemenliğini tahkim etmek için yapılmamış mıydı? yoksa biz mi yanlış hatırlıyoruz?

Bunu AKP’siz (Fethullah’sız) yapmaya; niyet ve cüretiniz var mı?

Varsa işte o zaman otoriterliğe karşı çıktığınızı söylemeye hakkınız olur; yoksa susun!

“Yetmez…” deyip, ardından “Evet” diyen “aymazlık”; “Ne”yin, “Neden” yetmez olduğunun “Niçin”i konusunda niye dut yemiş bülbüle dönüyor?

Neden “şer” söylemini öne çıkarıp, ardından da “ehven-i şer” ilan ettiğine itibar edilmesini istiyor?

* * *

Ya “AKP gericiliğine karşı mücadele” kisvesiyle bu coğrafyada kokuşmuş, yozlaşmış, tefessüh etmiş ne varsa “kutsal”, “dokunulmaz” ilan eden “ulusal solcu”lar? “Anti-emperyalizm” maskenizin altından Kürtleri “düşman” ilan eden kirli bir milliyetçilik sırıtmıyor mu? Bu ülkenin emekçilerini, yoksullarını, Kürtlerini, kadınlarının, gençlerini boğan, yaşamlarını cehenneme çeviren bütün baskı ve zulüm aygıtlarını, “vatanı böldürtmeme” adına sahiplenmenize ne demeli?

İşte “açılım”dan beklediğini (ki beklediği, Kürtlerden, kendilerine verilen birkaç hak kırıntısına medyun-u şükran, İslâm maneviyatçılığı altında birleşmiş bir “millet-i sadıka” yaratabilmekti) bulamayarak “millî birlik cephesi”ne rücu eden AKP’lilerle aynı safta buluştunuz… Şimdi siperlerinizin ardında, “kim daha milliyetçi?” yarışmaları düzenleyebilirsiniz rahatlıkla…

Bizim, yani devrimci sosyalistlerin ne “şer”inizle, ne de “ehven-i şer”inizle bir işimiz olamaz.

Biz Eşitlik, Özgürlük, Eşitlikçi Özgürlük ya da Özgürlükçü Eşitliğin Anayasası, Halkların Gönüllü ve Eşit Temelli Kardeşliği’nin Anayasası’nı kaleme alacağımız kardeşlik günleri için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bazılarınıza “uçuk-kaçık”, bazılarınıza “dogmatik gelse” de: Bunun için “Evet’e de Hayır… Hayır’a da Hayır…” diyerek referandumu boykot ediyoruz!

Boykot = boşa çıkarmadır; boykot egemen siyasetin ilüzyonlarını deşifre edip, başka bir şeyin mümkün olduğunun propaganda ve eyleminin örgütlenmesidir; bağımsız emekçi çizgisinin ortaya çıkartılmasıdır!

Önümüzdeki “referandum aldatmacası” konusunda bizim tavrımız bu.

Bu duruşun coğrafyamızda her türlü ezilme/sömürü ilişkisine karşı duranlar açısından hayırlı bir ayrışmaya yol açacağı kanısındayız.

Söz konusu duruş, Kürt hareketini ve sosyalist sol’u liberal sivil toplumculuktan ayrıştırarak yeni (ve daha sağlıklı) birliklere yönelmenin önünü açacaktır. Ve suyun batı yakasında iyi anlatılabildiği takdirde, Fethullah’çı kuşatma ile 12 Eylül Anayasası arasında sıkışmış emekçi kitlelerin hegemonik söylemden kopuşunu kolaylaştırabilir.

18 Temmuz 2010 10:16:25, Çeşme Köy.

N O T L A R

[1] Newroz, Yıl:4, No:139, 22 Temmuz 2010…

[2] Gilles Deleuze.