Home , Köşe Yazıları , Ermeni Soykırımını Lenin`e „mal etmek „gafleti

Ermeni Soykırımını Lenin`e „mal etmek „gafleti

hasan_aksuNAZARET VARTANOĞLU | 04 – 07 – 2014 | Soykırımın yüzüncü yılına ramak kala Sarkis Hatspanyan tarafından yazılan bir yazı Ermeni Soykırımını çarpıtmakta ve Lenin’i soykırımın “suç ortağı” vb. ithamlarla suçlamaktadır. Sardarabad Zaferi ile ilgili yazdığı yazıda Hatspanyan tarafından getirilen bu suçlama tarihsel gerçeği yansıtmadığı gibi, soykırımın ardındaki gerçek sorumluları kamufle etmeyi beraberinde getirmektedir.

Ermenilerin Sardarabad direnişi vardır. Bu direniş 1918-1920 yıllarında Sovyet Rusya’da yabancı işgalci güçlerden ve onların kumandasında hareket eden karşı-devrimin tüm güruhlarının topyekün saldırısına karşı verilen mücadeleden kopuk değildir. Dönemin Alman devletince desteklenen İTC(İttihat ve Terakki Cemiyeti) tarafından yapılan saldırı ve işgal Ermeni halkı tarafından Sardarabad bölgesinde geri püskürtülmüş ve yenilgiye uğratılmıştır. Elbetteki bu mücadeleyi selamlıyorum.

Ama Hatspanyan daha yazısının giriş bölümünde Sardarabad Direnişi’yle hiç ilgisi olmayan bir yaklaşımla, Lenin’i Ermeni Soykırımı’na “göz yummak”la ve “soykırım ortaklığı”yla suçlamaktadır. Dolayısıyla soykırımın faili Osmanlı İmparatorluğu’nu yönlendiren mevcut devletleri ve mevcut sistem sorumlularını kamufle etme gibi bir tavır içerisine girmektedir. Bu durum mevcut gerçekliğin kitlelerden dezenferme ve manipüle edilme tavrının bir sonucudur. Nitekim uluslararası emperyalist sistemin de bizzat sorumlu olduğu Ermeni Soykırımı, onların kalemşörlerince bu minvalde dünya kamuoyuna lanse edilmektedir. Dünyaya hükmeden ve yönlendirenlerin mevcut imkanlarıyla yarattıkları sanal alemlerle çarpıttıkları tüm tarihi gerçeklik Ermeni jenosidi sorununda de kendisini göstermektedir. Ve bu manipülasyon günümüz konjonktüründe Lenin şahsında giderek daha öne çıkarılmaktadır.

Ben Sarkis Hatspanyan tarafından o mantık silsilesince yazılmış yazının mantalitesini eleştiriyorum. Sorununun daha net yansıtılması açısından dönemin Kafkasya Ermenilerinin 1918-1920 yıllarına dayalı tarihsel konumlarına değinmeyi gerekli görüyorum. Ancak sorunun daha net açıklanması açısından kar hırsı ve her türlü çıkar için her türlü baskı ve saldırıyı mübah gören emperyalistlerin bu yapısına kısa da olsa değinmeyi gerekli görüyorum.

ERMENİ SOYKIRIMININ YAPILDIĞI TARİHSEL KOŞULLAR

Her toplumsal olay gibi Ermeni Soykırımının da nesnel tahlil edilebilmesi, sorunun gündeme geldiği tarihsel süreçle bağlantılı ele alınmasını gerekli kılar. Dolayısıyla Ermeni Soykırımı dönemin maddi, sosyal ve siyasal koşullarından kopuk ele alınamaz. Aksi takdirde tehcirle iç içe geçerek bir topluma yapılan jenosidin gerçek muhtevası görülemez. Ve sorun dar bir alana hapsolur.

Bilindiği gibi Ermeniler uluslaşma sürecine girmeye başladıkları 19. yüzyıl sürecinde Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası’nın baskı ve tahakkümü altındaydılar. Bu süreçte dahi bu devletler ortaçağın feodal-fetihçi karakterleri sonucu topraklarını ilhak ettikleri toplumların ulusal kimliklerini özgürce yansıtmalarına müsaade etmiyorlardı. Bu arkaik yapıları nedeniyle Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu kapitalizmin şafağında ezilen diğer halklar gibi- Ermenileri katmerli ulusal baskı ve sömürüye tabi kılmışlardı. Ermeniler Hristıyan olmaları nedeniyle, kendisini İslamiyetin merkezi temsilcisi olarak gören Osmanlı İmparatorluğu’nun daha müzmin baskı ve sömürüsüyle karşı karşıyaydı. Nitekim bu devletin baskısı kalkmadığı gibi, Ermenilerle beraber Rumlar ve Süryani/Asuriler topyekün soykırıma maruz kalmışlardı.

(2)

Ermeni soykırımının olduğu çağ ve koşullar, esasta Avrupa merkezinden çıkan kapitalizmin giderek askeri ve mali ilhaklar üzerinden diğer kıtalara yayılmasının tamamlandığı sürece tekabül ediyordu. Dolayısıyla bu tarihsel süreç kapitalizmin ilerici karakterini iyice yitirdiği ve girdiği ülkeleri pazar olarak kendisine bağımlı kıldığı emperyalist aşamadır. Nitekim 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa, Almanya gibi emperyalist devletlerin pazarı durumuna düşmüştü. Düyun-u Umumiye uygulamasıyla bu ülkelerin mali ilhakı altına girmişti. Dolayısıyla Osmanlı Devleti artık onlardan bağımsız hareket edemiyordu. İç ve dış politikaları bu Avrupa devletlerine endeksliydi. Ortaçağın saf feodal-fetihçi devleti uluslararası alandaki bu nitel değişikliğe artık ayak uyduramamış ve giderek sürece müdahale eden ve yönlendiren bu gelişmiş kapitalist devletlerin manyetik alanına giren bağımlı devlete dönüşmüştü.

Dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer sorunları olduğu gibi Ermeni sorunu da artık -iç sorun olmaktan çıkmış- emperyalistlerin gündeminde yer alan uluslararası bir sorun haline gelmişti. Artık gericileşen bu devletler tüm sorunlarda olduğu gibi Ermeni sorununda da statükocu tavır içindeydiler. Tüm bu yaklaşım Ermenilere reva görülen katmerli baskının Avrupalı devletlerce mübah görülmesinden başka bir şey değildi. Kendilerine bağımlı kıldıkları bu ülkelerde demokratik devrimin olması önünde artık engel teşkil ediyorlardı. Bunun sonucu ulusal eşitsizlik ve ulusal baskıların günümüze kadar devam etmesinde statükocu rol oynamışlardır. Dolayısıyla Ermeniler üzerindeki baskı, tahakküm ve soykırımda emperyalistlerin de sorumluluğu vardır. Nitekim 2.Abdülhamit ve İttihat ve Terakki Cemiyeti(İTC) döneminde bu durum kendisini daha açık bir şekilde göstermiştir.

Daha net bir ifadeyle bağımlı ülkeler burjuva demokratik devrimlerini tamamalıyamamış ve tarihsel sorunlarını çözememişlerdir. Bunun sonucu giderek burjuva devrimlerini yapan kapitalist devletlere bağlanmış ekonomik ve mali alanda olduğu gibi siyasi olarak da onların hükmü altına girmişlerdir. Dolayısıyla Ermeni ulusal sorunu bu devletlerin bünyesinde çözüme ulaşmadığı gibi -diğer ulusal sorunlar gibi soykırımla sonuçlanan bir sorun halini almıştır.

Ermeni soykırımı Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerçekleştirilmiştir. Tarihe ayak uyduramayan ortaçağın Osmanlı Devleti Ermenileri, Rumları ve Asurileri geçen yüzyılın başlarında tehcirle ve soykırımla yok etmiştir. Ama soykırımın olduğu tarihsel konjonktür aynı zamanda emperyalistler arası paylaşım savaşının patlak verdiği bir dönemdir. Bunun sonucu Osmanlı sınırlarındaki Ermeniler yok edilir. Rusya sınırlarındaki Ermeniler de emperyalistlerin kumandasındaki Türk devleti tarafından hedef alınır. Bu sorunu yazının sonraki bölümünde daha ayrıntılı alacağız. Ancak bunu dikkate almayanlar soykırımın nesnel tahlilini yapamadıkları gibi sorunu çarpıtırlar ve soykırımın ardıllarını bir bütün olarak göremezler.

LENİN’E GETİRİLEN MESNETSİZ SUÇLAMA VE

EMPERYALİSTLERİN KAMUFLE EDİLMESİ…

Nitekim Sarkis Hatspanyan da aynı mantaliteyle hareket ediyor ve İtihat ve Terakki Cemiyeti(İTC) tarafından gerçekleştirilen soykırımın ardındaki emperyalist devletleri kamufle ediyor. Onların soykırımda oynadıkları sevk ve idare rolünü görmezden geliyor. Böylesi tavır emperyalistler tarafından en yatkın kesimler üzerinden topluma angaje edilmeye çalışılıyor. Onların kulvarında hareket eden biat kesimler doğaları gereği piyasaya sürülen sanal fantaziler üzerinden nesnel gerçekliği çarpıtıyorlar. Nitekim Hatspanyan da Ermeni Soykırımına ilişkin aynı minvalde yer alıyor. Getirdiği iddialar üzerinden Ermeni Soykırımının faillerini aklama ruh haletiyle soykırımın faturasını uydurma tezlerle Lenin’e  mal etmeye çalışıyor. Lenin’i öne sürerek gerçek dışı ithamlarla “soykırıma göz yummak”la, “soykırım ortağı olmak”la suçlamaktadır. Bu iddialar aslı astarı olmayan ve burjuva önyargısıyla yapılan suçlamalardır. Daha yazısının baş paragrafında Lenin’e yönelik getirdiği suçlamalar şöyledir: (3)

“1917 Ekim’inde Rusya’da gerçekleştirilen devrim sonrası iktidara gelen Sovyet hükümetinin çağrısıyla Birinci Dünya Savaşı’nın Güney Kafkasya Cephesi’ndeki Rus askeri birlikleri bulundukları yerlerden geri çekilirler. 1915’te soykırıma uğramış Ermeni ulusu için bu geri çekilme çağrısı, halkının Ermenistan’ın doğusunda kalmayı başaran az sayıda insanların da katledilerek, yok olmasına eşdeğerdi ve Vladimir İlyich Lenin bu durumun Ermeniler için ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğunu herkesten çok iyi bildiği halde, olası yeni bir soykırıma göz yumar. Aynı suçu bir yıl sonra Mustafa Kemal ile işbirliğine girerek de işleyecek ve bir soykırım ortağı olarak tarihteki yerini alacaktı.”

1)Hatspanyan soruna eklektik ve dar bir bakış açısıyla bakıyor. 1917 Ekim Devrimi’ne ve önderi Lenin’e sitem ediyor ve ağır ithamlarda bulunuyor. Ekim Devrimi’ni ve Lenin’i soykırımın nedeni olarak görüyor!.. Ekim Devrimi’yle “Rus askerlerinin geri çekilmesine” sitem ediyor ve “soykırımı Ekim Devrimi’ne” bağlıyor… Dolayısıyla Ekim Devrimi öncesi Rusya’daki çarlık Rusya’sını savunuyor. Oysa Çarlık Rusyası da Osmanlı İmparatorluğu gibi ortaçağa tekabül eden ve her türlü demokrasiye kapalı bir toplumdu. Bunun sonucu Ermenilerle beraber 16 ulus ve onlarca milliyet bu ortaçağ devletinin askeri ilhakı ve ulusal baskısı altındaydı. İşte geri çekilmesine sitem edilen Rus askerleri Ermenilere baskı yapan gerici Çarlık Rusyası askerleridir. Böylesi bir devletin gerici askeri kurumunu savunmak ve medet ummak gaflettir. Kaldı ki, “Eski, dağılmakta olan çarlık ordusu, Alman emperyalizminin silahlı güruhuna karşı duramadı ve onun darbeleri altında sürekli geriledi.”(Stalin, cilt 15, SBKP Tarihi, sf.246)

2)Nitekim bu Çarlık Rusyası askerleri 1. Dünya Savaşı döneminde daha soykırımın arifesinde Ermenilerin yoğun oldukları Van şehrine girerler. Akabinde soykırımın başladığı dönem Ermenilerin yine yoğun olduklar Erzurum, Erzincan, Muş, Bitlis gibi şehirlere de girerler. Ama Çarlık Rusya’sının bu beyaz ordusu buralara Ermenilerin kurtuluşu için girmemiştir. Emperyalist emellerle yeni pazar alanlarına sahip olma dürtüsüyle girmişlerdir. Dolayısıyla bu ruh haletiyle Çarlık Rusyası’nın askerleri Ermenilerin soykırımına müdahalede bulunmazlar. Doğaları gereği soykırıma seyirci kalırlar.

3)Ermeni soykırımı 1915-’16 tarihinde gerçekleşiyor. Türkiye Ermenileri kitlesel katliamlarla ve zoraki tehcirle yok ediliyor ve topraklarından sürülüyor. Topraklarına ve yarattıkları değerlere el konuyor. Tüm bunlar 1917’de olan Rusya’daki Ekim Devrimi’nden evel gerçekleştiriliyor. Bir başka deyişle tüm bunlar henüz Çarlık Rusyası Devletinin varlığını devam ettirdiği süreçte oluyor.

4)Sarkis Hatspanyan tüm bu gerçekleri göz ardı ederek soykırımın gerçek faillerini ve esas suç ortaklarını gizliyor. Ermeni Soykırımının perde arkasında Osmanlı devletiyle birlikte dönemin emperyalist devletlerini görmekten uzak kalıyor.. Soykırım İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından emperyalist savaşın patlak verdiği bir süreçte oluyor. Soykırımı yapan Türkiye Almanya’ya bağlanmış ve onun kulvarında hareket eden bir devletti. Savaşa Almanya tarafından çekilmiş ve savaşta izlenen güzergah da Almanya tarafından çizilmiştir. Nitekim Almanya’nın planı Türkiye üzerinden Kafkasya ve Orta-Asya’ya açılmak ve kendisine bağımlı pazar alanları oluşturmaktı. Bunun sonucu Almanya Türk devletine Pan-Turanizm emelleriyle böylesi ütopik bir misyon yüklüyor.

5)Turanizme tekabül eden Pan-Türkizm(Türkleştirme) doktrini içte ise Ermenileri (beraberinde Rumları ve Asurileri) hedef alır. Ermeni soykırımı bu doktrinin önceden planlanması sonucu yerine getirilir. İttifak devletleri içinde yer alan Osmanlı imparatorluğu,  saflarında hareket ettiği Almanya ve Avusturya’dan bağımsız hareket etmemiştir. Savaşın silahlarını ve savaşın mali yardımını Almanya’dan alır. Osmanlı İmparatorluğu’nun İçinde yer aldığı savaşın planları bizzat İttifak Devletleri lideri dönemin Almanyası tarafından yapılır. Dolayısıyla bu planın bir parçasını oluşturan Ermeni Jenosidi Almanya’nın onayıyla alınmıştır.(4)

6)Nitekim Almanya’nın Osmanlı imparatorluğu ile ilişkilerini geliştirmeye başlamasıyla oluşturduğu politikalar Ermeni aleyhtarı politikalardır. Nitekim Ermeniler üzerinde baskılar arttıkça Ermenilerin taleplerine Almanya kayıtsız tavır takınır. Daha savaş başlamadan evel Ermeni Patriği Malakia Ormanyan, Alman İmparatoru II.Wiiliam’dam “Ermeni zulmünü durdurmak için müdahale etmesini” rica etmiştir. Ama Alman İmparatoru, Ermeni patriğini terslemiş ve “umurumda bile değil” demiştir. 1909 Adana katliamını adeta onaylarcasına “Ermeniler’den bize ne?” demiştir.(Wolfgang Gust, Alman Belgeleri, sf.10) 1914’teki 1.Paylaşım Savaşı arifesinde özel bir resepsiyonda topladığı, yüksek rütbeli Alman subaylarını “Türkiye’nin dahili meselelerine müdahil olmayın” (age.sf.11) diyerek uyarır. Savaş başladığında ise Alman Başbakanı Theobald von Bethmann Holweg “Bizim yegane amacımız savaşın sonuna kadar Türkiye’yi kendi yanımızda tutmaktır. Bunun için Ermenilerin yok olup olmaması bizim için fark etmez”(age.sf.134) diyerek Almanya’nın tavrını belirtiyordu…

7)Sovyet Devrimiyle birlikte Almanya, Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu’ndan oluşan İttifak Devletleri, Sovyet Rusya’ya saldırır ve birçok yeri işgal ederler. Ayrıca İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya gibi 1.Dünya Savaşı’nın galip devletleri de Sovyet Rusya’ya askeri çıkartmalar yaparlar ve yerli gerici mihraklarla Sovyet yönetimine karşı iç savaşlar başlatırlar. 1. Paylaşım Savaşı’nı başlatan tüm emperyalist güçleri karşısına alan Sovyet Rusya onlara karşı kararlı bir mücadele verir. Lenin’in başında bulunduğu RSDİP askeri örgütlenmeye giderek Antant devletlerin ve tüm yerli gerici güçlerin saldırısını püskürtür ve sonunda Sovyet yönetimini ilan ederler.

8)1918-1920 yılları arasındaki İttifak ve İtilaf devletlerince yapılan bu saldırılar sonucu üst üste el değiştiren Ermenistan toprakları, Bolşeviklerin kararlı mücadelesiyle Sovyetler Birliği içerisinde yer alır. Sovyet yönetimiyle birlikte özerk Ermenistan Cumhuriyeti kurulur. Burada dikkati çeken diğer bir olgu, bir ortaçağ devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun hükmü altındaki Doğu Ermenistan’daki Ermeniler soykırıma maruz kalırken; yine aynı süreçte çarlık Rusyası’nın hükmü altındaki Ermeniler özgürlüklerine kavuşur ve Özerk bölgesel yönetimle Sovyet sınırları içerisinde yer alırlar.

Görüldüğü gibi hem soykırımın, hem de Sovyet Ermenilerine yapılan saldırıların ve katliamların gerçek faillerini görmek yerine, Lenin’i ve şahsında sosyalist sistemi sorumlu göstermek gafletine düşüyorlar. Bunu yaparken gerçekleri manipüle ve dezenfekte etmeye çalışmaktadırlar. Uluslararası finans kapitalin bu köhnemiş yöntemi 1990’lardan sonra statükocu kalemlerce daha ayyuka çıkarılmıştır. Böylesi bir süreçte hızı artan esen rüzgar üzerinden sağa-sola fırlatılan kof unsurların sayısı daha artmıştır.Onlar üzerinden Lenin’e ve Ermeni Soykırırmının tarihsel gerçekliğine saldırı daha tırmandırılmıştır.

Ama tüm çabalarına karşın, geçmişe kıyasla mevcut sistem daha çürümüş ve daha can çekişmektedir. İnatçı tarih bu saldırıları püskürtmekte ve tarihin çöplüğüne atmaktadır.

1918 İLHAKÇI BATUM ANTLAŞMASI VE SARDARABAD DİRENİŞİ…

17 Ekim Devrimi tüm gerici devletleri rahatsız etmiştir. Dünya tarihinde ilk kez bir ülkede   gerçekleşen Sovyet Devrimi, emperyalist güçleri ve onlara bağımlı gerici mübahları ürkütmüştür. Burjuvazi tarih sahnesine çıktığından beri ilk kez iktidarı kaybetniştir. Ve bu devrim onlarca ulusa ve milliyete mensup işçi sınıfı ve emekçi halk yığınları tarafından dünyanın en büyük yüzölçüsünü oluşturan ülkede gerçekleştirilmiştir.(5)

Ayrıca 17 Ekim Devrimi 1. Dünya Savaşı’nın olduğu koşullarda gündeme gelmiştir. Dünya pazarlarının yeniden paylaşımı için karşı karşıya gelen devletler böylesi bir durum karşısında, hem eski gerici statükoyu işbaşına getirme, hem pazarları kendi alanlarına dahil etme amacıyla Sovyetlere saldırırlar.

Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu 1918’in başlarında Sovyetlerin birçok topraklarına saldırır ve işgal ederler. Alman emperyalizmi yeni kurulan Sovyetleri daha ayakları üzerine dikilmeden yıkmak ve ülkeyi fethetmek amacını güder. Böylece Sovyet iktidarını yıkarak ülkeyi kendi denetimine alacaktır. Bu işgalin olduğu koşullarda Rusya Devrimi yeni olmuş, düzen dizayn edilememiş, ülke ekonomik olarak çöküntü içine girmiş, ve askeri ordu oluşturulamamıştır. Kısacası sosyalizmin inşası başlatılmadan karşı-devrimin dünya çapında saldırısına geçilmiştir. Bu şatlar altında savaşı sürdürmek Sovyetler Birliği yönetilerince doğru görülmemiştir.

Bu koşullarda Sovyet Yönetimi Alman Devletiyle barış antlaşmasına gider. Bu kararı Parti Merkez Komitesi alır. Amaç yapılacak barış ile “soluk alma molası”na gitmek, düzenli ordu oluşturmak, sistemin inşasını başlatmak ve sağlam temellerini atmaktır. Ancak yukarıda açıklanan gerekçeler sonucu belli tavizler verilir. Brest-Litovsk’ta yapılan barış görüşmeleriyle “Polonya dışında Letonya ve Estonya da Almanya’nın eline geçti. Ukrayna, Sovyet Cumhuriyeti’nden koparıldı ve Alman devletinin bir vasaline dönüştürüldü. Sovyet Cumhuriyeti Almanlara tazminat ödemek zorunda kaldı.”(Stalin, cilt 15, SBKP Tarihi, sf.247)

Ayrıca Brest- Litovsk Antlaşması sonucu 3 Mart 1918 tarihinde, Kafkasya sınırlarındaki Kars, Ardahan, Artvin illeri Almanya’nın müttefiki olan İttihat ve Terakki Cemiyeti liderliğindeki Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil edilir.

Ancak Almanya liderliğindeki İttifak Devletleri bizzat kendilerinin yer aldıkları Brest-Litovsk Antlaşması’yla yetinmezler. Amaçları Sovyet topraklarını tümden ilhak etmek ve kendi sınırlalarına ve etki alanlarına dahil etmekti. Bunun için yeni saldırılara geçerler.

Bu saldırılar Ermenilerin de olduğu Trans-Kafkasya bölgesinde de baş gösterir. Bunun sonucu“Trans-Kafkasya’yı Sovyet-Rusya’dan kopardılar; Gürcü ve Azeri milliyetçilerinin isteği üzerine buraya Alman ve Türk birlikleri gönderdiler ve Bakü ile Tiflis’te istedikleri gibi at koşturmaya başladılar. Don boyunca Sovyet iktidarına karşı bir isyan çıkarmış olan General Kraznov’a, açıkça olmamakla birlikte, bol miktarda silah ve erzak sağladılar.”(age.sf.260)

Kafkasya’nın Sovyet Rusya’dan tümden koparılarak Almanya’nın ve müttefiki Osmanlı devletinin denetimi altına alınması hedeflenmiştir. Bunun sonucu İTC liderliğinde Türk askerleri Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’a asker çıkarırlar. Hedefleri Pan-Turanizm (Pan-Türkizm, Pan-İslamizm) emelleriyle buralarda kendi hükümleri altında piyon devletler oluşturmaktır. Bu devletler üzerinden Trans-Kafkasya’da ırkçı, bağnaz ve ilhakçı emellerini egemen kılmayı hedeflerler. Ancak bununla yetinmeyip beraberinde aynı emellerle ve Turancı Pan-Türkizm doktriniyle Kafkasya’dan Orta-Asya’ya açılmak hedefleri vardır. Batı kıtasında kaybettiği toprakları, doğu kıtası üzerinden Kafkasya ve Orta-Asya işgalleriyle gidermeyi önüne koymuştur. Tüm bunlar beraberinde müttefiki olduğu Almanya’ya yeni pazar alanlarının önünü açmayı da hedeflemiştir. Dolayısıyla İTC önderliğindeki yaşlanmış ve köhnemiş Osmanlı devleti Almanya emperyalizminin kumandasında hareket etmiştir.(6)

Bunun için Osmanlı İmparatorluğu bölgedeki gerici-piyon güçlerle ilişkiye geçer ve Azerbaycan’da Musavatlar, Gürcistan’da Menşevikler üzerinden kolay ilişki kurarlar. Ermeni Taşnaklar hareketi ise bu sürecin arifesinde yaşanmış 1915 soykırımı nedeniyle Musavatlar ve Menşevikler gibi Türk devletiyle ilişki kurmaktan kaçınır ve onların hükmü altına girmekten çekinirler. 1892’de oluşan ve 1905e kadar ulusal-devrimci normlarla hareket eden Taşnaklar, giderek uzlaşmacı ve anti-Bolşevik hareket halini almıştır. Ulusal hareket olarak giderek devrimci misyonunu yitirmiş ve karşı-devrimci niteliği öne çıkmıştır. 17 Ekim Devrimi sonrası Bolşeviklerin varlığı karşısında, her türlü karşı-devrimci güçlerin hükmü altında hareket eden piyon hareket halini almıştır. Öyleki, İTC’nin Sovyet Ermenistanı’na yönelik işgaline direnmezler. Teslimiyetçi hatta yer alırlar.

Mevcut durum üzerine İTC önderliğindeki Osmalı devleti Transkafkasya’yı işgal ettikten sonra Sovyet Rusya’dan kopuk kendi denetimleri altında Menşevikler üzerinden “Gürcistan Cumhuriyeti” ve Musavvatlar üzerinden “Azerbaycan Cumhuriyeti”’ni ilan eder. Taşnaklara ise “Ermenistan Cumhuriyeti”ni ilan etmek için 29 Mayıs 1918 tarihine kadar süre tanımıştır. Taşnak yönetimi İTC’nin tehditlerine karşı tavır alamamıştır. Ve onların dedikleri doğrultuda hareket etmiştir.

Bunun üzerine “28 Mayıs sabahı saat 10.00’da kendi toplantı yerinde biraraya gelen Ermeni partileri temsilcileri kendilerinin “Bağımsızlıktan yana” olduklarını açıkladılar. Bir tasarı redakte edildi ve öğle saat oniki de Ermenistan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ilan edildi.”(Antranik Çelebyan, Antranik Paşa, sf.271)

Ancak bu “Bağımsızlık” ve ilan edilen “Ermenistan Cumhuriyeti” mevcut Türk devletinin ültimatomu sonucu Batum Antlaşması’yla kabul edilmiştir. Taşnak delegeleri olan Kaçaznuni, Khadisyan ve Babacanyan gittikleri Batum’da İTC delegeleriyle bu antlaşmayı imzalamışlardır. Ancak bu “Ermenistan Cumhuriyeti” 1915’te Ermeni Soykırımını yapan bir devletin ültimatomu sonucu ilan edilmiş bir “cumhuriyet”tir. Dolayısıyla böylesi bir “Cumhuriyet” kalan Ermenileri de Ermenilere alerjisi olan devletin tehditi altına alıyordu.

Nitekim -Sovyet sınırlarındaki- ültimatoma dayalı ilan edilen “Ermenistan Cumhuriyeti”nin 29 bin 500 kilometrekare tutan toprağın 9 bin kilometrekaresine “bağımsızlık” tanınıyor, geri kalan Ermeni toprakları doğrudan Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil ediliyordu. 9 bin kilometrekarelik “Küçük Ermenistan” ise Talat Paşa’nın, Enver Paşa’nın, Cemal Paşa’nın yönettikleri devletin denetiminde olacaktı… İşte 28 Mayıs 1918’de Batum Antlaşmasıyla ilan edilen “Ermenistan Cumhuriyeti” buydu…

Türk devletinin azgın saldırıları beraberinde Ermeni kitleler üzerinde tepkiler oluşturur. Mevcut baskı ve saldırılar karşısında Taşnakların teslimiyetçi tavırlarına karşın; aynı tarih ve süreç Ermeni kitlelerin direnişini beraberinde getirir. Sardarabad, Baş-Abaran, Karakilise’de Türk devletinin müzmin saldırılarına karşı Ermeni kitleler kendiliğinden bir araya gelirler ve direniş kararı alırlar. “Halk Erivan tiyatrosunu hınca hınc doldurmuştu. (Sonraları parlamento oldu). Bunların yüzdedoksanını kadınlar oluşturuyordu. Bazıları ümitsizliğe kapılıp ağlamaktadır. İşte o sırada hatiplik yeteneğinden yoksun fakat çelikten yüreğiyle güçlü Aram sahneye çıkar ve elini masaya vurarak bağırır; ‚Bir adım geri çekilmek yok.‘ Aslan başını sallayarak ve kararlı adımlarla küçük sahnede hareket ederek sözünü Ermeni analarına yöneltir. ‚Eğer Ermeni anaları kendi çocuklarını feda etmezlerse hepimizin hem hayatı hem de onuru yok olacaktır. Ermeni kadınının kendi anlamının büyüklüğünü farkedip kendi kutsal görevini yerine getirme zamanı gelmiştir‘. Sahneye birbirine karışmış saçlarıyla bir ihtiyar kadın çıkar ve sözünü Aram’a  yönelterek; ‚Üç oğlum var, üçü de vatan için kurban olsun. Daha fazlasına sahip olmadığım için üzgünüm.‘ diye konuşmada bulunur. (7)

Çelik yürekli Aram kendi etkileyici iletişimiyle geri çekilmekte olan Ermeni ruhunda bir devrim gerçekleştirir.

Çanların çınlaması kader belirleyici çatışmanın alarmını vermişti.

Halk ve ordu, kadın ve din adamı herkes Sardarabat’a doğru yöneldi.

24-29 Mayıs günlerinde General Silikyan kuvvetli bir saldırıyla Sardarabat ovasındaki Şevket Paşa kuvvetlerini bozguna uğrattı. Ermeni süvari birliği neyarı Gümrü tepelerine kadar bozguna uğrattı.”(age. sf.268)

Görüldüğü gibi bir taraftan 28 Mayıs 1918’deki Batum Antlaşmasıyla, teslimiyetçi ruh haletiyle 9 bin kilometrekarelik “Bağımsız Ermenistan” ilan edilirken; diğer taraftan 22-29 Mayıs 1918’de İTC tarafından yapılan saldırıları göğüsleyen ve püskürten Ermeni halkının Sardarabad direnişi olmuştur. Aynı topraklarda, aynı tarihte, aynı güçlerin saldırı furyasına karşı birbirinden nitel olarak farklı tavır takınılmıştır. Teslimiyetçi tavra karşı, başgösteren direniş tavrı…

28 Mayıs’ta imzaladıkları antlaşma metnini bir gün sonra Batum’daki İTC temsilcisine iletmek için ayaklarına giden Taşnak temsilcileri henüz Sardarabad zaferinden bihaberdirler. ”Batum’daki Ermeni delegeleri 29 mayıs akşamı saat 19’da Osmanlı koşullarını ültimatomdan bir saat önce kabul ettiklerine dair mektubu ilettiklerinde, Sardarabat zaferinden haberleri dahi yoktu.” (age, sf.272)

Türk ordusu imzaladığı Brest-Litovsk Barış Antlaşması’na uymaz ve 15 mayıs 1918’de Gümrü’yü işgal eder ve Yerevan, Sardarabad ve Karakilise’ye doğru ilerler. İTC’nin vandallerince yapılan Sardarabad ve yöresindeki saldırıya karşı yöre halkı direniş gösterir. Yörenin Ermeni kitlesi ile Ezidi Kürtler ve emekçi Ruslar da Ermenilerle birlikte yiğitçe savaşırlar. Dolayısıyla verilen savaş tüm halk katmanlarının yer aldığı bir savaştır. Yöre halkı kendilerinden sayıca üstün olan düzenli Türk ordusuna karşı ellerine ilk kez aldıkları silahlarla üstün bir direniş gösterirler. Ve sonuçta onları püskürtürler, topraklarına sokmazlar. Düzenli Osmanlı-Türk Ordusu neye uğradığını şaşırır ve çatışma alanını terkeder. Üç binden fazla ölüyü savaş cephesinde bırakarak bölgeyi terkederler.

Mayıs ayının 24-28’inde Karakilise’de devam eden kanlı çarpışmalarda ise, İTC’ye bağlı Türk ordusu ağır kayıplar vermesine karşın, eşit olmayan güçler dengesi nedeniyle bu kez savunma hattını yararlar. Ve Musavatların inleri Gence’ye doğru ilerlerler. Amaçları bu gerici Azeri taşeron güçle birleşerek Bakü Komünü’ne yönelik imha saldırıları düzenlemek ve Bakü’yü de ele geçirmektir. Ancak Alman devletiyle saldırılar yapmalarına rağmen Ermeni asıllı Bolşevik önder Istepan Şahumyan önderliğindeki Bakü Komünü direniş gösterir. Bakü, Alman ve Türk devleti tarafından kukla cumhuriyetler içerisine alınamaz. Ama anti-Ermeni Türk devleti tarafından Baküye yapılan saldırılarda 30 bin Ermeni öldürülür ve binlerce Ermeni göçe zorlanır.

Tüm bu gelişmeler karşısında Sardarabad’da gösterilen direniş Ermeniler belleğinde özel yer edinmiştir. Ermeni yazar M. V. Arzumanyan da buna dikkat çeker.

“Diğer taraftan Gürcü Menşevikler ve Ermeni Taşnaklar, kurtuluşlarının sadece Almanların “yardımlarında” olacağı hayaline kendilerini kaptırır. Yerevan ise Ermeni emekçi yığınlarının, Taşnakların çözümsüzlüğe çare olarak köleliği kurtuluşmuş gibi gören politikalarının tersine, 1918 yılının Mayıs ayı sonlarında

Sardarabad, Baş-Abaran ve Karakilise’de Türk işgalcilerine karşı eğer güçlü darbeler indirerek onları geri püskürtmeseydi, kesinlikle düşer ve büyük bir olasılıkla haritadan silinirdi.(abç) Böylece yabancı işgalcilere karşı Sardarabad’da verilen meydan savaşında   kahramanca mücadele eden Ermeni emekçi yığınlarının zaferi Bakü Komüncülerinin  sürdürdüğü haklı davalarını kendi davaları olarak kabul ettiklerinin de göstergesiydi”  (Kafkasların Lenin’i Stepan Şahumyan, M.Arzumanyan sf.470)  (8)

Alman ve Türk devletinin saldırıları karşısında Ermeniler ve Ezidi Kürtlerin başlattığı Sardarabad direnişi, Trans-Kafkasya’da yeni bir sürecin önünü açıyordu. Bolşevikler Alman ve Türk devletinin bu işgallerini kabullenmezler. Bu işgaller, Kafkasya’nın gerici emeller doğrultusunda ilan edilen sosyalist sistemden koparılmasını hedeflemektedir. Emperyalistlerin ve onların uzantıları yerli gericiliğin saldırılarını mahkum eden Bolşevikler, onlara karşı verilecek mücadelenin ve örgütlenmenin temellerini atarlar. 21 Haziran 1918’de “Kafkaslarda ne olduğunu, neler olduğunu gayet iyi biliyoruz, Kafkasya’daki Menşeviklerin saldırgan Türk Devletiyle ittifak yaptıklarını da çok iyi biliyoruz” diyen Lenin, Sovyet halkının örgütlenmesini savunur.

Bunun sonucu “Lenin, ‚Herşey cephe için!‘ şiarını attı ve yüzbinlerce işçi ve köylü gönüllü olarak Kızıl Orduya katılarak cepheye hareket etti.” (SBKP Tarihi, sf.261)

Artık yeni bir sürece girilmiştir. Almanya ve Osmanlı devletinin ilhaklarları ve azgın saldırılarının yerini, 1. Dünya Savaşı’nın galip devletlerini oluşturan Antant Devletlerinin ve yerli işbirlikçilerin saldırıları alacaktır.

1920 İLHAKÇI GÜMRÜ ANTLAŞMASI VE

ERMENİSTAN SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETİ’NİN İNŞASI…

Birinci Paylaşım Savaşı 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen sonuçlandırılır. Başını Almanya’nın çektiği İttifak devletleri savaşın mağlubu olarak işgal ettikleri tüm ülkelerden çekilirler. Müttefiki Türkiye de Kafkasya’dan çekilir. Buna karşın savaşın galibi olan Antant emperyalistleri Sovyet Rusya’nın topraklarını işgal ederler. 17 Ekim Devrimi’nden evel müttefikleri olan Çarlık Rusyası’nda sosyalist devrimin patlak vermesi, başını İngiltere, Fransa, Japonya, Amerika, İtalya gibi emperyalist devletleri ürkütmüştür. Sınıf karakterleri sonucu devrimden ürken Antant devletleri devrimin akabinde Rusya’ya asker çıkartmış ve ülkeyi işgal etmişlerdir.

Daha savaş bitmeden Sovyet Rusya’ya giren bu devletler; iktidardan alaşağı edilen burjuvaziyle, büyük toprak ağaları ve kulaklarla, tefeci ve tüccar kesimlerle, Çarlık Rusyası’nın saray tabakası, generaller ve tüm gerici katmanlarla birlikte hareket ettiler. Sovyet iktidarı, iç ve dıştaki tüm karşı-devrim güçlerini bir araya getiriyordu. Ayrıca Kazaklar, Sosyal Devrimciler, Menşevikler, Anarşistler, gerici ulusal hareketler vb. işbirlikçi yapılar da anti-Sovyetik saflarda yer almışlardır. Kısacası Sovyet Devrimi sonucu, Antant emperyalistleri ve tüm gerici güçler birleşerek Sovyet iktidarına ve Sovyet halkına karşı saldırı furyası başlatmışlardır.

Karşı-devrimin saldırısı hızla bir çok bölgeye yayıldı. Antant devletleri asker çıkardıkları Kuzey Rusya’daki Arhangelsk ve Marmansk bölgelerini işgal ederek Beyaz Muhafız ayaklanmasını desteklediler. Ve bölgedeki Sovyet iktidarını devirerek “Kuzey Rusya Hükümeti” kurdular.

Ayrıca Japonlar Rusya’nın Kuzeyindeki Vladivostok’a asker çıkarıp bölgeyi işgal ederler. Bölgedeki Beyaz Muhafız asilerini desteklerler.

Ayrıca Alman emperyalizminin yenilgisi sonucu Bolşevikler Brest-Litovsk Antlaşmasını fesh ettiklerini açıklarlar. Ancak Alman emperyalizmi ve müttefikleri işgal ettikleri Estonya, Letonya, Beyaz Rusya, Litvanya, Ukrayna ve Kafkasya topraklarından çıkmalarına karşın; bu sefer o topraklara Antant emperyalistleri asker çıkartırlar. Ve girdikler topraklarda yerli generaller ve yerel gerici taşeron hareketler üzerinden kendi denetimlerinde taşeron   hükümetler oluştururlar.(9)

Emperyalistlerin ve tüm gerici hareketlerin saldırılarına karşın, Bolşevik Partisi üzerinden Kızıl Ordu’nun oluşturulmasına gidildi. Kızıl Ordu’ya yüzbinlerce işçi ve köylü katıldı ve cepheye gitti.

“Partinin ve Kominist Gençlik Birliği’nin tüm üyelerinin aşağı-yukarı yarısı cepheye gitti. Parti, halkı, yabancı müdahale birliklerinin istilasına karşın, devrim tarafından alaşağı edilmiş sömürücü sınıfların isyanlarına karşı anavatan savaşına seferber etti. Lenin tarafından örgütlenen İşçi-Köylü Savunma Konseyi, cepheye takviye, yiyecek, giyecek ve silah ikmalini yönetiyordu. Gönüllülük sisteminin yerine zorunlu askerlik hizmetinin konulması, Kızıl Ordu’ya yüzbinlerce yeni asker kattı ve kısa zamanda gücünü bir milyonun üstüne çıkarttı.”(Stalin, cilt 15, SBKP Tarihi, sf.261)

Kitlelerin yer almasıyla oluşan Kızıl Ordu üzerinden Antant devletlerine, Rus generallerine ve tüm gerici güçlere karşı üstünlük sağlanmaya başlandı. 1919 baharında Doğu Cephesi öne çıktı. Kızıl ordu bu bölgede Japonların ve İngilizlerin desteğindeki Amiral Kolçak’ı 1919’un sonlarında yenilgiye uğrattı.

Ayrıca 1919 yazında Kuzey-Batı bölgesinde şiddetli çarpışmalar oldu. Baltık ülkelerinde ve Petrograd yörelerinde emperyalistlerin desteğindeki General Yudeniç komutasındaki Beyaz Ordu yenilgiye uğratıldı.

Beyaz Ordu’nun Doğu Cephesi’nde uğradığı yenilgi, Güney Cephesi’ni öne çıkartmıştır. Çarlık döneminden kalma general Denikin komutasındaki Beyaz Muhafızlar kuzeyden güneye saldırıya geçmiştir. Denikin önce üstünlük sağlamıştır. 1919’un Ekim ayında Ukrayna’nın tamamını ele geçirip Moskova yakınlarına kadar gelmiştir. Ancak kitlelerin aktif desteğiyle cephe gerisinde güçlü Partizan hareketinin oluşumu sonucu, Denikin hareketi Kızıl Ordu tarafından durdurulur ve 1920 başında Ukrayna ve Kuzey Kafkasya tekrar ele geçirilir.

General Denikin’e destek sağlamak amacıyla emperyalistlerin komutasında Yudeniç’in kolordusuyla tekrar Petrograd’a saldırıya geçilir. Ancak Petrograd’ın proletaryası Sovyet Devrimi’nin en çok öne çıkan bu şehrini kahramanca savunurlar. Beyaz Muhafızlar bir kez daha yenilgiye uğratılır.

Böylece Doğu ve Güney Cephelerindeki iç savaşta Beyaz Muhafızların yenilgiye uğratılması, bu cephelerde Antant devletlerini geri adım atmaya iter. Sovyet devletine karşı önceden kurulan ablukayı kaldırmak zorunda kalırlar.

Ancak bu henüz tümden iç savaşın bittiği anlamına gelmez. Polonya’nın saldırısı 1920’nin Kasım ayına kadar devam etmiştir. Ve Vrangel’in komutasındaki Polonya ordusu girdiği Kırım yarımadası’nda yenilgiye uğratılmıştır. Japonların Uzak-Doğu’daki müdahalesi ise 1922’ye kadar sürmüştür.

Kafkasya toprakları da emperyalistlerin baskı ve tahakkümü altına alınmıştır. Önceleri Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı imparatorluğu tarafından işgal edilen Trans-Kafkasya; bu kez rakiplerine üstünlük sağlayan Antant emperyalistleri tarafından askeri ve siyasi olarak işgal edilir. Kafkasya’da Musavvatlar, Taşnaklar ve Menşevikler üzerinden kurulan piyon hükümetler el değiştirir ve Antant emperyalistlerinin hükmü altında yer alırlar.

Bu arada Antant devletlerinin bölgeyi ele geçirmelerinden önce Istepan Şahumyan önderliğinde Bakü şehrinde Bakü Komünü kurulmuştur. Bakü şehri Almanya’nın ve Osmanlı Devletinin saldırılarına direnerek kurulan kukla devletler dışında kalmıştır. Bundan dolayı 25 Nisan 1918’de oluşturulan Bakü Komünü’nde başta Bolşeviklerle beraber Menşevikler, Sosyalist Devrimciler ve Taşnaklar da yer almıştır. Ve bu Komün üç aylık bir direnişle Temmuz ayının sonuna kadar bağımsızlığını devam ettirmiştir. Ancak Ağustos  başlarında İngiliz emperyalizminin Bakü’ye asker çıkarması üzerine Bakü Komünü bir kez daha gündeme gelir. Yapılan oylamada Bolşevikler’in 236 oyuna karşın, diğer güçlerin aldığı 259 oy üzerine Bakü Komünü dağılır ve Taşnaklar, Menşevikler, sosyalist devrimciler ve diğer taşeron örgütler İngilizlerin önderliğindeki Antant saflarına katılma kararı alırlar. Ve o doğrultuda hareket ederler. Ve onlar tarafından yönlendirilirler.(10)

Antant emperyalistleri kendileri için tehdit oluşturan Bolşeviklere ve emekçi kitlelere yönelik saldırı furyası başlatırlar. Böylece Trans-Kafkasya’ya egemen olmaya çalışırlar. Bunu da Azerbaycan’da milliyetçi Musavvatlar, Gürcistan’da Menşevikler, Ermenistan’da Taşnaklar üzerinden yapmaya çalışırlar. Bunun sonucu başını İngiltere’nin çektiği Antant emperyalistlerinin güdümündeki gerici güçler üzerinden yapılan saldırılar ile Kafkasya’nın Bolşevik önderleri hedef alınır. İngiliz emperyalistlerinin direktifi üzerine bölgenin Bolşevik önderleri tutuklanır ve kurşuna dizilirler.

“16 Eylül 1918 tarihinde İngiliz Albay komutasındaki Musavvatlar tarafından Bolşevikler tutsak olarak ele geçirilir. İngiliz emperyalistlerin amacı Bolşeviklere darbe vurmak, örgütsel yapılarını dağıtmak ve işgal ettikleri toprakları yerli işbirlikçiler üzerinden tümden kendi denetimlerine geçirmektir. Bu nedenle yakalanan Bolşevikler idam edilirler. Bu idam İngilizlerin talimatı üzerine Musavvatlar tarafından yapılır. 17 Ekim Devrimi’ne önderlik eden Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi ve Kafkasya sorumlusu Şahumyan’la beraber 26 Komünist idam edilir. Ama takındıkları tavırla teslim olmadıklarını gösterirler. Azerbaycanlı, Gürcistanlı, Ermenistanlı Bolşevikler bu idam sonucu belki katledilirler, ama boyun eğmeyen tavırlarıyla ve haykırdıkları sloganlarla ideolojik hatta düşmana karşı üstünlük sağlarlar.”(N. Vartanoğlu, Ermeni Soykırımı ve Tarihin İnatçılığı, sf.185-186)

Ayrıca soykırım öncesi Doğu Ermenistan’da Osmanlı devletine karşı mücadele eden Antranik Paşa, soykırım sonrası Rusya Ermenistanı’na gelmiş ve Bolşeviklerin tavrından etkilenmiştir. Taşnakların işbirlikçi tavrını eleştirir ve onlara tavır alır. Bunun sonucu Istepan Şahumyan ile bağ kurarak Bolşeviklerle hareket etmek ister. Oluşturduğu beş bin kişilik askeri gücüyle verdiği mücadele sonucu Nahçıvan’dan, Karabağ ve Zangezur’a geçer. Özellikle bu bölgelerde konumlanan Musavvatlara karşı verdiği mücadele, İngilizleri rahatsız etmiştir. Bölgedeki İngiliz devletinin temsilcileri kendisiyle temas kurarak bölgeyi terk etmesini ve mücadeleyi bırakmasını isterler. Onların baskısı sonucu Antranik Paşa’nın askeri gücü dağıtılır ve Avrupa üzerinden Amerika’ya göçe zorlanır.

Görüldüğü gibi 1918’in ikinci yarısından itibaren Antant emperyalistleri tüm Sovyet Rusya’da olduğu gibi, Kafkasya bölgesinde de karşıtlarına karşı tavır almış ve onlara karşı baskı ve tahakküm oluşturmaya çalışmıştır.

Ancak Bolşevikler Trans-Kafkasya’da yeniden örgütlenmeye giderler. Istapan Şahumyan ve 25 kadronun öldürülmesiyle oluşan örgütsel boşluk, Gürcü asıllı Orjonikidze önderliğinde yeni Bolşevik kadrolar üzerinden giderilmeye çalışılır. Kitle

ilişkileri geliştirilir ve işgale karşı askeri örgütlenmeye gidilir. Tüm Sovyet Rusya’da çeşitli milliyetlerden oluşturulan Kızıl Ordu Kafkasya’da da oluşturulur. Sovyet Rusya’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Kafkasya bölgesindeki karşı-devrime karşı da Sovyet örgütlenmesine gidilir. Bu gelişmeler Kafkasya bölgesindeki mücadeliyi tekrar daha ileriye taşır.

1918’in sonlarına doğru İngilizlerin tasarısıyla Ermenilere ait olan Lori yöresindeki Ermeni köyleri Gürcistan sınırlarına dahil edilmek istenir. Bunun sonucu Taşnaklar ile Gürcü Menşevikler arasında çatışma çıksa da, İngiltere tarafından bu çatışma durdurulur ve   tasarladığı projenin uygulanmasına gidilir. Böylece Lori bölgesindeki 41 köy ile Borçalu  bölgesindeki sanayi alanları Antant Devletleri tarafından işgal edilir ve Gürcistan içine sokulur.  (11)

Buna karşı tepki duyan yörenin köylüleri Ermeni Komünistlerin önderliğinde ayaklanırlar. Bu ayaklanma üzerine Antant Devletleri “Barış Konferansı” yapma kararı alırlar. 1919 yılında, 9-17 Ocak ayında ingiltere önderliğinde yapılan Konferans ile işgal edilen Lori ve Borçalu arazileri bu kez “Tarafsız” bölge ilan edilir. “Lori yöresinin Borçalu, Alaverdi, Uzunlar, Vorontsov bölgelerindeki 41 köy ‚tarafsız‘ bölge içinde yer alır”(age, sf.191) Bir İngiliz general bölgeye sorumlu vali olarak atanır. Ayrıca Antant devletlerinin askerleri mevcut bölgeye yerleştirilir. Bu “tarafsız” bölgedeki alt görevliler Taşnaklar ve Menşevikler tarafından belirlenen komiserler üzerinden oluşturulacaktır. Bir sömürgeyi andıran bu statünün uygulamaya sokulması Ermeni kitleler üzerinde oluşan tepkiyi beraberinde getirmiştir.

Yöredeki köylüler direnişi daha üst boyutlara tırmandırırlar. Mevcut bölgenin kitleleri bu baskı ve saldırılar karşısında secde etmezler. Tersine kendilerini hedef alan baskı ve yaptırımlara karşı haklı oldukları ruh haletiyle aktif direniş sergilerler.  “Bu inanç onların gösterdiği direnişin panzehirini oluşturmuştur.

Lori yöresinde gelişen direniş giderek örgütlü bir hatta doğru kayar. 17 Ekim Devrimi sonrasında, merkezi önderliğe bağlı bölgesel özerkliğe geçilmesi sonucu oluşan Ermenistan Komünist Partisi(Bolşevik), Lori Ermenilerinin mücadelesine önderlik etmeye başlar. 1920 yılının Aralık ayında giderek gelişen mücadele artık onların önderliğinde verilir. Lori köylülerinin bu direnişi hızla Ermenistan ile Gürcistan’ın birçok alanına doğru yayılır. Ermenilerle beraber Gürcü emekçiler de kendi burjuvazilerine karşı ortak tavır alırlar. Bu dönem artık İngilizler yöreden çekilmiş, onların yerini Gürcü Menşevikler almıştır. Artık mücadele doğrudan Menşeviklere yöneltilmiştir. Yöre halkı parti önderliğinde oluşan Kızıl Ordu saflarında yerlerini alırlar. Ve sonuçta bu mücadele 1921 yılının Şubat başında tam bir patlamaya dönüşür ve aynı ayın 14’ünde onların zaferiyle sonuçlandırılır.”(age, sf.192)

Görüldüğü gibi devrim ve karşı-devrim güçlerinin iktidar kavgası Kafkasya yörelerinde 1921’in başlarına kadar devam etmiştir. “Bağımsızlık” kisvesiyle emperyalistler tarafından nötrleştirilerek Ermenistan’dan koparılmak istenen Lori bölgesi, Ermeni Bolşeviklerin önderliğinde ayaklanarak; Sovyetler Birliği’ne bağlı bölgesel özerk Ermenistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer almıştır. Ve bu ayaklanma Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın diğer bölgelerine yayılarak Antant emperalistleri ve işbirlikçi hareketler Kafkasya’da nihai yenilgiye uğratılmışlardır.

Moskova’daki bir Genel Kurul’da konuşan Lenin’de soruna şöyle değinir: ”Ayaklanmanın, Gürcistan’la Ermenistan arasında bulunan ve Ermenistan’a ait olan, ancak Antant emperyalistlerinin rızasıyla Gürcistan tarafından işgal edilen nötr bölgede olduğunu biliyoruz.” diyen Lenin sözlerine şöyle devam eder: “Ne var ki, Ermeni köylüler, anlaşma sorununu böyle görmediler ve işler korkunç bir ayaklanmaya dönüştü. Ayaklanma Şubat başlarında patlak verdi, hayret verici bir çabuklukla yayıldı, yalnızca Ermeniler değil Gürcüler de katıldılar ayaklanmaya. Oradan hemen hiç haber alınamıyordu. Ancak tahminlerimiz, alınan en son haberlerle doğrulandı.”(Lenin, Ulusal Sorun Ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, sf.358-359)

Bu arada 1920’nin sonlarına doğru Bolşeviklerin önderliğinde Erivan, Karvansaray, Dilican gibi Ermenistan’ın diğer bölgelerinde de ayaklanmalar olur. Aynı zaman kulvarında birbirine bağlı ayaklanmalar üzerine 29 Kasım’da Ermenistan’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilir. 2 Aralık’ta 1920’de imzalanan resmi “Yerevan Antlaşması” ile Sovyetler Birliği içinde yer alınır. Bunun üzerine Simon Vrasyan başkanlığındaki Taşnak hükümeti istifa eder. Ancak Ermeni Komünistlerle Taşnaklar arasındaki saflaşma devam eder… ( 12)

Tüm bu gelişmeler Lori ayaklanması sonucu Antant devletleri ve güdümlerindeki Menşeviklerin, Taşnakların ve Musavvatların nihai yenilgiye uğratılarak iktidarı tümden kaybetmelerine kadar sürer. Beraberinde bu gelişmeler Trans-Kafkasya’daki politik-stratejik konjonktürün köklü değişimini beraberinde getirir. Bunun üzerine Antant emperyalistleri, 1.Paylaşım Savaşı konjonktüründe oluşan Türkiye politikalarında değişikliğe giderler. Böylece Kemalistlere destek vererek kendi kulvarlarına çekmeyi hedeflerler. Ve bunda başarılı olurlar.  Diğer taraftan değişen politik atmosfer Bolşeviklerin, Kemalistlere ilişkin savaş başlarındaki politikasında değişikliği beraberinde getirir. Kemalistlerin, Antant emperyalistleriyle olan çelişkisinin yerini uzlaşmaya ve işbirliğine bırakması, Bolşevikler tarafından Kemalistlere sunulan göreli desteğin koşullarını ortadan kaldırır. Çünkü Kemalistler Antant emperyalistlerinin güdümünde Kafkasya’ya saldırı girişiminde bulunurlar.  Denilebilir ki, Bolşevikler, Kemalistlere başlarda niçin destek vermiştir?… Ve bu nasıl bir destektir?…

Sovyet Rusya’ya asker çıkartan Antant emperyalistleri, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle 30 Ekim 1918’de ilan ettikleri Mondros Mütarekesi ardından Türkiye’ye asker çıkartırlar. Emperyalistlerin bu işgali ve kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmelerine Bolşevikler karşı çıkarlar. Sovyet Rusya’ya asker çıkartan Antant Devletlerinin beraberinde, Türkiye’ye asker çıkartmasi emperyalist emellerin sonucudur. Bu tarihi koşullarda gerçekleştirilen işgale karşı, Türkiye’de oluşan cılız ve güdük anti-emperyalist harekete Bolşevikler destek sunmuşlardır.

Ancak bu destek taktiktir. Stratejik bir destek değildir. Verilen destek emperyalistlerin asker çıkartmasına karşı göreli ve geçicidir. Çünkü Kemalist Hareket, özü ve mayasına gericiliğin damgasını vurduğu bir harekettir. Dolayısıyla bu tümden ve sürekli verilen bir destek değildir. Gerici emperyalist emeller sonucu yapılan saldırı ve işgale karşı bazı özgül durumlarda ittifaklar ve destekler sunulabilir. Kemalist Hareket’e bu minvalde destek sunulmuştur.

Nitekim başka tarihsel süreçlerde benzeri destekler ve ilişkiler gündeme gelmiştir.

2.Paylaşım Savaşı’nda dünyayı tehdit eden, Almanya-İtalya-Japonya gibi faşist ve saldırgan emperyalist devletlere karşı, sosyalist sistem o mevcut süreçte savaşa karşı olan diğer emperyalist devletlerle taktik bir ittifak oluşturmuştur. Ve bu ittifak savaş sonrası bitmiştir. Çin’de Japonya’nın işgal koşullarında, ÇKP ile Çan Kay Şek liderliğindeki karşı-devrim gücüyle ittifak oluşturulmuştur. Birbirlerine hasım olan güçler Japonyanın fiili işgaline karşı birlikte hareket etmişlerdir. Bu ittifak da koşulların dayattığı taktik bir ittifak olmuştur. Nitekim Japonya’nın yenilgiye uğratılması sonucu, devrim ile karşı-devrim güçlerinin göreli ittifak koşulları ortadan kalkmış ve ÇKP, Çankay Şek kumandasındaki Guomindang hareketini yenilgiye uğratarak Çin Devrimi’ni gerçekleştirmiştir. 17 Ekim Devrimi’ni hedef alan emperyalistlerin, aynı zamanda Türkiye işgali sonucu Bolşeviklerin, Kemalistlere sunduğu destek benzeri mantaliteyle yapılmıştır. Bu destek 1919’da başlamış ve 1920’nin sonlarından itibaren, işgalci Antant devletlerin Kemalistleri giderek kendi komutalarına almaya başlamasıyla yerini giderek uzlaşmazlığa ve çatışmaya bırakmıştır.

Bu gelişmeler üzerine İngilizlerin onayıyla Kemalistlerin Kafkasya saldırıları başlar. Bir   (13)dönemler İngilizlerin kumanda ettiği Taşnaklar ve Menşevikler ilerleyen Bolşevikler karşısında geri adım atmışlardır. Bunun üzerine Taşnaklar ve Menşeviklerden umutlarını kesen Antant devletleri, onlardan ellerinde kalan son toprakları Kemalistlere terketmelerini ister. Ayrıca Azeri Musavvat hareketi Kemalistler karşısında daha gönüllü hareket etmiştir. Mevcut sınıf karakterleri ve taşeron yapıları sonucu dönemin işgalci devletleri kulvarında hareket eden bu yapılar, mevcut süreçte onların talimatlarına göre hareket ederler. Nitekim bu karar “Haraç”(İleri) adlı Taşnakların merkezi yayın organlarında şöyle yansıtılmıştır. “Eğer Ermeni halkı yaşamak, devletini ve varlığını güvence altına almak istiyorsa, yönünü Ruslara değil Türklere çevirmelidir.”(Samvel Digrani Alihanyan, G.K. Orjonokidze ve Ermenistan’da Sovyet İktidarının Kuruluşu, sf.51)

Görüldüğü gibi Taşnak mantalitesi, Ermenistan’ın -İTC’nin uzantısı olan- Kemalist devletin sınırları içerisinde yer almasını savunmaktadır. Bunun sonucu onlar İngilizlerin direktifleri doğrultusunda hareket etmiş ve denetimlerindeki topraklar Kemalistlere devredilmiştir denilse mübalağa olmaz… Nitekim Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusu asker çıkartarak 29 Eylül 1920’de Sarıkamış’ı, 30 Ekim 1920’de Kars’ı sınırlarına dahil etmiştir. Ayrıca önceleri Gürcistan sınırları içinde bulunan Ardahan ve Artvin illeri de aynı yöntemle Türkiye sınırları içine alınmıştır. Bu illerin yer değiştirmeleri hiçbir direnişle karşılaşmadan olmuştur.

Kemalistler bununla yetinmeyerek Ermanistan’ın ve Gürcistan’ın daha içlerine kadar girerler. Ve asker çıkardıkları diğer illeri kendi sınırlarına dahil etmek istemişlerdir. Tüm bunları yaparken artık aynı mevzide yer aldıkları İngiltere’nin onayı ve desteğiyle hareket etmektedirler.

Sovyet Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti’nin oluşumu gerici tüm güçleri rahatsız etmiştir. Bunun sonucu dönemin emperyalistleri Ermenistan topraklarını Taşnaklar üzerinden Kemalistlerin sınırlarına dahil etmek isterler. Bunun için Taşnakları Ermenilerin aleyhinde anlaşmaya zorlarlar.

Yapılan saldırılar sonucu 16 Kasım 1920’de Taşnaklar, Kemalistlerin dayattığı ağır şartları kabul etmek zorunda kalmıştır. Ve düşen Taşnak başbakanı Vratsyan’ın talimatı üzerine 2 Aralık 1920’de Gümrü’de(Aleksandrapol) Kazım Karabekir ile bu antlaşma imzalanır. Ermeniler için ağır koşullar barındıran bu anlaşmanın içeriği olarak Antranik Çelebyan, A. M. Boğosyan’dan şunları aktarır:

“Aleksandrapol’da 2 Aralık’ta Khadisyanlar tarafından imzalanan esaret verici antlaşmanın 2. Maddesine göre, Ermenistan, Alaksandrapol, Kars, Ardahan, Sarıkamış, Kağızman, Ararad Ovasının bir bölümü ile Erivan eyaletinin en zengin ve en verimli yöresi Sürmeli’yi kaybetmekteydi. Ermenistan’a ise Erivan, Zangezur, Sevan ve Daralakyaz bölgeleri Türklerin güvencesi (protektoreyt) altında kalıyordu.

Ermenistan sadece sekiz top ve yirmi makineli tüfeğe binbeşyüz kişiden oluşan bir askeri güç bulundurmaya hak kazanıyordu.”(Antranik Çelebyan, Antranik Paşa, sf.332)

Bu Gümrü Antlaşmasına göre -29 bin 500 kilometrekare olan- bugünkü Ermenistan’ın 9 bin kilometrekaresi Ermenilere bırakılacaktı. Kalan diğer topraklar doğrudan Türkiye sınırlarına dahil edilecekti.

Kaldı ki, Aleksandrapol(Gümrü) Antlaşmasına göre, dayatılan 9 bin kilometrekarelik Ermenistan bile şu şartlar altında Türk devletinin ağır baskı ve yaptırımı altında tutulacaktı. Antranik Çelebyan, bu yaptırımları iyi bilen dönemin uzlaşmacı Taşnak Başbakanı Vratsyan’dan şöyle aktarır: (14)  “’Aleksandrapol antlaşmasına göre Türkler son bir parçası kalmış Ermenistan’ın bağımsızlığını şu şartlar altında tanıyacaklardı;

a-Ermeniler Ermeni yanlısı Sevr Antlaşmasından vazgeçecek.

b-Ermenistan topraklarında Müttefiklerin hiçbir temsilcisi bulunmayacak.

C-Ermenistan ordusunun binbeşyüzden fazla süngü bulundurmaya hakkı yoktur.

D-Türkiye ve Ermenistan’ın demiryolları ve tüm yollar dahil serbest transit konumu bulunacak.'(85)(Vratsyan’dan aktarma)

Ve daha bunlardan en gülüncü de Ermenistan’a saldırı durumunda, Türkiye Ermeni hükümetini koruyacak olmasıydı.(86)(Vratsyan’dan aktarma) Antlaşmanın bu maddesi Hitler Almanya’sının İsrail’i korumasına eşitti…

Bu bütün korkunç koşullara Ermeni Devrimci Taşnaksutyun boyun eğmekteydi. Yeter ki zavallı ve sahipsiz Ermeni vatanı Sovyetleşmeyip, bağımsız kalabilsindi. Yani Türkiye’nin merhametine adanmış küçük bir toprak parçası bile olsa fark etmezdi.”(Antranik Çelebyan, age, sf.333)

Ancak Kemalistler tarafından Taşnaklara imzalattırılan bu Gümrü Antlaşması, Sovyet Rusya ve Sosyalist Ermenistan Cumhuriyeti tarafından kabul görmez. Bu anlaşmayı tanımayan Bolşevikler 3 Aralık 1920’de Kemalistleri işgal ettikleri Sovyet Ermenistanı topraklarından dışarı çıkarırlar. Kazım Karabekir komutasındaki Kemalistler, Taşnakların imzaladığı Gümrü Antlaşmasını gerekçe gösterirler. Ancak Kafkas Bolşeviklerinin kararlı tutumu üzerine Antant devletlerinin güdümünde işgal ettikleri Trans-Kafkasya’yı terkederler.

Kemalistler 1920’nin sonlarında girmeye başladıkları Kafkas halklarına acımasızca saldırmışlardır. Ancak tutuldukları Ermeni histerisi sonucu Kemalistler Ermenilere karşı daha saldırgan olmuşlardır. 1915 soykırımını yapan devletin devamını oluşturan Kemalist hareketin mayasında Ermeni düşmanlığı hep varolmuştur. Bunun sonucu Kemalistlerin Kafkas saldırılarında 60 bin Ermeni öldürülmüştür. Osmanlı sınırlarındaki Ermenilere soykırımı uygulayan Osmanlı dönemindeki devletin uzantısı olan Kemalistler aynı alerjiyle Ermenilere yönelik saldırı ve baskılarını devam ettirmişlerdir. Nitekim 28 Mayıs 1918’deki İTC saldırısı sonucu Kafkas Ermenilerine dayatılan Batum Anlaşması ile; 2 Aralık 1920’de Kemalistler tarafından dayatılan Gümrü Anlaşması aynı ruh haletinin sonucudur. İTC’nin ve Kemalistlerin toplam Kafkasya saldırıları 90 bin Ermeni’nin katliamına mal olmuştur.

Ayrıca Kemalistler İngilizlerin desteğiyle Gürcistan’ın Batum, Ahısta ve Ahılkalık denilen yerleşim birimlerini işgal etmiş ve kendi sınırları içine almak istemişlerdir. Ancak Bolşevikler buna Müsaade etmemiş ve Kemalistleri işgal ettikleri bu topraklardan da çıkarmışlarlar. Kararlı tavırlarıyla onları Kafkasya’dan tecrit etmişlerdir. Böylelikle Batum ve çevresini Sosyalist Gürcistan Cumhuriyeti sınırları içine dahil etmişlerdir.

Bunun sonucu mevcut sınırlar belirlenir. Ama Kemalistler Sovyet yönetimi tarafından ilan edilen bu sınırları önce kabul etmek istemezler. Ancak Sovyet yönetiminin kararlı tavrı karşısında Sovyetler Birliği’nin çizdiği sınırları tanımak zorunda kalırlar. Bunun sonucu önce 22 Nisan 1921 tarihinde Moskova Antlaşması ve daha sonra 13 Ekim 1921 tarihinde Kars Antlaşması imzalanır.

Burada dikkati çeken diğer konu 1877-78 Osmanlı-Rusya savaşı sonucu, Kars, Sarıkamış, Ardahan ve Artvin illerinin Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusyası arasında sık sık el değiştirmesidir. Nitekim 1920 yılının Ekim ve Kasım aylarında İngiltere’nin desteğindeki Kemalistler tarafından, Ermenistan sınırları içinde ve Taşnakların denetiminde olan Kars ve Sarıkamış illeriyle ile; Gürcistan sınırlarındaki Ardahan ve Artvin illeri Türkiye sınırlarına dahil edilir. Kemalistlerle 1921 Mart ayında imzalanan Moskova Antlaşması ve 1921 Ekim ayında imzalanan Kars Antlaşması sonucu bu iller Türkiye sınırlaında kalır. Bunun en  önemli nedeni, bu illerin nüfus bileşimi bakımından heterojen dokuya sahip olmasıdır.  Nitekim -bugün olduğu gibi- o dönem de bu yörede Ermeniler dışında Kürtler, Türkler, Azeriler, Gürcüler vb. milliyetlerlerden insanların varolmasıdır. Mantık silsilesi gereği sınırların belirlenmesinde bu kozmopolit durum göz önüne alınmıştır… Ancak Türk askerleri Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın diğer bölgelerinden çıkarılmış ve bu ülkeler güvence altına alınmıştır. Nitekim Ermenilere dayatılan Gümrü Antlaşması’nın özü ortadadır. Eğer bu Gümrü Antlaşması uygulansaydı büyük bir ihtimalle mevcut Ermenistan o tarihsel koşullarda yok edilirdi… Çünkü Gümrü Antlaşması Kafkaslar’daki Ermenilerin de bir bütün olarak tehcirini ve soykırımını hedefliyordu… Ancak kurulan SSCB Gümrü Antlaşması nezdinde, Ermenileri bir bütün olarak yok etmeyi hedefleyen Pan-Türkizm’i ve Türk-İslam Sentezini Kafkasya’da yenilgiye uğratarak buna imkan tanımamıştır.

Soruna bu minvalde ve gerçekçi bir gözle bakmak gerekir. Aksi takdirde tarihi çarpıtanların kulvarında hareket edilir. Nitekim Sarkis Hatspanyan da bu kulvarda yer almış ve Ermeni tarihinin perde arkasını göremiyor.

Nitekim bu mantalite sonucu Ermeni soykırımının ardındaki gerçek failleri gizliyor. İTC’yi ve Kemalistleri tarihsel misyonlarından ve sınıf karakterlerinden kopuk bir şekilde salt “Türk”ler olarak görüp, soykırımın faillerinin gerçek yüzünü göremiyor. Ve onların arkasında yer alan, soykırımı sevk ve idare eden emperyalist haydutları ise görmezden geliyor ve onları kamufle ediyor. Ardından O da modaya uyuyor ve Lenin’e saldırıyor.

Oysa Lenin ve önderliğindeki hareket, Ermenileri hedef alan İTC ve Kemalist hareket karşısında stratejik tavır almıştır. Ayrıca onları yönlendiren tüm dünya emperyalistleri de Lenin’in stratejik hedefidir. Ancak mevcut koşullar sonucu taktik işbirliği ve uzlaşmalara gidilmiştir. Dolayısıyla yukarıda değinildiği gibi Kemalistlere de sürecin konjonktürü sonucu taktik düzeyde destek sunulmuştur. Ama stratejik ve ideolojik hatta Kemalizm hedef alınmıştır. Henüz devrimin yeni olduğu ve mevcut sistemin henüz ayakları üzerine dikilmeden, topyekün saldırıya geçen emperyalistleri ve tüm gerici katmanları görmezden gelmek gaftan ve karşı-devrimin sözcülüğünden başka bir şey değildir. Ama sonuçta emperyalistler, Osmanlı devleti ve Kemalistler stratejik olarak hedef alınırlar. Tüm Rusya’da, Kafkaslar’da ve Ermenistan’da Bolşevikler kimlere karşı savaşmışlar?.. Ve Kemalistlerin saldırıları ve katliamlarına karşı kimlerin önderliğinde mücadele edilmiştir?… Kafkaslar’da emperyalistlerin güdümünde Kemalistlerin saldırıları sonucu 60 bin Ermeni’yi katleden Kemalistleri Ermenistan’dan ve Kafkasya’dan kimler defetmiştir?…Bunların cevabı açıktır. Tüm bunlar yukarıda net bir şekilde yanıtlanmıştır.

Tüm bu gerçeklik, Hatspanyan tarafından ağır ithamlarla ve iftiralarla Lenin’e getirilen suçlamaları net bir şekilde mahkum etmektedir.

Bir eski “solcu” daha günün modasına uymuş ve tarihsel gerçekliğe saldırıya geçmiş ama tarihsel materyalizm tarafından mahkum edilmiştir…

Nazaret VARTANOĞLU