Home , Haberler , Almanya’daki Genel Seçime Dair

Almanya’daki Genel Seçime Dair

HABER MERKEZİ|12.10.2021| 26 Eylül 2021 tarihinde Almanya’da yapılan genel seçimler, seçim öncesi yapılan anket çalışmalarına yakın bir tahminle sonuçlandı. Seçim öncesi kilit bir yerde duran Die Linke (Sol Parti) barajın altında kalarak büyük bir şok etkisi yarattı. Bir önceki dönem 69 milletvekiline sahip olan Sol Parti, 26 Eylül genel seçimlerinde ancak 39 milletvekiliyle parlamentoya girebildi. Sol Parti, 3 milletvekili adayını doğrudan meclise gönderdiği için barajı aşmış sayıldı. Seçim öncesi en az % 6 oy alması beklenen Sol Parti, oyların % 4.9’unu alarak barajın altında kaldı. Partinin bu kadar gerilemesinde üç faktör belirleyici olmuştur. Birincisi: Sol Parti eski Doğu Almanya’nın partisi olmasından kaynaklanan nedenlerden dolayı hala Almanya’nın Batı illerinde seçmen tarafından kabul edilmiş değildir. Bundandır ki, oyların çoğunu eski Doğu Almanya seçmeninden almaktadır. İkincisi: Seçim propagandası boyunca CDU/CSU tarafından özel olarak hedef gösterilmesi ve kesinlikle koalisyon kurmayacaklarını açıklamalarıdır. Üçüncüsü: Sol Parti’nin kendi içindeki parçalı duruşu. Bu üç neden seçim yenilgisinde belirleyici olmuştur.

Seçim sonuçlarına göre; SPD oyların % 25.7’sini alarak seçimin galibi oldu. % 25.7 oy oranına bakıldığında bu rakam, ülkenin genel çoğunluğunu temsil etmemektedir. Ancak Almanya seçim sistemi, SPD’yi birinci parti konumuna getirerek hükümeti kurmakla görevlendirmektedir.

Seçime kardeş partiler olarak giren ve her iki partinin aldığı oyların tek bir partiye sayıldığı Hıristiyan Birlik partileri CDU ve CSU ise % 24.1 oranında oy aldı. İş başındaki hükümetin oylarının düşmesinde Angela Merkel’in görevi bırakmasının bir gelecek belirsizliği yarattığı söylense de esas neden bu değil. CDU’nun oy kaybı esas olarak, net bir çevre politikasının olmaması, silahlanma, yoksulluk ve işsizliğin artması, pandemiyle birlikte devlet olanaklarının tekellere açılması vb. nedenlerden kaynaklıdır.

Seçim öncesi yapılan anket sonuçlarında birinci parti konumunda olan Yeşiller Partisi seçime bir iki ay kala sürekli oyları düşerek üçüncü parti konumuna geriledi. Bunda başbakan adayı Annlena Baerbock’un biyografisinde yanlış bilgiler vermesi etkili olmuştur. Yazdığı bir kitaptaki bilgilerin kaynağının yanlış verilmesini iyi kullanan diğer partilerin propagandası sonucu oylar düşmeye başlamış ve bu durum seçmende Annlena Baerbock’un ”güvenilmez” olduğu algısını yaratmıştır. Yeşiller Partisi’nin seçim öncesi açıkladığı çevre politikası, seçmen üzerinde en fazla etki yapan maddelerden biriydi.

FPD, çok açık olarak büyük tekellerin desteğini aldı. Tekellerden az vergi alınacağını tüm seçim propagandası boyunca dilinden düşürmedi.

Seçim sonuçlarına bakıldığında oyları düşse de faşist AfD 10.3 oy alarak parlamentoya girmeyi başardı. AfD oylarında belli bir düşüş olsa da aldığı oy, Almanya’da ırkçılığın boyutunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

ATİF’in desteklediği ve kendi adayını gösterdiği MLPD ise 13.000 oy alarak bir seçimi daha böylece geride bırakmış oldu. MLPD seçimi kazanmayacağını biliyordu, bu anlamıyla gerçekçiydi. MLPD’nin en büyük başarısı, seçim çalışmaları sırasında doğrudan kitlelerle bağ kurması, sosyalizmin propagandası yapması, Kürt halkına yönelik sloganları dillendirmesiydi.

Seçimlerin ardından olası senaryolar

Seçimlerinin ardından tartışılan en önemli konulardan biri de 16 yıllık Merkel döneminin sona ermesi ve bundan sonra Almanya’nın nasıl bir yol haritası izleyeceği oldu. Bu tartışmanın gerçek anlamda bir karşılığı yok aslında. Merkel, CDU’un Genel Başkanı ve Almanya Başbakanı’ydı. Bir değişimden söz edilecekse bu sadece CDU için geçerlidir. Zaten Merkel’in yerine gelen Armin Laschet, Merkel’e yakın bir isim olduğu için CDU içindeki yarışı birinci bitirdi. Bu da Merkel sonrasında fazla bir değişim olmayacağını gösteriyor. CDU, yeni hükümette koalisyon ortağı olduğunda, izleyeceği çizgi Merkel’den farklı bir çizgi olmayacaktır.

Seçim sonrasında SPD’de seçimin galibi olsa da koalisyon görüşmelerinin iki kilit partisi Yeşiller ve FPD’dir. Bu iki partinin yer almadığı bir koalisyon mümkün değildir.

Almanya’da seçim sonrasında en fazla konuşulan konu hangi partilerle koalisyon kurulacağı tartışmasıdır. Kamuoyu yüzünü bu gelişmeye çevirmiş durumdadır. Almanya gibi emperyalist bir ülkede, istikrasızlık ve belirsizlik; ekonominin durması, borsanın çökmesi demek olur ki, buna müsaade edilmesi düşünülemez. SPD’nin hükümeti kurma görevi almasıyla başlayan ortaklık tartışması, Yeşiller ve FPD arasındaki pazarlıkların sürmesiyle devam ediyor. Bu pazarlıkların en geç Aralık ortasına kadar bitirilmesi gerekmektedir.

FPD, CDU ile ortak bir hükümet kurmak istediklerini kamuoyuna açıkladı. CDU, başbakan adayı Armin Laschet, hükümeti kurmaya talip olduklarını bu açıklamayla ifade etmiş oldu. Armin Laschet, hem ülkeyi yönetmek hem seçimdeki başarısızlığını kapatmak ve hem de CDU içinde otoritesini kabul ettirmek için buna fazlasıyla ihtiyaç duymaktadır. Seçim öncesi hükümette yer alabilir durumda olan Sol Parti’nin, aldığı yenilgiyle birlikte kurulacak hiçbir koalisyon hükümetinin ortağı olamayacağı artık netleşmiş durumda. Yeni hükümetin partilerin biraraya gelerek ya “Jamaika” ya da “trafik lambası” olarak adlandırılan bir koalisyon hükümeti kurması kaçılmaz bir yerde duruyor. Hiçbir partinin tek başına hükümet olmasının olası olmadığı bu şartlarda üç olasılık görülmektedir.

  1. a) SPD-Yeşiller-FPD
  2. b) CDU-Yeşiller-FPD
  3. c) SDP-CDU-CSU

Bu tablonun nasıl sonuçlanacağı yapılacak pazarlığın sonuçlarıyla ilgilidir. FPD’nin “gönlümüzde yatan CDU ile ortak hükümet kurmaktır” açıklaması dikkate değerdir. Zira, FPD’nin seçim öncesi “büyük tekellerden vergi alınmayacak” yönündeki açıklamasını, SPD ve Yeşiller’le yapacağı pazarlıkta bu partilere nasıl kabul ettireceği daha net değildir. FPD’nin, SPD ve Yeşiller koalisyon görüşmesinde Maliye Bakanlığını istemesi, FPD’nin seçim öncesi vaatleriyle doğrudan bağlantılıdır. Diğer yandan FPD’nin, SDP ve Yeşiller’le anlaşamaması demek pazarlıkların sona ermesi ve başka partilerin hükümeti kurma çalışmalarına başlaması demektir. Bu olasılık da CDU’nun devreye girmesi demektir. Yeşiller’in pazarlıkta taviz vermeyeceği konuların başında çevre gündemi geliyor. Yeşiller’in SDP ve FPD ile pazarlıkta Çevre Bakanlığını istediği de kamuoyuna yansıyan haberler arasında.

Hem Yeşiller’in hem da FPD’nin devleti yönetme tecrübesi bulunmaktadır. Yeşiller 1998-2005 arası SPD’nin, FPD ise 2013’te CDU-CSU’un koalisyon ortağıydı. Açıktır ki, her koalisyonda olduğu gibi yeni hükümet kurma görüşmelerinde SPD, Yeşiller ve FPD’nin karşılıklı birçok konuda taviz vermeleri bekleniyor. Bu tavizlerin seçmen üzerinde ters etkileri ise hemen ortaya çıkmayacaktır.

SPD’nin seçim öncesinde CDU’dan çok Yeşiller ve yer yer Sol Parti seçeneğini dile getirmesinin ardından yeniden CDU ile bir koalisyon hükümeti kurmasının SPD tabanında ciddi sorunlara yol açacağı tartışılmaktadır. Bazı SPD yöneticilerinin daha seçim öncesi ”CDU ile koalisyon kurulması durumunda istifa” edeceklerini açıklamaları da göz önünde bulundurulduğunda, SPD’nin seçeneğini Yeşiller ve FPD’den yana kullanacağı ihtimali ağır basmaktadır.

Seçim sonuçlarının dış politikaya etkisi

SPD, Yeşiller ve FPD koalisyon hükümeti döneminde Almanya dış politikasının nasıl şekilleneceği en fazla tartışılan konuların başında geliyor. Kamuoyunda Almanya dış politikasının insan hakları ve demokrasi üzerinden şekilleneceği beklentisi varsa da böyle olmayacağı nettir. Almanya dış politikasında hükümete gelen partilerin nüans değişiklikleri olsa da değişmeyen temel ilke, Almanya’nın çıkarlarıdır. Almanya, hiçbir zaman faşist ve geri devletlere insan hakları ve demokrasinin ihlali üzerinden bir politika geliştirmemiştir. Dış politikayı her zaman Alman tekellerinin çıkarları belirlemiştir. Bu dönemde de tersi olmayacaktır.

  1. Merkel’in her seçim döneminde AKP’ye verdiği destek bunun en somut ifadesi olarak 16 yıl değişmeden uygulandı. Bu anlamda SPD, Yeşiller ve FPD Türkiye’yle ilişkileri de tıpkı Merkel dönemin de olduğu gibi devam edecektir. AKP’yle “iyi geçinme”ye devam edecek, özellikle de R.T.Erdoğan’ın göçmenleri Türkiye’de tutması için onu her anlamda teşvik edeceklerdir. Göçmenlerin Avrupa’ya gönderilmemesi için kesinin ağzını açık tutmaya devam edecekleridir.

Koalisyon görüşmeleri devam eden her üç parti de Almanya’nın Avrupa Birliği içinde baş aktör olması konusunda hemfikirler. Bunun için Fransa ile ortak hareket etme ve AB’ye yön verme konusunda da hemfikirler. Her üç parti NATO’da kalma, silah satışı ve merkezi bütçeden NATO harcamaları için % 2’lik pay ayırma konusunda da hem fikirler.

Kamuoyunda oluşan Yeşiller’in zorlayıcı olacağı ve özellikle insan hakları ve demokrasi konusunda taviz vermeyeceği algısı yanıltıcıdır. Yeşiller, 1998-2005 yılları arasında SDP hükümetinin ortağı olduğu dönemde Dışişleri Bakanı, Yeşiller’den Joschka Fisher idi. Joschka Fisher döneminde Almanya dış politikası sermayenin çıkarlarını zedelemeden uygulandı. 27 Ekim 1998 tarihinde SDP ile kurulan koalisyon hükümetinde Dışişleri Bakanı olan Joschka Fisher’in ilk icraatı, 1999 yılında Almanya’nın Kosova Savaşı’na katılmasını desteklemek olmuştu. Spor ayakkabı giyerek meclise giden Joshka Fisher’e, kravat taktıran tekelci burjuvazi, Fisher’i de “yola getirerek”, silahlanmaya ve Almanya’nın dış ülkelere asker göndermesine onay verecek düzeye getirdi.

Sonuç itibariyle Almanya’da SPD, Yeşiller ve FPD’in içinde yer aldığı bir koalisyon hükümetinden beklentiler fazlasıyla iyimser olmasına rağmen değişen bir şey olmayacaktır. İşçi sınıfı ve ezilen emekçilerin yaşamı şimdi nasılsa öyle devam edecektir. Saat ücretinin 12 Euro’ya çıkartılacağını savunan SDP, bunu koalisyon ortaklarına kabul ettirse de, son bir yılda benzine, temel gıda maddelerine, ulaşım ve sağlık alanında yapılan zamlara karşılık 12 Euru’luk bir zam, kimsenin yaşamında görünür bir değişim yaratmayacaktır.

Almanya’da işçi sınıfının ve emekçilerin kurtuluşu parlamentoda değil, devrimdedir.