Home , Köşe Yazıları , Direniş, İsyan, Ta​ksim; işte böyle kaz​anılacak Devrim!​

Direniş, İsyan, Ta​ksim; işte böyle kaz​anılacak Devrim!​

köse yazisiUFUK BERDAN | 15 – 06 – 2013 | Gezi Parkı Kıvılcımı veya ’Çapulcular’ın Taksim’den yayılan isyan ateşi resmi politikaları yeniden yıkıma sürükledi ve resmi tarih anlayışını parçaladı.
Gezi Parkı Direnişi’yle çakılan kıvılcım, AKP ve Erdoğan patentli ’Kentsel Dönüşüm Projesi’ üzerindeki yaldızlı ambalajı paramparça etti ve ardındaki rant kavgasını, toplumsal yıkımcılığı herkesçe görünür kıldı.
Gezi Parkı direnişi, Taksim başkaldırısına, Taksim başkaldırısı da anti-faşist halk isyanı’na dönüştü.
Özellikle aydınlanmış genç kuşakların demokratik başkaldırı geleneği devrimci isyanla buluştu!
Taksim direnişi; Türk-İslam sentezli, AKP merkezli ve ucubeler efendisi Tayyip odaklı anti-demokratik faşist rejimin çivilerini söktü ve sistemi dehşet bir sarsıntıya soktu.
Bu direniş; ’sandığa gel’ klişesi üzerinden sürdürülen aldatmaca ve yanıltmacaları tarumar etti.
Bu direniş; son yıllarda faşist iktidar aygıtlarını yeniden yapılandırma hamleleriyle emekçilere ve halka peş peşe dayatılan yeni kurumsal faşizanlıklar yaratma oyunlarını darmadağan etti.
Anglo-Amerikancı mali sermayesinin ülkemizdeki gözde dikta partisi AKP Hükümeti ve kukla Başbakanı R.T. Erdoğan, bir tarafı neoliberalist, diğer tarafı neokonservatif basınçlı baskı mengenesini gün geçtikçe daha fazla sıkarak, toplumu islamo-faşist zihniyetli yeni kalıplara zorla sokmak istiyor/du.
Bu direniş ve isyanla egemenlerin sindirilmiş toplum yaratma istemleri bir kez daha kursaklarında kaldı.
Bu isyan; çevre duyarlılığı, sosyal adalet, politik katılımcılık, demokrasi ve özgürlük taleplerini tek bir hamlede birleştirebilme özelliği ile halkımızın isyan geleneğinde belki de bir ilk oldu.
Taksim merkezli anti-faşist halk isyanı; hem tarih yazdı, hem oyun bozdu ve hem de özgür geleceğe dair umut aşıladı. İşte bu nedenle, ’şimdi hepimiz ’çapulcu’, hepimiz isyancı olduk ve hepbirlikte ’her yer taksim, her yer direniş’ diye haykırıyoruz!
Zor, şiddet, aldatmaca, sahtekarlık, yalancılık, riyakarlık üzerine kurulu AKP iktidarına baştan beri bel bağlayanlar azalmaya, bu iktidarın, bu devletin, bu sistemin ve bu rejimin mağdurları da çoğaldıkça paçalar tutuşmaya, isyanlar ateşlenmeye ve yayılmaya devam ediyor.
Oysaki bu iktidarın ve bu hükümetin yüzündeki maskeyi, maskenin ardındaki çirkin yüzü görenler az değildi. Devrimci değerlendirmeler ve kültürden feyiz alarak durum değerlendirmesi yapabilen küçümsenmeyecek bir kesim var ülkemizde.
Ben de, 12 Haziran seçimlerinden bir gün önce, ATIK Mücadele Gazetesi ve İnternet Sitesi için kaleme aldığım makalede bu devrimci analizlere yaslanarak şu önemli tespitleri ve uyarıları yapmıştım:
’’3. dönem AKP iktidarı, önceki dönemleri aratacak tarzda ve gövde gösterisi yaparcasına hırçın, sert, saldırgan bir yönetim şeklinde cereyan edeceğe benziyor’’.
Evet şimdilerde (2013’te) AKP gövde gösterisi yaparcasına saldırmıyor mu? Nerde o ’13 Haziran 2011’den itibaren ülkemiz biraz daha demokratikleşecek’, diyen, söylediğine kendisi dahi dahi inanmayan, liberal -daha doğrusu- sözde aydınlar? Şimdi hepsi birden ’AKP ve Tayyip’ karşıtı oluvermişler? AKP mi değişti, yoksa yanılgılarını açıkça itiraf edemeyen sahtekarca konuşan, üfürerek yazıp-çizen oportunistler mi?
Bu makelede yine başka bir önemli tespit daha yapılmıştı:
’’AKP iktidarlı sivil faşizm, sistemin eski kanlı çehresini yeni maskeler ve makyajla gizlemek suretiyle tüm dünyayı aldattığını 13 Haziran 2011 sonrasında bir çok kesim sadece sancılı yanılgıları sayesinde anlayacaklar.Değişim, ilerleme, demokratikleşme, geçmişin suçlarıyla hesaplaşmalar göz boyamalarla mümkün olamaz, bilakis ‘geçmişteki bütün haksızlıkların ve özellikle suçların nedenleri bütünlüklü ortadan kalktığında mümkün olabilir.’’

Şimdi iki sene sonra yeniden soralım: AKP iktidarı geçmişle hesaplaşabiliyormu? Bırakalım geçmişin suçlarıyla hesaplaşmayı, Roboski katliamının emir komutasına hesap sorulmasını engellemek için yargı-yasama-yürütme ne kadar güç varsa kullanılmıyormu? Roboski suçundan kaçan bir hükümet, bir Başbakan Kürt ve Türk halkına demokrasi getirebilirmi?
Kendi halkına ve gençlere gözü dönmüşçe saldıran, şiddet kullanan, hak arayan insanı sokağa ve meydanlara ilk çıkışında ’gaz manyağı’ yapan, küfreden bir Başbakan gerçekten demokrasi getirebilirmi? ’İleri demokrasi getireceğiz’ yalanına AKP ve Erdoğan’nın peşisıra koşan dalkavukçuların dışında kim inanabiliyor artık?

Ve sözkonusu makale şu sözlerle noktalanıyordu:
Bir kez daha ileri demokrasinin, nitelikli anayasanın, toplumsal barışın, sosyal adaletin ve kalıcı huzurun bahşederek değil, halkın tüm ilerici güçlerini birleştirerek ve hakları tırnak tırnak kazırcasına elde ederek kazanılacağını ve sadece böyle olursa kalıcı olabileceğini içselleştirmemiz gerekiyor.
12 Haziran AKP’nin 3. Saldırı dalgasının başlangıcı olacağı için bütün devrimci-demokratik muhalif güçlere daha fazla sabır, sebat ve cüret diliyorum…
Demokratik, eşit ve özgür (bir) gelecek yolunda, hesap sorma UMUD’umuzu asla yitirmemeliyiz. Çünkü biliyoruz ki, ‘’UMUT’un harika iki kızı var. Birinin adı var olan şeylere karşı ÖFKE, diğerinin adı bu şeyleri değiştirme CESARET’idir.’’ Umudumuzu, sınıfsal öfkemizi ve cesaretemizi ne olursa olsun yitirmeyelim. Çünkü nihai zafer, toplumsal barış ve adalet, eninde sonunda davası haklı ve meşru olan çeşitli milliyetlerden halkımızın tarafında olacaktır! 11 Haziran 2011’’

Evet Taksim direnişi umutlu olmanın nelere muktedir olduğunu kanıtladı.Taksim direnişi umut ananın iki güzel ve görkemli kızı olduğunu hepize gösterdi. Taksim direnişinde UMUT Anamızın ÖFKE ve CESARET isimli iki kızı, iki devrimci genc kadın yığınlaşarak Taksimde ve bütn Türkiye’de isyana durdu ve yüzbinler peşlerinden yürüdü/yürüyor.
Bu isyan, en devrimci cins olan kadınlarımızın, en devrimci jenerasyon olan gençlerimizin ve en devrimci sınıf olan işçi-emekçilerimizin, ilerici aydınlarımızın ve devrimcilerin, nihayetinde çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızın ortak çıkarları ve talepleri uğruna; ’birliği geniş hedefi dar tutma’ şeklinde tarif edilebilecek ilkesel bir taktik doğrultusunda güçlerini birleştirmeleri ve cesurca direnmeleri sayedinde mümkün olabilmiştir.
Bu direniş, halk kitlelerinin aktif çoğunluğunun hep birlikte başka bir ülke, başka bir dünya ve başka bir gelecek mümkündür diyebilmek için meydanları hıncahınç doldurma cesaretini kuşanmaları sayesinde başarı kazanmıştır.
Tayyip efendinin ’ileri demokrasi’ bolonu patlamış ve içindeki kirli gaz halkın soluduğu havayı zehirlemiş ama halk birazda kendi dolaysız deneyimleri sayesinde hiç olmadığı kadar aydınlanmıştır. Sandık kafalıların ’ileri demokrasi’ iddiaları , lafta kalmış, gazlı-coplu-kuşunlu demokrasi gerçek olmuştur. Çapulcuların tabandan gelen ayak sesleri, sermaye kuklalarının ’ileri demokrasi’ gürültüsünü bastırmıştır.

Kentsel Dönüşüm Projeleri’nin uluslararası ve iktisadi-siyasi arka planı:
Transnasyonal finans kapitalin hakim güçleri, Türkiye’deki komprador uzantıları, eski ve yeni işbirlikçileri ve emperyalist emirlere amada AKP iktidarı sayesinde, ’kentsel dönüşüm projesi’ adı altında, yeni bir stratejik rant/rekabet dalaşı organize ediyorlar.
Batı Asya/Ortadoğu/Kuzey Afrika/Balkanlar ve Güney Avrupa üzerindeki sermaye, enerji, hammade, hizmet, emlak, emtiya ve meta pazarları üzerinde stratejik bir sevkiyat güzergahında bulunan Türkiye, ’soğuk savaş sonrası’ uluslararası iktisadi, ticari ve siyasi kapışmalar yakından irdelendiğinde görülecektir ki; jeo-stratejik öneme sahip bir konumdadır. Bu konumlanış, T.C. devletinin AKP iktidarları sürecinde yeniden yapılandırılmasının da asıl gerekçesidir.
Bu dalaş sürecinde, uluslararası kapitalizmin ve emperyalist tekelci rekabetin merkez üsleri durumundaki metropol şehirler, zoraki bir yeniden yapılandırılmaya tabi tutuluyorlar. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropol şehirler başta olmak üzere; İzmit, Bursa, Adana, Mersin, Kayseri, Antep gibi sanayinin yoğunlaştığı kentler 21. yüzyıldaki yeni sürecinin ihtiyaçlarına göre ’çok merkezli ve çok yönlü şehircilik’ konumlanışına göre transforme edilmek durumundadırlar. Bu transformasyon halka zarar sermayeye -özellikle de imar-inşaat ve emlak rantları üzerinden transnasyonal mali sermayeye- azami kar getiriyor ve sömürücü sistemin geleceğini garantilemeyi hedefliyor.
Recep Tayyip Erdoğan gibi islamo-faşist ziyniyetli, dayatmacı ve vizyonu dar bir burjuva politikacının Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığına getirilmesi bu projeleri zorlada olsa uygulatabilmek içindir. Ama her şey egemenlerin baskısı, dizginsiz zoru ve iktidar gücüyle açıklanamaz.
Dünya çapında zoraki dayatılan, tek merkezli geleneksel metropol şehirleri adeta büyük bir şantiyeye çeviren ve nihayetinde bu kentleri çok merkezli megapol şehirlere doğru yeniden yapılandırmayı amaçlayan ’Kentsel Dönüşüm Projesi’ saldırıları, bir çok ülkede olduğu gibi, halkın çıkarlarını gözetmediği için de artık Türkiye’de isyanla karşılanıyor. Halkın gücünü, itirazlarını ve öz taleplerini sürgit bastıracağını zannedenlerin yanılgıları tsunamik sosyal depremler ve isyanlarla bir kez daha kanıtlanıyor.

GEZİ PARKI KIVILCIMI ve TAKSİM İSYANI olarak tarih yazan bu görkemli direniş, umut yelkenlerimizi yeniden cesaret rüzgarlarıyla doldurdu ve sosyal kurtuluş mücadelesinin inançsızlıklarla sıkıştırılmış sis perdesini de parçaladı ve yolumuzu aydınlattı.
Bu isyan egemenlere korku halklara umut aşılıyor. Bu isyan, devrimlerin bir tercih değil kaçınılmaz bir zorunlu bir ihtiyaç ve bir elzem olduğunu yeniden kanıtlıyor.
Gezi parkı direnişi/Taksim başkaldırısı, devrimin itici güçlerinden olan umut yelkenlerimizi, bolca rüzgarla dolduruyor. Bu süreci en geniş, en derin ve en ince detaylarına kadar incelemek, öğrenmek, araştırmak ve bizzat kentsel dönüşüm akıntısına karşı yüzme cesaretini kuşanan yüzbinler gibi bu devrimcileştiri sürecin içinde yer almak tarihsel bir görev ve devrimci bir fırsat olarak önümüzde duruyor.
Fakat demokrasilerde meşruiyetin sadece sandıkçılıktan ibaret olduğuna inanacak kadar düşün özürlü birileri, bindirilmiş kıtalar ordusunun emanet komutanı olarak, bu süreci karalamaya, terörize etmeye ve bastırmaya yemin etmiş bir üslup ve anlayışla her fırsatta saldırmaya devam ediyor.
Nevazil olmuş ve hapşırığa kapılmış insan gibi; dili dizginsiz bir halde konuşan, özellikle de serbest konuşurken, ve her böyle konuştuğunda içindeki kirli zihniyeti dışa vuran ve her defasında ucube laflar eden ’Sayın Başbakan Erdoğan’ yeni bir ’gaflaf’ tezahür buyurdu ve gezi parkı direnişçilerine ’üç-beş çapulcu’ yakıştırması yaptı.
Çapulcu, birilerinin malını, mülkünü, parasını ve kıymetli eşyalarını gaspeden veya çalanlara denir. Büyük Britanya’da bir zamanlar despot aristokratların korkulu rüyası efsanevi gerilla Robin Hood da halkı soyanlar tarafından aymazca ’çapulcu’ olarak anılıyordu.
Paranın ve kudretin kölesi olduğu halde müslüman insanları din ve vicdan sömürüsüyle aldatarak ve rant sömürüsünden dağıttığı sus payıyla kandırarak yeni yeşil sermaye baronları yaratan ve mega projelerle talan etmedik mekan bırakmayan gerçek çapulcular, talancılar kimler aceba?
Amma velakin kimilerinin ’ucube gaflaf’ efendisi dediği, kimilerinin ise ’sayın BaşKakan Kerdoğan’ diye alay ettiği bu kibirli sözde sultan, nerden bilsin bir zamanlar efsane Robin Hood ve arkadaşlarına da böyle denildiğini ve Onlara böyle itham edenlerin isminin bile unutulduğunu..!
Başka söze ne gerek: Gafletler içinde dalalete düşene delalet nafile! (Yanılgılar içinde yoldan çıkana yol göstermek ne fayda!).
Sayın ’BaşKakan’ düşün dünyasındaki faşizan zehri bir kez daha kustu. İyi de etti hani. Açık sözlüdür ne de olsa! Çünkü bir insan fikir ve zihin dağarcığında ne varsa onu konuşabilir ancak.
Hak isteyen evlada ’ananı da al git’ diye öykeyle çıkışan, Karacaahmet Cemevine ’ucube’ diyen, kürtaj hakkını kullanmak isteyeni bizzat ’bombalayın’ emrini verdiği katliamla utanmazca ilişkilendirerek aymazca-küstahca ’her kürtaj bir Roboskidir’ diyebilen ve her yeni benzetmesinde fikri ve ruhi şekillenişindeki faşizan zihniyeti ele veren bir BaşKakan var karşımızda.
O sanki bir ülkenin Başbakanı değil, gerçekten de büyük bir ’BaşKakan’ı!
İtiraf ediyoruz: Sen buyurduğun için, tam da şimdi ve artık hepimiz ’ÇAPULCU’yuz!
Çünkü biliyor ve inanıyoruz ki, bir gün ama mutlaka bir gün; ’ÇAPULCU’ların Öfkesi Katilleri Boğacak!
Göstermelik ve sözde bir hayranlıkla illa da girmek istediği Avrupa’nın Aydınlanma Kültürü’nden bir nebze dahi nasibini alamamış, Ortaçağ despotizminden müzdarip bir beyinde esir kalmış, emperyalizmin neoliberalist direktiflerinin işgüzarlığından şaşkına dönmüş bir halde, ’burnundan kıl aldırmayan’ edayla ha bire sözlü saldırıyor, potlar kırıyor sayın ucube gaflaflar efendisi!. Faşizan fikirsel kundakçılığın yeni temsilcisi Başbakana ve egemenlerden yana herkese, bütün çapulcuların demokratik ortak düşüncesi, bireysel ve toplumsal kültürel devrimcilik örnekleriyle çok devrimci bir cevap verildi.
Her pot kırdıkça da ’Tom und Jerry’ çizgi filmindeki farenin zekiliğine kızmış haksız ve saldırgan kedi gibi çılgınlaşıyor R.T.Erdoğan.

Ey ’ucube gaflaf’lar efendisi, bilesin ki;
Bu dünyada ne işgal ettiğin koluğun ne de sürdüğün saltanatın garantisi var? O çok övünerek dillendirdiğin % 51 oy potansiyeli (aslında sende biliyorsun ki halkın sadece üçte biridir) hiç beklenmedik bir anda birden eriyiverir ve saltanatın da çöküşten kurtulamaz.
Bilesinki, Demokrasi ne sandıkla, ne de seçimle kalıcı olur. Demokrasi ne transferle ne de yukardan aşağı dikte edilerek kazanılır. Demokrasi her zaman mücadeleyle elde edilmiş, mücadeleyle var olmuş ve yine mücadeleyle gelişecektir.
Biz senin anladığın demokrasiyi de, rejimi de halkın birleşik mücadelesiyle yıkmaktan gerçek demokrasiyi ülkemize getirmekten vaz geçmeyeceğiz. Ey ucubeler efendisi Tayyip , bu görkemli demokrasi ve devrim mücadelesi seni de, senin gibilerin kirli saltanatını da yıkacak ama her zaman var olmaya devam edecektir.
Unutma ki, Sen, adına Türkiye denilen ve yüzyıllardır senin gibi talancılar sayesinde süreğen bir istikrarı olmayan coğrafyada bulunuyor ve emperyalist efendilerin bahşetiği emanet bir koltukta oturuyorsun. Sen de, 2001 yılında ABD’den üflenmiş gazlarla geldiğin gibi, bir gün patlamış balon misali hızla ve dolana dolana gidersin. Bizden söylemesi..!

TAYYİP ŞUNU BİLESİN,
ARTIK ’ÇAPULCULAR’ İÇİN
HER YER DİRENİŞ, HER YER TAKSİM!

Fakat yine de teslim etmeliyiz ki; ’çapulcular’ ifadesi, biraz da senin sayende, belki de hiç bir zaman hiç bu kadar ironiyle karşılanmadı. Çapulcu olarak itham edilenler çapulculuklarını hiç bu kadar çabuk ve içtenlikle kabul etmediler.
’Üç-beş ağaç’ı, ’üç-beş çapulcu’yu önemsemeyen kibirli edası O’nun başına öyle bir bela oldu ki, devirdiği ağaçların, kırdığı potların ve telafuz ettiği gafların altında bir gün mutlaka kendisi de ezilecek. Bir alman atasözü der ki; ’yüksekten uçanın düşüşü de alçak olur’. Herkese ama özellikle de sana duyrulur!
KENTSEL DÖNÜŞÜM DEDİKLERİ NEDİR?
Kentleşme süreci, ’modern endüstriyel toplum’un ortaya çıkardığı bir gelişme olarak, sermayenin yayılma ve merkezileşme boyutlarını en görünür kılan gelişmelerden birisidir.
Kapitalist toplumun veya emperyalizmin gelişme düzeyinin en bariz göstergesi; metropol veya mega kentler ve buradaki toplumsal örgütlenme düzeyidir.
Kapitalizm koşullarında kentsel dönüşümü hummalıca savunanlar, özellikle şehirleri coğrafik olarak, demografik olarak, ekonomik alt yapı ve siyasal üstyapılandırma merkezleri olarak, kültürel ve iletişim ilişkileri açısından ve sosyal düzenleme bakımından sil baştan yenilemek istemektedirler.
21. yüzyılda klasik endüstri toplumu ve fosil yakıt-enerji merkezli kapitalist üretim, bilgi-yenilenebilir enerji merkezli yeni bir evreye geçmekte ve yine buna bağlı olarak, emekçi bütün kesimlere küresel çapta sosyal güvencesiz esnek üretim modelleri yeni bir sermaye terörizmi şeklinde zoraki dayatılmaktadır. Egemen sisteme içkin bu teknolojik ve alt yapısal dönüşüm; kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizmin bütünlüklü yadsınması değildir. Tersine bu teknolojik dönüşümler ve devrimler , Doğu Bloku’nun çökmesiyle ortaya çıkan yeni pazarl kavgaları üzerinden uluslararası sermayeye bakir yeni birikim ve nüfuz alanları yaratmayı ve toplumsal üretimde sermaye lehine daha randımanlı yeni görev bölümleri organize etmeyi hedeflemektedir..
Bu durumla bağlantılı olarak esnek üretimle yeniden yapılandırılan toplumsal yeni işbölümleri, sermaye birikimi ve dolaşımı sürecindeki ’yeni modeller’ sayesinde emperyal ilişkilerin en talancı hali olan ’mali emperyalizm’ doruk noktalara ulaştırılıyor. Emperyalizm in günümüz koşullarında, sistemin en saldırgan, en yıkımcı gücü olarak konumlanan mali sermaye, bu sayede küresel oligarşik egemenliğini devlet mekanizmalarını, iktidar aygıtlarını ve hükümet organlarını peşine takarak küresel çapta ve her tarafta saldırıyor. Artık hangi burjuva kanadın iktidar veya hükümet olacağının hiç bir kayda değer anlamı kalmamış bulunuyor. Bu politik arenada sağcı, solcu, yeşilci, islamcı, liberal veya muhazfazakar olmanın hiç bir anlamı yok aslında, çünkü sistem partisi olduktan sonra hepsi ’sermayenin asli çıkarlarını nasıl daha iyi koruyabiliriz’ diye birbiriyle yarışıyorlar. Burjuva partilerin ve politikaların hükmü bunun ötesine geçemez ve sosyal pratikte de geçmiyor.
Metropol ülkeler merkezli aşırı birikimle atıllaşmış mali sermayenin 2007 sonundan beri görülen birikim ve dolaşım krizleri, kalkınma sürecinde olduğu gibi; kriz süreçlerinde de, periferi denilen çeperdeki ülkelerden emperyalist merkez ülkelere aktarılan dehşet kaynak transferiyle finanse edilebilir olmuştur.
Kentsel dönüşümler yeni toplumsal iş bölümlerini, yeni birikim modellerini ve mali sermaye merkezli yeni paylaşım alanlarını organize ve reorganize eden merkezlerin yeniden örgütlenmesi olarak tasarlanmaktadır.
Fakat bu tasarım, plansız-anarşik üretimin ve aşırı birikimin ortaya çıkardığı bütün çarpık ilişkilerin, yapılanmaların megakentlerdeki sınıflar nezdinde karşı karşıya gelmesiyle yeni isyanlara, ayaklanmalara ve baş kaldırmalara yol açmaktadır.
Son yıllarda Paris’te, Atina’da, Stuttgart’ta, Londra’da, İstanbul’da patlak veren kitlesel isyanların iktisadi-politik ve sosyolojik, kökeninde bu kentsel dönüşüm meselesi vardır.
Kentsel dönüşüm projelerine karşı isyanların tetikleyici ögesi bir şehirde konut meselesinden, bir başka şehirde sosyal bir sorundan, bir diğerinde göçmenlik veya ırkçılık fenomeninden, bir başkasında eğitim, kitlesel işsizlik, yığınsal fakirlik, sosyal güvencesizlik, ekolojik yıkım gibi başlıca meselelerden patlak verebilmektedir. Her ülkenin veya mega şehirlerin özgün sosyal-siyasal-iktisadi gerçeklerine göre isyanın patlak verdiği mesele farklı olabilir.
Ama hepsinin özünde egemenlerin egemeni bir avuç mali sermaye güçlerinin çıkarlarınına bütün toplumsal kesimlerin, kamunun hatta ulusal devletlerin çıkarlarının, bunlar içinde de en başta ücretli emekçilerin çıkarlarının dizginsizce peşkeş çekilmesi vardır.
Bu isyanların özünde, daha fazla sömürü krizleri içindeki mali sermayenin aç gözlülüğünü dirdirmek için halkın değerlerine yeni zorbalık yöntemleriyle el konulması vardır. Kentsel dönüşüm ekonomik, politik, sosyal, kültürel boyutlu bir mali sermaye terörüdür.Dolayısıyla bu terörün dayatıldığı bir çok yerde halkın direnişiyle karşılanması bir kaçınılmazlıktır.
Emperyalizmle birlikte sermayenin yayılma ve merkezileşme eğilimlerinin müthiş artması ve periferi denilen çevrelerden metropol denilen tek merkezli büyük kentlere doğru üretim ilişkilerinin entegrasyonu ve üretici güçlerin sistematik yıkımı katlanarak devam etmiştir.
21. yüzyılda devasa güce erişen, üretken olmayan, asalak ve paraziter karakterli mali sermayenin neoliberalizmle adeta kanatlandırılması ve bununda aşırı sermaye birikimi krizlerini ortaya çıkarmasıyla birlikte büyük metropol kentler sermayenin yeni ihtiyaçlarına cevap veremez olmuşlardır.
Yayıldıkça merkezileşen, merkezileştikçe şişkinleşen, şiştikçe atıllaşan, atıllaştıkça saldırganlaşan ve bütün toplumsal kesimleri emrine amade kılmak isteyen canavarlaşmış bir mali sermaye gerçekliği var ortada.
Mali sermaye, kendi yarattığı atılığına çare olması ve bir şekilde yeniden birikebilmesi için, metropol şehirlere konsantre olmuş kapitalist üretimden, tüketimden ve birikimden elde edilen bütün toplumsal değerleri, kısacası şehirsel-toplumsal yaşam alanlarında ortaya çıkan bütün değerleri bir sünger gibi emmek için, ’kentsel dönüşüm’ adı altında, yeniden sömürgeleştirme projesi olarak rantsal döşümü dayatmaktadır.
Bu mega boyutlardaki yeniden sömürgeleştirme projeleri sömürülen çeper ekonomilerin talancı merkez ekonomilere teslimiyetçi entegrasyonu, göz kamaştıran ’mega veya çılgın proje’ amblajlarıyla yeni sömürgeci bağımlılığın artırılmasını ve nihayetinde transnasyonal tekellerin kasalarına doğru sermaye transferinin görülmedik boyutlarda ve hızda akıtılmasını amaçlamaktadır.
Bu durumda büyük kentlerde yaşayan halk topluluklarının tek merkezli metropol şehirlerden çok merkezli megapol şehirlere doğru dönüşüm sürecinde engel olmaktan çıkarılmaları, iknayla, satın almayla olmuyorsa zorla sürecin dışına itilmeleri gerekmektedir.
Taksim gibi gözde mekanlar zenginlerin en zenginlerine tahsis edilecektir. Aksi taktirde bu projelerin hayata geçme şansı yoktur. Bombay, Meksiko City, Rio de Jenerio veya İstanbul gibi çok merkezli yapıya büründürülecek mega kentler bu tahsisat için ha bire dönüştürülmektedir. Türk egemenleri de efendilerinin çizdiği bu yolda yürümek zorundadırlar.
Çünkü onlara egemenlik koltukları ne pahasına olursa olsun bu projeleri hayata geçirmeleri için vermişlerdir.
GEZİ PARKI ÖFKESİ RANTSAL-KENTSEL DÖNÜŞÜM BARONLARINI BOĞACAK!
Gezi parkı direnişi tarzındaki aniden ortaya çıkan ve hızla yayılan kitsele isyanlar, rantsal dönüşüm sürtünmesinin ortaya çıkardığı bir kıvılcımdan fitillenerek, iktisadi ve siyasi bağımlılığın ortaya çıkardığı toplumsal bozkırları aniden tutuşturan bir özelliğe sahiptir. Ülkemizde artık sadece İbrahim kaypakkaya’nın dikkat çekiği kırsal bozkırların tutuşabilir olması değil,şehirsel bozkırların da tutuşabilir olduğu inkar edilemez bu örnekle, Taksim isyanıyla kanıtlanmıştır.
Gezi Parkı direnişini örgütleyen kapitalist kentsel dönüşüm karşıtı hareket ve onun aktivistleri, mütevazi eylemleriyle mega projelerden beslenen rantsal dönüşüm sistem içinde -belki bu denli farkındalık içinde bile olmadan- bir sürtünme momenti yaratarak kapitalizmin urban çöllerindeki bozkırları tutuşturan kıvılcım oldular.
’Çapulcular’ büyük şehirlerdeki kapitalist rant rekabeti koşullarında halkın adeta bozkırlaştırılan yaşam alanlarından tutuşan bir modern isyan örneği yarattılar.
Taksim direnişçileri, isyan nereye evrilirse evrilsin; bir tarih yazdılar, tarihin akışını değiştirdiler.
Bundan sonra devrimci-demokratlara düşen görev; başta Türk ve Kürt halkı arası ortak mücadele kardeşliği olmak üzere, çeşitli milliyetlerden ve inançlardan halkımızın onurlu birliğini, kardeşliğini, kalıcı barışını ve sosyal kurtuluşunu büyük bir birliktelik içinde gerçekleştirmek için demokratik devrim ve sosyalizm tutkusuna yeniden ve daha güçlü sarılmaktır.
Bu isyanın umut rüzgarlarını kalıcı örgütlülüklere dönüştürmek, ezilen ve sömürülen herkesi demokratik devrim ve Anadolu-Mezopotamya coğrafyası gerçekliğine uygun yeni sosyalizm paradigması doğrultusunda birleştirmek tarihsel bir görevdir.
Gezi parkı direnişi, taksim isyanı ve sonrasında aniden tüm ülkeye yayılan halk ayaklanması sosyal kurtuluş mücadelesinin üstüne çöken umutsuzluk ablukasını da paramparça etmiştir. Evet korku ve sindirilmişlik ablukası bir kez daha devrimci bir tarzla dağıtılmış ve isyan geleneği bir kez daha ve şimdiden kazanmış bulunmaktadır.

Muştular olsun, gün döndü, devran da dönecek,
’Çapulcular’ isyana durdukça halk kazanacak!

Sindirilmişlik ablukasu Taksim isyanıyla dağıtldı!
Bu abluka her direnişle yeniden ve yineden dağılacak!

Demokratik Devrim ve Sosyalizm mücadelesi,
Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yeniden kazanacak!

Her itiraz kıvılcımı bir isyan ateşine dönüştüğünde,
Özgür Gelecek istikametli yolumuz daha çok aydınlanacak!

Sermayeci zalimler ve ’ucubeler efendisi’ kuklalar mutlaka kaybedecek!
’Çapulcular’ birleştikçe halktan ve emektan yana yeni bir dünya kurulacak!

Her Yer Direniş, Her Yer Taksim,
Yaşasın Yeni Demokratik Devrim,
Yaşasın Özgür Gelecek Ve Sosyalizm!

Ufuk Berdan, 15 Haziran 2013