Home , Köşe Yazıları , “BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM”[1]

“BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM”[1]

index1-100x1001 SİBEL ÖZBUDUN | 01 – 08 – 2013 | “Gülemiyorsun ya, gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir.”[2]

Evvelsi gün nöbetçi mahkeme, Emniyet’in kimbilir hangi gerekçelerle son 15-20 gündür Ankara’da protesto gösterilerine katılan on binlerce gösterici arasından “cımbızla” seçtiği 26 gençten 22’sini tutuklayarak cezaevine sevk etti.

İbrahim, Tamer, Mazlum, Yoldaş, Hazal, Erdal, Şahin, Batuhan, Mert, Gizem ve diğerleri; her haksızlığın, her ihlâlin, devlet güçlerinin işlediği her insanlık suçunun yorulmak bilmez protestocuları, yani Yüksel Caddesi’nin o aydınlık yüzlü isyankâr çocukları, öyle görülüyor ki bir süre aramızda olamayacaklar.

Evet, evet, onları tanıyorsunuz: gözlerinde hiçbir baskının, hiçbir tehdidin karartamadığı ışıltılarla burada itirazlarını haykırır, gazetelerini satar, imza toplarken görmüş olmalısınız çoğunu.

Zaten onbinlerce protestocu içerisinden seçilip aramızdan alınmalarının nedeni de onların bu aşinalıkları.

Şu an bizleri izleyen, filme alan, sözlerimizin, sloganlarımızın, türkülerimizin notunu tutan Ankara Emniyeti, Haziran başında hiç beklemedikleri bir şekilde patlak veren, hazırlıksız yakalandıkları halk kalkışmasının intikamını onlardan almayı seçti.

Daha doğru bir deyişle, bu genç dostlarımız, Haziran 2013 kalkışmasına öfkesini meydan meydan dolaşarak haykıran, göstericiler hakkında olmadık tezvirata başvuran, iftiralar atan, “camide içki içildi, ahlâksızlık yapıyorlar, polis öldürdüler, yakıp yıktılar, darbe yapacaklardı” yalanlarıyla dindar kitleleri kışkırtan, ve öfkesi bir türlü yatışmayan başbakanın önüne kurban olarak atmak üzere seçildiler.

Hem de ne suçlamalarla… Şunlara bakın:

“Halkı tahrik etmek;

devlet büyüklerine, başbakana ve polise küfür etmek;

insan öldürmeye teşebbüs;

genel güvenliği tehlikeye sokmak;

Türk bayrağını yırtarak yakmak;

kamu malına zarar vermek;

yağma ve nitelikli hırsızlık yapmak;

kimliği gizlemek için yüzü tamamen kapatmak;

sövmek suretiyle bir memurun şeref ve saygınlığına saldırmak;

işgal eylemi gerçekleştirmek,

seyahat özgürlüğünü engellemek…”

Hangi sapkın imgelemin ürünüdür bu isnatlar?

Bu gençler hangi kirli polisiye oyuna kurban edilmek isteniyor?

Tek suçları daha adil, eşitlikçi bir kardeşlik dünyasını düşlemek olan çoğu üniversite öğrencisi gençler bundan daha “canavarca” bir şekilde resmedilebilir mi?

Kim, hangi kara propaganda aygıtı Hazal’ı, Tamer’i, Erdal’ı, Mazlum’u ya da tutuklanan gençlerden herhangi birini “tahrikçi, yağmacı, hırsız, katil…” olarak damgalayabilir?

Emniyet ille de “tahrikçi”, “katil”, “kimliğini gizleyen”, “seyahat özgürlüğünü engelleyen” birilerini arıyorsa başka tarafa çevirsin bakışlarını.

Bu ülkenin başbakanı ve hükümet üyeleri yıllardır “Üç çocuk doğursunlar, evde otursunlar” söylemleriyle kadınları,

“Camide ibadet etsinler, Ebussud Efendi’yle gurur duyuyoruz, üçüncü köprünün adı Yavuz Selim olsun” diye diye Alevileri;

“Tıksırıncaya kadar içsinler” çıkışıyla içki içenleri;

“Kürt sorunu yoktur, tek bayrak, tek dil, tek din…” sözleriyle Kürtleri;

“Dindar ve kindar nesil istiyoruz, kafası kıyak nesil, çapulcular, ” söylemiyle gençleri;

Nüfusun yüzde 25’ini sosyal yardım kurumlarına bağımlı kılan neo-liberal politikalarıyla emekçileri;

Tahrik edip durdu…

YKM’nin önünde polis kurşunuyla devrilen sevgili Ethem’in kanı kurumadı daha… Ethem’i vuran polis hâlâ yargı önüne çıkartılmamışken, amirleri sorguda “duymadım, görmedim, bilmiyorum”u oynarken, bu gençleri “adam öldürmeye teşebbüs” suçlamasını yöneltmek, alçaklık değilse nedir?

Savcılığa gönderdiği fezlekede kimliğini gizlemekten söz eden emniyet, halkı gaza boğarken kask numaralarını örten polisler için bir fezleke düzenlemeyi düşünüyor mu acaba?

Ve gaz stokunu 15 günde yolu Taksim’e, yolu Kızılay’a, yolu Gündoğan’a ya da ülkenin diğer meydanlarına düşen herkes, çocuklar, hastalar, turistler, yaralılara yardım eden sağlıkçılar, avukatlar üzerinde tüketen, gaz bombalarını caydırıcı değil, yaralamaya yönelik silah olarak kullanan, göstericiler üzerine kimyasal su sıkan, üç göstericiyi öldüren, onlarcasını sakatlayan, binlercesini yaralayan polis, bu gençlerin “genel güvenliği tehlikeye soktuğu”nu iddia ederken bizimle dalga mı geçiyor?

* * *

Bu yolunu şaşırmışlığın, bu paniğin, bu hezeyanın bir nedeni var elbet.

Haziran kalkışması, bu ülkenin egemenleri üzerine bir karabasan gibi çöktü.

“Nasıl olsa medya kontrolümüzde; nasıl olsa yargıyı sultamız altına aldık; nasıl olsa liberal aydınları kendimize ram ettik; nasıl olsa yoksulları, işsizleri, varoşları erzak dağıtarak susturuyoruz; nasıl olsa uluslar arası finans kuruluşları ve büyük sermaye bizi destekliyor; nasıl olsa bize boyun eğmeyen üç-beş marjinali kurduğumuz polis devletinde her an derdest edebilecek güce sahibiz…” rehavetindeki iktidarı, gafil avladı.

İnsanlar yaşam alanlarının yağmalanmasına, hayatlarına nizam intizam vermeye kalkışan hotzotçuluğa, halkı hergün daha yoksullaştıran, emekçilerin kazanımlarını bir bir ellerinden alarak onları taşeronlaşmaya mahkûm eden, işsizlik tehdidiyle terbiye etmeye kalkışan neo-liberal talan düzenine karşı ayaklandılar.

AKP’nin 12 yıllık iktidar oyunu bozuldu.

Çünkü ezilen yığınlar, sokağın tadını aldılar bir kere.

Bakın, geçtiğimiz günler içinde milyarlarca dolar kaçtı ülkeden.

Borsa sallandı, dolar tavan yaptı…

AKP iktidarının, sıcak parayla günü kurtarma politikasının ucu göründü velhasıl.

Kriz, artan bir şiddetle kendini hissettirmekte.

Ancak bu kez, yoksulluğa ve yoksunlaşmaya karşı meydanlarda direnmeyi öğrenen bir halkı bulacaklar karşılarında.

Bakalım meydanlardaki yüzbinlerin acısını tutuklattığı genç insanlardan çıkartmaya kalkışan iktidar, açlar, işsizler, yoksullar sokaklara döküldüğünde ne yapacak…

Evet dostlar, Haziran başından beri haykırıyoruz ya: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” diye…

Gerçekten de bu daha başlangıç…

Artık yalnız meydanlar değil, işyerleri, mahalleler, sanayi siteleri, parklar birer mücadele alanı…

Bakın, bugüne dek korku ve kayıtsızlığa teslim insanlar, üzerlerine serpili ölü toprağından silkelenip konuşmaya, tartışmaya, örgütlenmeye başladılar.

Kuşkusuz kolay olmayacak. İktidar güçleri, şiddeti tırmandıracaklar…

Ama ekmek ve özgürlük mücadelesini, gazla, copla, tazyikli suyla, mermiyle boğamayacaklar.

Eninde sonunda kazanan halk olacak.

Bu “Anadolu Ya Basta!”sını neo-liberal kapitalizmin cenderesine karşı mücadele eden dünya halklarına armağan edeceğiz hep birlikte.

Bu güven ve bu coşkuyla hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

23 Haziran 2013 12:14:53, Ankara.

 

N O T L A R

[1] Kaldıraç Dergisi’nin 23 Haziran 2013’de Ankara Konur sokakta düzenlediği “Direniş Ezgileri ile Konur Sokaktayız” etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç, No:145, Temmuz 2013…

[2] Edip Cansever.