İZMİR | 12 – 06 – 2009 | KESK’e yönelik yapılan operasyondan sonra tutuklanan Türkiye Barış Meclisi sözcüsü ve İHD Onur Kurulu Üyesi Yüksel Mutlu, bulunduğu Bergama M Tipi Cezaevinden mektup gönderdi. Mutlu mektubunda, insan hakları ve barış için yola çıkanların bu sistemde cezaevine atıldıklarını ve Türkiye’de düşünce’nin ‘suç’ olduğunu anlatıyor.
1 Haziran gecesi tutuklanan Mutlu’nun 9 Haziran imzalı mektubu şöyle:
Merhaba:
Ben Yüksel Mutlu. Kendimden bahsedecek olursam 1957 Tunceli doğumluyum, emekli öğretmenim. Eğitim-Sen üyeliğinden sonra emeki olunca sırasıyla İHD Ankara Şube Başkanlığı, İHD Genel Merkezi saymanlık da dahil olmak üzere derneğin çeşitli kademelerinde uzun yıllardır çalışmalar yürütmekteyim.
Bununla birlikte kadın çalışmalarında yer almaktayım. Barış için Sürekli Kadın Platformu, Ankara Kadın Platformu, Kadın Kurultayı ve KADER’in üyesiyim. Ayrıca KADER üyesi bir grup kadınla üç yıl süren ‘Yarın için Bugünden’ Kampanyasını sürdürdüğümüz kadınların yerel siyasette daha çok yer almalarını sağlamak amacıyla ‘Yerel Siyaset Çalışma Grubu’ olarak Türkiye’nin birçok yerinde Kadın ve Yerel Siyaset çalışmalarına katıldım. Yine Ankara’da kurulan, kadına yönelik şiddetle mücadele kooperatifi olan ‘Kırkörük’ adında bir kadın kooperatifi kurucu üyeleri arasındayım.
Yaklaşık üç yıldır da bunların yanısıra Barış Meclisi’nin kurucuları ve sekreteryasında yeralmaktayım. Kuşkusuz herkesin bir mücadele tarihi vardır ve bu liste uzayıp gidebilir anacak kendimi tanıtmak için yeterli diye düşünmekteyim.
Şimdi Bergama M Tipi cezaevindeyim, A-1 Kadın koğuşu. Buraya 4 kadın arkadaş getirildik. Basında, kamuoyunda KESK operasyonu olarak bilinen bu operasyonla Ankara’daki evim arandıktan sonra İzmire getirildim. Gözaltı sürecinden sonra savcılığa ve hakime çıktıktan sonra hakkımda tutuklanma kararı çıkartıldı. Anlaşılmayan ve hiçbir şekilde izah edilemeyende. Ben emekli öğretmenim, bu operasyonun içine niçin karıştırıldım ve bununla ne yapmak isteniyor?
Bana sorguda sorulan sorulardan birkaç örnek vermek istiyorum. Dinlenen telefon görüşmelerimde kadınlarla Mardin’in Bilge köyüne araştırma-inceleme yapmak üzere gitmiş ve bir rapor yayınlamıştık. Raporun altında imzası olan örgütlerin kadın temsilcileri ve aramızdaki birçok kadın örgütüydü. Bu raporda İHD-KESK-Barış Meclisi-Ankara Kadın Dayanışma Vakfı-TMMOB Kadın Mühendisler-Halkevleri-Türk Tabibler Birliğinden Kadın Temsilcilerle hazırladığımız raporun içeriği sorulmakta. Sorulan sorular arasında ‘neden koruculuğun kaldırılmasını istiyorsunuz’, ‘devlet tartışsın, siz tartışmayın’.
Örneğin özel hayatıma ait konuşmalar deşifre edilmiş uzun senelerdir aynı örgütün yani İHD’nin yönetimini paylaştığım avukat arkadaşım Reyhan Yalçındağ’la yaptığım telefon görüşmesinde bana şöyle diyor. ‘Yüksel cezaevindeyim’ diyor, sorulan sorun neden ‘cezaevinde’ cevap çünkü ‘o bir avukat’ yine diğer bir soru Reyhan Yalçındağın kocasının adı nedir gibi akla hayale gelmeyecek, hiçbir hukuki dayanağı olmayan bir süreci yaşamaktayım. Bir diğer soru ‘Yusuf Alataş kimdi’, cevap İHD’nin geçen dönem yani bulunduğum örgütün genel Başkanı… gibi saçma sapan sorular. Ve bu gibi sorularla tutuklandım. Yinde Türkiye Barış Meclisiyle ilgili birçok soruya muhatap oldum. Sanki meşru olmayan bir çalışma yapmışım gibi sorular. Bu yasal ve bağımsız oluşumların meşruiyeti sorgulanır gibiydi.
Sonuçta: ben insan hakları ve kadın İnsan hakları savunucusuyum. Çok doğaldır ki İnsan Hakları savunucuları Barış Hakkının doğal savunucularıdır. Ülkemizde toplumsal barışın tesis edilmesi için ben elimden geleni yapacağım. Şimdi bunun için yaptığım çalışmalar sorgulanıyor. Bu da hepimizin ne kadar barışa ihtiyaç duyduğumuzu göstermiyor mu? Benim bazı yayın organların barış, insan ve kadın hakları konusunda yazdığım yazılarda da görüleceği gibi hayatımın hiç bir evresinde şiddeti öven, savunan bir cümle dahi bulunamaz. Şiddet ve çatışma karşıtlarına barışı savunanlara reva görülen özgürlüklerinden mahrum bırakmadır, bu demokrasi mücadelesidir. AB’ye girmek isteyen Türkiye’nin yüzü bu mudur? Sistem kendine muhalif olanlarla sorununu böyle mi çözecek, peki bu yöntem çözüm mü? Gibi sorular çoğaltılabilir. Mardin’in Bilge köyünde 44 kişinin yaşamını yitirdiği olayda ‘koruculuk kaldırılsın’ dediğimiz için mi, ülkeye barışın, kalıcı bir barışın tesis edilmesi dediğimiz için mi? 70 kadar çoçuğun yetim kaldığı, bu köyde basın-yayın organlarında ‘eli silah tutan herkes korucu’ demekle sorun çözülmüyor. Gerçek çözüm önerilerimizden mi rahatsız olunmuştur?
Sonuçta insan hakları, barış dediğimiz için cezaevindeyiz ben ve üç kadın arkadaşım, onlarda sendikal mücadele içinde olan arkadaşlar. Eril sistemin kadınlara reva gördüğü şey, cezaevi sonuçta eğer düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü suç olmamalı aksi halde nasıl demokrasiden bahsederiz ki. Eğer bunları söylemeseydim şu anda evimde olabilirdim, fakat özgürlükler, haklar hiçbir şeyle ölçülemez. Bu hukuk dışılığı bulunduğunuz ortamlarda, yazdığınız yazılarda ifade edeceğinize olan inancımız tamdır.
Çalışmlarınızda başarılar dilerim.