Home , Köşe Yazıları , Ercan Kanar , Baroların ve Bileşenlerinin Hukuk Felsefesi ve Ekol Derdi Var mıdır?-Ercan Kanar

Baroların ve Bileşenlerinin Hukuk Felsefesi ve Ekol Derdi Var mıdır?-Ercan Kanar

Patrimantiyalist bir şirket-devlet biçiminin örüldüğü, şirketin tek bir diktatör patronunun olduğu bir süreçte barolar genel kurullarına gidiyoruz. Kuvvetler ayrılığının kırıntılarının da yok edildiği, rejim değişikliğinin adım adım kurumsallaştırıldığı bir süreç yaşıyoruz.

Bu süreçte, başta barolar birliği olmak üzere metropol barolarının sınıfta kaldığı hazin bir gerçek. Esasen, genel olarak coğrafyamızda baroların mazisi cumhuriyet tarihi boyunca özgürlükler açısından pek de temiz olmayan sayfalarla dolu. Barolar, hep temel toplumsal hukuki problemlerde yarı-resmi devlet kurumları gibi konumlandı.

Barolar, teorik olarak halkın hak arama özgürlüğünün temsilcileri olan savunmanların örgütüdür. Yani iktidar erkine karşı halkın yargılama faaliyetinde temsilcisi olan savunmanların kurumudur. Savunmanın işlevi esas itibariyle iktidarın cezalandırma yetkisini geriletmek, giderek izole etmektir. Borçlar hukuku, medeni hukukta dahi mülkiyet lehine olan egemen yetkiyi dağıtmak işlevidir. Hal böyle olunca baroların en az devlet- en çok toplum anlayışına uygun özgürlükçü hukuk politikaları üreten bir niteliğinin olması gerekir. Hukuk üreten devlet düzeninin tamamlayıcısı ve yardımcısı olan bir baro politikası değil, aşağıdan yukarıya toplum tarafından üretilen hukukun aktif bir etkeni; inşacı etkeni olan bir baro politikası üreten bir konumda olmalıdır. Irkçı, şoven, milliyetçi olmayan; ezilenlerin hak ve hukukunu savunan, dillerin ve halkların hak eşitliğini savunan, ayrımsız; her türlü ötekileştirmeye karşı çıkan, kendisini yasa devletiyle baskıcı ve statükocu hukuk devletiyle sınırlamayan; özgürlükçü hukukun üstünlüğünde küçülen devlet hedefinde doğrudan demokrasiyi şiar edinen bir baro niteliği örülmelidir. Baroların resmi egemen ideolojinin hukuk platformundaki tetikçisi olmaması gerekir. Devlet avukatlığına karşı halkların ve azınlıkların avukatlığını savunması gerekir.

Bizde genel olarak barolar, egemen resmi ideolojinin bekçiliğini yapmışlardır. Aşağıdan yukarı bir hukuk politikası üretmemişlerdir. Oysa barolar avukatların bağımsızlığını ve özgürlüğünü, mesleki yararlarını savunurken aynı zamanda toplumsal özgürlük için tavizsiz, yol açıcı bir hukuk kurumu olabilmelidir.

Türkiye’nin en büyük barosu, İstanbul Barosu’nu temel alırsak; tarihi boyunca ağırlıklı olarak barolar birliği yönetimleri gibi Mahmut Esat Bozkurt anlayışına teslim olmuştur. Kürt halkına, azınlıklara yönelik ırkçı, şoven politikalar ve hukuk uygulamaları konusunda sessiz kalmıştır. Son bir örnek, İstanbul Baro yönetimi ve Barolar Birliği yönetimi Cizre ve Sur gibi özel güvenlik bölgelerinde işlenen insanlığa karşı suça, Afrin’in işgaline, sınır ötesi hareketlere adeta destekçi-ortak olmuştur.

Cumhuriyet tarihi boyunca baro yönetimleri İdare Hukuku açısından da katı merkeziyetçi politikalardan yana olmuş, yerel yönetimlerin özerkliğine karşı çıkmıştır.

Ceza Hukuku alanında ağırlaştırılmış müebbet, müebbet gibi artık AİHM’in dahi belirli sürelerde gözden geçirilmeli dediği katı ceza tiplerine karşı özgürlükçü bir politika üretememiştir.

Çağdaş Avukatlar Grubu’nun yönetimde olduğu 70’li yıllarda dahi bu nitelik değişmemiştir. 1988-1996 sürecinde 12 Eylül faşizminin hukukuna karşı klasik hak ve özgürlükler savunulmuş, lakin halkların hakları ve azınlık hakları konusunda resmi ideolojiden yana tavır alınmıştır. Kürt sorunu, OHAL rejimi, sansür-sürgün kararnameleri karşısında özgürlükçü bir ses çıkmamıştır. Sadece 1996-2002 döneminde göreli olarak resmi ideolojiden kopuş ve hukukun değişik alanlarında özgürlükçü hatta doğru evrilme başlamış; bireysel hakların yanı sıra kolektif haklar da gündeme getirilmeye çalışılmıştır. Ancak Önce İlke Grubu’nun yönetime gelmesiyle Mahmut Esat Bozkurt anlayışına geri dönülmüştür. Bu anlayışla çalışan baro yönetimi, ceza yargılamalarında anadilde savunma hakkına dahi karşı çıkmıştır. Anadilde eğitim hakkı da, baro yönetimlerince muhalefet edilen bir haktır. O nedenle “Geleneği Geleceğe Taşıyalım!“ şiarı isabetli bir şiar değildir. Yapılması gereken gelenekteki yanlışlarla yüzleşerek yeni, özgürlükçü geleneklerin yolunu açmaktır. Özgürlükçü hukuk felsefesinden yoksun şiarlarla yol alınamayacağı açıktır.

Baro bileşenlerinin seçim beyannamelerine bakıldığında istisna hariç olması gereken hukukla ilgili bir açılım görmek zordur. Önce İlke ve türevlerine hakim olan anlayış hala Mahmut Esat Bozkurt ekolüdür. Muhalif grupların büyük çoğunluğunda da bu ekolden tam kopamayış şiarlarından ve görüşlerinden anlaşılmaktadır.

Grupların; ceza hukuku, medeni hukuk, borçlar hukuku, aile hukuku, iş hukuku, ekoloji hukuku vs. dallarda da bir açılımları; özgürlükçü bir hukuk yaklaşımları söz konusu değildir. Esas olarak mesleki sorunlar dile getirilmekte; mevcut yönetim tarafı yaptıklarını övmekte, sanal bir başarı kurgusu yapmakta; muhalif grupların çoğunluğu ise yapılmayanları ve mevcut siyasi iktidarın ihlalleri karşısındaki baro yönetiminin pasifliğini dile getirmektedir. Kuşkusuz meslek sorunları, mevcut diktatörlüğün ihlalleri, rejim değişikliği temel konulardır ama bunların yanında hukuk açısından neler olması gerektiği noktasında açılımlar yapmak, görüşler ortaya koymak, gündem yaratmak gereksiz ve önemsiz midir?

Dünyada birçok hukuk platformunda; ‚toplumsal savunma ilkeleri‘, ‚idari hukuk rejiminde özyönetim‘, ‚halkın yargılama sürecine demokratik jüri mekanizmalarıyla katılımı‘, ‚insanları dört duvar arasına kapatmanın yani hapishanenin tarihsel olarak fonksiyonunu yitirdiği‘, ‚ceza hukukunun mağdursuz, politik ve düşünce suçlarından arındırılması‘, ’neo-liberal kapitalizmin saldırılarına karşı ekolojik zenginliklere; nehir ve yeşil alanlara tüzel kişilik tanınması‘, ‚yerli halkların hukuku; anadillerin korunması, anadilde eğitim ve savunma hakları‘, ‚hayvan hakları açısından hayvanların özgürlüğünü sağlayacak bir hukuk yaratılması -ki bazı coğrafyalarda uçmak kuşların hakkıdır denerek kafesin yasaklandığı mahkeme kararı var-‚ tartışılmaktadır.

Şimdi gruplara sormak gerek;

-Mevcut ceza hukukumuz düşmanla savaş hukuku egemenliğinden arındırılmalı mı, yoksa aynen devam mı?

-Ağırlaştırılmış müebbet ve müebbet cezaları kaldırılmalı mı, devam mı etmeli? Hatırlatalım, Portekiz 1890’larda müebbet cezasını kaldırdı. AİHM ise son yıllarda verdiği kararlarda ‚Herkesin özgürlüğü umut etme hakkı olmalıdır‘ diye kararlar vererek belli sürelerde müebbet hapis cezalarının gözden geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu konuda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ise üye devletlere müebbet hapis cezalarını 8 ile 14 yıl arasında gözden geçirme tavsiyesinde bulunuyor.

Sormaya devam ediyoruz;

-Cezaevi cumhuriyetine dönen coğrafyamızda hapishanenin alanı daraltılmalı mı, genişletilmeli mi? Hatırlatma bağlamında bir örnek, en son Amerika’da bir eyalette mahkeme bir üniversitede zimmetine para geçiren ve iyi piyano çalan bir öğretim üyesine hapis cezası değil, 3 yıl süreyle yoksul yaşlılara haftada 2 saat piyano çalma yükümlülüğü verdi. Yani bir yanda düşmanla savaş hukuku yasalara egemen olurken bir yandan da bunun karşıtı olan özgürlükçü hukuk gelişmeleri de direniyor. Kısacası özgürlükçü bir ceza yasasına ihtiyaç var.

Sormaya devam ediyoruz;

-MHP ayrımcı, eşitlik ilkesine aykırı, baskıcı rejimi besleyecek bir af tasarısını gündeme soktu. Bu konuda ne diyorsunuz? Toplumun gereksinimi insanlığa karşı suç ve işkence hariç ayrımsız bir genel af değil mi?

-Ceza yargılaması hukukunda halkın demokratik kurumlardan oluşacak değişken jüriler vasıtasıyla yargılama sürecine katılımına nasıl bakıyorsunuz? Şimdiki mevzuatta böyle bir jüri olsaydı bazı yargı rezaletlerinin önüne geçilmez miydi?

-Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmayı savunuyor musunuz? Yoksa hala karşı mısınız? Hatırlatalım, Uluslararası Ceza Mahkemesi artık çevreye karşı suçları da insanlığa karşı suç kapsamında görüyor.

-Barışa karşı suçların ve savaş suçlarının ceza yasasına alınması gerektiğine ne diyorsunuz?

-Başta Cenevre Savaş Sözleşmeleri ve ek protokolleri, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne konan çekinceler olmak üzere, ulusal üstü insan hakları sözleşmelerine konan çekincelerin kaldırılmasını baroların savunması gerekmez mi?

-Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Bölgesel Azınlık Dilleri Şartı ve Azınlık Haklarının Korunması Çerçeve Sözleşmesi’nin kabul edilip onanmasını baroların savunması gerekmez mi?

-Kuvvetler ayrılığını esas alan yeni bir özgürlükçü anayasa değişikliğini baroların toplum gündemine sokması gerekmez mi?

-Yurttaşların toplum yönetimine sadece sandık başına giderek oy vererek değil, aynı zamanda belirli sayıda imzayla yasa teklif ederek katılmasını savunmak gerekmez mi?

-Yine yurttaşların belirli sayıda imza ile yönetilenlerin hak ve hukukunu ihlal eden seçilmişleri dönem sonu beklenmeden görevden alabilmeyi gündeme getirme hakları olmalı mı, olmamalı mı?

-YÖK, RTÜK, MGK, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların kaldırılması gerektiğini, baroların toplum gündemine getirmesi gerekli değil mi?

-Baroların, başta Ermeni soykırımı, Pontus Rum katliamı ve Dersim katliamı olmak üzere; devletin değişik dönemlerde işlediği suçlarla yüzleşmesini toplum gündemine sokması gerekmez mi?

-Aile hukukunda erkek egemenliğe son verecek yasal düzenlemelerin barolarca savunulması gerekmez mi?

-Dünyanın birçok ülkesinde LGBTİQ+ hakları tanınarak hukuki bir çerçeveye oturtuluyor. Eşcinsel evlilikler, gönüllü birliktelikler tanınıyor. Baroların bu açılardan da özgürlükçü bir hukuk alanını açacak hukuk politikalarını toplum gündemine sokması gerekmez mi?

-Cenevre Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin çekincesiz tanınması ve vatansızlar için hukuki bir statü gereğinin gündeme getirilmesi gerekmiyor mu?

Özet olarak doğrudan demokrasiyi temel alan, hukuku eriten hukuk anlayışına bir başka deyişle anarko-komünal hukuk anlayışına kapıyı aralamak gerektiği görüşündeyiz. 2014 İstanbul Barosu Genel Kurulu’nda Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) bu yönde ekol inşa etmek için yetersiz de olsa bir adım atmıştı. Bugün de yine hukukun tüm alanlarında özgürlükçü açılımları temel alan, toplumsal alanda doğrudan demokrasiyi savunan hukuk anlayışının ayak sesleri ÖDAV grubunda bulunmaktadır.

Özgür birey – özgür toplum yolunda, İstanbul Barosu Genel Kurulu’nun katkılar üretmesi dileğiyle…