Home , Köşe Yazıları , BARIŞ VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE HUKUK VE ANAYASANIN YERİ

BARIŞ VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDE HUKUK VE ANAYASANIN YERİ

kanli-1-mayisin-tanigi--41905Fevzi KARADENİZ |27-10-2013 | Hukuk denince, herşeyden  önce “ insanlık hukuku” akla gelmeli. İnsanlığın tarihi kadar eski  ve yazılı olmayan, binlerce yıldan beri gelenek göreneklerden,  dinlerden, kültürlerden, sosyal ilişkilerden beslenerek, zenginleşerek süzülüp gelen bu hukuk, kişi ve toplum  yaşamında güvene, sevgiye- saygıya,  dayanışmaya, karşılıklı anlayışa, maddiyattan ziyade moral-manevi değerlere dayanıyor.

Toplumların gelişmesine, şehirleşmesine, sosyalleşmesine paralel olarak  bir miktar değişse de aile hukuku, kardeşlik, kirvelik,müsaiplik  hukuku, ortaklık, akrabalık , komşuluk hukuku, arkadaşlık-dostluk , yoldaşlık hukuku vb…

“Konukseverlik” bırakalım yazılı hukuku, yazının kendisinden  de önce vardı. “Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırı”  bir vefa duygusu olarak insanlık hukuku içine girmiştir.

Ezilene yardım, mazlumu koruma, sığınanı düşmanına teslim etmeme, teslim olanı öldürmeme insan hayatına saygıdır ki, eski zamanlardan kalma insani erdemlerdir

Bunları  binlerce, yüzbinlerce kez çoğaltmak mümkündür, ama  gereği yok sanırım. Hayatın kendisinden biliyoruz, görüyoruz, duyuyoruz, yaşıyoruz; zaman zaman gözlerimiz yaşararak yeniden yaşıyoruz.

Kuşkusuz bu yazılı olmayan hukukun tümü  artık günümüzde geçerli değil. Bazıları toplumun ileriye evrilmesiyle, bilime, bilgiye, teknolojiye, yeni kültüre,  sahiplenmesiyle, bireyin ve toplumun kendini yeniden örgütlemesiyle gereksizleşti, gericileşti,  Kimisi  yokoldu-unutuldu.  Bazısı ise – özellikle yerellerde – bugün hala insan  ilişkilerinde değerini koruyor.

Örneğin gerçek anlamdaki bir dostluk, arkadaşlık ilişkisi  dünya malını

bağışlayan bir tapu   senedinden daha değerlidir. Veya  SÖZ. Ki, Kürtçede ona    “kellamé qedim” denir, üstüne yemin edilir; her  türlü yazılı belgeden  daha güvenilirdir.

Tabi bugün her toplumda  olduğu gibi  Türkiye’de de hak-hukuk yazılı kurallara bağlanmıştır. İsimler-soyisimler,  evlenme, boşanma, mal-mülk edinme, miras alma-bırakma, iş bulma, çalışma, meslek sahibi olma, onu icra etme, seyahat etme, hatta doğum ve ölümler bile.

 

 

 

Yöneten-yönetilen veya devlet-vatandaş ilişkileri de öyle.

Siyaset yapma, seçme-seçilme, hizmet etme, parti , dernek, sendika kurma, yazı yazma, gazete-kitap çıkarma, toplantı,  gösteri yapma yasalara tabidir. Gerçi buna özgürlüğün eli kolu bağlanmıştır da diyebiliriz ama, ne yapalım ki öyle. Beğensek de beğenmesek de…

İşte beğenmediklerimizi değiştirmek, kaldırmak, yerlerine yenilerini getirmek istemi, iradesi, eylemi demokrasi ve özgürlük mücadelesidir.

 

***

Yazılı hukuk denince; Medeni Hukuk, Ceza Hukuku, Anayasa Hukuku, Devletler Hukuku, Kamu Hukuku, İş Hukuku, Ticaret Hukuku akla gelir. Tabi bunlara gelişen birey ve toplum ihtiyaçlarına  binaen oluşturulan İnsan   Hakları Hukuku,  Tüketiciyi Koruma Hukuku, Çocuk Hakları Hukuku, Çevreyi Koruma Hukuku v.b… eklemek gerekir.

Günümüzde, kişi-toplum, devlet-vatandaş, yöneten-yönetilen veya eşitler

arasındaki haklar, görevler, yetkiler, sorumluluklar gibi normlar silsilesi demek olan Hukuk  “yasa” larla uygulanıyor. Gelgelelim bu yasalar her zaman  hukuk’a uygun, olmayabiliyor.

Devlete ilişkin yanıyla söylersek, her hukuk devleti çağdaş, eşitlikçi, katılımcı, gerçek anlamda demokratik olmayabilir. Hukuk’un bir de birey ve toplumun sürekli değişen, gelişen, artan maddi-manevi ihtiyaçlarına, yaşam standartlarına, moral değerlerine, hatta ütopyalarına cevap veren nitelikte olması, daha da önemlisi adil olması gerekir.

Somuta indirgersek, bizim hem yazılı olmayan insanlık hukukuna hem de  yazılı hukukun adil  olanına  ihtiyacımız  var.

Barış ve Demokrasi Meclisi’nin ve ona bağlı oluşturulan Hukuk Yol temizliği ve Yeni Anayasa  çalışmalarının kalkış noktası böyle olmalı, çerçevesi bu şekilde çizilmeli diye düşünüyorum.

Şimdi Türkiye’de sürdürülen devletle Öcalan görüşmeleri, ardından silahlı güçlerin geri çekilmesi barışın önünü  açan “ olmazsa olmaz “ derecede önemli girişimlerdir. Ancak, eğer barış ve demokrasi mücadelesini   bunlardan ibaret saymıyorsak, toplumun birbirine değen bütün kesimlerini birleştirici, bağlayıcı,

birlikte harekete geçirici  tarzda  bir mücadele yürütmeliyiz. Demokrasinin kazanılması ve korunması, barışın tesisi “sen, ben, bizimkiler”le olacak iş değil.

Her şeyden önce,  insanların   evde, mahallede,  okulda, sokakta, kahvede, işyerinde,  umuma açık-kapalı bütün yerlerde,  sinemada,  stadyumda, otobüsde,  metroda, velhasıl hayatın her alanında kardeşçe  barış  içinde  yaşayabilmesi için binlerce yılda oluşmuş olan insanlık hukukunun iyi-güzel, temiz olanlarını yaşamın merkezine alması gerekiyor.

 

 

 

 

Sosyolojik veya siyasi kavramlarla ifade edersek, dili, dini, mezhebi, cinsiyeti, cinsel tercihi, etnik kimliği, kültürel değerleri, siyasi düşüncesi ne olursa olsun herkes birbirini olduğu gibi kabul etmeli, birbirlerinin değerlerine saygı duymalı.

Din  veya milliyetçilik gibi güçlü bağların bazı toplumları birarada tutmada önemli rol oynadığı biliniyor. Ne var ki böylesi durumlarda, sözkonusu toplumlar bir türlü kabuklarını kıramaz, dışarıya açılamaz, dünyayı yeterince tanıyamaz,  o toplumun bireyleri başka ülkelerin insanlarıyla güvene dayalı dostluklar kuramaz.

Sözün özü: Herkesin Türk sayıldığı bir ülkede “Türkün türkten başka dostu olamaz.

Ayrıca unutulmamalı;  toplumlar sınıflardan, katmanlardan oluşuyor; konumlanışları sınıfsal çıkarlarına göre olmalı.

Öte yandan Türkiye gibi çok etnisiteli, çok kimlikli çok kültürlü bir  toplumu  besbelli ki, “din” veya  “milliyetçilik”  bir arada tutamaz.

Ulusal – demokratik hakları ret ve inkar edilen, kültürel değerlerine saygı duyulmayan,  kendini dışlanmış hisseden,  -hissiyattan öte-  kendisine öyle davranılan insanı veya toplumu yasalar da birbirine bağlayamaz. Aslolan gönüllü birliktir. Ve bunun hukuka bağlı yasalarla, demokratik bir anayasayla güvenceye alınmasıdır.

Buradan çıkarak Avrupa Barış Ve Demokrasi Meclisince oluşturulan Hukuk ve yeni Anayasa çalışmalarını hangi temele dayandıracağız?  Nereden, nasıl başlayacağız? Sadece “uzman işi” teknik raporlar mı hazırlayacağız, yoksa halka mı gideceğiz? Herşeyi yukardan, merkezden, yönetenden, devletden talep ederek bekleyecek miyiz?  Ya da  toplumun içine gidip (mevcut yasalar varken bile) pratik uygulamalar yaparak barış ve demokrasi önündeki kimi engelleri ortadan kaldırma yolunu mu seçeceğiz ?

Bana kalırsa tümü birden olmalı, hepsi bir arada yürütülmeli. Talep etmek önemlidir ama, kendimizi, sorunlarımızı dışımızdakilerle paylaşmak, onlarla ortaklaşma, birlikte davranma  daha önemli.

Türküz, Kürdüz, Ermeniyiz….. Süryani, Arap, laz, Çerkez, Sünniyiz, Aleviyiz ama “öteki” nden sevdiğimiz eşimiz-dostumuz var. Çocuklarımız var ki, her birinin ismi başka bir milletin anadilinden. Öteki’nin müziğinden sevdiğimiz şarkılar, türküler,  mutfağından sevdiğimiz yemekler var. Ve üzerinde yaşadığımız bu topraklarda  hasretine doyamadığımız mekanlar…

Komşuyuz. Mahallede, okulda, işyerinde arkadaşız. Bin yıldır, üretimde

tüketimde, askerlikte, hapislikte, zorda, darda, mezarda yanyanayız. Keşke bugün de “ acılarımıza birlikte ağlıyoruz sevinçlerimize birlikte gülüyoruz” diyebilsek. Maalesef diyemiyoruz.

 

 

 

Gelin on yıllardır gerici-şoven, bencil, basiretsiz, sevgisiz iktidarlarca zehirlenmiş ruhlarımızı yeniden temizleyelim. Birbirimize gülümseyelim, selam verelim, buyur edelim, yer verelim.

Kalmışsa çevremizde bir Ermeni, bir Süryani,  Ezidi 100 yıl önce  nasıl yaralandığını ve 100 yıldır süren yarasının sızısını anlatsın.

Bir Rum İstanbul acısını, evinin-emeğinin talanını, bir emekçi ekmeğin nasıl kazanıldığını anlatsın. Aleviler Dersim’i, Maraş’ı, Sivas’ı ; Kürtler yakılan köylerini, yasak dillerini, faili meçhullerini anlatsın. Ve güngörmüş bir Türk kadını savaş yıllarını, eski komşularını anlatsın. Kirlenen hayatlarımızı gözyaşıyla silelim.

Barış ve Demokrasi mücadelesinde “yol temizliği” böyle başlar ve sürer….

Türkiye’nin tüm il ve ilçelerinde, onların mahalle ve semtlerinde, keza Avrupa ülkelerinin tüm şehirlerinde “Dostluk Meclisleri” kurulabilir. Bunlar öyle 5 Kürt, 3 Alevi, 1 Ermeni, 1 Süryani, bir kaç radikal sol örgüt temsilcisinden değil, sözkonusu şehirlerde, mahallelerde, bizzat ikamet eden farklı siyasi görüşlerden, farklı kimlik ve yaş gruplarından, değişik meslek ve cinsiyetteki insanlardan oluşmalı ve işlevsel olmalı, iğne ile kuyu kazmalı.

Demokratikleşmenin önündeki engellerin ortadan kaldırılması  ve barış içinde  özgürce yaşama adına ortak bir program hazırlanabilirse, geniş emekçi kesimlerin, işsizlerin, gençlerin, kadınların, tüm mağdurların, dışlanmışların gönüllü birliği ilmek ilmek örülebilir. İletişim  olanaklarının, haberleşmenin bu  denli  kolaylaştığı günümüzde bu hareket binlerden yüzbinlere, yüzbinlerden milyonlara ulaşabilir.

Başlarken, en yakınımızdan başlamalıyız. Onyıllardır Türkiye’de barış ve demokrasi mücadelesi içinde yer alan Türk Tabibler Birliği (TTB) ile Türk Mimar Mühendis ve Odalar Birliği (TMMOB) ne başvurarak ilk Kongrelerinde isimlerinin önündeki “Türk”ü “Türkiye” olarak değiştirmelerini önerebiliriz.

Sonra sorunlarımızı, uğrunda mücadele edeceğimiz  istemlerimizi öncelik-sonralık sırasına tabi tutmadan şöyle sıralayabiliriz.

Şehirlerin girişlerinde,  Parklarda yazılı  “Ne mutlu Türküm diyene”, “Önce vatan”  “Her Türk asker doğar” gibi şoven, militarist, üstünlük taslayıcı  sloganların silinmesi,

Katliamlarla anılan General Muğlalı, Sabiha Gökçe, Kenan Evren gibi isimlerin verildikleri yerlerden alınması,

Logosunda “Türkiye Türklerindir” ibaresini kullanan Hürriyet Gazetesi hakkında “ırkçılık, ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle” Türkiyede ve Almanyada davalar   açılması,

Tüm Avrupa ülkelerinde Türk  ve Kürt çocuklarına  kendi anadillerini öğrenme olanaklarının sağlanması,

Milyonlarca destekçisi olan PKK’nin “terör örgütleri” listesinden çıkarılması,

 

 

Paris’te katledilen Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez cinayetlerinin ortaya çıkarılması,

Konut ve işyerleri önündeki bayrak direklerinin –sivil yaşamı askerileştiriyor ve milliyetçi-şoven duyguları körüklüyor gerekçeleriyle-  kaldırılması,

Spor müsabakalarında – milli maçlar hariç –istiklal marşının çalınmaması,

Orduevleri ve   Askeriyeye ait diğer  binaların şehir merkezlerinin dışına çıkarılması. Şehir içlerindeki  askeri tesislerin yerel yönetimlere veya dil-kültür amaçlı sivil kurumlara verilmesi,

Polis teşkilatının demokratikleştirilmesi,

Köy koruculuğunun lağvedilmesi. Korucuların bölgede yol yapımı, yıkılan köylerin onarımı, ağaç dikimi ve arazinin ıslahı alanlarında istihdam edilmesi

Faili  meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılması, sorumluların yargılanması,

Terörle mücadele yasasının  kaldırılması

Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılması,

Partiler yasasının demokratikleştirilmesi, seçim barajının  sembolik olarak yuzde 1’e düşürülmesi,

Askerliğin zorunlu olmaktan çıkarılması,

Herkesi kapsayacak bir Genel Af çıkarılması,

Vatandaşlıktan çıkarılmış olanların vatandaşlıklarının geri verilmesi,

Siyasi, etnik veya inançsal  nedenlerle  yurt dışında  sürgünde yaşayanların koşulsuz geri dönüşlerinin sağlanması ve  maddi-manevi  zararlarının  karşılanması

Aynı şekilde köy yakmalar veya benzeri nedenlerle  ülkenin başka

yerlerine  zorunlu olarak göç etmiş Kürt’lerin ve Aleviler’in kendi

köylerine dönüşlerinin sağlanması ve zararlarının tanzim edilmesi…

İş yasasının  çalışanlar lehine  değiştirilmesi, tüm çalışanlara grevli, toplu sözleşmeli sendikal haklar tanınması,

Sendikal veya  siyasi  nedenlerle işten çıkarılan, görevden alınan  tüm çalışanların  yerlerine  iadesi, maddi kayıplarının karşılanması,

Asgari ücretin yaşanabilir oranda yükseltilmesi,

Yurtların öğrencilerin  yönetimine bırakılması, bursların artırılması,

Üniversitelerin tamamen özerkleştirilmesi, polisin üniversiteden çekilmesi,v.b…

Görüldüğü üzere bu istemlerin birçoğu mahalle, kasaba ve şehirlerdeki sivil insiyatiflerin, demokratik, mesleki, kültürel kuruluşların, yerel yönetimlerin, idari kademelerin, en fazla ilgili bakanlıkların girişimiyle, yetkilerini kullanmalarıyla yerine getirilebilir olanlar. Bir kısmı ise, hükümetin ve meclisin anayasa değişikliğine gitmeden bile yerine getirebileceği çok makul, insani demokratik istemler.

 

 

Öte yandan yeni bir anayasa ile çözülmesi ve güvenceye bağlanması gereken daha temel sorunlar var.

Her şeyden önce 12 Eylül anayasası tümden iptal edilmeli, yapılacak yeni anayasanın başlangıcında hiç bir etnik kimlik vurgusu  yapılmadan onun demokratik ve eşitlikçi ruhunu yansıtacak olan “Türkiye Cumhuriyeti, ülkede yaşayan  bütün halkların, dillerin ve kültürlerin ortak devletidir.” ibaresi  yer almalıdır.

Herkese anadilde eğitim  hakkı  tanınmalı,  kendi anadilinde eğitim görenlerin mesleklerini yapabilmesi için köklü reformlar yapılmalı, devlet yeniden örgütlenmelidir.

Merkezi  yönetim demokratikleştirilmeli; bütün Türkiye’de Özerk Yönetim uygulamasına geçilmelidir.

Alevilerin ve diğer inanç gruplarının hakları teslim edilmeli, Cem evlerine ibadet yeri statüsü tanınmalıdır.

Kimlik bilgilerinde, milliyeti, dini ve mezhebi gibi bilgiler yer almamalıdır.

Yukardaki anayasal istemleri daha da  çoğaltmak mümkün. Ancak sorun sadece onları sıralamak değil, elde edilmeleri için başka neler yapılacağıdır.

Bu amaçla; Temsilciler, sözcüler, komiteler seçerek yerel-idari kademelerle, resmi çevrelerle görüşerek, dilekçe vererek, yazılı başvurarak, imza kampanyaları, gerekirse davalar açarak, uzmanlarla  paneller, açık oturumlar, konferanslar  gerçekleştirerek, yerellerde ve ülke çapında halkla buluşarak, birlikte yürüyüşler, mitingler, protestolar örgütleyerek bu istemlerin yerine getirilmesi sağlanabilir,gerçek özgürlüğün önündeki engeller kaldırılabilir. (10.10-2013 ]