Home , Köşe Yazıları , AVRUPA PARLAMENTO SEÇİMLERİ; AYNI POLİTİKANIN FARKLI MASKESİ!

AVRUPA PARLAMENTO SEÇİMLERİ; AYNI POLİTİKANIN FARKLI MASKESİ!

avrupa parlamentosu dagilimiMÜCADELE | 18-06-2014 | 22 Mayıs Avrupa Parlamentosu seçimleri ilk aşamada oy kullanan seçmen sayısının düşüklüğü (%43) ve aşırı sağ partilerin kazanması ile ön plana çıkmıştır. Düşük seçmen katılımına bakıldığında esasen bu seçimler 1979´dan beri sürekli düşmekte olan katılımın düşüşünün durması anlamına gelmekte. Genel seçmenler yerini AByi ‘eleştiren’  sağ-oportünist partilerin seçmenleri almıştır.

Verilere daha özenle baktığımızda Avrupa Birliği ‘projesi’ üye ülkelerinin seçmenlerinde güven kaybı yaşarken AB derin politik ve genel bir kriz yaşamaktadır.  Dünya ekonomik krizinin beraberinde getirmiş olduğu ve AP tarafından onaylanmış ve dayatılmış kemer sıkma politikalarının her üye ülkedeki kitlelerin sitemine yol açmış ve bu karşı geliş AP seçimlerine yansımıştır. İlginçlik arz eden ise AB’yi en çok eleştiren güçlerin bulunduğu ülkelerde seçmen katılımının artış göstermiş olmasıdır. Örneğin; Fransa (+ %2.9), İngiltere (+ %1,5), Yunanistan (+ %5,6) ve Litvanya (+ %23,9). İtalya için bu geçerli değildir (- %7,7), Danimarka ( – %3,1), ve Macaristan (- %7,4). Almanya’ya bakıldığında durum daha farklı. AB ve yerel politik ve ekonomik durum arasındaki bağlantı daha az belirgin. Genel olarak 2007 den 2014’e kadar AB desteği  %69 dan %66 ya düşmüştür.

Dolayısıyla çeşitli ülkelerde seçmenleri etkileyen birçok etkenin olduğunu söylemek daha ihtiyatlı olur. Bunlardan en önemlileri; aşırı sağ grup ve partilerin Avrupa genelinde güçlenmesi ve bunların AB’ye eleştirel yaklaşımları, özellikle son yıllarda kitlelere empoze edilen kemer sıkma politikalarına muhalefetini yükselten sol ve devrimci güçlerin varlığı, bu özellikle İspanya ve Yunanistan’da çok belirgin olmuştur ve üçüncü olarak AB tarafından empoze edilen ekonomik politikalara karşı eleştirel yaklaşan grupların varlığı  şu veya bu şekilde seçmenleri etkilemiştir. Fakat bu üç etken her AB üye ülkesinde, ülkedeki politik ve ekonomik duruma göre farklı şekilde yansımakta. Avrupa’nın en büyük beş ülkesindeki sonuçlara baktığımızda ortaya çıkan tablo ise İngiltere’de Tory’lerin, Fransa’da Sosyalist Partinin UKIP ve Front National gibi aşırı sağ partiler tarafından yenilgiye uğratılmasıdır.

avrupa parlamentosu-1

Fakat bu Almanya ve İtalya’da esasen çok ciddi bir seçmen kaymasının olmadığını gölgede bırakmıştır. Angela Merkel’in Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) oyların %30 nu alarak pozisyonunu korumuştur. Fakat aynı zamanda daha çok Alman seçmenin katılımından 2009 dan 2.5 milyon daha fazla  seçmen ile (%27.3) payını alan parti ise Sosyal Demokrat Parti (SPD) olmuştur. İspanya’da iktidarda olan Halkın Partisi (PP) 2009 yılında oyların %42.1 almasına rağmen şimdi sadece %26 oy almıştır ve Sosyalist Parti (PSOE) 2009 %38.8 den sadece %23 elde edebilmiştir. İngiltere ve Fransa’nın tam tersi olarak AB tarafından empoze edilen ve yerel hükümetler tarafından uygulanan tasarruf paketlerinin karşıtları oylarını bu ülkelerde AB karşıtı aşırı sağ partilere değil AP’de yer alan burjuva sol koalisyonlara vermişlerdir;  %9.9 alan Birleşik Sol (IU) (2009 da %3.7) ve Podemos. Bu seçimlerin beklenmedik sonuçlarından birisi olan Podemos, temel kitle katılımına dayalı  yeni bir  örgüt,  şaşırtıcı bir %7.9 oy almıştır. Fakat Avrupa genelinde seçimlere katılan partiler arasında esas kaybedenler merkez sağ partiler olmuştur. Avrupa Halkları Partisi (EPP) %35.8 den %28.4e düşerken Sosyalist ve Demokratlar (S&) %25.4 ile 2009 oy oranını (%25.6) muhafaza ettikleri ortaya çıkıyor.

Seçimlerden genel bir trend oluştuysa buda AB’ne sıcak bakmayanların yükselişi diyebiliriz. Bu eleştirel duruş AB’nin daha çok ülkeler üzerindeki ekonomik politikasına yöneliktir ve hiçbir şekilde göçmenlere, mültecilere yönelik politikasının eleştirisini içermektedir. Bu grubun değerlendirilmesinde en çarpıcı yanı ise çeşitli ülkelerden en aşırı sağdan (İtalya’nın Beş Yıldız Hareketi %21.1), Neonazileri (Yunanistan’ın Altın Şafak %9.4). Diğer ülkelerde bulunan milliyetçi, İslamafobik aşırı sağcı partilerinde içinde yer aldığı geniş bir yelpazeden bahsedebiliriz. Altın Şafak’ın dışında Macaristan’da Jobbik (%14.7) bulunmakta, İsveç Demokratları (%9.7), Hollanda’da aşırı sağcı PVV Özgürlük Partisi (%13.2), Avusturya Özgürlük Partisi (%19.5), Belçika Vlaams Belang (%4.2), İtalya’da Kuzey Liga (%6.1) ve Finlandiya’da Finnlerin Partisi (%12.9).

Seçimlerde aşırı sağ partilerin gelişmesinin diğer bir örneği ise Marine le Pen’nin Front National oldu. Partisinin faşist mirasını yaşatarak kampanyasında İslamafobi, anti-göçmen politikalar, ekonomik protektionizm ve Fransız  ulusal egemenliğin kaybedilmesini içeren kampanyasıyla gençleri ve işçilerin bir kesiminin oylarını kazanmıştır. Marine Le Pen seçimlerden bir gün sonra AP de aşırı sağ parti ve grupları FN’nin liderliği altında birleştirmek için önerisini yaptı.

Aynı zamanda Fransız Sol Cephesi (Front Gauche) Fransa Komünist Partisinin birkaç ay önce yerel seçimlerde Sosyalist Parti  ile olan bağları sıkılaştırmasının sonucu olarak ciddi derecede sol koalisyonda kriz yarattı. Front National işçilerin oylarına oynarken Fransız Sol Cephesi sadece %6.3 oy sayısı alarak sosyalist seçmenlerin oylarını kendisine kazanmayı başaramamıştır. Almanya’da, Die Linke 2009 seçimleriyle aynı sonucu alırken (%7.4) seçmen sayısını yükseltememiştir. Fransa, Yunanistan ve Portekiz’in anti-kapitalistleri beklenilen oyları alamamışlardır; Nouveau Parti anticapitalista ve Antarsya %1’in altında alırken, Porkekiz Sol Blok (Boco de Esquerda) sadece %4.6 alarak 2009 sonuçlarından %6 düşüş göstermiştir.

Almanya ve İtalya’nın seçim sonuçları göz ardı edilmemeli. İtalyan Demokratik Partisi, seçimlerde AP’de 31 sandalyeyi (Alman CDU dan sadece 3 sandalye daha az) elde eden  partinin, özellikle Fransa Sosyalist Partinin çöküşüyle beraber önümüzdeki aylarda büyük rol oynayacaktır.  Dahası, İtalya Temmuz ayından itibaren altı ay Avrupa Birliği Konsey başkanlığı yapacaktır. Demokrat Parti’nin bu “başarısı”  bazılarının özellikle İtalyan politik manzarasıyla alakalı olan çeşitli etkenlerin kombinasyonunun olduğunu söyleyebiliriz. İtalya’da gelişen xenofobia başta olmak üzere aynı zamanda Avrupa’ya yönelik ise DP başkanı ve yeni Başbakan Matteo Renzi AB’nin finans politikasına karşı eleştirilerinin olması bazı seçmenleri kazandırmıştır. Aynı zamanda kampanya döneminde sunduğu bazı sosyal yasa değişiklik önerilerinden birisi ise işçileri işten çıkarma yasalarının esnekleştirilmesidir.

Avrupa başkanları İtalya Torino kentinde 11 Temmuz’da gençlik ve istihdam konulu zirve gerçekleştirilecek. Birçok Avrupa ülkesinde gençlik işsizlik rakamları gasp edilen haklar ve uygulanan tasarruf paketlerinin yükü altında gün be gün artış gösterirken, Avrupa’da bulunan demokratik, ilerici ve devrimci kurumlara büyük görevler düşmekte. Yükseliş gösteren milliyetçi ve aşırı sağ popülist bloklaşmanın ve AB’nin kendisini idame edebilmesi için yeni ekonomik, politik uygulamalar üreteceği ve bunlar işçi, emekçilere daha derin bir sömürü yaşatacağı Avrupa Merkez Bankasının Başkanı (ECB) Mario Draghi’nin seçimlerden sonra yaptığı, bankaları rahatlatacak faiz düşüklüğü, senet alma programları ve bazı diğer ekonomik uygulamaların duyurulduğu açıklama tamamen büyük finans kurumların çıkarlarının ön planda tutulduğu bariz ortaya çıkan bir sonuç.

avrupa parlamentosu mlpd afisi

Bu seçimlerin neticesi AP’nin geleceğe yönelik ekonomik, politik uygulamalarının değişmeyeceğinin ve gün be gün göçmenlerin, mültecilerin, işçilerin hak gasplarının artışına yol açacağı aşikârdır.   Buna karşı işçi, emekçilerin, göçmenlerin bulundukları ülkelerde sendikalaşmaya önem vermesini, sendikal mücadele yoluyla işçi haklarının gasplarına dur demenin önemli yollarından biri olduğunun altını tekrar tekrar çizmek gerekir. Aynı zamanda gelişen ırkçı, aşırı sağır, faşist akımlara karşı demokratik, ilerici, devrimci kurumların çatısı altında örgütlenerek mücadelelerin ortaklaştırılmasının gerekliliği dünden daha acil bir şekilde karşımızda durmaktadır.