Anasayfa , Köşe Yazıları , Anatolia + Mezopotamia Gerçekliği, Kemalist 'Üç İ Siyaseti' ve AKP (S)Açılımları (2)

Anatolia + Mezopotamia Gerçekliği, Kemalist 'Üç İ Siyaseti' ve AKP (S)Açılımları (2)

UFUK BERDAN | 21 – 02 – 2011 | Büyük insanlık ailesi için ‘Mezopotamya uygarlıklar beğişi, Anadolu ise tam kültürler mozaiği’dir. Binlerce yıldır kültürlere ve uygarlıklara  biri ‘beşik’ diğeri ise ‘mozaik’ olarak anlam kazandıran iki komşu ve stratejik bölgedir Anadolu ve Mezopotamya.

Ne yazık ki, bu paha biçilmez kültürel ve toplumsal miraslar resmi güçlerce ya inkar veya da tahrif edilmektedir. Kültürel zenginlikler ve çeşitlilikler dil ucuyla kabul edilse bile, bu sözde kabulleniş ‘müzelik tarihsel kalıntı’ zihniyetinin ötesine geçememektedir.

Emperyal nitelikli ve ona  bağımlı sermaye güçlerinin genel ve güncel çıkarlarına göre, Anadolu ve Mezapotamya halklarının tarihsel ve kültürel ortak zenginlikleri içeriği ve özü sistematik olarak çarpıtılarak sunulmaktadır.

Orta-Doğu ve Ön Asya’daki egemen sistem ve devletlerin son bir kaç yüzyıldır bin bir türlü sinsilik ve kanlı şiddetle sergiledikleri egemenlik seneryoları kültürel-tarihsel zenginliklerin sistemli bir şekilde inkar edilmesi üzerine kuruludur. Zulümkar despot, otokrat, faşist egemenlikler hem Anadolu’nun ve hem de özellikle Mezoptamya’nın kültürel zenginliğini inkar etmeyi  bir hükümranlık geleneği haline getirmişlerdir.

Bin bir bağla iç içe geçmiş, iktisadi, politik, kültürel, sosyal açılardan birbirinden sürekli etkilenmiş,  birbirine can, kan ve toplumsal renk vermiştir bu iki kadim coğrafya. Bu iki komşu ve kardeş bölge her tarihsel kesitte sadece sahiplerinin emrine amade ‘çifte atlar’ gibi hizmete koşulmuştur.

T.C. Devleti kurulduğundandan beri, Kemalist tipteki yarı-feodal, yarı-sömürge faşizmi sayesinde Anadolu ve özellikle Mezopotamya’nın kuzeyi tam bir ‘Halklar Açık Hapishanesi’ne çevrilmiştir. Mezopotamya’nın bir parçası olan kuyez Kürt Coğrafyası burjuva ‘üniter devlet’ hükmü çerçevesinde ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne zoraki bir ilhak siyasetiyle dahil edilmiştir.  Türk kökenli, Sünni Müslüman inançlı ve Kemalist fikirli olmayanlar dışındaki bütün kesimlerin ana dilleri, öz-kültürleri, gelenekleri, inançları inkar edilmiştir. Bunun yanında siyasal görüşleri resmi ideolojiyle örtüşmeyen bütün muhalif siyasal fikirler düşman ilan edilmiş ve 80 küsür yıldır sistemlice ezilmektedir.

‘Halklar Açık Hapishanesi’nde inançlar, ulusal ve etnik azınlıklar, sisteme muhalif siyasal akımlar sadece ezilmemiş, üstelik ötekileştirilmiş, marjinalize edilmiş ve sistem dışına itilmişlerdir. Kürtler, Müslüman Olmayanlar (Ermeniler, Pontuslu Rumlar,  Asuri kökenliler (Arami, Suryani, Keldani), Aleviler, Ezidiler, Romanlar, Arap kökenliler v.b. yani Türki kökenli olmayanlar Osmanlı’da olduğu gibi, Kemalist rejimin inşa edilmesinden sonra da, sistemli bir inkar ve imha siyasetine maruz kalmışlardır. Anadolu ve Mezapotamya’da yüzyıllardır adeta kapı kapıya ve bir arada yaşayan çeşitli milliyet ve inançlardan halkımıza  Pan-Türkist, Kemalist veya Türk-İslamist mezalim sürekli mübah görülmüştür.

Cumhuriyet dönemine kadar “Anadolu”nun geleneksel doğu sınırı olarak Fırat Nehri kabul edilirdi. Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin Asya kıtasında kalan kısmının tümü Dicle Fırat arasında kalan  ‘Mezopotamya‘ya dahil bölge de zorla aynı coğrafî terime dâhil edilmiştir. Yüzyıllar boyu ‘Asya’nın Avrupa’ya açılan ön kapısı’ olarak bilindi Anadolu diyarı.  Ve Nazım’ın da meşhur şiirinde isabetlice tarif ettiği gibi, ‘uzak asyadan akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket’, sahip olduğu jeo-politik stratejik önemi gereği, yüzyıllardır iştah kabartan, ihtişamlı bir kapı olagelmiştir…Nice cenkler, istilalar, meydan muharebeleri ve savaşlar gördü bu topraklar bölgenin bütün ganimetlerine despotça sahip çıkma adına…Oluk oluk kanlar döküldü bu muhteşem toprakları zaptetmek adına…Nice baskı, zulüm ve sömürü biçimleri gördü ve göröeye devam etmektedir  ‘mazlumlar diyarı’ bu coğrafya…

Yan yana, iç içe ve kapı kapıya iki bölge…

Anadolu ve Mezopotamya’nın  yan yana, iç içe olması da başka bir değer katar bu ‘kardeş coğrafya’lara. Mezopotamya ki, Dicle ile Fırat arası kesitte, yabanıl yaşamdan yerleşik yaşama geçiş kültürlerinin ‘natural agra kultural’ geleneğin de beşiğidir aynı zamanda. Bu kadim topraklar ingiliz emperyalizminin himayesi altında Irak, Suriye, Türkiye ve İran devletleri arasında ‘Lozan Anlaşması’yla paylaşılmıştır. Mezoptamya ağırlıklı olarak  ‘Kürtlerin Evi’ durumundaki geniş  bir bölgedir yani. Mezopotamya’da bugün ağırlıklı olarak Kürtler yaşasa da, Asuri, Arap, Pers, Acem, Türkmen, Ermeni kökenli halkların da ‘vatan’larıdır bu topraklar.

İnsanlığın keşfettiği ‘ilk yazı denemeleri’ Mezopotamya bölgesinde piktogramlar şeklinde ortaya çıkmış ve  gelişmiştir. Bunlar hikâyeleri, tarihi ve bazı olayları anlatan ve tabletlere çizilmiş resimlerdir. Daha sonraları bölgenin insanları farklı harfler için farklı işaretler geliştirmeye başlarlar ki buna ‘çivi yazısı’ denmiştir. Bu yeni yazı türü kısa sürede yaygınlaşır ve bölgedeki bir çok uygarlıklarca piktogramlardan daha fazla kullanılmaya başlanır. Harfler, kil tabletler üzerine çizilip ve pişirilirerek ‘Tablet Yazıtları‘ türetilmiştir. Günüzde garlarda, hava alanlarında, trafikte ve güvenlik uyarılarında sıkça karşılaştığımız modern çizili resimler veya işaretlerin kökeni bu coğrafyadan çıkan ve mağara duvarlarına yazılan piktogramlar ve çivit yazılımlardır.

Başkaları saymayı bilmezken Mezopotamyalıların ‘iki sayı sistemi’ne sahip olduğu jeolojik -antropolojik bulgularda ortaya çıkmış ve teyit edilmiştir. Mezopotamyanın en eski uygarlıklarından olan Sümerler, zamanı altmış dakikalık saatlerde ölçen ilk insanlardır ve haftada yedi günlük bir takvimi’de ilk onlar oluşturmuşlar. Babil(on) uygarlığındaki astronomlar gündönümü ve tutulmaları hesaplayabiliyorlarmış. Astronomi bölgede de din ve mitoloji ile iç gelişiyor.  Zira insanlar astronominin insana hizmet eden bir amacı olduğuna inanıyorlar ve ona bazı dini veya mistik unsurlar yüklüyorlardı. Örneğin Güneş ve Ay tutulmaları kötüye işaretti. Her ne kadar anatomi ve tıp konusunda çok ileri bilgileri olmasa da, Mezopotamyalılar  tıbbi tanı listeleri oluşturabilmişler, uzun süre hastalıkları gözlemlemiş ve doğal tedavi yöntemleri geliştirmişlerdir.

Mezopotamya en eski kültürlerin, dillerin, inançların, tanrıçaların, tapınakların, yazıtların, tekniklerin, rakkamların, şehir devletlerin, tarımsal kültürün, yasaların, vergi yöntemlerinin, paranın, ilkel konserve sistemlerinin  ilk rastlandığı bölgedir.  Yani eldeki tarihi bulgulara bakılırsa, Mezopotamya medeniyet ve uygarlıkların gelişmesinde ‘ilkler bölgesi‘dir. Meşhur Harran Ovası, Malatya bölgesi (Çatalhöyük) günümüz ontropologlarının ve arkeologlarının iştahını halen ve epeyce kabartmakta ve araştırma ekipleri bölgede harıl harıl çalışmaktadırlar.

Kavramsal çarpıtmalar…

Bir çok kavramda olduğu gibi, Anadolu kavramının da otantik zengin içeriği, Türk egemenlerince halka milliyetçi ve şövenist fikirleri aşılamak için tahrif ve iğfal edildi. Bu kavram, içeriği  çarpıtılarak unutturulduktan sonra,  milliyetçi bir vatanperest anlam yüklenerek devrede tutuldu.  Anadolu kavramı  bu yeni anlam yükü ile birlikte ‘Büyük Türk’ şövenizmi ve  faşizmin en gerici emelleri için onlarca yıldır pervasızca kullanıldı/kullanılmakta. Yine bu kavram üzerinden her dönem farklı biçimler altında ırkçı, milliyetçi, şöven ve faşist içerikli ideolojik politikalar geliştirildi. Kısacası, çeşitli milliyetlerden ve inançlardan halkımız, onlarca yıldır resmi kemalist egemenlik zihniyeti çerçevesinde gizli ve açık şövenizm iksiriyle zehirlenmektedir.

Bütün kemalist iktidar süreçlerinde,  Alman ve İtalyan faşizminde de olduğu gibi, irrasyonalizm bir egemenlik felsefesi olarak önemli bir işlev gördü. Bu ‘faşizan akıldışıcılık’ sistemi korumanın ve ayakta tutmanın temel tezlerini oluşturdu. Nasıl ki İspanya diktatörü ünlü Faşist Francesco Franko  ‘ülkeyi üç ‘F‘ ile yönettim. Futbol, Fiesta ve Faşizmdemiş ise,  Kemalizm de ülkeyi ‘Üç İ Siyaseti‘ ile yönetti/yönetiyor. İşte bu siyaset, bugünkü AKP hükümetininde temel hükmetme zihniyetini oluşturan, geleneksel kemalist ‘imha, inkar ve ilhak siyaseti’dir.

‘Üç İ Siyaseti’ günümüzde AKP politikaları üzerinden eskiyen, etkinliğini ve keskinliğini kaybeden egemenlik biçimleri bertaraf edilerek ve ona yeniden bir ‘kabul görmüşlük’ kazandılırak  sürdürülmektedir. AKP hükümetinin sözde ‘yenilikçi ve değişim’ politikaları resmi devlet ideolojisi olan Kemalizm’i bütünlüklü aşmak üzerine değil, onun eskiyen ve işlerliğini kaybeden, mutabıklığını yitirmiş yanlarından arındırarak daha etkin ve yetkin kılma üzerine kuruludur.                                                                                        (devam edecek)