Home , Köşe Yazıları , Aleviler ve Alevilik (II) – Rıza Algül

Aleviler ve Alevilik (II) – Rıza Algül

rizaAleviler ve Alevilik (II)

Önceki yazıyı (I) şununla bitirmiştik: “Alevilik bir din midir, yoksa bir felsefe midir?” Bu sorunun cevabını bir sonraki bölümde (III) bulacaksınız. Çünkü bu yazıda, ilk yazıdaki içeriği oluşturan ayrıntılı bazı önemli çelişme noktalarını öncelikle irdeledikten sonra, Aleviliğin “bir din mi”, yoksa “bir felsefe mi?” olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Birinci yazıdan devam edelim: “Aleviler başka yaşıyor, fakat başka konuşuyor”, demiştik. Bu tümceyi başka bir biçimde de ifade edebiliriz: “Aleviler’in eylemi başka, söylemi başkadır.”

Halk arasında, doğruluğu tartışılamayacak olan felsefi bir deyim var: “Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.” Bir kişinin yaptığı “” (= eylem), o kişinin yaşamdaki gerçeğinin özüdür. Bu nedenle, bir kişiyi değerlendirirken – farkında olalım veya olmayalım – ölçü aldığımız, onun davranış biçimleridir; yani yaptığı iş veya eylemidir. Bunu geniş açılı düşünerek, bir gruba veya bir topluma da indirgeyebiliriz.

Yunus Emre bir şiirinde, bu halk deyimini şiir formunda ifade eder: Dış yüzüne o vurur / İçinde ne var ise. Kişinin “dış yüzü”, onun eylemidir; eylemi ise, onun kendi iç gerçeğidir. “Laf” ya da “söylem”, insandaki gerçeğin kanıtı olmadığı için ciddiye alınmaz ve bu nedenle değer bulmaz.

Sanırız, “başka yaşamak ile başka konuşmak”, “eylem” ile “söylem” kavramlarını ve bu iki kavram arasındaki ilişkide gerçeğin nerede yattığını yeterince açıklamış olduk. Buradan geri dönerek esas konumuza, Aleviler’deki “yaşam ile söylem arasındaki çelişki”yi irdelemeye devam edebiliriz.

 

Duyguların dili

 

Aleviler’in inanç söylemi üç kavram üzerine kuruludur: Allah-Muhammed-Ali. Bu üç kavram Aleviler’in cemlerinde okunan deyişlerde ve gülbenglerde belirleyici tarzda yer alır. Duazdeh-İmam (12 İmam)’ı içeren deyişlerde 12 İmam sıralanır, fakat Allah-Muhammed-Ali bu deyişlerde de vardır.

Cemlerin dışında, Aleviler’in günlük yaşamda dinledikleri müzikte ve birbirlerine “iyi dileklerde” bulunurken ve dua ederken kurdukları tümcelerin içinde de Allah-Muhammed-Ali vardır. Kısaca, Aleviler’in duygu dilinde Allah-Muhammed-Ali her yerde vardır ve her şeyi kapsar:

Aleviler’in duygu dilinde Allah-Muhammed-Ali hümanisttir, hoşgörülüdür, yardımcıdır, haklıdan yanadır, herkese eşit gözle bakar, haksıza ve zalime karşıdır… Aleviler’le arkadaştır, dosttur…

Aleviler cem bağlarken; semah dönerken; türbeleri ve “kutsal” dağları, taşları, ağaçları ziyaret ederken; güneşe, aya ve yıldızlara dua ederken, Allah-Muhammed-Ali ordadır.

Aleviler Mürşit, Pir ve Rahber divanında dururken; dostlarla bir arada muhabbet ederken; dem-bade (içki) noş ederken (içerken) ve eğlenirken, Allah-Muhammed-Ali ordadır.

Aleviler dinsel ve ulusal kimliğinden dolayı insanlar arasında ayırım yapmayı, cezalandırmayı veya öldürmeyi; kadın ile erkek arasında ayırım yapmayı; erkeğin lehine bir poligamiden başka bir şey olmayan birden fazla kadınla evlenmeyi en büyük suçlardan sayarken, Allah-Muhammed-Ali ordadır.

Aleviler Allah’ın-Tanrı’nın yerine insanı koyarken (“En-el Hak”); insanın sözünü bütün din kitaplarından (Kuran’dan, İncil’den, Tevrat’an) daha üstün tutarken; dinsel dogmalara karşı aklı ve bilimi rehber alırken; insanı en büyük Kâbe görürken ve yüzünü Kâbe’ye değil insana dönerken; dinin yerine, hiçbir ayırım yapmadan kadını ve erkeğiyle yeryüzünün bütün insanlarına sevgiyle bakmayı ilke edinirken, Allah-Muhammed-Ali ordadır.

Kısaca, Aleviler nerde ise, Allah-Muhammed- Ali ordadır. Aleviler ne yapıyor, ne düşünüyor ve ne söylüyorsa, Allah-Muhammed-Ali de aynısını yapıyor, aynısını düşünüyor ve aynısını söylüyor. Allah-Muhammed-Ali karakter ve kültür bakımından Aleviler’e benziyor ve Aleviler gibi yaşıyor. Aleviler’in duygu dili budur.

 

Aklın ve bilimin dili

 

Fakat bir de, aklın ve bilimin dili ile Allah-Muhammed-Ali’ye bakalım. Çünkü Alevi felsefesinde çokça ve açıktan yer aldığı gibi, “Akıl başta sultandır” ve “Bilimden gitmeyen yol, karanlığa götürür.” Akılın ve bilimin diliyle konuştuğumuzda, karşımıza tarih çıkıyor. Şimdi kısaca, Allah-Muhammed-Ali kavramlarına bir de tarih gözüyle bakalım:

Bu üç kavramdan “Allah” bir imgedir (Fiktion). Muhammed ve Ali, birer insandır; yaptıklarının, yaşadıklarının ve ailevi durumlarının tarihi vardır. Şimdi bir de, Allah-Muhammed-Ali’yi birbirinden ayrıştırarak düşünelim:

Allah: İslam’dan önce, “yaratıcı” anlamda bir “Allah” kavramı yoktur. “Allah” kavramı İslam’la birlikte vardır ve tarihsel varlığı 1.400 yıldır. Fakat etimolojik olarak “Allah” kavramı İslam’dan önce vardı. “Allah” kavramı, bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yerde, binlerce yıldan beri var olan ve İslam tarafından 630 yılında yıkılan eski putperest (totem) Kâbe’de asılı duran 360 puttan birisinin, peygamberin aşireti Kureyşler’in putunun adı idi. [1] Bu “Allah” putu kâinatı yaratan değildi. Zaten İbrahimci tektanrıcı dinlerin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) toplam tarihi 3.200 yıldan ileriye gitmez. Bu tarihten önce, on binlerce yıldan beri dinler ve inançlar, tanrılar ve tanrıçalar vardı.

“Yaratıcı” Allah’ın adını İslam’la birlikte duyuyoruz, buyruklarını ise, “değiştirilemez” dogmalar olarak Kuran’da okuyoruz. Kuran’daki bütün buyrukların karakteristik ve kültürel kalıplarında yer alan “bu dünya”, “öbür dünya”, “cezalar” ve “mükâfatlar” o zamanki Mekke Arapları’nın erkek-egemen istemlerine birebir denk düşüyor.

Muhammed: İslam’ı kuran ve yayan, peygamber Muhammed’dir. Muhammed bunu, barış ve hoşgörüyle değil, savaşla yaptı. Muhammed’in doğrudan kumanda ettiği savaşların sayısı 27’dir.[2] Bundan dolayı kendisi, “ben savaş peygamberiyim” demiştir. [3]

Ali: Ali, peygamberin yaptığı bütün savaşlarda vardır. Bundan dolayı Ali’ye “İslam’ın kılıcı” denmiştir. Örnek: “Hayber Kalesi” adını taşıyan bir kitap vardı. Bu kitapta, Hayber Kalesi fethedilirken Ali’nin “çatal kılıcıyla (Zülfikar) “gösterdiği kahramanlıklar” ve “bir kılıç vuruşunda çok sayıda kafayı uçurduğu” yazılıydı. “Uçurulan kafalar”, sadece başka dinden veya inançtan olan insanların kafalarıydı. Aleviler bir evde toplanır, okumayı bilen az sayıda insandan biri “Hayber Kalesi”ni okurdu, diğerleri can kulağıyla dinler ve “Ali’nin gösterdiği kahramanlığa” hayranlık içinde gurur duyarlardı.

 

Alevilerde olan, fakat İslam’da olmayan kavramlar ve gerçekler

 

Aleviler, Allah-Muhammed-Ali’yi birleştirmişlerdir. Bu “birleme”nin bir ucu – fakat en zayıf ucu – Hallac-ı Mansur’un “En-el Hak = Tanrı benim, Tanrı insandır” ilkesine dayanıyor. Fakat aklın ve bilimin gözüyle bakılırsa, bu “birleme”de ilkesel ve yöntemsel şu uyuşmazlık ve yanlışlık ortaya çıkıyor:

İslam dininde Allah, “kâinatı yaratmıştır.” İnsanı da kendine “kul” olarak yaratmıştır. Muhammed’i ve Ali’yi ise “seçkin kullardan” yaratmıştır, fakat Muhammed’i, gönderdiği buyruklarını yayması için “peygamber” olarak tayin etmiştir.

Allah’ın en başta gelen buyruğu, kendisi dışında tanrının ve kutsallığın olmadığını söyler. Yani Allah, kendisi dışında “tanrı” kabul etmez. Başka tanrıların olduğu gibi insanın kendisine eş koşulmasını veya insanın tanrılaştırılmasını (şirk) en büyük suç sayar, “bu dünya”da ve “öbür dünya”da en şiddetli yöntemlerle cezalandırır. Puta tapan binlerce insanın ve insanı tanrılaştıran Hallac-ı Mansur’un katledilmesinin nedeni de budur. Bu nedenle gayet açıktır ki, Muhammed-Ali’yi Allah ile “birlemek” en başta Allah tarafında kabul görmez.

Diğer yandan, Muhammed’e ve Ali’ye sorulsaydı, “biz sizi Allah ile birleştiriyoruz, ne diyorsunuz?” Alınacak cevap, şiddetle karşı çıkmak dışında, Hallac’ı Mansur’un başına gelenler gelecekti.

 

Not: Devam edecek.

 

Rıza Algül  

 

 

[1] Paul Frischauer. Es steht geschrieben. Abdullah-Rıza Ergüven: Tanrıları Nasıl Öldürdük.

[2] Taberi, Tarih, II, 14.

[3] Taberi, II, 163-165.